Günlük yaşantımız, aşk, macera, nefret, kan, gözyaşı ve ölümler… Pahalı bir prodüksiyon sanki. Giderek daha sık, giderek daha yoğun ve her seferinde beklenmedik bir şekilde yaşıyoruz. Yaşadıklarımızın hiçbiri, yalnızca tanımadığımız insanların hayatını etkilemiyor. Hepimizinkini ayrı ayrı 12’den vuruyor. ”;”
Günlük yaşantımız, aşk, macera, nefret, kan, gözyaşı ve ölümler… Pahalı bir prodüksiyon sanki. Giderek daha sık, giderek daha yoğun ve her seferinde beklenmedik bir şekilde yaşıyoruz. Yaşadıklarımızın hiçbiri, yalnızca tanımadığımız insanların hayatını etkilemiyor. Hepimizinkini ayrı ayrı 12’den vuruyor.
Ne kadar hazırsınız?
Beklenmeyene, bilinmeyene, kötüye, şaşkınlığa, krize ne kadar hazırsınız?
Ana haber bültenlerinden biri… “Bilmem kaç milyon dolarlık bir fabrika alevler içinde…” diye sözlerini sürdürürken spiker, görüntüler arasında başını ellerinin arasına alarak çaresizlik içinde ağlayan işyeri sahibini görebilirsiniz.
Yabancı görüntüler değil bunlar.
Ani bir deprem… Olmadı mı oldu… İşçiler enkaz altında kalmadı mı? Tüm fabrika yerle bir olmadı mı? Fabrikaya bir şey olmadığı zaman işçi depreme ailesiyle evinde yakalanmadı mı? Pek çok üretim merkezi çalışanını mışıl mışıl uyurken yitirmedi mi?
Ansızın meydana çıkacak bir krizde ne yapabilirsiniz?
Çaresizlik içinde ağlamak… Sağa sola saldırmak… Öfke kusmak…
Siz hala tüm krizlerin yangın, sel felaketi, deprem gibi doğal afetlerden oluştuğunu düşünmüyorsunuz inşallah.
Umarım yangın alarmı; deprem tatbikatının yeterli olacağına inanıp rahat rahat oturmuyorsunuz o koltukta.
Yoksa siz gazetelerde okuduklarınızın yalnızca başkalarının başına gelen inanılmaz olaylar olarak mı görüyorsunuz?
Hani sizi panik manik yapmak niyetinde değilim, ama olsanız fena olmaz… Çünkü doğal afetler normal krizlere giriyor. Biraz beklenen türden… Hafife alındıklarını sanmayın ama hazırlık yapılabilen kriz türü… Bir de yapılamayanlar var, tahmin edilemeyenler… Onlardan sakınacaksınız!
Gamlı Baykuş
Böyle düşünmüyor olabilirsiniz. Sizi hiç haksız bulmuyorum. Çoğumuzun, gece gündüz başımıza gelebilecek kötü olayları düşünmediğimizin farkındayım. Düşünenlere olumsuz baktığımızı da biliyorum… Ne yani gamlı baykuş gibi oturacak halimiz yok, değil mi ama…
Peki ama olumlu düşünmek hep güzel şeyleri düşünmek anlamına mı gelir? Sanmıyorum. İyimser olmakla hayalperest olmak; kötümser olmakla hazırlıklı olmak… Aralarında ciddi çizgiler olduğunu biliyor ve bunların aslında birbiriyle iç içe olduğunu fark ediyorum.
Bu kilo aldığınızı bilmek, kilo vermek istemek ama bir türlü harekete geçmemek gibi bir şey.
Geçtiğimiz hafta içinde okuduğum sıradan bir haberde adını sanını duymadığım bir işadamı ve şirketinin ansızın düştüğü kriz ortamı dile getirilmişti. Irak’tan sipariş almış. Belki de hayatının işini… Iraklı çocuklar için okul önlüğü. Numunelerini hazırlamış, kumaşları sipariş etmiş, üretim hattını planlamış. Sonra… Savaş! Siparişler yok oldu.
Bu bilinen bir şey diyebilirsiniz. Doğru aylardır hatta daha da ileri gidelim yıllardır bir gün ABD’nin Irak’a saldıracağını biliyorduk. Kim somut önlemler aldı, öne çıksın. Bırakın şirketinizi, hanginiz bireysel yatırım kararlarınızı çok akılcı aldığınızı söyleyebilirsiniz. Eğri oturup doğru konuşalım. Zaman zaman “Yok belki de saldırmaz” demedik mi?
