Futbol yalnızca futbol mu? Kimileri için futbol hayattan da büyük. Nasıl oluyor milyonları peşinden sürüklüyor, nasıl oluyor ülkemizde bir türlü oturmuyor, nasıl oluyor yeri geliyor iş dünyasına ders veriyor, nasıl oluyor böyle büyük ekonomi yaratıyor?
Emrah Bayraktar, kısa bir süre önce Adanaspor’la Futbol Direktörü olarak anlaşma yaptı. Değişik bir futbol adamı. Futboldan anlamayan biri için Bayraktar farkını, gençliğiyle eğitimi birleşmiş evrensel duruşa dönüşmüş diye yorumlamak isterim. Aynı zamanda iyi bir konuşmacı.
Futbolun birkaç yüzü var. Milyonları koşturan ve konuşturan tarafını zaten 7-24 konuşuyorlar. Bir de arkası var ki, her adımın en ince ayrıntısına kadar ustaca organize edildiği dakik bir süreç. Bayraktar o disiplini kuran matematiği kurgulayan, sürdüren ve yöneten kişilerden biri. Yaptığı iş insan kaynağı bulmak, yerleştirmek, yetiştirmek ve yönetmek.
Darüşşafaka Lisesi mezunu, uzun yıllar Darüşşafaka amatör futbol takımında futbol oynadı. Beşiktaş altyapısında PAF takımında forma giydi. Marmara Üniversitesi Spor Akademisi’nde gördüğü eğitimin ardından Viyana Üniversitesi’nde Spor Bilimleri eğitimi aldı Galatasaray Futbol Kulübü’nün altyapısında PAF takım antrenörlüğü ve Profesyonel Takım kadrosunda Eric Gerets’ in yardımcılığı görevlerini üstlendi. Gaziantep Büyükşehir Belediyespor ve Orduspor Kulüplerinde yardımcı antrenörlük, Siirtspor’da Teknik Direktörlük görevlerinde bulundu. UEFA tarafından B-A ve PRO Lisans eğitimleri aldı. UEFA Antrenör Eğitimcisi (Tutor) sertifikası sahibi. UEFA tarafından akredite edildikten sonra Türkiye Futbol Federasyonu UEFA Antrenör Eğitimi Yönetmeni ve TFF Gençlik Geliştirme Programı Direktörü görevlerinde bulundu. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nde Altyapı Koordinatörlüğü yaptı. Tekrar Galatasaray Futbol Kulübü’nde Akademi Teknik sorumluluğu yaptı. Halen Adanaspor’da Futbol Direktörü olarak görev yapıyor. Gayet iyi İngilizce ve Almanca biliyor.
Yaprak Özer: Neden insan kaynakları?
Emrah Bayraktar: Klasik akademilerde görev yaptım. Baktığınız zaman, akademi direktörünün temel görevleri arasında şu görülebilir: yetenekli oyuncuları bulacaksınız, antrenörler de bu oyuncuları antrene edecek, bunlar da bir gün futbolcu olacak. Aslında iş bu kadar basit değil. Türkiye’de futbolcu olmak isteyen futbolcu adayı genci 81 vilayette arıyor buluyorsunuz. İlişkilerinizi kullanarak bu oyuncuları kulübe getiriyorsunuz.
