Baraj puanları düşünce eğitim sistemi düzelmiş mi oldu? Öğrenciler iyi eğitim mi alacak? Gençlerimiz yüksek öğrenimden mağdur olmayınca, ihtiyaç fazlası hukukçu, iletişimci iş bulacak mı?
Gencin halini genç anlar, sorununu en iyi genç ifade eder, çözümleri de genç ortaya koyar düşüncesiyle İstanbul Gençlik Platformu kurucularından Doğa Can Coşar’la sohbet ettim.
Söyleşimiz Youtube’da, dinlemek isteyenleri Spotify’a davet ediyorum.
Yaprak Özer: Neden çok mutluymuşsunuz gibi bir resim çizmeye çalışıyoruz?
Doğa Can Coşar: Benim de içinde olduğum nesilde iki tane unsur ön plana çıkıyor. Birincisi, gençler mutlu olmak istiyor. Sizlerdeki “ne kadar cefa o kadar sefa” anlayışından çıkarak, bir işi severek yapmak, anı, yaşadığımız zamanı mutlu yapabilme gayesi görüyoruz. İkincisi de değer yaratmak. Şirketlerin en önemli sorunlarından biri…
Ben sizin verilerinizi iyimser ve olumlu buldum. Yeditepe Üniversitesi ve MAK Danışmanlık’ın yaptığı araştırmada 18-29 yaş gençlerin yüzde 76’sı yurt dışına giderim diyor. İşin üzücü kısmı; yüzde 14 aynı şartlar ülkemde sağlanırsa kalırım diyor. Nereden bakarsanız, yüzde 86’lık kısım ülkedeki şartlar yurt dışındaki ekonomik şartlarla aynı düzeye gelse dahi ben burada kalmak istemiyorum diyor. Altında yatan çığlık ne; buna bakmak lazım.
İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum. Türkiye’nin en köklü liselerinden birisi. Bu okula girebilmek için yaklaşık 1 milyon öğrenci içerisinden ilk bine girmeniz gerekiyor. 2019 yılı itibarıyla yurt dışına giden öğrenci sayısı Türkiye’de kalan öğrenci sayısını geçti (yüzde 52,6). Üç yıl önce (2016), yüzde 37,7’miş. İstanbul Erkek, Galatasaray gibi köklü okullarımızda yetiştirdiğimiz gençleri kaybetmeye başladık. Galatasaray’da (2019) yüzde 32,6’sı gidiyor. Alman Lisesi gibi daha özel eğitim veren okullardaki rakamı tahmin bile edemezsiniz; yüzde 94,6… Hakikaten bir çığlık var. Arayış diyeyim kendini gün geçtikçe daha yüksek oranda gösteriyor.
Mutluluk konusuna gelirsek, TÜİK bile diyor ki, ülkemizdeki gençlerinin yüzde 55’i mutlu olduğunu dile getiriyor. Tersinden okuduğumuz zaman ülkemizdeki gençlerin yüzde 45’i ruh hallerini tanımlarken mutsuz olduğunu dile getiriyor. Uzun zamandır gençlerin biriktirdiği sebepler var.
Yaprak Özer: Benim kuşağım için “ne kadar cefa o kadar sefa” tanımınız beni benden aldı… Sizin kuşağınız da anı yaşamak istiyor, bunun farkındayım.
Doğa Can Coşar: Andan öte, anlam yaratmak istiyor. Marka bilinci oluşmaya başladı. Mesela hayvanları kullanan markaları kullanmak istemiyor. Üretimi esnasında doğaya zarar veren fabrikaların ürettiği ürünleri almak istemiyor, toplumu, doğayı, insanlığın yanında durmayı seviyor. Hem çok apolitik hem de bir o kadar politik bir gençlik. Teknolojinin artan hızıyla alışkanlıklarımız değişiyor. Dünyayla entegre olabiliyoruz. Dünyanın herhangi bir yerindeki olayın haberini olayla aynı anda alabilen neslin temsilcisiyim, içine doğdum, büyüyorum.
Yaprak Özer: Acaba bütün gençler böyle mi?
Doğa Can Coşar: İstanbul Erkek Lisesi takiben Koç Üniversitesi’nde okudum. Türkiye’de bu okullar yüzünden temsil edebileceğim oranın yüzde 1 olduğunu düşünebilirsiniz. Yapacağım yorumları böyle görmeyin. 26 yaşındayım Türkiye’de 40’tan fazla şehre gitme, bölgenin insanıyla vakit geçirme, toplumsal sorunlara vakit ayırma şansı olan bir genç oldum. Sivil toplumdan ve ülke insanından öğrendiğim şeyler, yüksek ihtimalle eğitim kurumlarından öğrendiğimden çok daha fazla.
