İnsanları ve içinde bulunduğumuz durumları daha iyi anlayabilmek için, bazen bölmek, kategorilere ayırmak, somut tanımlar yapmak işinizi kolaylaştırabilir. Uygulanabilir bir metod olduğu söylenebilir. “”Her yer ve koşulda işe yarar mı?”” diye soracak olursanız eğer, her zaman yaramayabilir demek zorundayım.
Türkiye’de liderlik şablon cümlelerle anlatılmaya ve anlaşılmaya çalışılır. Liderler, liderdir çünkü onlar liderdir… Nasıl lider oldukları ise kimsenin ilgisini çekmez. Niye lider oldukları da… Belki düşünce tembelliğimizden belki tarihsel itaat/saygı duygumuzdan kaynaklanıyor, kabulleniriz. En kötü açıklama, nasıl olsa onlar lider doğmuşlardır.
Buraya kadar işin bir yönü… Diğer yönü ise bizim ülkemizde liderler öyle ya da böyle başa geçmiş ve o başı hiç bırakmamış insanlardan oluşur.
Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan buna örnektir.
Lider deyince anladıklarımız şablon olduğu için, verdiğimiz örnekler de şablon olacaktır. Şaşırmayın lütfen.
Adlarını saydığım siyasi liderlerin ardından genç kuşak yönetici ve adına lider denen siyasi parti başkanları da gördük tabii. Onlar, bir önceki nesile yaş olarak fark atmalarına karşın, kaderde fark atamadılar. Çünkü icraat- tavır-hal ve davranışta bir değişiklik gösteremediler. Kendilerinden yaşça çok büyük olan geçmiş liderlerin kaderini onlar da üzerlerine giydiler ve tasfiye oldular.
Biri diğerinin dedesi, biri öbürünün torunu olabilecek; haydi bilemediniz, biri diğerinin babası, biri öbürünün oğlu ya da kızı olabilecek kadar büyük yaş farkı olsun ve arada bir fark olmasın…
Aynı dönemde yaşamadılar, aynı çocukluktan geçmediler; birileri savaş gördü, diğerleri görmedi; birileri kıtlık nedir bildi, öbürleri anlamadı…
Bazıları mahallede büyüdü, diğerleri korumalı ortamlarda; kimileri devlet okuluna gitti, kimileri özel okula…
Ama fark yaratamadılar…
Ya da biz anlayamadık. Anlamadık!
Türkiye yine anlaşılması zor bir dönemde. Şu an iktidarda olanlar ise geçmişte birbirlerinden yaşlarıyla ayırdığımız liderlerin hiç birine benzemiyor. Denenmemiş bir grup insan. Onlar da bu memleketin evladı değil mi, doğrudur öyle. Ama uzaylı gibiler. Onları tanımıyoruz onun için yukarıdaki gibi bir sınıflandırmaya sokamıyoruz.
Ben, kendi adıma, yeni siyasi liderleri, anlamak için gösterdiğim ciddi çabaya rağmen anlamakta güçlük çekiyorum. Ama denemeye devam edeceğim.
Bu arada siyasi liderler böyle de işdünyasındakiler farklı mı? Nasıl olur… Tabii ki değil.
Nereden geliyor bunlar?
Bu hafta içinde yayınlanan bir habere dikkatinizi çekmek istiyorum. Haberde kimileri için şaşırtıcı hiçbir şey yok; kimileri için, haberde “”artık”” şaşırtıcı bir şey yok.