Araştırmada Bir Türk
Kimse mecbur kalmadıkça kendisini en kötüsü ve en olmayacak olaylar için hazırlamaz. Doğamızda yok. Ama işler böyle olmuyor işte. Aklınıza gelmeyen başınıza geliveriyor. Krizler konusunda yapılan bir araştırmadan söz edeceğim. İlginç bir araştırma. Ama ilginç olan bir özelliği daha var. Araştırmayı kaleme alanlardan biri Türk: Murat C. Alpaslan. Diğeri Ian I. Mitroff. Mitroff, Marshall School of Business’da İş Siyaseti dersleri veriyor. Center for Strategic Public Relations Direktörü, University of Southern California, Anneberg School of Communication’da gazetecilik derslerine giriyor. Yayınlanmış 22 kitabı olan tanınmış bir bilim adamı. Murat C. Alpaslan doktorasını henüz tamamlamış bir Türk genci. O da Marshall School’dan. Hakkındaki bilgi bu kadar. Tahminim Mitroff’un öğrencilerinden. Araştırmayı birlikte hazırlamışlar. Araştırma her ikisinin imzasıyla Harvard Business Review’da yayınlandı. Alpaslan başarı hanesine kuvvetli bir çentik attı. Kendisini tanımıyorum, Harvard Business Review dergisinin kapağında bir Türkün ismini görmek nasıl hoşuma gitti anlatamam. Herkesin takip ettiği bir yayın değil. Dili ağır konuları ağır, eğlence yok. Ciddiyetiyle ünlü, saygın ve kalıcı bir yayın… Böyle yayınlarda Türk’e rastlamak… Çok hoş çok…
Tanıdığımız ve Tanımladığımız Krizler
Araştırmaya göre işdünyasında şirketlerin önemli bir bölümü yalnızca tanımladıkları krizlere, ya da tanıdıkları krizlere hazırlar.
Büyük olasılıkla siz de öylesiniz. Ortaya çıkan bulgular çoğumuzun bildik krizleri cilalayıp durduğumuzu, tozunu alıp en değerli köşeye koyduğumuzu, kendimizi döne döne onlara hazırladığımızı gösteriyor.
Buna da şükür diyebilirsiniz. Hiç yapmayanlar olduğunu söyleyebilirsiniz. Çok da haklı olabilirsiniz, ama modern zamanlarda krizin yalnızca adı kriz. Krizler bile eskisi gibi değil. Daha farklı, daha şiddetli, daha yıkıcı, çok sarsıcı, her an her yerde, kapı ardında yanıbaşınızda, içinizde… Krizin kendisini kriz oldu.
University of Southern California Center for Crisis Management, Fortune 500 şirketlerine kriz testi yapmış. Aslında merkez, kriz üzerine çalışmalarını 20 yıldır sürdürüyor. Ortaya ilginç sonuçlar çıkıyor. Çalışmada şirketleri iki kategoriye ayırmışlar: ‘Krize hazırlıklı olanlar’ ile ‘Krizle yüzyüze olanlar’… İlki proaktif diğeri, reaktif davranış kalıplarına sahip.
İlk grup krizi beklemiyor, krizi öngörmek için çabalayıp duruyor. Hatta bu konuda büyük paralar harcıyor, masraftan kaçınmıyor. ‘Ya olursa’ diye paranoyak bir edayla dolaşıyor. Diğer grup, ‘olsun da bakarız bir çaresine’ diyenlerden. Bakmıyorlar mı? Elbette! Kim bilir belki daha bile iyi ama ya bir anlık gecikme, gafil avlanma, gerekli kişinin olmaması, basiretin bağlanması… Olmaz mı böyle şeyler sanki!
İşin bilimsel yanı şu, krize hazır şirketler parmakla sayılacak kadar az.
Geçmiş 20 yıl boyunca yapılan araştırmalar iş dünyasının yalnızca yüzde 5 ile 25 arasında kalan bir bölümünün krize hazır olduğunu gösteriyor. Yüzde 75 tanımadığı krizle başa çıkmasını bilmiyor, yüzde 95 hazırlıksız kabul ediliyor.
