Saçma sapan bir cümle, tuhaf bir başlık… Ama siz, biz, hepimiz böyle davranıyor, böyle konuşuyoruz. Siz, “öyle-böyle-şöyle” değil misiniz? Haydi canım… Siz Türkseniz bizdensiniz. Bizdenseniz, her şeyden-hiçbir yerden-hepsinden-herhangi bir şeyden olabilirsiniz. Geçmiş olsun!
Ne öyle olsun, ne de böyle…
Öyle olmasın ama böyle de olmasın…
İstiyorum ama tam olarak da bilmiyorum…
İstemiyorum ama düşünüyorum da olabilir…
Düşünmüyorum ama “evet” diyebilirim…
Yabancısı olmadığınızı düşündüğüm cümleler ya da cümle başlangıçları…
Biz Türkler, hem ağlarım hem giderim halinden bir türlü kurtulamıyoruz.
Avrupa Birliği’nin bir parçası olmak istiyoruz ama…
ABD’yi seviyoruz fakat…
Demokrasiye inanıyoruz, oysa…
Bir sürü ikilemi hayatımızın baş tacı ediyoruz.
Nerede Duruyoruz
Kuzey Irak’ta Türk askerlerine düşman muamelesi yapılıyor, ne diyeceğimizi bilemiyoruz.
Ortadoğu’da söz hakkı istiyoruz ama sonuçlarına katlanmıyoruz…
ABD’nin yardımını istiyoruz ama karşılığını vermek istemiyoruz…
Çok zengin olmak istiyoruz, ama çalışmayı sevmiyoruz…
İyi bir hayat istiyoruz ama mücadele etmiyoruz…
İki insan birbirini delicesine seviyor fakat biri ya da her ikisi de aldatıyor…
Erkek kadın için çıldırıyor, ama onu dövüyor…
Anne çocuklarını seviyor ama onları hırpalıyor…
Kadın özgürlük nutukları atıyor, ama erkeğe kul köle oluyor…
Omuz hizasına kadar tesettür, bele kadar orta karar, belden aşağı süper seksi…
Kadın, “en modern benim diye yırtınıyor” ama imam nikahı olmadan “hayır” diyor…
Neye İnanıyoruz
Buna, nerede duracağını; niye orada duracağını bilememe hali denebilir mi acaba?…
Buna, kim olduğunu, niye olduğunu ve ne olduğunu, hatta ne olmak istediğini düşünmeme sendromu denebilir mi?…
Türkiye’de her gün birbiriyle çelişen pek çok şey oluyor. Çelişen olayların sayısını bilmek, bulmak mümkün değil. Garip olaylar içimizde, dışımızda ve aramızda her an patlak verdiği için, hangisine odaklanacağımızı şaşırıyoruz.
Ne düşüneceğimizi, niye böyle düşüneceğimizi zaman zaman karıştırıyor, çoğunlukla bilemiyoruz.
Üzülürken seviniyor, sevinirken ağlamaya başlayabiliyoruz.
Ayıplarken ansızın tasvip ediyor, korkarken birden aslan kesiliyoruz.
Algıladığımızı düşünüyor, düşündürüyoruz; ama çok geçmeden eylemlerimizle hiçbir şey anlamamış olduğumuzu kanıtlıyoruz.
Biz Bir Garip Toplumuz
“Neler oluyor ve niye bunlar oluyor?” diye düşünürken, televizyonu açıyorum ve yukarıdaki örneklere taş çıkartan kareler izlemeye koyuluyorum.
Bir açık oturum. Son günlerin en önemli konuları hararetle tartışılıyor. Uzman konuşuyor. Alt yazıda konuşan kişinin fikri geçiyor, profesör bilmem kim diyor. Profesör bilmem kim ağzını açıyor, “Aslında ben bu konuyu bilmiyorum, bilmediğim için cahil cesaretiyle konuşuyorum” diyor.