Okuduğum zaman, “”Olmamalı böyle bir şey”” dedim içimden. Şimdi açık açık söylüyorum. Yakıştıramadım ne kendime, ne de Türkiye’ye…
Okuduğum zaman “”Nereye gidiyoruz”” diye düşündüm, sizin de düşüneceğiniz gibi. Ama ardından bir başka soru geldi ve onu silip attı: “” Nereden geliyor bunlar? “”
Haber şöyle;
“”Recep Akdağ… AKP Erzurum Milletvekili ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanı. Recep Akdağ, bakanı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Sistemi’ni reddediyor. 14 yaşındaki türbanlı kızı Cemile’yi Türkiye’de okula göndermiyor. Cemile ilköğretimi Erzurum’da bitirdi. 8 yıllık zorunlu eğitim diplomasını aldı, türbanı taktı, Türkiye’de okula gitmeyi bıraktı. Şimdi, evinden çıkmadan, internet üzerinden Amerika’daki Citizens’ High School’da lise eğitimi alıyor. Ayrıca, Türkiye’de televizyondan eğitim veren Açık Lise’de eğitimini sürdürüyor. Cemile Akdağ’ın internet üzerinden eğitim aldığı okulun adresi şöyle ‘www.citizenschool.com/start.htm’.
Bakan Recep Akdağ, ‘Kızım Cemile türbanlı olduğu için Türkiye’de normal okullarda okuması mümkün değil. Bu yüzden, ABD’deki Citizens’ High School’da internet üzerinden eğitim görüyor. Aynı zamanda Türkiye’de de açık lisede eğitim görüyor. Böylece, iki okulu da okumuş olacak ve iki diploma alacak. ABD’den alacağı diplomayla yurtdışında bir üniversiteye kayıt yaptırabilecek…’ dedi.
Bakan Akdağ’ın 5 çocuğu var. 3 erkek, 2 kız. Büyük kızı Cemile. Küçük kızı Havva Nur. 8 yaşında… Erkek çocuklara gelince… Ramazan Erzurum’da, Muhammed İstanbul’da eğitim görüyor. Küçük Yahya ise henüz okula gitmiyor. AKP hükümet kurduktan hemen sonra Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın eşi Şeyma Hanım’ın kara çarşaflı olduğu iddiaları ortaya atıldı. Bakan Akdağ eşini ve çocuklarını bakanlığa getirerek gazetecilere poz verdi. Eşinin çarşaflı değil, türbanlı olduğunu anlattı ve çocuklarını tek tek tanıttı.
Evlendiği için Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni ikinci sınıfta bırakan 37 yaşındaki anne Şeyma Akdağ, ‘Kızınızı neden Türkiye’deki bir okula göndermediniz?’ sorusuna şu yanıtı verdi: ‘Malum sebeplerden dolayı. Türbanlı olarak Türkiye’deki okullara gidemiyor.’ “”
Liderliklerinde Nelerden Etkileniyorlar?
Akdağ bir lider mi?
En azından bir bakanlığa hükmediyor, sağlığımızı eline geçirmiş yönetiyor… Daha ne olabilir değil mi?
Liderse nasıl bir lider.
Bugünün şartlarına, dünyanın konuştuklarına ve benim kafama uymadığını söyleyerek noktalamak yeterli olabilir.
Kızı bir gün lider olur mu?
Neden olmasın, babası olduktan sonra…
Olursa nasıl olur?
Bugün yaşadıklarının birikimi, bugün yaşadıklarının iziyle… Hayatına damga vuran yasaklar ve yoğrulduğu türbanıyla. Kendisine sınırsız bir dünya sunan interneti ve onu tecrit eden babası ve türbanıyla…
Akdağ mensubu olduğu siyasi partinin içinde büyük farklılıklar gösteren bir milletvekili ya da bakan mı?…
AK Parti içinde pek çok bakan ve milletvekili ya da parti üyesi benzer anlayışı ve koşulları taşıyor. Partinin başkanı da, çocuklarını bu ülkede okutmuyor.
Bu yazının konusu aslında türban ve AK Parti’nin icraatları değil.
Bu yazının konusu liderlik.
Lider, nasıl lider olur?
Lideri lider yapan içinde bulunduğu şartlardır.
