Gazeteci ünlü tarihçi Bernard Lewis’e ısrarla soruyor: Gelecekte ne olacak? Yanıt; “”Kahin değil, tarihçiyim.”” Gazeteci yine soruyor Türkiye’de bir değişim görüyor musunuz? Lewis, “” Değişim değil, gelişme diyelim”” diyor.
Her Türk vatandaşı medeniyet kelimesiyle daha çocukken tanışır. Muasır Medeniyetler seviyesine çıkmamız gerektiğini öğretmen anlatır. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk o muhteşem öngörüsü ile o en zor günlerde Türk halkının, Türk hükümetlerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gelişmiş uygarlıkların seviyesine çıkması gerektiğini, onlarla birlikte anılması zorunluluğundan söz etmiş, bunu hedef olarak ortaya koymuştur.
Her Türk çocuğu medeniyet sözcüğüyle tanışmıştır. Batı’da ilkokul çağında hatta daha da küçük yaştaki çocukların böyle büyük bir sözcükle tanışmış olduklarına şahit olmadım.
Medeniyet sözcüğüyle tanışıklığımız çok eskilere dayanmasına karşın ben medeniyet kelimesinin anlamını bildiğimiz konusunda şüpheler taşıyorum.
Bir kelimenin ne demek olduğunu bilmek, hatta kullandığında yerli yerinde kullanmayı başarmak başka, bunu anlamak ve hayatının bir parçası yapmak tamamen başka bir şey.
Sözlük karşılığını bilip, anlamını bilmediğimiz daha pek çok sözcük var. Paylaşmak, hoşgörü, hırs, cesaret, özgürlük, hak, demokrasi… İlk aklıma gelenler.
Sözcüklerin anlamını özümseyebilmek için muhteşem organizasyonlar yapmak yetmiyor. Medeniyet sözcüğünü hayatın parçası yapmak için İstanbul’da medeniyetleri buluşturmak yetmez. Bunun için medeni olmak gerekir.
Tek Dişi Kalmış Canavar
Çünkü medeniyet nutukları atarken sormazlar mı adama, “”Sizin hastaneleriniz, viyadükleriniz ve konutlarınız depreme dayanıklı değilmiş doğru mu?”” diye… Medeniyet medeniyet derken sormazlar mı adama, “”Okuma yazma sorununu toplumun her katmanında çözememişsiniz, hala çok sayıda okuma yazma bilmeyen vatandaşınız varmış. Doğru mu?”” diye.
Kapanış bildirgesinde kadınlarla ilgili bir bölüm var. Medeniyetler arasında kadınların eşit muamele görmediğine işaret ediyor ve özünde şunları söylüyor; çok güzel, biz medeniyetler anlaşalım ama bizim medeniyette kadın erkek eşit, sizinkinde (Müslüman ülkeler hedef alınarak) kadın bırakın eşit olmayı söz hakkı, hatta zaman zaman yaşam hakkından mahrum…
Şimdi bu kısmına bizim Türk medeniyeti Çırağan Sarayı’ndaki delegeler herhalde kendilerini düşünerek bizim kadınların Batılı olduğuna kanaat getirdiler. Delegeler de Türk kadınının İstanbul Ankara İzmir üçgenindeki kadınlardan oluştuğunu sanmış olmalılar.
Şimdi medeni olmak için her şeyden önce kendi kendimizi kandırmamak gerek. Hangi kadın, nerede eşitmiş erkeğe bana biri anlatsın.
Sormazlar mı adama, “”Sizin oralarda töre yüzünden insanlar öz kızlarını, öz kardeşlerini ölüme mahkum ediyorlarmış. Doğru mu?”” diye…
Medeniyet kelimesi Türk dil kurumu tarafından uygarlık diye açıklanıyor.
Medeni de, uygar demek.
Medenileşmek, uygarlaşmak demek.
Bir iki satır altta da “”medet”” kelimesi var.
Medet de yardım, imdat anlamına geliyor.
Medeniyetten medet ummak!
İstanbul Ruhu
İstanbul’da medeniyetler buluşurken, adına “”İstanbul Ruhu”” denen tuhaf şey tartışılırken, bir siyasi parti başkanı Türkiye’de içkinin yasaklanması gerektiğine inandığını söylüyor, referandum yapılmasını öneriyordu. Daha sonra aynı kişi biraz sıkışınca, “”Ben kamu alanlarını kastettim siz meyhanenizde içmeye devam edin”” demeyi medeniyet sayabiliyordu. Siz ve biz. “”Biz içmeyiz. içilmesini sevmeyiz, hatta içilmesine tahammül edemeyiz; siz meyhanenizde için…””
İstanbul Ruhu geldinse iki kere vur!
