8 milyarıncı bebeğin eli kulağında, bugün yarın dünyaya gözünü açacak. Hangi coğrafyaya doğacağını bilen yok. Eminim medya bebeğin doğumunda çığlıklar atacak, haberler yapacak, ne güzel methiyeler düzecek… Doğacak bebeği bekleyen kriterlere bakınca ne bebeği ne ailesini sevince boğacak bir ortam maalesef yok.
Gelişmelere bakacak olursak, 11-12 yılda bir, dünya nüfusuna 1 milyar insan daha eklemeyi başarmışız. Bu başarıya ilave olarak dünya sıcaklığında 0.9 C ek sıcaklık yaratmayı da başarmışız. Bu yüzden 8 milyarıncı bebek, sıcağa, kuraklığa, yangına ve sair krize gözünü açacak.
8 milyar insanın ne ifade ettiğini, bir araya getiremediğimiz milyar TL’ler milyon dolarlar kadar zor hayal ediyoruz. Milyon-milyar dolarların kendisini kucaklayan mutlu azınlığın ise sıcaklık, kuraklık gibi endişe yüküyle alakaları yok.
ARTARKEN YOK OLMAK
Nüfus 8 milyara dayanınca doğum-ölüm gibi demografik verilerle göç gibi toplumsal konular allak bullak oluyor. Dünya adil bir yer değil maalesef. Dünyada her 10 kişiden biri, günü yiyecek tüketemeden aç karnına sonlamak zorunda kalıyor. Bu arada çöpe attığımız ya da çöp olan yiyecek küresel gıdanın yüzde 33-40’nı buluyor. Göç olgusu zaten adaletsizlik yüzünden ortaya çıkıyor. Fakirler zenginlerin kapısını zorluyor, yananlar, aç susuz kalanlar sığınacak yer arıyor.
Plansız çoğaldıkça sorunlar kaçınılmaz. Ama sorunlarımızın neredeyse tamamını artan nüfusa bağlamak kolaycılıktan başka bir şey değil. “Artıyoruz onun için yok oluyoruz” gibi slogan düşüncelerin altını yeterince dolduramayınca magazinsel flaş cümle enflasyonu nedeniyle 8 milyarıncı bebeği de açlık, sıcaklık, kuraklık karşısındaki tepkisiz tavrımızla karşılıyoruz.
ÇOCUK BENDEN DEĞİL
“Bana ne, benim mi çocuk?” diyen bir dünyada yaşamak üzücü. Çocuk hepimizin. Sorun çoğalmak olsa da asıl konu kaynak dağılımı ve kaynakların kullanımı. Azınlık daha fazla kaynak tüketiyor, buna paralel demografi ezberimizi bozuyor. İki olguyu ya safça birbirine karıştırıyoruz ya şeytanca karışsın istiyoruz.
TOPUN AĞZINDAKILER
2050’ye kadar en hızlı çoğalacak olan ülkeler Mısır, Etiyopya, Tanzanya, Nijerya, Kongo, Pakistan, Hindistan, Filipinler. Yakında Hindistan’ın nüfusu Çin’i geçmiş olacak. Afrika kıtası başa bela karbon üretiminin yüzde 4,5’undan sorumlu. Malawi, Mozambik, Senegal, Afganistan topun ağzında. Pakistan birkaç ay önce yüreğimizi ağzımıza getirdi. Ülkenin üçte biri sular altında kaldı. Bir Kanada vatandaşı, bir Suudi Arabistan ya da Avustralya vatandaşı bir Pakistan vatandaşından 10 kat daha fazla karbon salıyor atmosfere. Küçücük Katar’ın Pakistan’ın 20 katı karbon üretimi yapmasına ne dersiniz.