Ben de içinde bulunduğum ortamı içime sindirmeye değil, anlamaya çabalıyorum. Aynı mekanda farklı dünyaların insanları gibi yaşamak bugüne kadar öyle ya da böyle mümkün olmuş olabilir, mümkün olduğu sanılmış olabilir, ben kendi adıma ne kendimin ne de başkalarının uzaylı gibi yaşamasını istemiyorum.
Geeks and Geezers
Bu duyguları ve düşünceleri size aktarmamı sağlayan bir anlamda bu hafta okuduğum bir kitap; Geeks and Geezers. Tavsiye ederim.
Geeks and Geezers, Harvard Business School yayınlarından çıktı. Warren G. Bennis ve Robert J. Thomas tarafından kaleme alındı.
Tabii tavsiye ettiğim kitap ve kendi tavsiyelerim üzerine sizi uyarmalıyım. Okuduğum kitapları farklı okumaya çalışırım, satırları okuduğum kadar satır aralarını okumaya çabalarım. Bazen yazılmayanları da okurum. Burada size aktardıklarım zaten önemli ölçüde satırların arasında kalanlar.
Yazarların yanıt bulmaya çalıştığı soru basit; “”Liderlerler nasıl lider oluyorlar?”” Konuya bugüne kadar incelenmemiş bir yönüyle bakıyorlar. İddiaları, liderlerin içinde yaşadıkları dönemin koşulları tarafından şekillendirildikleri ve o nedenle birbirinden büyük farklılıklar gösterdikleri.
Doğrusunu isterseniz kitap tek bir satırında bile benim yukarıda verdiğim örnekler, bizim siyasi hayatımızla ilgili ipucu vermiyor. O kadar farklı ki, benzerlik dahi kurulması mümkün değil.
Yapmanız gereken araladığı küçük pencereden kafanızı uzatıp bakmanız. Soru sormak serbest.
35′likler ile 70′likler
Geeks 35 yaş ve altı ile Geezers 70 ve üstü grubu ele alıyor.
Biri torun diğeri dede…
Dedeler analog, torunlar dijital.
İlginç bir çalışma.
Bilimsel değil. Örneğin baba Bush ile oğul Bush’un birbirlerine bu kadar benzemelerinin gerekçesini ortaya koyamıyor. İkisini de şekillendiren farklı ortamlar olmasına, birbirlerine benzemelerini beklemememize rağmen, bu kadar aynı politikalar üretmiş olmalarına bir açıklama getiremiyor.
Söylenen özetle şu; İster siyaset, ister iş dünyası ya da toplumsal hayat… Liderleri, liderin karakteriyle anlamak, anlamaya çalışmak demode bir yöntem. İçinde bulunduğu dönem, dönemin özellikleri, liderin dünya görüşü ve icraatlarına ilişkin daha fazla ipucu veriyor.
Düşünsenize geçtiğimiz 20 yıl pek çok anlamda küresel değişim yaşadı, anlayışlar farklılaştı koşullar değişti. İletişim ve teknoloji hayatımızı farklı bir eksene taşıdı. Soğuk Savaş bitti. Doğru bildiğimiz her şey yıkıldı. 11 Eylül’de yaşanan terör saldırısıyla büyük küçük, yaşlı genç, Amerikalı Türk, kadın erkek herkes tarihin farklı bir dönemine adım attı.
Yaşananlar hepimizin hayatına damga vuruyor. Bizi şekillendiriyor. Başka bakıp, başka konuşmamızı sağlıyor. Bu yaşananlar hepsinin büyük savaşlar olması da gerekmiyor, büyük salgın hastalıklar da…
Kaybettiğiniz çocuğunuz; attığınız önemli bir adım; isminizi altın harflerle yazdırdığınız bir başarı; ailenizi silip süpüren bir trafik kazası; ansızın kazandığınız servet…
Kitap yukarıda özetlemeye çalıştığım tema etrafında dönüyor. Benim sizi döndürmek istediğim tema ise, çevrenizdekilere, ister patronunuza, ister başbakanınıza, ister okul müdürünüze her kimse sizi yönetenler ya da yönetilmenizde aktif rol oynayanlar, onlara artık daha farklı bir gözle bakıp anlamaya çalışın. İpuçlarını yakalamaya çalışın.