Bu gençler, dezavantajlı ailelerin çocukları olarak geliyorlar. Çünkü futbolcu olmak ciddi bir adanmışlık gerektiriyor. Adanmışlığı genelde, ekonomik anlamda bir yere gelmek isteyen çocuk ve aileler gösteriyor. Bu çocukları antrenör grubu eğitecek. Büyük kulüplerin altyapılarında 20-25 tane profesyonel-amatör antrenör ve eğiticiler çalışıyor… Ben yıllarca bu antrenörlerle çalıştım. Bu antrenörleri geliştirebilirsem onların sahada oyuncuları doğru eğitebileceğine inandım. Yani eğiticileri eğittim. Oyuncuları buldum, ama eğiticileri eğittim. Tabii ki oyuncularla da çalıştığım zamanlar oldu ama eğitimcilerim, öğretmenlerim ne kadar kaliteli olursa, öğrencilere de mutlaka bu kalite yansıyacaktır diye düşündüm. En önemli noktalardan biri de şu; üst düzey profesyonel bir futbolcuyu, sadece sahada antrene ederek, profesyonel bir futbolcu haline getiremiyorsunuz. “Her gün 1.5 saat antrenman yaptım, hadi bakalım profesyonel futbolcu oldum” diyerek olmuyor. Ben ne yaptım; oyunculara nasıl yemek yemeleri gerektiğiyle ilgili eğitim de aldırdım, kendilerini nasıl ifade edebilecekleriyle ilgili eğitimler de aldırdım. Yani birçok farklı alanda saha dışı eğitimlerden geçmelerini sağladım. Türkiye’de çok örneğini yaşadık, birçok profesyonel futbolcu belli seviyelere geldi ama o seviyede durmak, o parayı, o şöhreti, o makamı taşımak kolay bir iş değil. Çok genç yaşta bununla buluşuyorlar. Her insanı değiştirebilme durumu var bu saydığım unsurların. Eğitim altyapısı düşük bir seviyeden geldikleri için, futbol oynarken süper bir eğitim alma fırsatını bulamadıkları için o kırılmaları çok sık yaşıyorlar. O yüzden biz, oyuncularımızın profesyonel futbolcu olarak kalıcı olmalarını istiyorsak, mutlaka saha dışı eğitimlerle de desteklememiz gerekiyor. Saha içinde sadece topa nasıl vuracağını, nasıl pozisyon alacağını göstererek bu iş olmuyor artık. Temel bilgi almalarını sağlıyor, farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. 15 yaşındaki bir oyuncu 18 yaşına geldiği zaman şunu bilsin: “Ben artık profesyonel bir futbolcuyum. İyi bir maç oynadım. Maçtan sonra bana mikrofon uzatıldığında, “Önümüzdeki maçlara bakıyoruz” dışında kurabilecek cümlesi olsun. Kendini ifade edebileceği, farklı cümleler kursun. Çünkü sen artık marka olmaya başlıyorsun. Sadece kendini değil, kulübünü de temsil etmeye başlıyorsun. Ve şu farkındalık olsun: “Benim etrafımda beni destekleyecek profesyonellere ihtiyacım var. Sosyal medyamı yönetecek profesyonellere ihtiyacım var. Nasıl giyineceğimi, nasıl konuşacağımı, nasıl davranacağımı anlatacak, beni destekleyecek. Çünkü gencim ve tecrübesizim”. Bu, çok önemli. Çünkü öbür türlü, yerelde sevdiğimiz bir futbolcu kardeşimiz olarak, kariyerini düşük gelirle ve dünyanın tanımadığı bir kariyerle sonlandırıyor. Oysa potansiyeliyle çok daha fazlasını yapabilir.
Y.Ö.: Türkiye’de hem futbol adamı hem de popüler futbolcuların yurt dışında bizdeki gibi karşılığının olduğunu görmüyorum.