İçimden, “mütevazı bir adam” diyorum. Diğerleri gibi bilmişlik taslamadığını düşünüyorum. Ama bir iki dakikaya kadar beni yanıltıyor. Bir söylediği bir söylediğini tutmuyor, düşünceleri bir disiplin göstermiyor. Ve profesör konuyu bilmediğini tekrar ediyor, ama susmuyor. Mikrofonu yakalamış konuşuyor. Yorum yapmayı sürdürüyor; “”… Hem öyle olsun hem böyle olsun, ama şu da olsun…”” diyor.
Bu nasıl bir şey?
Neden tek bir fikrimiz yok?
Acaba tek düze olmaktan mı korkuyoruz.
Ne kadar çeşitli olursak, o kadar iyi midir sizce?
Sizin için, bu konuda “beyaz”; şu konuda “siyah” düşünür demelerini istemez misiniz?
Yoksa, “Onun ne düşüneceği belli olmaz” demeleri daha mı iyi olur?
Hal böyleyse haber verin, biz de yapalım.
Moda buysa söyleyin, uyalım.
Dayanamayıp, zap yapıyorum…
Bir başka oturum karşıma geliyor. Yine engin bilgisinden yararlanılmak istenen bir başka uzman kişi. Dinliyorum ve ne diyeceğimi ne düşüneceğimi bilmiyorum. Çünkü o da bilmiyor. Her şeyi söylüyor, her şeyi kınıyor, hepsini istiyor, kimseye bir şey vermiyor… Konuşanın hali daha çok beyin jimnastiği yapan birine benziyor. Çok şey biliyor ama bir araya getiremiyor. Bir senteze ulaşamıyor. Sonuç olarak nasıl bir fikre sahip olması gerektiğini bilmiyor. Kendi kendine konuşurken, elaleme ahkam keserken bir de fikir oluşturayım tavrında.
Bir Araştırma Yapmışlar
“Değişim Süreci İçinde Türk Toplumu” başlıklı araştırma geçtiğimiz yıl yapıldı. İnput Araştırma ile Yüksek Strateji Merkezi’nin ortak ürünü. Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesindeki büyük kentlerde 2007 kişiyle yüz yüze gerçekleştirilmiş bir çalışma. Araştırma evvelsi gün, dün ya da bugün olan olaylara ışık tutmuyor. Ya da ben böyle algılamıyorum. Her zaman güncel sayılabilecek, kronikleşmiş konularda sorular sormuş, yanıtlar almışlar. Yanıtların hepsi ayrı telden çalmış. “Türk insanının değişim süreci” adını taşıyan bu araştırma başka bir bakış açısıyla “Türk insanının ikilemli hali”ni ortaya koymuş.
Küreselleşme, Avrupa Birliği, Yeni Devlet Anlayışı, Ekonomik Reformlar ve Değişim başlıkları altında Türk halkının ne düşündüğü araştırılmış.
Ortaya net bir sonuç çıkmıyor. “Biraz ondan biraz bundan; hem ondan hem bundan; hepsinden ve hiçbirinden” hali neredeyse her konuda kendisini gösteriyor.
İsterseniz biraz araştırmanın bulgularından söz edeyim sizlere. Böylece neden aslında biz Türkleri tuhaf bulduğumu anlayacaksınız. Belki şöyle demem daha iyi bir ifade olur; neden biz Türkler’in tuhaf davranışlar sergilediğini sonunda yapılmış araştırmanın sonuçlarına bağlı kalarak aktarabileceğim. Böylece birazdan okuyacağınız her satırda, en ciddi konularda hepimizin ve hiçbirimizin net bir fikri olmadığını göreceksiniz.
Küreselleşmeyle Aramız
Türk toplumu küreselleşmeye karşı katı bir tutum içinde. Anlayacağınız, karşıyız küreselleşmeye… Araştırma sonuçlarına göre, küreselleşmeye karşı çıkıyoruz ama küreselleşmenin yaratacağı yeni iş ve çalışma olanaklarına “hayır” demiyoruz. Hatta ılımlı bakıyoruz.
