Ben sizi gerçekleri bilmeye, ama umudunuzu ve azminizi yitirmemeye davet etmek istiyorum.
Neden mi?
Eeee… biz deve kuşu muyuz ayol!!!!!!
Geçtiğimiz haftalarda izlediğim bir tartışmada, katılımcılar Türkiye ve dünya ile geleceğimiz konusunda değişik fikirler öne sürerken; bir yandan da uluslararası kuruluşların verilerinden söz edip, kıyaslayarak ülkemizin nerede durduğunu göstermeye çabaladılar. Kimsenin kötü niyeti yok, ama Türkiye’nin yerini yurdunu göstermeye kalktığınız zaman nedense rakamlar iyi konuşmuyor. Bir bakıyorsunuz ana tema yağmur, çamur, soğuk ve kış günlerini anımsatıyor. Panelin başkanı konuşmaların ardından ortaya dökülenleri toparlamak istedi. Rakamlar hiçbir yanından tutulur gibi değildi. Nereden baksanız Türkiye’nin son dönem performansını izah etmeye yarayacak bir durum ortada gözükmüyordu. Baktı ki olacak gibi değil, raporu hazırlayan uluslararası kuruluşta bir ya da birden fazla Türk olduğundan emin olduğunu söyledi. Herkes gülüşürken oturum başkanı; “Çünkü Türkleri Türkler’den başka kimse bu kadar yerden yere vurmaz” dedi. Bu yaklaşıma da ben çok güldüm doğrusu.
Konunun üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.
Sizi düşünmeye davet etmemin nedeni, zaman zaman kendimi böyle bir pozisyonda buluyor olmam değil şüphesiz.
Ancak vatan haini gibi algılanmak doğrusu da çok keyifli bir durum değil. Geçmişten gelen beylik sözlerle durumu izah etmek de mümkün; “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”
Doğrudur, doğrular biraz can yakar.
Ama can yakacak diye doktora gitmediğiniz oldu mu?
Canınız yanacak diye dişinizdeki çürüğü tedavi ettirmediğiniz?…
İsterseniz ettirmeyin, sonra çekip alıyorlar!
İkisinin Arası
Tanıdığım ve çok sevdiğim bazı insanlar, olumsuz ve negatif şeyler duymaktan hiç hoşlanmazlar. Çoğu akıllı, ileri görüşlü ve aydınlık kişiler. Ama ikide bir durum vaziyetlerini hatırlamak onları boğar. Böyle ortamlarda bulunmamaya özen gösterirler. Çok sıkıldıklarında ya ortamı terkeder ya da haydi artık deyip konuyu değiştirirler…
Bazı tanıdıklarım, eleştirir de eleştirirler. Ağızlarından çıkan olumlu bir tek cümleyi yakalamak mümkün olmayabilir. Kaçacak yer arasanız iyi olur. İçiniz kararır, ruhunuz bunalır. Yapacak hiçbir şey yoktur, onların durumu doğuştandır.
Acaba ikisinin arasında bir yerlerde durmak mümkün olamaz mı? Sabah kalk akşam yatana kadar aymaz vaziyette… Yüzünde güller açarak dolaşmanın bir anlamı olmadığı gibi, sabahtan akşama kadar sağa sola sövüp, küfredip ve kadere lanet ederek dolaşmanın da bir gereği yok.
Buraya kadar sizi güzelce hazırladığımı varsayıyorum. Bundan sonraki satırlarda karşınıza ne çıkacağını iyi tahmin ediyor olmalısınız.
Beni biraz olsun tanıyorsanız, yorganı kafama çekip büzüşüp yatmayacağımı da biliyorsunuzdur.
Yılmadan ve korkmadan size sevimsiz konulardan söz etmeye devam edeceğim. Üstelik moralimi bozmadan. Üstelik ümidimi yitirmeden. Üstelik sağa sola küfür kıyamet bulaşmadan.
Belki moralinizi bozacağım yine ama ne gam. Benim burada moralim bozulurken sizi rahat bırakacağımı düşünmüyorsunuz herhalde.
Küresel Rekabet Raporu
Küresel Rekabet Raporu 2002-2003 yayınlandı. Peter K. Cornelius’un editörlüğünü üstlendiği raporun iki tanınmış direktörü var, Michael E. Porter ve Klaus Schwab.
Araştırmaya toplam 80 ülke katılmış. Bir kaç ülke düşmüş, Mısır Hükümeti kendi isteğiyle gerekli bilgileri vermediği için sıralamaya alınmamış. Bu yılki rapor geçtiğimiz yıllara göre daha kapsamlı bir çalışmadan oluşuyor.