Genç dediğinizde tek vücut bir yapı bulmanız zor. Beklentiler ve ihtiyaçlar farklı. Artık öyle bir noktadayız ki, ister Anadolu’da ister İstanbul’da yaşayın, cebinizdeki telefonun markasından bağımsız birbirinizle kenetlenmiş bir dünyanın içinde entegresiniz; biliyorsunuz, görüyorsunuz, duyuyorsunuz. Askerliğimi yeni tamamladım. Türkiye’nin her bir halini orada göreceksin derlerdi. Ben o kadar da şaşırmadığımı fark ettim. Zaten Türkiye’nin her haliyle her an Twitter’da, Instagram’da, Facebook’ta veya çeşitli forumlarda birliktesiniz.
Marka bilincini, toplumsal ihtiyacı bu konularla da sınırlamamak lazım. Türkiye’deki gençlerin iklim, kadın, hayvan hakları konusundaki tepkisinin günümüz politikasından kaçarak seslerini duyurmak için bir fırsat olduğuna inanıyorum. Maalesef belli alanlar o kadar kilitlenmiş durumda ki, Türkiye’deki siyasi partiler kotalarına genç oranları koyuyorlar. Genci temsil ediyorum diyorlar. Türkiye’deki siyasi partilere gençlerin katılım oranı yüzde 3’ü 5’i aşıyor mu acaba? Niye aşmıyor? O düzlem ile gençlerin içinde bulunduğu düzlem farklı. İçinde bin bir tane renk var gençlerin. Temel dert o sesi ifade edebilmek. Erzurum’un bir köyündeki genç de mutlu olmak istiyor. Onun mutlu olmak için öncelediği unsurlar belki daha iyi bir ekonomik seviye, daha huzurlu bir hayatken, İstanbul’daki gencin kullandığı, ürünün hayvan dostu olması. Z kuşağı muhabbetleri “ötekileştirilmiş” bir muhabbet; X, Y, Z dediğiniz insanlar zaten sisteminizin bir parçası. Bu insanlar uzaydan gelmediler. İhtiyaçları yeni anlaşılır oldu çünkü oyunu bozmaya başladılar.
Yaprak Özer: Madem teknolojiyle her şeyi yapabilme kabiliyetine sahipsiniz bu sistemden çıkabilecek durumu niye keşfedemiyorsunuz?
Doğa Can Coşar: Bir şeyler yapmamız gerekliliğine ben de çok inanıyorum. Birçok parti programında YÖK’ü kaldırmak gibi bir unsur var ve bundan çok heyecan duyuyorlar. YÖK gençler için herhangi bir üç harfli kurum. Size daha beter üç harfliler sayayım isterseniz, LGS, OKS, SBS, YGS, LYT, AYT… 29 harfle neler yapılabileceğine dair bütün permutasyonları tüketeceğiz bu gidişle. Sizin baktığınız noktayla gencin baktığı nokta, ihtiyaçları arasında farklılık var. YÖK’ü kaldırmak çok güzel, geçmişle belki hesaplaşmak, belki çok daha düşünsel veya entelektüel seviyede bir adım olabilir; anlıyorum ama gencin cebelleştiği şey o değil. Gencin en temel derdi ulaşım, çalışma… Yurt dışına gidenler de sanmayın ki, dış mihrakların destekleriyle hayat sürüyorlar… Garsonluk yapıyor çocuk. Burada bu genci rahatsız eden bir şey var.
Gençlerin rahatsızlıklarından biri liyakat ve adalet konusu. Bakın hiç tanımıyorum okuduğum gazetelerden adlarını not almışım. Deniz Eren Demir diye arkadaşımız, KPSS sınavında birinci oluyor siz bu kızcağızı eliyorsunuz. Erkan Demir altıncı oluyor, mülakatta eliyorsunuz. Hakan Efe 25’inci oluyor eliyorsunuz ve hayatını kazanmak için sokakta çalışıyor… Sizin temsil ettiğiniz nesille gençler arasında ayrışan şey bu… Şöyle bir tevatür var insanlar galiba emekli maaşlarıyla bir ev ve bir araba alabiliyorlarmış. Şu anda gençler bırakın evi arabayı, artan dolar ve kutuplaşma nedeniyle yarının ne olacağını bilmiyor… Böyle bir ortamda gencin bir şey yaratmasını beklemek… Suçu en son gence atmak taraftarıyım. Günde yaklaşık 11 saat okul eğitimi alıyorken bir şey yaratmaya fırsatı olabiliyor mu, buna da bakmak gerekiyor.