Buraya kadar anlattığım her konunun yurt dışında yapılmış araştırmalardan, özellikle de Amerikan kaynaklarından geldiğini hatırlatmama gerek yok herhalde. Bizde ne olduğunu ise, tahmin etmekten başka çare yok.
Benim tahminim onlarda hazırlıklı olanlar yüzde 5 ile 25 ölçeğinde dolaşıyorsa, bizde yüzde 5’lerde takılıyordur.
“Hor görmeyelim” diyorsunuz, biliyorum. Bizim ne krizler atlattığımızı da… İki günün biri, falanca yabancı şirketin müdürünün Türkler’den daha iyi kriz yöneten yok dediğini de… Ama ben bunlara pek prim vermiyorum, söyleyeyim.
Önceden Hazırlanın
Krize hazır olmakla kriz çıktığında verilen kayıplar arasında ciddi bir ilişki olduğu kanıtlanmış görünüyor. Krize hazır şirketler daha az fire veriyor. 1998 ile 2001 yılları arasında izlemeye alınan şirketler arasında krize hazır olup proaktif kabul edilenlerin bu süre içinde ortalama 21 kriz atlattıkları, diğerlerinin aynı dönemde ortalama 33 adet krizle başa çıkmaya çabaladıkları görülüyor. Patlak veren kriz sayısını azalttığınızda, krize ayırdığınız insan gücü, beyin gücü ve zaman da çoğalıyor. Üstesinden gelmek kolaylaşıyor. Sizi bir duvardan diğeri vurup durmuyorlar.
Araştırmanın bir başka bulgusu da, proaktif şirketlerin ayakta kalma sürelerinin diğerlerine göre uzun olması. Krize hazırlıklı şirketler ortalama 83 yıl yaşayabiliyor. Diğerlerinin ayakta kalma süresi ortalama 67 yıl.
Şirketlerin finansal yapıları da bu araştırmada incelemeye alınmış. Proaktif şirketlerin ekonomik açıdan daha iyi oldukları, kriz zamanlarındaki maddi kayıplarının diğerlerine göre az olduğu ortaya çıkıyor. 2001 yılında Fortune Dergisi’nin en beğenilen şirketler araştırmasına bakıldığında krizde proaktif davranış gösterebilen şirketler daha yukarılarda. Bu şirketler 8’lik not cetveli üzerinden ortalama 6.2’lik bir performans göstererek “en beğenilen şirketler” arasında yer alıyor. Diğer grubun ortalaması 5.6’da kalıyor.
Tüm Dünya
Mitroff ve Alpaslan’ın araştırması yalnızca Fortune 500 sıralamasını kapsamıyor. Toplam 150 değişik iş alanını ve aralarında 60 çok uluslu şirketin bulunduğu, uluslararası bir platformu taramışlar. Şirketlerin her krizi düşünmelerinin her türlü krize karşı kendilerini hazırlamalarının kolay olmadığı hatta mümkün olmadığını kabul ediyorlar. Ancak hazırlıklı olunabileceğini iddia ediyorlar.
Üç temel kriz türü belirlemişler.
İlk kategoride yer alanlar doğal afetler; yangın, deprem, kaza… Nasıl ve ne zaman geleceği belli değil ama, bugüne kadar olma olasılıkları ve yarattıkları hasar düşünülecek olursa en fazla hazırlıklı olunan kriz türü. Mitroff-Alpaslan 1979 ile 2003 arasındaki kriz haritasını çıkarmışlar. Dünyayı sarsan doğal krizler arasında 17 Ağustos Marmara Depremi de yer alıyor.
İkinci kategori normal kazalar olarak adlandırılıyor. Bu grup teknolojideki gelişmelere paralel olarak artan kazalar. ABD’de Three Mile Island, Sovyetler Birliği’nde Chernobil gibi felaketler herhalde en popüler örnekleri.
Ne yapılabilir diyecek olursanız, bazı şirketler belli aralıklarla uzmanları, dizaynır, mimar, mühendis, operatör ya da konuyla ilgili kim/ler varsa getirip araştırma yapmalarına, tartışma açmalarına zemin hazırlıyormuş. Başka firmaların konuyla ilgili deneyimleri ya da yeni uygulamalarını dinleyip, önlem alma yoluna gidiyorlar.
