Her gün mutlu olmadığım birkaç olay mutlaka yaşıyorum. İstisnasız her açıdan… Mekan zaman insan olay bağımsız… Mutsuzluk yaratan konuların teması mı desem ana fikri mi desem, görüyorum ki, aynı. Cehalet ve buna alışmak istemiyorum.
Sokakta yürürken, trafikte araç kullanırken, telefonda konuşurken, müşteriyle iş yaparken, haberleri izlerken, dışarıda yemek yerken… Abartmadığımı biliyorsunuz, çünkü aslında misliyle siz de yaşıyorsunuz!
Alışmak istemiyorum… Kabalığa, ben yaptım oldu denmesine, alışmak istemiyorum, “bilmiyordum” deyip gelecek hataya yürüyenlere alışmak istemiyorum, üniversiteden gelen orta öğretim düzeyindeki stajyerlere alışmak istemiyorum. Benim bilgimden ve deneyimimden geride bilgi ve deneyimi olan yönetenlere alışmak istemiyorum. Elinde kitap yerine belinde tabancayla dolaşanlara alışmak istemiyorum. Yatar pozisyonunda oturmuş nargile içen gençlere alışmak istemiyorum. Umarsız ve sorumsuz insanlara alışmak istemiyorum. Bilgisizliğe, vasıfsızlığa, vasata alışmak istemiyorum.
Evet yukarıda pat diye ifade ettiğim gibi uzun uzun düşünmeye gerek yok. Pek çok nedenin içinden bir tanesi öne fırlıyor: cehalet. Diplomayla çözülür diyenlerden misiniz? Bir zamanlar safça ben de bu görüşe yakındım. Diplomanın şahane bir çözüm olmadığını gördük. Eğitim üniversite, lise, orta ve ilk öğretim kurumlarının fiziki şartları, binaları veya adediyle çözülebilmiş olsa bunu biz Türkler çözerdik. Adet olarak çok okulumuz var. Buna karşın adet olarak çok sayıda cahil diplomalımız var.
59 saniye
Bu yazının konusu diplomalı cehalet. Çünkü diploma bizde olduğu gibi göstermelik ve teknik bir detay, ama daha önemlisi diploma kültür problemini çözmüyor. Dağların yüksekliğini, nehirlerin uzunluğunu bilen (bilseler içim yanmaz) kültür yoksunu bireylere alışmak istemiyorum. Bakın çevrenize genç yaş grubunda olan herkesin en az bir lise diploması var. Gençlerimizde öyle ya da böyle üniversite diploması bir değil hatta birkaç tane. Ama hala “de-da” ayıramıyor. Neredeyse 10-20 kelimeyle hayatını sürdürebiliyor. Hayal gücü sıfır. Gördüğünden ve dokunduğundan başkasına inanmıyor. Neden biliyor musunuz çünkü günde 1 dakika bile okumaya zaman ayırmıyor. Doğru okudunuz, 1 dakika bile değil; 59 saniye. Otobüs üzerindeki levhayı okumaya ancak yeter. Araştırma rakamıdır, uydurmadım.
Kitap okumadığımız için okuduğumuzu da anlamıyoruz. İPSOS ve OECD’nin 65 ülkede yaptığı okuma yeterliliği çalışmasının sonuçlarına göre Türkiye 42. sırada. Yani verin metni dura kalka okuyor, siz 5 dakikada, o 55 dakikada bitirir… maksat okuduğunu anlamaksa, anlamıyor işte. Tabii çözümü var, üzerine gitmek ve okumak. Okuma ve yazma ve konuşma okuyarak gelişiyor. Çocuklarımızın okuduğu şeyden bir şey anlaması, hayal kurma becerisi 35 ülke arasında 28’inci sırada. Özetle kitap okumakta becerikli de yeterli de değiliz.