E.B.: Şöyle söyleyeyim; biz, yetiştirme konusunda problemliyiz. Yani oyuncuyu yetiştirme konusunda birçok problemimiz var. Ama bu problemi sadece eğiticiye yükleyemeyiz. Yani oyuncunun yetiştiği ortam, kulübün altyapıya bakış açısı, çocuğa profesyonel seviyede şans vermesi, Futbol Federasyonu’nun buna göre bir regülasyon yapması, spor basınının bunu teşvik edici olması… Yani bu futbol dünyası. Futbol dünyasındaki bütün paydaşlar, unsurlar, bu oyuncunun gelişimine hizmet eder şekilde hareket etmeli. Dünyada futbol altyapısında başarılı olan kulüpler üzerinden devam edelim. Örneğin, Hollanda’da Ajax Kulübü, genç oyuncuları yetiştirme noktasında dünyada bir markadır. Bizde hep şöyle denir; “Ajax modelini alalım”. Öyle bir model yok. Onlar da bilinmeyen bir şey yapmıyorlar. Bu yüzyılda Orta Çağ köylüsü değiliz. Her bilgi kolay ulaşılabilir. Çok özel bir şey yapmıyorlar. Sadece şunu yapıyorlar: düzgün bir şekilde eğitiyorlar, besliyorlar, saha dışı, saha içi… Ama futbol kulübünün kültürü, ülkenin kültürü, bu oyuncuların oynamasına, gelişmesine müsaade ediyor. Bizde böyle olmuyor. Bizdeki dünya, bu oyuncuların gelişimine hizmet etmiyor. Şimdi son yıllarda Türkiye’den bazı genç oyuncular uluslararası başarılar yakalamaya başladılar. Çağlar Söyüncü, Merih Demiral, Ozan Kabak gibi… birçok oyuncu sayabilirim. Ne yazık ki bu oyuncular, yurt dışına gittikten sonra bir marka haline geldiler, bilinirlikleri arttı, futbolları gelişti.
Y.Ö.: Ne yaptılar orada farklı olarak?…
E.B.: Profesyonel seviyede eğitimlerini devam ettirdiler. Çağlar Söyüncü, size bir şey ifade etmeyebilir ama, şu anda Premier Lig’de lider takımın oyuncusu. İngiltere’de beğenilen bir oyuncu. Çağlar Söyüncü’yü geçen yıl A Takımı’nda oynatmadılar. İkinci Takım’da oynattılar. Eğitimine devam ettirdiler. O da demedi ki, “Almanya 1. Ligi Bundesliga’dan geldim buraya. Beni transfer ettiniz. Ben oynamak istiyorum.” O çocuk da “Tamam” dedi. Orada eğitimine, gelişimine, fiziksel, karakter, oyun, pozisyon… devam ettirdiler. Bizde profesyonel seviyede oyuncuların gelişimine katkı, düşük. Bir oyuncu altyapıda belli bir seviyede yetişir, gelişir. Üst seviyede daha farklı bir seviyede gelişimini devam ettirmesi gerekir.
Teknik direktörler konusu ise bizim en temel eksiğimiz. Bizim ülkemizden, uluslararası… sözüm futbol ülkelerinde, Katar’dan, İran’dan, Irak’tan bahsetmiyorum, Avrupa’daki gelişmiş futbol ülkelerine teknik direktör gönderemedikçe veya oyuncuları geliştiremediğimiz gibi, teknik adamlarımızı da geliştiremedikçe… mesleki yeterlilikleri, yabancı dili olabilir, birçok anlamda… Gitmedikçe, ülke futbolu da bu anlamda gelişmeyecek. Nasıl ki, çok sayıda genç yurt dışına gitmeye başladı, Milli Takım bazında gelişme kaydetmeye başladık, teknik direktörlerin de artık gitmesi gerekiyor, talepkar olması gerekiyor. Üst düzey teknik adamlar Türkiye’de buldukları ekonomiyi Avrupa’da bulamıyorlar ama bir hedefi olmalı her teknik adamın ve bu konuyla ilgili de Futbol Federasyonu’nun teşvik edici olması gerekiyor.
Y.Ö.: Siz yalnızca futbolu futbolda bırakan biri değilsiniz. Konuşmalar yapıyorsunuz, örneğin kriz yönetimi konusunda. Takım kurma ve oyun okuma… “Oyun Okuma” nedir bana anlatmanızı istesem, ne demek oyun?
E.B.: Aslında oyun, bildiğiniz gibi 90 dakikalık bir oyun. Kısa bir oyun değil ve bu oyunun birçok dakikasında gol yemenize, gol atmanıza, skora – dakikaya göre, sizin ya da rakibin eksik kalmasına göre, birçok değişiklik oluyor ve bu değişikliklere uyumluluk anlamına geliyor. Oyun 5 dönümlük alanda oynanıyor. Bunun tamamına hâkim olmanızla ilgili bir durumu ifade ediyor. Çok basit bir örnek vereyim. Futbolda galibiyete, kazanmaya en yakın olduğunuz zaman, aslında kaybetmeye en açık olduğunuz zaman. Bunu size biraz daha somutlaştırayım, anlatayım.