En korkutucu olan üçüncü kategori; bombalamala, sabotaj, terör, adam kaçırma, siber saldırı… Antraks paniği, İkiz Kuleler’e ve Pentagon’a saldırı… Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren şirketlerin önemli ölçüde bu tür beklenmedik büyük tehlikelerle karşılaştıkları biliniyor. Ama işin kötüsü, bu tür tehlikeler bugüne kadar hiç olmadığı kadar yüksek. Bu tür krizlere “anormal” kazalar deniyor.
Anormal olaylar hayatımızı mayın tarlasına çevirmiş gibi duruyor. Normal ve normale yakın kazaların olma olasılığı diğerlerinin arasında görece olarak giderek azalıyor. Anormal adı verilenler ise dur durak bilmiyor…
Araştırmacılar 1980’leri normal kazaların, 1990’ları anormalliklerin hüküm sürdüğü yıllar olarak nitelendiriyor.
2000’lerden sonra yaşadığımız savaşlar ve onların hayatımızın değişik alanlarına yansıması olsa olsa “kaymaklı anormalik” diye adlandırılır…
Çarkıfelek
Peki ne yapılabilir?
Hemen söylemeli yeni bir endüstri doğmuş gözüküyor. Kriz danışmanlığı, kriz doktorluğu… Eminim ehil olanlar ve olmayanlar yine ortalığı kasıp kavuracak. Olmayanlar çok can ve cep yakacak. Şanslı ve titizseniz doğrusunu bulacaksınız. Şirketlerin karşılaştıkları krizler yedi değişik kategoride toplanıyor. Mitroff ve Alpaslan’ın çalışmasında Kriz Çemberi olarak anılıyorlar. Aslında bir simülasyon.
Sözü edilen yedi kriz kategorisinde karşımıza çıkanlar şunlar;
- Fiziksel krizler: Şirketin içinde bulunduğu sanayide meydana gelecek sorunlar, ham madde tedariğinde çıkacak aksama ya da sorunlar, üretimde meydana gelen sorunlar…
2. Çalışanlardan kaynaklanan ya da onlara dair krizler: Grev, kritik pozisyonlarda çalışanların aniden işi terk etmesi. Bir tür sabotaj. İşyerinde çalışanlardan kaynaklanan can yakan, kanlı olayların meydana gelmesi.
3. Adi suçlar ve kriminal olaylar: İşyerinden birinin kaçırılması. Terör olayları.
4. Bilgi – İletişim krizleri: Bilgi hırsızlığı, şirket bilgilerinin rakibe sızdırılması, satılması, kaçırılması… Siber saldırılar. Sistemlerin çökmesi.
5. Algı – İletişim krizleri: Şirketle ilgili çıkarılan söylentiler, yerli yersiz bilgilerin sağda solda dolaşması, kamuoyuna yansıyan skandallar… Logoya ya da kurumsal bilgi ve görüntülerin saldırıya uğraması.
6. Doğal krizler: Deprem, sel, yangın…
7. Ekonomik krizler: Durgunluk, borsanın çökmesi; satın alma, ele geçirme operasyonları.
Çember Rus Ruleti gibi. Daha bile tehlikeli. Çevirdiğinizde boş yok. Bir krize mutlaka yakalanıyorsunuz.
Tepe yöneticisi, patron ya da insan kaynakları yöneticisiyseniz, şirket üst yönetimini toplayıp, Rus Ruleti oynayacağınızı söyleyin. Merak etmeyin gülmezler. Onlara bunun çok moda bir oyun olduğunu anlatın.
Southern California Üniversitesi’ne bağlı kriz merkezinde de benzer çalışmalar yapılıyor. Çember etrafına diziliyorsunuz.
Çarkıfelek programına çıktığınızı düşünün. Çevirin. Çemberin size düşen tarafında karşınıza çıkan kriz türüne göre senaryo geliştirmek zorundasınız. Herkes bahtına çıkan krizle ilgili olabilecek en garip, en tehlikeli, en az beklenen, hiç olmamış, çok olmuş olayları sıralamak durumunda… Yetmez, ne zaman olabileceği, nasıl olabileceği, sonuçlarına ilişkin öngörü, ne yapılması gerektiği konusunda kafa yormalısınız.
Hayat hiç de kolay değil.