Rapor editörün özetiyle açılıyor. Ve Türkiye de ilk sayfada yerini alıyor. Pek gururlandıracak bilgilerle değil ne yazık ki.
Raporda, Arjantin ve Türkiye’nin içine düştükleri ekonomik bunalımın bu iki ülke için yüksek faturası olduğu, ama neyse ki, bulaşıcı bir hastalık gibi sağa sola yayılmadığı belirtiliyor.
Genel olarak rekabet endeksine bakacak olursak Türkiye 2002 yılı performansıyla 80 ülke arasında 69’uncu olabilmiş.
Endeksin bizden sonraki 10 ülkesini burada sıralamazsam kendimi rahat hissetmem. Bu 10 ülke, kötüden çok kötüye doğru şöyle: Guetamala, Nijerya, Paraguay, Ekvador, Bangladeş, Nikaragua, Honduras, Ukrayna, Bolivya, Zimbabve ve Haiti.
Pes Doğrusu!!!
Benim buna itirazım var kardeşim.
Kimsenin Türkiye’yi bu kadar beter ülkelerin arasına itmeye hakkı yok.
Birileri çıkıp, “Ne demek beter ülke” diye bana ders vermeye kalkabilir. Zahmet etmesin almayacağım. Rakamlar ortada, isterseniz siz böyle buyrun.
Benim yerim, sizin yeriniz, kızımın yeri, oğlunuzun yeri, annemin babamın yeri, dayınızın teyzenizin yeri… Hiçbirimizin yeri 80 ülke arasında 69’uncu değil. Peki öyleyse neden Türkiye’nin yeri 69.
Elini sallasan bir girişimciye çarpıyorsun, kolunu kıpırdatsan bir başarı öyküsü duyuyorsun; kafanı çevirsen ihracat şampiyonu var…
Tamam anladım, herkes değil ama azımsanamayacak bir grup başarı hikayesi var! O zaman bu ülkenin hali ne?
Bireyi iyi, ülkesi kötü olur mu?
Olmaz!
Ülkesi kötü, bireyi iyi olur mu?
O da olmaz!
Ben bıktım, her siyasetçinin çıkıp, onu yapacağım, bunu yapacağız, şöyle olacak, buraya geleceğiz demesinden.
Elinizi tutan mı var?
Yok!
Buyrun yapın o zaman. Buyrun kararları alın o zaman…
En azından bizim elimizi bırakın!
Sürekli Geriliyoruz
Türkiye geçtiğimiz yıl genel rekabet sıralamasında 54’üncüydü. Raporda mikro ekonomik rekabet gücü ayrı bir endeks olarak sunuluyor. Buna göre, Türkiye 80 ülke arasında 2002 yılı için 54’üncü sırada. Bu sıralamada, 2002 için kullanılan formülle hesaplandığında Türkiye 2001 yılı için mikro ekonomik rekabet gücü sıralamasında 35’inci sırada yer alıyordu.
Genel rekabet gücü sıralamasını destekleyen diğer endekslere göz atmakta fayda var.Türkiye’nin genel rekabet sıralamasında 69’uncu olduğunu tekrar anımsatalım önce. Teknoloji endeksine göre Türkiye 54’üncü; kamu kurumları endeksine göre 63’üncü; makro ekonomik göstergelere göre ise 78’inci sırada yer alıyor.
Mikro ekonomik Rekabet Endeksi’nde 54’üncü sırada yer alan Türkiye’de şirketlerin operasyonu 80 üzerinden 56’ncı sırada; ulusal iş yapış çevre değerlendirmesine göre 55’inci sırada.
Beşten şaşma formülüyle çalışan, tembelin bir üstü öğrenci profili gibi.
Tabii bir fark var, bu endekse göre karne sıfırla dolu.
Rapor, tablolarla dolu. Hangi birine bakacağımı şaşırmıyorum.
Hepsine tek tek bakıyorum.
Tablolaların hepsi bir sayfa uzunluğunda ve küçük küçük rakamlar… 80 ülke başka türlü sığmıyor.
Ben yine şaşırmıyorum. Çok rahat her şeyi buluyorum. Zaten aradığım, Türkiye.
İstediğin tabloya gel. Gözünle tablonun ortasını bul. Oradan aşağı in in in in in… İşte Türkiye orada bir yerde. Daha kolayına gidiyorsa, İstediğin tabloyu aç, gözünü listenin en altıyla hizala. Sonra bir çık, bir daha çık… İşte Türkiye tam orada.
Bazılarınız böyle olumsuzluklardan çok sıkılıyor. Tamam siz buraya kadar zahmet etmişsiniz. Kenarda sağda duruyorum bir zahmet inin.
Geride kalanlar, var mısınız devam etmeye?
