Sonuç mu sebep mi… yoksa sebep mi sonuç mu? Hep aynı sarmal… beyin uyuşturuyor. Belli ki sonuca takılanlar kaybetmeye mahkum. Seçimin ilk turunda kazanmış görünen tarafın sonuca odaklandığını düşünüyoruz değil mi, hayır “adam sebep”te, var mı başka bir açıklaması?
Fikir değiştirmek için kaç yaşında olmalısınız?
Türk halkı fikrini nasıl oluşturuyor?
Halkın, tek bir iddianın doğru olabileceği “mutlakçı” bir düşünceye sahip olduğu söylenebilir mi? Sahip olanlar nerede, neden böyle düşünüyor, kim bunlar?
Birden fazla iddianın doğru olabileceğine inanan çoklu düşünce sistemine sahip bir kesim var mı? Varsa, toplumda bu yaklaşımın karşılığı olan nüfus nerede, kim bunlar, kaç kişiler?
İddiaların hem mantık hem kanıt açısından değerlendirilmesi gerektiğini düşünen “Değerlendirmeci”ler nerede, oranı ne, ne yer ne içerler?
Neden hiçbir haber halkı zıplatmıyor?
Birkaç haber başlığı; Türkiye’nin risk primi 675 baz puanla zirve yaptı.
Konut fiyatları yıllık yüzde 132,7 arttı.
İşsizlik bir puan düşse ya da çıksa da çok yüksek.
Kısa vadeli borçlarımız arttı, döviz talebi tehlikeli boyutta yüksek…
Merkez Bankası’nın döviz hesaplarımıza el koyması an meselesi deniyor.
Türk halkı neden bu dehşet (daha güçlü kelime bulamadım) haberlerini önemsemiyor? Diğer bir ifadeyle; neden bu gelişmeler sandığa giden halkın önemli bölümünde karşılık bulmuyor? Okumuyor mu? Okuduğunu anlamıyor mu? Hepsi mi müteahhit?
Neden 50-50 bölündüğü görünen halkın fikri her iki tarafta da değişmiyor?
Sonuca yapışmak
İlk tur bitti, seçimin sonucuna kilitlendik, seçim öncesi, “ne olacak?” sorusuna kilitlenmiştik. Sonuçlara yapışıp kalıyoruz. Milli spor!
Aynen enflasyon faiz ilişkisinde de böyle… Bürokrasi deneyimi yüksek ekonomist Mahfi Eğilmez açık seçik anlaşılır yazdığı için kendisinden atıfla alıntılayayım, örneğin diyor ki; “bilimsel gerçekler yüksek faizin yüksek enflasyonun sonucu olduğunu gösterdiği halde, bunun tersinin yani yüksek enflasyonun yüksek faizin sonucu olduğunu iddia etmemizin yeni bir çaba olmadığını biliyoruz…” Türkiye’nin bilimle kanıtlanmış gerçeklerin tersini kanıtlama sevdası var…
Neden peki?
“Sebep” pahalı, zahmetli, uzun
Demek her iki tarafta da kapı gibi gerçekle derdimiz var. Neden kehanetleri yanlış çıkan anket firmaları ve onların “popülist” patron ve temsilcilerine sormuyorum bu soruyu, sizce? Bende artık karşılığı olmayan bir kesim.
Durum madem tuhaf, sonuca odaklanarak çözemediğimize göre bir kez sebebe odaklanmamız gerekmez mi? Bence herkes biliyor ama bir yanımız hep ucuzcu, hep kestirmeci… hep konforcu. Sebebe odaklanmak zor, uzun, zahmetli ve pahalı. Sonuca bakıp değiştirmek kolay.
Bir başka neden daha var; sebebe odaklandık diyelim, bulduk da aradığımızı… O zaman değiştirmek için adım atmak gerekir. İşte pahalı, zor olan kısım burası. Konuşmak kolay.
Fikrimizi ne zaman değiştiriyoruz?