SHOW TIME
COP 27’nin Mısır’da düzenlenmesi iyi oldu hoş oldu da çıkan sonuçların anlamı da karşılığı da zayıf. Uzmanlar ve siyasetçiler “show time” diyerek oradan oraya gidiyorlar. Mısır’dan sonra gözler G-20 toplantısı için Bali’ye çevrildi, burada da sanki ABD ve Çin liderlerinin görüşmesi karnımızı doyuracakmış gibi odaklandık, gerçi bu iki ülke iklim krizinin baş oyuncuları. Uzun uzun konuştular sonuçta da bizlere dönüp umutlu olduklarını ifade ettiler. Umudunu kaybetmemeye gayret eden BM Genel Sekreteri kelimelerinin etkisini nasıl artıracağını şaşırmış gibi, sonunda şunu da söyledi; “ne kadar toplanırsak toplanalım ne kadar bildiri yayınlarsak yayınlayalım G-20 liderleri aksiyona geçmeden iklim sorununda ilerleme kaydedemeyiz.” Haksız mı?
Acilen yaratıcı çözümlere ihtiyaç var. İlginç bir yaklaşımı Project Syndicate’in yeni çıkan “MegaThreats: Ten” kitabının yazarı ünlü ekonomist Nouriel Roubini ile söyleşinde bulabiliriz. Roubini, “Tüm Borç Krizlerinin Anası”na doğru gidiyoruz ve potansiyel çözümlerin maliyeti yüksek. Zehrimizi seçmeliyiz.” diyor. Kendisine, iklim için borç takası gibi yenilikçi olduğu düşünülen bakış açısının geçerliliği sorulmuş. Roubini, “Borcun paraya çevrilmesi ve beklenmedik enflasyonla gerçek değerinin silinmesi, yalnızca kendi para birimleriyle borçlanan ülkelerde işe yarar” diye başlıyor, yanıltıcı yaratıcılık olan “iklim takası”na da şöyle yaklaşıyor; “Öz sermayeye borç veya iklime borç takasları, alacaklıların borç taleplerini öz sermaye alacaklarına veya sera gazı emisyonlarını azaltma iddialarına dönüştürür. Ciddi borç sorunlarını çözecek kadar geniş kapsamlı değiller. Ülkenin doğal kaynaklarının ve varlıklarının mülkiyetini etkin bir şekilde yabancı kuruluşlara devrederek egemenliği aşındırır. İklim için borç takasları, ne borç sıkıntısını çözebilir ne de iklim değişikliğiyle mücadeleye katkıda bulunabilir.”
Kafam iyice karıştı, eminim sizin de öyle. Gelişmiş ülkeler borç batağında yüzen gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına böyle mi çözüm yaratacaklar? Yaratıcılık bu mu? Sekiz milyarıncı bebeğin kaderini değiştireceksek daha fazla çaba sarf etmeliyiz.
Ama inanıyorum bir gün gelecek bazı şeyler mutlaka değişecek. Kral da çıplak olduğunu sonunda görecek. Ses verenlerin yaşı giderek küçülüyor; 11 yaşındaki aktivist Licypriya Kangujam, İngiltere Çevre Bakanı Lord Goldsmith’i, hapse atılan iklim protestocularının serbest bırakılmasıyla ilgili sorularından kaçınmak için “kaçmakla” suçlamış. Aferin ona!… Tabii ki gönlüm minicik çocukların bu yükün altında ezilmesinden yana değil ama bilinçlenmesi ve önce anne babalarından, sonra sırasıyla tüm kademelerdeki yöneticilerden ve fikir önderlerinden hesap sormalarını gerçekten çok istiyorum.
Ülkemizde gelecek yıl yapılacak genel seçimlerde ilk kez oy kullanacak 6 milyon genç olacak. Seçmenin yüzde 12’si gibi bir büyük kitle. Konulara bakışları, ifadeleri, öncelikleri ezber bozacak diye umut ediyorum. Umudum, her şey siyasete bağlamayan nesiller. “Yaşamak istiyorum” diyebilenlerin sayısı arttıkça son hızla duvara ilerleyen bu aracı hiç olmazsa yavaşlatmak mümkün olabilir.