Rekabet edebilmek
Rekabet edebilme özelliği, ülkelerin, şirketlerin ve bireylerin ekonomik değer olarak ölçümlenebilmesi için son yıllarda çok sık başvurulan bir değer. Genel olarak tüm dünyada üzerinde ortak bir anlaşma sağlandığı gözlenmekle birlikte rekabet edebilme ve rekabet konsepti her zaman her yerde doğru algılanamayabiliyor.
Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden ve yönetim literatüründe guru olarak kabul gören Michael E. Porter’a göre yakın zamana kadar ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölçümlemek üzere uygulanan rekabet kavramının, ülkelerin makro ekonomik kalkınmışlığı üzerine bina edilmiş olduğuna dikkat çekiyor.
Porter, IMF’nin, politikalarını üzerine inşa ettiği makro ekonomik değerlerin, ne yazık ki bir ülkenin gelişmesini sağlamak açısından yüzde yüzlük bir başarı sağlamadığını savunuyor. Porter’a göre mikroekonomik dengeleri, makro ekonomik dengelerden daha fazla gözetmek gerekiyor.
Mikro ekonomik rekabet endeksi başlığı altında yazdığı makalede, Porter; “Düzgün bir yargı sistemi, kurumsallaşmalarını tamamlamış kamu kurumları ve sosyal yapılar, sosyal adalet, dengeli para piyasaları ve dengeli bütçenin, ülkenin kalkınmasına etkisi yadsınamaz. Bu genel ve makro tanımlar ne yazık ki yeterli değil. Bu makro yaklaşımlar zenginlik yaratılması için gereken ortamı hazırlamakta yardımcı olabilir ancak zenginlik yaratamaz. Zenginlik bir ekonomide mikro ekonomik düzeyde elde edilebilir” diyor.
Gelişmekte olan ülkelerin mikro ekonomik dengeleri tutturabilmek konusunda ciddi sorunlar yaşadığını biliyoruz.
Bir ülkenin rekabet gücünü artırabilmesi için tek yönlü bir çaba yerine aynı anda pek çok değişik yönden saldırıya geçmesi kaçınılmaz.
Porter’a göre, rekabetin anlamını bulmak için durulacak ilk durak, zenginlik. Bir ülkenin yaşam kalikesi o ülkenin ürettiklerinden oluşur. Bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin sayısı ve bu mal ve hizmetlerin dış pazarlarda yakaladığı fiyat o ülkenin rekabetini gösteriyor.
Anlayacağınız, Hedef Üretim
Mikro ekonomik düzeyde rekabet iki düzeyde ölçülüyor. Bunlardan birincisi yerli ve yabancı firmaların iş yapabilme kabiliyetleri, bu kurumların birbirleriyle rekabeti; ikincisi, mikro ekonomik iş çevresinin kalitesi.
Rekabet analizi firmaları üçe bölmüş. Bunlardan ilki az gelirli ülkeler, ikincisi orta gelirli ülkeler, üçüncüsü ise üst gelir grubundaki ülkeler.
Türkiye bu üç grup içinde az gelirli ülkeler kategorisinde yer alıyor. Bu grupta bulunan diğer ülkelerde örnek vermek gerekirse; Tunus, Namibya, Tayland, Kolombiya, El Salvador, Çin, Ürdün, Endonezya, Hindistan, Zimbabve, Fas, Filipinler yer alıyor.
Az gelirli ülkelerin temel özelliği rekabet avantajını yoğun olarak ucuz iş gücü ve ucuz doğal kaynak üzerine bina etmeleri. Bu düzeyde şirket bazında bakıldığında müşteriye dönük ürünler göze çarpıyor ancak paralel olarak aynı düzeyde teknolojik gelişme gözlenmiyor. Az gelirli ülkeler pek çok mikro ekonomik değer açısından sıranın sonunda yer alıyor.
Düşük insan gücü maliyeti, düşük hammadde fiyatlarıyla rekabet edilebilecek dönemler geride kaldı. En az girdiyle en fazla gücü elde eden ülkeler rekabette ayakta kalabiliyor. Öncelikle rekabet edilebilecek alanların seçilmesi, ardından mevcut durum analizinin yapılması, geliştirilmesi, yaratılması planlanan coğrafi alanlara karar verilmesi, oyuncuların yaratılıp geliştirilmesi ve oyuncular arasında iletişim sağlanması gerekiyor.
Bu sıralanan gerekli şeylerin hiçbiri bizim ekonomimizde yok.
Moralinizi sıfırlamayı başardım mı?
Buraya kadar gelen birinin moralinin bozulacağını sanmıyorum.
Olsa olsa gücüne güç katmış olabilir.
Biliyorsunuz başarmak zorundayız.
Sevgiyle kalın.