İçimizdeki Teröristler
Kriz hazırlığı oyunlarına ısınıp, daha fazlasını isteyecek olursanız, şöyle bir öneriye ne dersiniz;
Orta ve üst yönetim gruplarınızın içinden küçük bir takım oluşturun. Bu takımın görevi sabotaj planlamak, şirketi yerle bir etmek, birilerini ortadan kaldırmak, yok etmek.
Aranızdan teröristleri seçin. Unutmayın kimsenin itiraz etme hakkı yok. Görev görevdir, gereğince yerine getirilmelidir. Unutmayın en etkili teröristler sizin içinizdekiler. Daha iyisini bulamazsınız. Bu oyunun özü, içinizden birilerini kullanıp, şirketin en hassas bilgileriyle, en zor kriz ortamlarını buluşturup, ortaya yere bir canavar yaratıp, sonra da başa çıkmaya çabalamak.
Yapılan deneyler şirket içinden seçilen teröristlerin, boşlukları daha iyi görebildikleri, şirketin zayıf noktalarını bildikleri, zarar vermek istendiğinde en etkili yerin neresi olduğunu teşhis edebildiklerini gösteriyor.
Tabii her iki taraf için de şaşırtıcı ve belki de zaman zaman yıpratıcı bir süreç. Kendinizi teröristin yerine koyun. Göreviniz kendi şirketinizi sabote etmek. Zayıf noktalarını bulmak. Oysa yakın zamana kadar pek böbürleniyordunuz. Şirketinize bir şey olmayacağını söylerken mangalda kül bırakmıyordunuz. Şimdi masanın karşı tarafında oturuyorsunuz. Açık bulmak zorundasınız.
İlk anda kolay olmuyormuş. Araştırmacılar böyle söylüyor.
Sonra… Bu kadar zayıf noktamız mı vardı? Bunu nasıl görmemiştik? Biz bu güne kadar tesadüfen mi yaşadık? Peki, şimdi ne olacak? İsterseniz bu oyunu daha da ileri götürebilirsiniz. Hiç yabana atmayın olmaz mı? Dünya üzerindeki pek çok tanınmış şirket uyguluyor çünkü. Bir terör takımı oluşturmak yerine aynı anda birden fazla terör takımı oluşturabilirsiniz. Hepsine de farklı görevler verebilirsiniz. Kimi sizi ekonomik yönden sabote etmenin yollarını arayabilir, diğer grup üretim hattını çökertmek için uğraşabilir. Birileri insan kaynağına çomak sokabilir… Biriyle ya da hepsiyle başa çıkmak bakalım nasıl bir şey…
Kendi içimizde böyle şey olur mu?
Olur olur bal gibi olur.
Hem de elalemin teröristinden daha iyi olur.
Kâğıt Üzerinde Kriz Olur mu?
Batıda şirketlerin bir bölümü, içeriden tehlike yaratmaktansa dışarıdan tehdit ve tehlike satın alıyor. Gazeteciler, emekli istihbaratçı, polis ve hatta bazı şirketlerin sabıkalılarla çalıştığı biliniyor.
Çoğu firma üst düzey yöneticilerini belli aralıklarla kriz yönetimi ve hatta kriz imalatı seminerlerine yolluyor. Amaç başkalarının başına gelenleri öğrenmek, onları kendilerinde uygulamak. Bu tür seminer ya da çalışma gruplarında, içinde bulunduğunuz sektörün dışına çıkmanız istenebiliyor. Elektronik sektöründe faaliyet gösterebilirsiniz ama gıda alanında krizler kurup kaldırmak farklı düşünmek ve düşünmeyi teşvik etmek yararlı olabiliyor.
Unutmayın krizler kâğıt üzerindeki gibi çıkmıyor. MBA programlarında da anlatılmıyor.
Savaşlar yalnızca askerlerin başa çıktığı olaylar değil. İş dünyası da kendi çapında bir savaş alanı. Herkesin, hepimizin, biraz asker gibi olması gerekiyor herhalde. Askerlerin ömrü barış zamanında, savaş zamanını hayal etmek ve ona hazırlanmakla geçer. Bu da ona benziyor.
Güzel günlerde yayılıp oturmak ve biz ne kadar büyük ve başarılıyız demekle olmuyor. Uzun yaşamak istiyorsanız, şirketinizde başta siz ve sizinle birlikte herkes paranoyak olmak zorunda.