Yaprak Özer: Konuşmalarımız siz -biz diye gidiyor. Benim de “eskiden” dediğim şeyler var; hiçbirisi bana uymuyor. Türkiye, yanımda oturmasından rahatsız olduğum insanlarla dolu: saati, taşıdığı markalar, arabası… Dahası, on kelimeyle ya konuşuyor ya konuşmuyor olması… Ben de dertliyim. Sorunlarımıza birlikte çare bulmamız lazım.
Doğa Can Coşar: “Siz-biz” konusuna çok katılıyorum. İyi insanlarla kötü insanlar; adil davranmak isteyenler ve kuralları kendi lehine uygulayanlar; karşılıklı haklara saygı duyanlar ve duymayanlar… Ayrımlar artık bu kadar basitleşmeye başladı.
Haksızlıklara o kadar çok maruz kalıyoruz ki, ümidiniz kesiliyor. Öyle enteresan bir noktadayız ki, mesela evde boru ihalesini heyecanla izleyeceğinizi düşünür müydünüz? Artık bunları izliyorsunuz. Yani çünkü bir belediye başkanı çıkıp; şeffaflaşmayı dile getirdikten sonra diğerinin yapmamasını yadırgıyorsunuz. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Kurala herkes riayet etmediği sürece, o kuralın orada olmasının anlamı olmuyor.
Gençleri anlamaktan bahsediyoruz değil mi? Bugün üniversite sınavına girmek isteyen gencin 180 lira ücret vermesi gerekiyor. TUS sınavına girebilmek için cebinden 500 lira para çıkarmasını bekliyorsunuz veya avukatlık yapacak bir gencin, ruhsatını almak baroya evrakını vermek için 3000 lira ödemesi gerekiyor. Ülkede asgari ücret 2300 lira. Bir yanda bunlar olurken bu konuşmayı hiç siyasileştirmek istemem ama öte yandan arabada pudra şekeri yiyenlerden tutun da, bir anda çok ciddi şekilde zenginleşenlere kadar bir dünya görüyorsunuz. Gündelik hayatta değiştirmeye gücünüzün yeteceğinden çok daha ötesini görmek insanı yaralıyor. Gençleri kapatan nokta o. Bir sefer insan ülkesine inancını kaybetti mi, en önemli sorunu yaşıyor. Ama ben Türkiye’nin neresinde olursa olsun, gençler arasındaki umudun hala var olduğuna şahit oluyorum.
2010’da Türkiye’de avukat sayısı 70 bin. 2020’de Türkiye’de avukat sayısı 147 bin oldu. Böyle giderse, 2024’te 234 bin olacak. Bu insan, ben bir avukat olacağım, avukat gibi yaşayacağım, avukat gibi hayatımı sürdüreceğim derken olmadığını anlamaya başladıkça umutsuzluğa kapılıyor. Adaletin olmadığı yerde bakıyorsunuz ki, insanlar farklı arayışlara giriyor. Kanada York Üniversitesi’nden Ali Rıza Gürgen, borsa oynama oranlarının gençlerde 3 yıllık sürede yüzde 340 arttığını söylüyor. Gencin kısa zamanda bir kazanım elde etmesi lazım ki, kendini güvende hissetsin. Olmadığında, yurt dışına gitmeyi, borsa oynamayı, bitcoin’e para yatırmayı kendisine bir kaçış yolu olarak görüyor.
Aslında ülkedeki adaletten tutun da yaşam pahalılığına, ülkedeki siyasileşmenin ve liyakatsizliğin artmasına kadar bir sürü unsur var. Böyle olduğu zaman da gençler açıkçası A Partisi, B Partisi, C Partisi diye ayrılmıyor. Liyakatin olmasını istiyorum diyenler ve istemiyorum diyenler diye ayrılıyor. O yüzden sorduğunuz doğal bir homojenlik var mı sorusunda, evet homojenlik olduğuna inanıyorum. Hepimizin derdi farklı olmakla birlikte o kadar çok ortaklaştığımız unsur var ki, bunların başında da adalet, eğitim gibi veya onurlu bir yaşam sürmek gibi unsurlar geliyor.
