Eskiden böyle büyük lafları hiç anlamaz, çevremdekiler “her şeyin başı sağlık” diye başlayan nasihat ağırlıklı konuşmalar yapınca kaçacak delik arardım. Önceleri bana bir şey olmaz deniyor, çünkü eğer temel bir sorun, ciddi bir kaza, kalıtsal bir durum yoksa, gençlik bütün eksikleri yorgan gibi örtüyor. Böylece sağlık sorunlarıyla önce yakın çevrede, ardından kendi bedeninde tanıyor insan.
Hayatın gerçeklerini anladığım ya da diyelim ki, anlamaya başladığım dönem üniversite yıllarım. Çorap söküğü derler ya, ailemin önemli bir bölümünü farklı nedenlerle yitirdim. İki amcam, babaannem… Anneannemin “amansız” hastalığı ise travmatik oldu. Zaten büyükbabam anneannemin yokluğuna 3 ay dayanabildi, o da veda etti bir akşam kucağımda…
Anneannem benim annem olabilecek kadar genç, fiziki olarak çok ama gerçekten çok güzel bir kadındı. Birlikte çok zaman geçirdiğimiz hatta hayatımın bir dönemini anneannem ve büyükbabamla yaşadığım için farklı, yakın, sıcak bir ilişkimiz vardı.
Bir yaz tatilinde, unutmam kumsalda güneşleniyorduk… Memesinde sertlik farketti. Her şey hızla gelişti. Tatilden apar topar döndük, ameliyat edildi. Bitti sandık. Meğer yeni başlıyormuş. Ameliyat sonrası meme protezleri alındı, hayat tuhaf da olsa rayına girmeye başladığında rahat edeceğiz, ne yapalım bir memeyi kaybettik ama hayat devam ediyor, canı cehenneme. Anneannem hala güzel, hala özeni, şık ve dik… Demeye kalmadı, ikinci kez tökezledi anneannem. Metastas kelimesinin anlamını o zaman öğrendim. Doktor doktor dolaşıp, doğru değil demelerini istedik. Artık gerçekle yüzleştiğimiz bir doktor muayenesinde, sözüm ona anneannemi kandırıyor, ondan saklıyoruz. Anneannem doktora “siz yemin ettiğinizi biliyorsunuz değil mi doktor bey, bana doğruyu söyleyeceksiniz” dedi. Doktor yalan söyledi, hiçbir şeyiniz yok, gayet iyisiniz…
O gün doktora inanmayan daha hasta olduğunu ondan sakladığımızı düşünen anneannem, ilerleyen zamanlarda kendi kendini kandırmaya ben hasta değilim demeye başladı ama nafile… Sonraki günler, haftalar ve aylar azap doluydu. Tüm nöbetci eczanelerin yerini ezbere bilirdim, hastanelerin onkoloji departmanlarını da. Bülent Berkarda’nın muayenehanesi ikinci adresimiz gibiydi, yarı hastabakıcı olmuştum. Son zamanlarda karından su almak gerektiğinde, ağrıları dayanılmaz olduğunda iğne yapmak bana düşmüştü… Elimin hafif olduğunu bile söylerdi zavallıcık.
Meral’in yazı dizisi beni bu birikimle karşıladı. Kitabında yazdığı gibi, ben de birçokları gibi “bugün ne yazacak, hangi aşamayı anlatacak” diye bekler oldum. Ama hiç yukarıda anlattığım gibi, yazarken bile gözlerimin dolduğu bir ruh haliyle okumadim. Zaten hemen SMS attım, “yazını keyifle okuyorum” diye. Sonra kendi kendime, “ne biçim şeyler yazıyorsun allahaşkına” dedim ama, mesajı da silmek içimden gelmedi doğrusu. Çünkü Türkçesiyle, kurgusuyla ve içeriğiyle son olarak hastalığıyla ilgiyle okuduğum bir diziydi. SMS’in arkasına “paradoksal bir durum” diye de ekledim. Böylece keyif aldığım söylemindeki o zıpçıktı anlamı sildiğimi sandım.
Tabii insanın Meral ve Osman gibi arkadaşları olunca biraz daha düşünerek ve özenle seçmeli sözcüklerini. Meral’den bana cevap geldi, “Osman soruyor paradoksal ne demek?” Ayıkla pirincin taşını.
Beyin çok önemli bir organ. Pek çok şeyi orada başlatıp bitirebiliyoruz. Çoğu mutsuzluğu orada yaratıp orada mutlu olabiliyoruz. Beyinde hasta oluyor ya da sonlandırıyoruz hayatı. Bu kadar ileri gitmem doğru mu bilmiyorum. Önemine vurgu yapmak istiyorum. Meral’in kitabını okumanızı öneririm. Kadınsanız okuyun lütfen, çok bizden, çok bizim için.