Her eve bir matkap
Peki öğretmenlerin durumu ne? Düzenli kitap okuyan öğretmenlerin sayısı sadece yüzde 33. Sadece 3 öğretmenden birisi düzenli kitap okuyor. İhtiyaç malzemeleri sıralandırmasında Türk insanı için kitap 235’inci sırada yer alıyor. Örneğin matkap ihtiyaç sıralamasında kitabın çok üzerinde. Her eve bir matkap lazım ama kitap gereksiz. 5 bin ve üzeri kitabı olan okul yüzde 1. Kütüphanesi olmayan okul yüzde 70. “Hiç kitap okumuyorum ben” diyenler yüzde 39. Düzenli kitap okuyan nüfusumuz genel içinde yüzde 4.
Bu bilgileri (eski) bankacı Bülent Şenver’den aldım. Şenver’in kariyeri finansal başarılarla dolu. Kendisini bankacılıktan emekli ettikten sonra önem verdiği farklı alanlara zaman ayırmaya başladı. Kurumsal etik değerler konusunda profesyonel olarak danışmanlık çalışmaları yapıyor. Şenver’in zamanının önemli bir kısmını kitaplar alıyor; Herkese Kitap Vakfı kurucusu. Tek kelimeyle şahane işler yapıyor. Hepimizin gönülden destek olması gerek.
Kitap velisi olmak
Herkese Kitap Vakfı’nın önünde adeta kuyruk oluşmuş. Kendisiyle konuştuğumda Türkiye’nin her yerinden 8 bin adet başvuru sahibi kitap bekliyordu. Çağrım şu, yayıncılar, bireyler, kurumlar kitaplarımızı okudukça başkalarının da okuması için paylaşalım çünkü başta okullarımızın ve cezaevlerimizin kitap yoksunluğu var.
Şenver, ihtiyaç listesinde kitabın yeriyle ilgili hislerini şöyle aktarıyor; “Demek ki bizim ‘delmeye’ daha çok ihtiyacımız var… kime sorsam diyor ki ‘evet bizim evde de bir matkap var’. Kitap var mı, yok. Demek ihtiyaç hissetmiyorlar. Tamam, bazı öncelikli ihtiyaçlar tabii ki var, ama kitap 235’inci sıraya düşmesin.”
Şenver finansçı kimliğiyle yaratıcı enstrümanlar da geliştirmiş. Örneğin çocukların kitapla buluşmasını sağlayacak kredi kartı benzeri bir kitap kartı (Kitapcan) oluşturmayı başaran Vakıf, yalnızca kitap alabilen bu kartı ebeveynler arasında yaygınlaştırmayı önemsiyor. Şu anda bütün D&R’larda olan bu kart isimsiz ve şifresiz kullanılıyor, sadece kitap alabiliyor.
Vakıf kartı ilk kez Darüşşafaka’daki çocuklara bağışlamış. 750 Darüşşafakalı öğrenci kitaplarını kartla alıyor. Karta para yükleyen “kitap velisi” şirketler bulunmuş. Her ay 25 TL x 52 çocuk. 1 yıllık kitap veliliği Darüşşafaka Cemiyeti makbuzu karşılığı 7500 TL. Hiçbir şey, duyurulur!
Bundan bir buçuk yıl önce başlattıkları cezaevleri programları da iyi gidiyor. İlk etapta Türkiye’deki 9 kadın cezaevinden başlamışlar. Motto; “her kitap bir pencere açar; her kitap bir gelecek”. Slogan ise “okuyan Türkiye için herkese her yerde kitap”.
Alışveriş merkezlerinde, D&R mağazalarında Kitapcan kitap bağış kumbaraları bulunuyor. Okuduğunuz kitaplardan evde durmasın dediklerinizi Kitapcan kumbarasına bırakabilirsiniz.
Siz de “alışmak istemiyorum” diyorsanız, okuyan Türkiye için el vermelisiniz. Okudukça daha güzel bir yaşamın kapıları kendiliğinden açılacak, inanın.