Kim bunlar?
Biraz da kitabın gerçek teması üzerine…
Geeks and Geezers yerine Anolog ve Dijital kelimelerini kullanacağım.
Analoglar, deneyimleriyle hayata damgalarını vuranlar. Bugün 70 yaş ve üzerindeler. Hayata atıldıkları alanı daha sonra değiştirmiş olabilirler. Hemen hepsi bugün emekli ancak pek çoğu hala ısrarla ve inatla çalışmaya devam ediyor.
Sözel kültürden geliyorlar. Hiyerarşiye inanıyorlar. Emir komutayı benimsiyorlar. Tecrübe ve uzmanlığı baş tacı ediyorlar. Dünyaya biraz mekanik bakıyorlar. En fazla dünya savaşlarından korkuyorlar.
Sorularına somut yanıtlar bulmaya çabalıyorlar, hayata biraz daha gerçekçi bakıyorlar. Ömür boyu düşündükleri ve yanıt bulmaya çabaladıkları konu, geçim. Kadınların ekonomik hayata tam olarak katılmadıkları bir dünyadan geliyorlar. Çok çalışıyor, çok çabalıyor, bütün bunları yaparken çoğunlukla önce kendilerini, sonra ailelerini unutabiliyorlar.
Ekonomik ve sosyal hayatta hala aktif olan bu anolog adamların kendi içinde en önemli özellikleri, bedenlerini koruyamasalar da ruhlarını koruyabilmeleri. Diğer bir ifadeyle genç kalabilmeleri. Canlı ve heyecanlı; azimli ve korkusuz olmaları. Enerjiyle dolu ve sıcak yaklaşım içinde bulunmaları. Böylece fizik yaşları ne olursa olsun bir türlü yaşlanmamaları.
Dijitaller 35 yaş ve altı. Son dönemin ürünü onlar. Büyük olasılıkla çok genç yaşta başarıyla tanıştılar. Teknoloji alanında çalışmaları gerekmiyor ancak teknolojiyle içli dışlı yaşıyorlar. Makine ve teknolojiyle en az insanlarla anlaştıkları kadar iyi anlaşıyorlar.
Yaratıcılığa tapıyorlar; tecrübeye, analoglar kadar sahip çıkmıyor, onlar kadar önemsemiyorlar. Tecrübeden çok denemeyi seviyorlar. En fazla terörden ve yarattığı belirsizlikten korkuyorlar. Dünyaya dedelerinden daha farklı bakıyorlar. Dünyayı yaşayan bir organizma gibi algılıyor sürekli değişiyor olmasını içlerine sindirmeye çabalıyorlar.
Hiç bir konuda müthiş uzmanlıkları yok. Uzman sayıldıkları konu genelleme. Ama onda da inanılmayacak kadar derine inebiliyorlar.
Çok hırslı oldukları söylenebilir. Geçim derdinde olmadıkları da… Dünyayı nasıl değiştirebileceklerini düşünüyorlar… En büyük hedefleri tarih yazmak.
Onları özetlemek için sabırsız oldukları, hız kavramına taptıklarını söylemek mümkün. Hayatın, fırsatların bütününden oluştuğunu düşünüyor, fırsatları kendileri yaratıyor, onu tutup almak için hiç bir çekingenlik göstermiyorlar. Risk almaya bayılıyorlar…
Kadınların da ekonomik olarak aktif rol oynadıkları bir dönemde yaşıyorlar. Hırslı olmaları iş ve ev dengesini gözetmedikleri anlamına gelmiyor. Buna karşın dedelerine oranla geç evleniyor, sık boşanıyorlar.