Medeniyetler Sultans of the Dance’i müthiş bir beğeniyle izler, kültürümüze hayran kalırken, bir aydınımız, Türkiye’de görevli bir yabancı diplomatın internet üzerinden gönderdiği mesajları kamuoyuna açıklıyordu… Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatlerini koruduğunu, bir skandalı ortaya çıkardığını söylüyordu. Aslına bakarsanız, doğru da olabilirdi… Bir kişinin internet kayıtlarını izlemek ve açıklamak acaba başlı başına bir skandal sayılmaz mıydı?
Yani medeniyetleri konuşmak güzel de şu işi dört başı mamur yapsak!
Hedef Türkiye
“”Türk Aynştaynı”” olarak anılan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun “”Hedef Türkiye”” adlı bir kitabı var. Medeniyetler koklaşırken, ben günün anlam ve önemine uygun olsun diye kitap programıma bu çalışmayı aldım. İyi ki de öyle yapmışım. Gerçekten anlamlıydı. Kitabın kurgusu pek kötü, dili de iyi sayılmaz, sanki bir redaksiyona gereksinim duyuyor. Yayınevi tembellik etmiş, ham haliyle basmış sanki. Bunları kale almazsanız, kitabı okuyun derim. Alınacak çok ders, unutulmuş ama anımsanması gereken pek önemli konu başlığı var.
Benim, kendi kendime ve sürekli çevreme anımsatmayı görev bildiğim bir konuyu kitapta bulunca sevindirik oldum diyebilirim.
Konu “”Hedef””!
Evet evet. Hedef. Yalnızca Hedef!
Hedefsiz yaşanmayacağını, hedefi olmayanın yolunu bulamayacağından söz ediyor.
İnsan Kaynakları
İnsan kaynakları disiplin olarak bireyi ele alır. Tarihsel olarak çok önemli dönemeçlerden geçti. Bireyin çalışma hayatı içindeki yerini sorgulamaktan yola çıkarak giderek daha farklı ve fazla konuyu kucaklayan daha zengin bir disiplin halini aldı. Bireyin hayatının yalnızca çalıştığı yerle sınırlı olmadığını kavrayan insan kaynakları düşünürleri (en azından Batı’da) sayıca çoğalmaya başladı. Bunlar, bireyin zamanının, değişik deneyimlerin toplamından oluştuğuna dikkat çekiyorlar. Çalışma hayatı ve iş hayatı dengesi, kişisel gelişim gibi konular bu tartışmaların ürünü.
Aslında hepsi bir gereksinim.
Kişisel gelişim demek bir hedef demek. “”Hadi biraz gelişeyim”” diye gelişmek hesapsız kitapsız oluyor. Hangi alanda ne kadar? Hedef ne?
Bireylerin hedeflerini, konumuz insan kaynakları olduğu için çok yazıp çiziyoruz. Bu konuya çok kafa yoruyoruz.
Birey Ve Küreselleşme
Ben son yıllarda farklı iki eksen üzerinde dolaşıyorum. Bunlardan biri birey, diğeri ise küresel eksen. Tuhaf… Disiplinler dışı gibi… Oysa karar verdim ki değil. Benim kafamda da gönlümde de çok güzel buluşuyor birbirini tamamlıyor.
Ben, yüksek eğitimimi tamamladığım dönemlerde insan kaynakları bizim ülkemizde ayrı bir disiplin olarak anılmıyordu (sanki bugün anılıyor da… ).Bu yüzden eğitimimi değişik bir eksende tamamladım. Örneğin önce gazetecilik, iletişim okudum. Bireyle tanıştığım dönem. Ardından Uluslararası ilişkiler ve siyaset okudum. Devletlerle, hükümetlerle sistemle tanıştığım dönem.
Bugün insan kaynakları üzerinde yaptığım çalışmayı tabii ki daha sonra bu disiplinde aldığım eğitimler oluşturuyor ama yadsıyamayacağım bir gerçek var ki, o da geçmişteki uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi eğitimim. Son olarak buna kanaat getirdim.
Nereye gelmek istiyorum. İnsan yol boyunca devam ederken başkalarına da kariyer çizgisi üzerine fikirler verirken arada bir durup kendisine de bakıyor ya da bakmalı.
İnter disipliner bir dönem yaşıyoruz. Siyasetin ekonominin; ekonominin tıbbın içinde olduğu bir dönem. Her alanda. Bir yanda birey bir yanda küreselleşme…
Biri nokta biri evren… Sanki bir araya gelemezlermiş gibi.
Ne yanılgı.