Galibiyetin, futbolda gol atmanın, bir başarı yakalamanın bir cazibesi vardır. O cazibe de; “…yaptım, yapıyorum, şimdi yakaladım, oldu, gol atıyoruz noktası…” sizi çekmeye başlar. Bu noktaya yaklaştıkça, bazı riskleri görememeye başlarsınız. Yani kitabı belli bir seviyede okuruz. Kendimize yaklaştırdıkça okuma kabiliyetimizi kaybederiz, biliyorsunuz. Futbol oyununda, seyirciler biliyorsunuz hep futbolun olduğu yeri izlerler. Tribünde veya televizyonda izliyorsanız, topun olduğu yeri izlersiniz. Tecrübeli bir teknik adamla tecrübesiz bir teknik adamı birbirinden ayıran temel unsurlardan biri; tecrübeli teknik adam, sadece futbol topunun olduğu yere bakmaz. Ondan uzak noktalara da bakar. Hücum ederken, en savunmasız olduğunuz zamandır. Bütün savaş ve dövüş sanatlarında “En korunaksız olduğunuz zaman, aslında saldırıya geçtiğiniz zamandır” gibi bir öğreti vardır. İşte tam hücum yaptığınız an eğer gerideki duruşunuzu doğru organize edemediyseniz, savunmanız doğru bir şekilde durmuyorsa, seyirciler gibi savunma oyuncuları da oyuna daldıysa o top 8 saniye sonra sizin kalenizde gol oluyor. Orada kaptırdınız topu. Çünkü iyi bir kontratağın tamamlanma süresi bu. Yani 7-8 saniye içerisinde bir şeyi, başarıyı, golü bulma vs. derken, birden kaybediyorsunuz. Buna benziyor biraz. Yani aslında bu, hayatın tamamen içinde olan bir şey. Biraz daha basitleştirelim; her zaman karşıdan karşıya geçtiğiniz bir sokak var. Geçerken sağınıza solunuza bakıyorsunuz, trafiğe dikkat ediyorsunuz. Yolun karşısında, uzun zamandır görmediğiniz çok sevdiğiniz bir arkadaşınızı görüyor, el sallıyor ve ona doğru yürüyorsunuz. Karşıdan karşıya geçeceksiniz. Yola her zamanki dikkatinizle bakmıyorsunuz. El sallarken aslında en tehlikeye açık olduğunuz, en riskli, en savunmasız zaman. İşte orada “Gol attım, atıyorum” noktası, aslında sizin en savunmasız olma ihtimalinizin olduğu zaman. Dikkatli olun. İş hayatında da böyledir. Bir şeye çok odaklanıp yaklaştığınız zaman, bu sefer detaylar sizden uzaklaşmaya başlıyor. Yani bu, futboldaki oyun görüşünün, oyunun, tabii ki sadece bir noktası bu. Futbol öğretisi binlerce bileşenden oluşuyor.
Y.Ö.: Futbolun aslında, yaradana sığınıp topa vurmak değil de bir matematik olduğunu söylüyorsunuz.
E.B.: Kesinlikle öyle. Zaten bir de şunu söylemek gerekiyor. Biliyorsunuz, hep beylik cümleler vardır; “Futbol asla sadece futbol değildir… Futbol aslında hayata benzer…” gibi. İşte bunları biraz böyle somutlaştırmak gerekiyor. Futbol neden hayata benzer? Futbol neden asla sadece futbol değildir?
Y.Ö.: Sürdürülebilir olması iş dünyası ile ilişkilendirilebilecek yönü ki, bu hayatın ta kendisi, değil mi?
E.B.: Kesinlikle.
Y.Ö.: Dikkat, disiplin, herhalde ayrıca.
E.B.: Doğru doğru.
Y.Ö.: Kondisyon.