Kahramanlara ve büyük liderlere inanmıyorlar. Kendileri için bir idol gösteremiyorlar.
Farklı olmadıkları yönler
Birbirlerinden geceyle gündüz kadar farklı olsalar da, analoglar ile dijitallerin ortak bazı özellikleri var. Yaşları ne olursa olsun öğrenmek için büyük bir azim içindeler. Limitleri zorlamasını seviyorlar.
Kitapta, yaşı ne olursa olsun tüm liderler için ortak olduğu düşünülen bir özellik var; liderler hayatlarının bir döneminde başlarından çok önemli hatta dramatik büyük olasılıkla yaşamlarını değiştiren bir olay yaşamış olmaları. Liderlerin hayatlarını, bu dönüm noktasından sonra çok farklı bir rotaya oturttukları gözleniyor.
Anologlar küresel anlamda İkinci Dünya Savaşı’ndan çok etkilenmiş, bu etkiyle hayatlarını değişik noktalara sürüklemiş gözüküyorlar. Dijitallerin en önemli etki noktaları ise ansızın vuran terör olayları, biyolojik saldırılar.
Analoglarla dijitaller birbirinden ayrılıyor. Tarihsel sürece bakıp nerede ve niye ayrıldıklarını anlamak mümkün. Örneğin büyük ekonomik krizlerin yarattığı etki, savaşların getirdiği farklı koşullar… İnsanların hayatlarına etki edebiliyor. Ettiği de kanıtlanabiliyor. Karşınızdakinin hareketlerini bu şekilde daha anlamlı bir zemine oturtabiliyorsunuz.
Peki ya bizim liderlerimiz? Birbirinden farklı olması gerekenler birbirine benziyor; birbirine benzemesi gerekenler geceyle gündüz gibi ayrılıyor. Liderliğe yeni soyunmuş olanlar mı? Onlar nerede yetişmiş, neden etkilenmiş, ne sever ne sevmez ne düşünür ne düşünmez…
Tanımıyoruz, bilmiyoruz.
Düşündüklerini söylüyorlar mı?
Söylediklerini düşünüyorlar mı?
2003 yılında çocuğunu okula göndermeyen baba bakan mı gerçek; türban bizim meselemiz değil diyen baba başbakan mı?
Neden böyle düşünüyorlar?
Görüntüleri aldatıcı mı? Sahte ve maske mi?
Geeks and Geezers sosyolojik ya da antropolojik bir çalışma değil. Bizim sistemimizi de anlatmaya çalışmıyor. Bir araştırmaya dayandığı doğru. Araştırmayı yapanlar deneyimli işadamları. Anlatmaya çalıştıkları özellikle işdünyasındaki başarılı liderler.
Kitap belli noktalarda başarılı gözlemler yakalıyor. Ama hızla okuyup bitirdikten sonra bana benim çevremdekileri anlatmadığını fark ettim.
Biraz hayal kırıklığı tabii. Türkiye Cumhuriyetinin bir bakanı, idaresinde bulunduğu devletin okuluna kız çocuğunu göndermiyor. Neden, 13-14 yaşlarındaki kız çocuğunun artık kapanması gerekiyor. Saçının bir teli gözükürse vay haline…
Eve kapatılan çocuklar, eve kapayan babalar…
Çocuklarımızın fizik ve ruh sağlığından da sorumlu olan bir baba, bir bakan, yeni bir dünya, teknoloji, gelişmişlik, yüzyıllar öncesine ait düşünceler, korkular, korkutmalar…
Kızı sonra eğitimini ABD’de tamamlayacakmış. Hani şu karşı oldukları her şeyin bulunduğu şeytani dünyada…
Fuhuş da var, çıplaklık da var, alkol de var, aşırılık da var… Aklınıza gelen gelmeyen her şeyin cenneti de sayılabilecek bir ülkede saçının bir teli gözükmeden eğitim almak…
Bir yerde bir terslik var.