Gençlerin çok zor bir süreçten geçtiğine inanıyorum. 24 yaşıma kadar deli gibi okudum. Türkiye birincisi olarak İstanbul Erkek Lisesi’ne girdim, burslu olarak Koç Üniversitesi’ni kazandım, sivil toplumda okudum ve çok şanslı bir kesimdeyim. Size şunu söyleyeyim, benimle benzer eğitimlerden geçip aldığı maaşla onurlu bir şekilde yaşayamayacak çok arkadaşım olduğunu görüyorum… Ülkemizdeki iyi okulların yıllık ücretlerine bakın; 100-120 bin civarında bir para isteniyor. Mezun olduktan sonra aldığı maaşı, yıllık bu rakamın ancak üçte birini kazanabiliyor. Öyle bir çarkın içine giriliyor ki, bir süre sonra zaten nereden tutsanız elinizde kalıyor.
Kendimi bildiğimden beri sınava hazırlanıyorum. Sivil toplum nefes olmanın yanı sıra bir kaçış oldu. Siz bir gencin yoğun ders alırken, Avrupa ve dünya standartlarında sorumluluk beklenirken, 18 yaş altına sınav stresi yaşatırken, ne ara bunları bırakıp, dünyevi dertlere çözüm bulması gerektiğini istiyorsunuz. Çıkamazsınız ki bu işin içerisinden.
Üniversitelere bakıyorsunuz. Bir sürü hukuk fakülteli ya da işletme, ekonomi den mezunlar adına söyleyeyim, sudan çıkmış balığa dönüyor iş hayatına girince. Eğitim sistemimiz gerekli enstrümanları size sunmuyor. Siz kriz yönetmeyi, acil durum çözmeyi, kaynak yaratmayı bilmiyorsunuz… Siz yabancı dili bile bilmiyorsunuz. Düşünsenize kopya çekmenin teşvik edildiği bir memlekette yaşıyoruz.
Yaprak Özer: Bagajımızda çok dolu, yüklerimiz var. Bu yükleri bir yerde bir kenara park edip geleceğe bakma zamanı, “siz-biz” derken bir bakacaksınız 30-40-50 yaşındasınız. Türkiye’de bir öğrencinin yıllık maliyeti 9 bin dolara yaklaşıyormuş; çocuk doğuyor büyüyor işe giremiyor… para çöpe gitmiş. Ne olacak? Ne yapalım?
Doğa Can Coşar: Dünya Ekonomik Forumu “Great Reset” diye bir kavram ortaya çıkardı. Sıfırlanma. Aslında ben ihtiyacımız olan temel şeyin bu olduğunu düşünüyorum. İşi sadece kişinin kendisi veya ailesiyle çözebileceği bir düzende değiliz. Çünkü eğitim sistemi gibi elimizde maalesef bu ülkede en azından bütün düzeyleri tamamlamak isterseniz, 20-22 yaşınıza kadar mesul olduğunuz bir sistem var. Ama bu sistemde ben çok büyük fırsatların yattığına inanıyorum. Yamalarla bu işin gitmediği ortada.
Selçuk Şirin Hoca’nın bir tespiti var. Bir çocuğa ilköğretim safhası öncesinde yatırılan 1 doların memlekete faydası 7 katı oluyor. Hazırlığımızı üniversite sonrasına kesinlikle bırakmamamız gerekiyor.
Çağın ihtiyaçları, beklentileri ve bir gencin bu çağda var olabilmesi için gerekli özellikler neler? Bilgisayarların dili, nesnelerin interneti üzerinden yaşadığımız bir çağın içerisindeyiz. Ve siz 40 yıl önceki eğitim müfredatını uygulamaya devam ettiğinizde hukuk okuyacak bir insana integral, türev bilmesini zorunluluk haline getirdiğiniz zaman insan kaynağınızı boşa harcıyorsunuz. Eğitim sistemimizin yeni baştan ele alınması gerekiyor. Birey odaklı, kişinin kendi yeteneklerini ölçecek, bunu daha en baştan görüp buna göre eğilebileceği olanakların olması lazım. O kadar rahat başarılabilecek unsurlar ki… doğru yönetilebilirse, doğru kaynağa para aktarılabilirse, Türkiye’deki fırsat eşitliğini siz bu internet denilen, online sistem denilen şekilde sağlayabilirsiniz.