E.B.: Evet yani, bu söylediklerinizin hepsinin karşılığı hayatta var. Sadece iş hayatında değil, hayatın her alanında var.
Y.Ö.: Sanıyorum bir de çok önemli olan şey; takım kurmak, değil mi?
E.B.: Evet evet.
Y.Ö.: O da oyunu okumakla ilişkilendirilebilecek bir durum olsa gerek.
E.B.: Kesinlikle.
Y.Ö.: Bir takım hep aynı oyuncularla mı oynar, oynamalı?
E.B.: Şöyle söyleyeyim yani… Ben onunla ilgili makaleler de yazdım çok detaylı. Takım mühendisliği, şu anda en güncel tabiriyle. Takım mühendisliği, futbol dünyasında çok telaffuz edilen klişe bir tabir. Bir kere, bir takımı kurarken, sıfırdan bir takımı inşa ediyorsanız veya birçok oyuncu transfer etmeniz gerekiyorsa, temeldeki şeylerden biri, neye ihtiyacınızın olduğunu bilmeniz, nasıl birlikte oynadığınızı bilmeniz. “Ben nasıl birlikte oynuyorum, hedefim ne bütçem ne ve ne tür bir oyuncu arıyorum?” önceden tarif etmek gerekiyor. Çünkü tarif etmediğiniz zaman sorun. “Ben X kulübüm, büyük bir kulübüm, şu seviyede oynuyorum, ben şu pozisyona, merkez orta sahaya veya işte stoper pozisyonuna, alacağım oyuncunun istatistiği, özellikleri bunlar olmalı” gibi unsurları önceden yazmanız lazım. Böyle olmuyor.
Y.Ö.: Mesela transfer sezonu açılıyor uzaktan haberlerini okuyoruz müthiş bir şey. Onu mu alsak, bunu mu alsak, şunu mu alsak?
E.B.: Kulüplerin bir kültürü olmadığı, yazılı bir anayasası olmadığı için… Kulüpler 100 yıllık ama az önce gelen kişinin görgüsüyle yönetiliyor. Tabii ki, onların tecrübesi kulüplere yansıyacaktır, ama yönetici olarak, ama teknik kadro olarak, ama profesyoneller olarak… Tabii ki, onlar da görgülerini ortaya koyacaklar ama bu kurumun, bu kulübün de 100 yıllık bir hafızasının olması lazım.
Y.Ö.: Değil mi?
E.B.: Futbol kulüplerinin kurumsal hafızası… yazılı kara kaplı bir defteri olması lazım, yok. Bu olmayınca da herkes iyi niyetiyle, kendi bildiğince, bir şeyler yapmaya gayret ediyor. Bazen o iyi niyet olmuyor, bazen başarısız oluyor. Tesadüfler eseri gidiyor. Pazara, markete giderken bile, ne alacağınız kafanızda değilse, her şeyi alıyorsunuz özellikle de açsanız. Ama ne alacağınızı bildiğiniz zaman ne tür profilde oyuncu arayacağınızı bildiğiniz ve tarif ettiğiniz zaman makas daralmaya başlıyor. Bunun içerisine bir de bütçesini de koyun. Birçok unsur… Bu, bizde olmayan bir şey. Takım mühendisliğinde “Ben bu pozisyonda şimdi, şu profilde bir oyuncu arıyorum. Yavaş oyuncu arıyorum, hızlı oyuncu arıyorum, ayağında top tutan oyuncu arıyorum, hayır süratli, önüne atıldığı zaman koşan oyuncu arıyorum, skorer oyuncu arıyorum veya gol attıran…” hesapları yapmalısınız. Bunların hepsi bir arada olan bir oyuncuyu zaten kolay kolay bulamıyorsunuz. Geliştiremediğimiz için de bulamıyoruz. Bunu da bulanlar zaten, çok ciddi rakamlarla transfer etmiş, geliştirmiş oluyor. O yüzden, bu özellikleri önce kendiniz tarif etmeniz gerekiyor, aradığınızla ilgili. Dediğiniz gibi bir matematiği var ve o matematiğe uygun hareket etmek gerekiyor.