İşsizlik rakamlarındaki artış, istihdamdaki daralma nedeniyle yabancı şirketlerde çalışma konusunda daha istekli daha bir hevesli duruyoruz. Bu boyutuyla küreselleşmenin yanında duruyormuş gibi yapıyoruz.
Bu sonuca aldanıp, yabancı şirketleri sevdiğimizi söyleyemiyoruz. Biz Türkler, aslında, ülkemizde yabancı şirketlerin olmasını o kadar yoğun duygularla istemiyoruz. Ama bu kuruluşların yeni iş alanları açacakları varsayımı karşısında bizim için akan sular duruyor. Bununla birlikte, yabancılara toprak satmak, şirket satmak gibi konulara uzak duruyor, hatta direniyoruz.
Küreselleşme karşısında yer alan, içe kapanmak, sınırlamalar koymak gibi düşünceler hoşumuza gitmiyor. Böyle bakıldığında yine küreselleşmenin yanındaymış gibi duruyoruz. Ama sıra küreselleşmenin şartlarını yerine getirmeye geldiğinde, “oynamıyorum” deyip işin içinden çıkıyoruz.
Yeri gelmişken, küreselleşme konusunda fazla bir bilgimiz de yok. Küreselleşmeyi yoksulluk ve dünyadaki sorunların kaynağı olarak görüyoruz.
Avrupa Birliği ve Biz
Türk insanı, Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’yi üye yapmayacağına kendisini inandırmış. Araştırmada, bu fikrin bir ümitsizlik ve bezginlik ifadesi olduğuna dikkat çekiliyor. AB’nin Türkiye’yi günün birinde üye yapacağına inanlar, bu sürenin 10 yıldan az olmadığına kesin gözüyle bakıyor. Hani piyangodan çıkarsa, seviniriz ama kendimizi iyiye alıştırıp sonra hayal kırıklığı yaşamayalım gibi bir tavır sergiliyorlar.
İnanmayacaksınız ama Güneydoğu Anadolu ile Akdeniz bölgesinde yaşayanlar büyük çoğunlukla ve yoğun duygularla Türkiye’nin AB üyesi olmasını istiyorlar.
Biz Türkler AB’den ümidimizi kesmiş olmamıza karşın (Türk toplumunun yalnız yüzde 24’ü olumlu inanca sahip), toplumun yüzde 64’lük bir kesimi Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını istiyor. AB’ye tam üyelik isteyen Türklerin kafasının bir tarafında serbest dolaşım hakkı ile iş olanakları ve çalışma fırsatları gibi faktörler yer alıyor. Bir de AB’ye üye olursak daha demokratik oluruz diye düşünenler çoğunlukta. Buna karşın ne kadar AB üyesi olmak istesek de, tam üyeliğin beraberinde getirdiği sonuçları ve öngördüğü bazı kayıpları göğüslemek gibi bir niyetimiz yok. Bu tür hazırlıklara karşı sabrımız neredeyse sıfır.
Bu arada, AB’ye karşı kuşkucu bir tavır sergiliyoruz. AB üyeliği söz konusu olduğu andan itibaren Türkiye’nin ekonomik ve siyasi alanda kanun yapma, politika üretme, hatta egemenlik kullanma yetkilerini kısmen ya da tamamen AB organlarıyla paylaşmak zorunda kalacak.
Oysa biz hiçbir şeyi paylaşmak istemiyoruz. Ama ille de paylaşacaksak en kolay vazgeçebileceğimiz değerimiz para birimimiz. Okulda bize bayrak ve kendi ulusal parası olmayanın egemenliğinin olamayacağını okutmamışlar mıydı, ben mi yanlış anımsıyorum… Biz kolayca TL’den vazgeçebiliyoruz.