Biliyoruz ki, yaşam boyunca değişiyoruz. Öğreniyoruz değişiyoruz, deneyimleyerek değişiyoruz. Uzmanlar, gelişme pencereleri olarak bilinen dönemlerin önemli olduğunu, yaşamın ilk 25 yılının gelişimsel bir pencere olabileceğini, kişinin bu dönemde sosyal, politik ve ekonomik çevreden etkilediğini öne sürüyor. Çocukların tipik olarak mutlakiyetçi terimlerle düşündüklerini, sonra çoklu düşünmeye geçtiklerini ve özellikle nispeten yüksek bir eğitim seviyesi ve çeşitli deneyimlere ve bakış açılarına maruz kaldıklarında, değerlendirmeci yetişkinler olarak ortaya çıktıklarını ifade ediyorlar. (Kaynak: PLOS One dergisi)
Romenlerin durumu
Romen halkının “epistemik” düşünce eğilimi üzerinde yapılmış ve otoriter rejimden demokrasiye geçişin incelendiği bir çalışmayı dikkatinize sunmak istiyorum. (Epistemik: Gözle görülüp zihinle kavranabilen tek bir iddiaya takılıp kalmayan başka iddiaların da doğru olabileceğinin farkında olma hali)
Romanya 1940’ların sonunda Komünist rejimi benimsedi. 1965’ten itibaren Nikolay Çavuşesku’nun otoriter baskısı altında dünyadan izole oldu. Çavuşesku 1989’da devrildi, ülke hızla demokrasiye geçti. Piyasa ekonomisini benimsedi ve Avrupa Birliği’ne katıldı. Araştırmada, Komünist rejiminin çöküşüyle, eğitim ve teknoloji kullanımındaki artış ve devlet kontrolündeki tek bilgi kaynağından çeşitli kaynaklara geçişin, özellikle gençlerin, “epistemik düşünme” sistemi üzerinde güçlü etkisini saptanmış. Buna karşın, bilgi üzerinde sıkı kontrolün olduğu, eğitimin sınırlı olduğu ve dış dünyayla ilişkinin düşük toplumlarda mutlakçı düşüncenin yaygın olduğunu, açık ve demokratik toplumda, değerlendirmeci düşüncenin yeşerdiğini ifade ediyor.
…Eee biz zaten biliyoruz… değil mi… Genel geçer beylik bilgilerle veriye ve bilime dayanmayan sözlü aktarımlarla bilmez miyiz… her şeyi biliriz biz!
İlgilisine, düşünce çeşitleri
Araştırma, rejim geçişinin Romenlerin epistemik düşüncesindeki kümeleri ortaya çıkarmış; Demokratik devrimden sonra doğanlar (18-30 yaş arası), geç ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerini otoriter rejim altında geçirenler (45-59 yaş arası) ve en az 45 yılını otoriter rejim altında geçirenler (75 yaş ve üstü).
Demokrasiye geçişi orta yaşta deneyimleyenler arasında mutlakiyetçi düşünce yaygın. Haberleri okuma – dinleme ve anında doğru olarak kabul etme eğilimindeler. Buna karşılık 18-30 yaş arası, rejim sonrası öğretmenlerinin desteğiyle fikirlerini ifade etmeye, eleştirel düşünmeye ve bilgiye teşvik edilmiş.
‘Açık bilgi’ sarkacı ters yönde sallanır mı?
Araştırmacılardan birinin notuyla sonlandırmak isterim; “Romanya’da otoriterlikten demokrasiye geçiş, mutlak düşüncenin azalması ve düşünce biçimi olarak değerlendirmenin artmasıyla ilişkiliydi. Ancak araştırmamızda, tam tersi bir değişimi de gözledik; sosyal medyaya ve çok sayıda kişisel görüşe sınırsız erişimin bazen mutlakiyetçi düşünceye ve otoriter politikalara yol açabileceğini gözlemledik.” Çalışma burada ABD’nin önemli bir laboratuvar olduğuna, ülkede kişisel görüşlerin önemi artarken, üzerinde uzlaşılmış gerçeklerin öneminin azaldığına, herkesin kendi görüşüne sahip olma hakkının gelişigüzel uygulamalarla, bilgi silolarına ve mutlakiyetçi düşünceye yol açtığına dikkat çekiyor.
“Asrın Ülkesi” ABD Başkanı Joe Biden’ın, “Asrın Seçimini” bisiklete binerken ayak üstü yorumladığını haberlerden gördük, okuduk. Veciz bir cümleydi… ben iki defa okudum, kelime mi düştü, anlam mı kaydı diye sorguladım. Şöyle dedi; “… kim kazanırsa kazanır… o bölgede zaten çok sorun var…” Açıklama, ABD’de diğer ülkelerin hepsinden daha güçlü bir damar olarak ortaya çıkan mutlakiyetçi fikirlerin “sebebi” olabilir mi, düşünüyorum…
* Bu söz esprili bir kalıp haline gelen “adam kazandı” ifadesinden hareketle kullanılmıştır. Reel olarak seçimin kazanını henüz bulunmamaktadır.