Y.Ö.: Yalnızca matematik değil, yorum kısmında da problem var galiba değil mi? Teknik adamlar, oyuncular, tekrar oyunu paketleyip paketleyip anlatıyorlar… Çok şanslı bir sektörsünüz, yani o kadar çok izleyeniniz var ki…
E.B.: Evet evet.
Y.Ö.: Gözlerini ekrandan alamadan, biraz önce izlediği maçın yorumunu döne döne dinleyen, izleyen kitleniz var… Bu nasıl bir şey…
E.B.: Şuna katılıyorum: Evet, çok izleyeni olan ilgi duyulan bir iş kolu bu spor. Bu anlamda ne kadar şanslıysak, kendi içinde de birbirini çok baltalayan, sektörün çarkı tamamen kulis ve dedikodu üzerinden dönen hiç kimsenin birbirini beğenmediği bir alan. İçine girdiğiniz zaman ruhen sizi çok zorluyor. Dışarıdan bakıldığı zaman herkes alkışlıyor çok güzel ama içine girdiğiniz zaman bir cadı kazanı…
Y.Ö.: Futbol yalnızca futbol değil… Futboldan pek çok şey öğrenilebilir. Konuşma başlıklarınızdan bir tanesi, “20 Dakikada Teknik Direktör Olmak”. Olunur mu gerçekten?
E.B.: Olunmaz. Hayır. Futbolda bazı temel kavramlar, dikkat edilmesi gereken noktalar var. Televizyonda dahi maçı izlerken, normal bir insanın seyrettiği gibi değil profesyonel bir teknik adam olarak isliyorsanız gözünüz milyon tane detaya takılmaya başlıyor. Bunlardan normal seyirci bihaber, çekirdek yiyor, topa bakıyor vs. Bu kadar basit. Bazı püf noktalarını anlattığınız zaman oyuna dair, şaşkınlık hali oluyor izleyenlerde ve dinleyenlerde. Ufak pencere açıyor. Ben bunu daha önce böyle düşünmemiştim, dikkat etmemiştim diyor. Tabii ki 20 dakikada hiçbir işin uzmanı olmuyorsunuz.
Y.Ö.: Hep çözüme odaklı bir iş yaptığınız kanaatine varıyorum… Yani takımı kurmak da oyunu okumak da problemi çözmek.
E.B.: Bizde biliyorsunuz, takımın en üst düzey yöneticisine teknik direktör deniliyor. İngiltere’de “manager” deniliyor. Aslında bakarsanız, biraz daha karşılığını bulmuş bir kavram, “manager”. Siz bir kulübün en üst düzey teknik yöneteniyken, sadece oyuncuları 90 dakikaya hazırlamıyorsunuz. Oyuncuların takım psikolojisi, oyuncuların bireysel psikolojileri, masöründen malzemeciye kadar profesyoneller, takım kurma, takımın başarıyı takip etmesini, kovalamasını sağlama veya alacağınız bir transferi geliştirerek, daha yüksek bir bedelle satılmasını sağlamanız, yani kulübün ekonomisine de katkı sunmanız, kulübün sportif ve ekonomik anlamda günlük de dahil sorununu çözen, bir de en önemlisi sahayı 90 dakikayı yöneten… Bunun içerisinde yüzlerce detay var ve gün içerisinde birçok sorunla karşılaşıyorsunuz. Bunların bazısı kolay çözebileceğiniz, bazısı ötelemeniz gereken, bazısı destek almanız gereken sorunlar… Bir “manager” her şeye hâkim olmak durumunda değildir. Onun etrafında da kendi alanında uzman insanlar vardır. Doğru insanları yanınıza koymanız, destek almanız, danışmanız gerekiyor… Bir futbol kulübünü yönetmek demek dışarıdan gördüğünüz gibi sadece kulübede oturan, maçı izleyen, oyuncu değiştiren kişi değil.
Söyleşimizi Yaprak Özer Youtube kanalından izleyebilirsiniz.