Düşüncemizdeki ikilemler bu kadarla kalmıyor. Türk insanının önemli bir bölümü AB’ye girmeyi, oralara gidip iş bulmak için isterken, bir gün tam üye olduğumuzda, Türkiye’den ayrılmayı düşünmediğini söyleyenlerin oranı yüzde 53.
Devlet Anlayışımız
Devlet anlayışımıza ilişkin de tuhaflıklar var. Örneğin bir yandan devletin rolünün sınırlanmasını istiyoruz, bir yandan da eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin sunumunda ücretsiz hizmet talep ediyoruz.
Devletin, hem sosyal hem de ekonomik varlığına yönelik kuvvetli bir istek duyuyoruz, ama vatandaş olarak devlet karşısındaki ödevlerimizi yerine getirme konusunda hiçbir heves taşımıyoruz.
Enteresan bir örnek de askerlik yükümlülüğüyle ilgili. Askerlik devlete karşı bir görev olarak algılanıyor ama bu görevin yapılmasındaki farklılaşma talebindeki yükseklik gözden kaçmıyor.
Vatandaş olarak devletle olan ilişkimizde aldıklarımızı korumak istiyoruz, verdiklerimizde ise tenzilat talep ediyoruz.
Ekonomik reform başlığının altını doldurmak da zor değil. İkili yapımız, birbiriyle çelişen düşüncelerimizle burada da harikalar yaratabiliyoruz.
Mali reformların önündeki en büyük engel aslında halkın kendisi.
İlginç bir örnek daha; halk, mevduatını bankada tutmak istemiyor. Parasını bankada tutmayacakların oranı yüzde 27. Bu tercihi yapanların 34 yaşın altında olması ise bana göre çok ilginç.
Parasını bankada tutabileceğini ifade edenlerin ilk tercihini kamu bankalarından yana kullanıyor olmaları da şaşırtıcı. Kamu bankaları, son yıllarda yaşanan türlü olumsuzluk ve yolsuzluğa rağmen vatandaşa güven telkin etmeye devam ediyor. Halkın sadece yüzde 12’si mevduatını özel bankalarda tutmak istiyor.
Biz Yine Hep Aynı Biziz
Toplumda geçmişteki klasik sağ ve sol ideolojik eğilimlerde önemli bir gelişme gözleniyor. Toplum sağ ve soldan başka istikametlere kayıyor. Tuhaf olan, nereye kaydığının tam olarak belirlenememesi. Toplumun değişime açık olan kısmı yenilikçiliği destekliyor. Kişisel niteliklere ilişkin değişimin başladığı görülüyor. Ama daha fazla hoşgörülü olmak konusunda kimse adım atmıyor.
İşdünyasında satın alma ve birleşmelere karşı ciddi isteksizlik hakim. Ortak olmak sanki genlerimize aykırı.
Toplumun alt grupları içinde konuşulan kendi dillerini kullanmalarına yönelik ilginç bir esneklik gösterebiliyoruz.
Bundan yaklaşık 20 yıl önce ortaya atılan özelleştirme konsepti ise hala kendisine yeterli yandaş bulabilmiş değil. Halk özelleştirmeyi anlayamıyor. Bu nedenle toplumun yarısı özelleştirmeye destek verirken diğer yarısı karşı çıkıyor.
Meslek tercihlerinde ve seçiminde hala anne babalarımızın sözünü dinliyor, yıllar öncesinin, “oğlum mühendis, kızım doktor olsun” yaklaşımları arasında yaşamımızı sürdürüyoruz
Kendimizi Avrupalı değil, dünyalı görüyoruz.
Nazara inanıyor, değişimin olmasını bekliyoruz.
Biz yine hep aynı biziz.
Dünya değişse de, yıkılsa da kendimize özgü düşünce ve davranış şekilleriyle biz böyleyiz.
Biraz ordan biraz burdan, hem ondan hem bundan, hepsinden ve hiçbirinden.