İlk Hedefimiz…
Hedef kelimesini çok önemsiyorum. Hedefi olmayan birey kariyer planlamasını yapamaz. Hedefi olmayan birey çocuğunu iyi yetiştiremez. Hedefi olmayan birey ne okuyacağını iyi bilemez. Hedefi olmayan birey ilerleyemez.
Bunları değişik kereler değişik şekillerde ifade ediyoruz.
Peki, ne olur söyler misiniz, hedefi olmayan ülkeler ne yapar ya da yapamaz. Birey gibi ülkeler de hedefleri olmadığında rüzgarda savrulan yaprak gibi sağa sola yalpalar durur. Bireyin yalpalaması, başta kendisini ve en yakın çevresini ilgilendirir. Peki, ülkenin hedefi yoksa kim etkilenir? İşte en acıklı kısım da burada. Hepimiz.
Sizce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hedefi nedir?
Oktay Sinanoğlu kitabında soruyor? Bulabildiği tek hedef ise Mustafa Kemal Atatürk’ün önümüze koyduğu hedeflerden öteye geçmiyor. Ne şanslıyız ki varmış Mustafa Kemal, ne şanssızız ki gitmiş.
Abarttığımı düşünebilirsiniz. Düşüncelerime katılmayabilirsiniz. O zaman ülke olarak hedefimizi göstermenizi istiyorum.
Çocuk “”Sen””, Büyük “”Sen””
Hedef ne demektir?
Hedef bir şey istemek demektir. İstediğin şeye ulaşmak demektir. Ulaşabilmek için çaba göstermek demektir.
Birey olarak hedefiniz ne? Gözünüzü kapayın çocukluğunuzu görün. Birkaç saniye. Lütfen kapayın. Çocuk “”sen””le karşılaşın. Çocuk sen ne istiyordu? Çikolata, yeni bir ayakkabı yeni bir oyuncak… Büyü biraz sonra okul çağında “”sen””? Ne istiyordun? İyi notlar, sınıfı geçmek, ortaokula gitmek, liseye gitmek üniversiteye gitmek. Evet, hepimiz böyleydik.
İlkokul, ortaokul, üniversite, dersler, notlar, yol-su-elektrik gibi. Olması gereken alt yapı. Çoğumuz o alt yapının derinliklerine ulaşmaya çaba sarf etmedik. Üniversiteyi bitirince adam olunacağını sandık.
Ehhh olmuyor işte.
Bireylerin ufuklarını en başta kendileri sonra yakın çevreleri ve onun üzerinde de ülkeleri belirler. Hedefi olmayan ülkenin hedefi olmayan çocukları olur.
Medeniyetler çatışırken, medeniyetler koklaşırken, medeniyetler itişip kakışırken benim içim kıpır kıpır.
Medeniyetleri buluşturacak kadar iyi organizasyon yapabiliyoruz neden kendi içimizdeki medeniyetleri buluşturamıyoruz.
Bakıyorum Göremiyorum
Soruyorum, hedefimiz ne bizim?
Soruyorum, ne istiyoruz biz?
Soruyorum, 2010′da nasıl bir Türkiye olacağız?
Merak ediyorum; Medeniyetleri buluşturduk da ne oldu? Medeniyetleri tartıştık bitti şimdi ne olacak? Bu da diğerleri gibi orada kalacak mı? Dostlar alışverişte gördü artık yine eski ajandamıza mı dönüyoruz?
Haftanın gündeminde ne var? Yine İMF, yine AB, yine enflasyon, yine…
Doğru aynen böyle. Avrupa Birliği Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen burada. Medeniyetleri tartıştık, Back to the Realities. (Gerçeklere Dönüş) Film gibi. Verheugen’in ziyareti sıradan. Gündemden bir örnek yalnızca… İlginç olan ziyaretin konusu; Türkiye 19 Mart’a kadar verdiği sözleri yerine getirmek zorunda. Biz ulvi konuların peşinde koşarken günlük işleri önemsemiyoruz herhalde…
Biz bu filmi kaç kez gördük değil mi. Gönlümüz varsa yaparız yoksa ayak diretiriz. Ama son zamanlarda ne kadar köfte o kadar ekmek. Ne kadar kredi o kadar iş… Türkiye bu oyunu mükemmel oynuyor. Sanırım uygarlaşıyoruz. İhtiyacımız olduğu para kadar meclis çalışıyor örneğin. Uyum yasalarındaki uyumsuzluk, ihtiyacımız olan ekonomik kaynak ölçüsünde uyumlaşıyor. Ne kadar çok para gerekiyorsa o kadar çok adım atıyoruz.
Sizce Türkiye’nin bir hedefi var mı?
Bakıyorum bakıyorum görmek istiyorum çabalıyorum göremiyorum?
“”Muasır medeniyet””lerin dışında ben bir hedef seçemiyorum.