İşsizler ortada kaldı. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Kimse bu işsizleri sahiplenmiyor. Üvey evlat bunlar galiba.
İşsizler ortada kaldı. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Kimse bu işsizleri sahiplenmiyor. Üvey evlat bunlar galiba.
Önce Başbakan bir yurt gezisinde yerel seçimler için oy isterken, karşılığında kendisinden iş isteyen vatandaşları azarladı, sonra Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, istihdam sorununun devletin değil, özel sektörün konusu olduğunu söyledi. Şimdi de İstanbul Sanayi Odası Başkanı Tanıl Küçük, ‘İstihdamın çözümünü bizden beklemeyin. İstihdam sorununun tek başına imalat sanayii yatırımları ile çözülmesi mümkün değil. Başta hizmet olmak üzere yeni alanlar açılmalı”” diye konuştu. Peki, işsizlik kimin sorunu sizce? Sanırım bir tek işsizlerin.
Görünen o ki hükümet artık rahat, topu attı, böyle bir sorunu yok. Anlaşılan özel sektörün de yok. Kamunun böyle bir sorunu olmasın zaten. Oradaki durumu ifade etmeye ne yürek, ne de kelimeler yeter.
Aşağıda iki değişik araştırma ve neticesinde ortaya çıkarılan çalışmalardan kısa alıntılar var. İstihdamın fotoğrafı da diyebiliriz. Ben şöyle bir isim koymayı daha uygun buldum; “Bana Ne Ekonomisi’nin Fotoğrafı”. Bu fotoğrafa iyi bakın lütfen.
İlki, İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) Ekonomik Durum Tespit Anketi. Anket özetle, 2004 yılının ikinci yarısı için iyimser sonuçlar ortaya koyuyor. Buna karşın sabit sermaye yatırımlarında başlayan artışın, işsizliği azaltıcı bir etki yaratmadığını açıkça ortaya koyuyor.
Sanayicinin hali: İstanbullu sanayici 2004 yılı ikinci yarısından umutlu. Ekonomide yakalanan büyüme eğiliminin sürmesini bekliyor.
İşsizin hali: Ama anket, “”2004′ün ikinci yarısında da istihdam sorunun çözülemeyeceği açıktır”” diyor.
İSO hali: Başkan Tanıl Küçük ise anket sonuçlarını şöyle yorumluyor; “”Bu yılın başına kadar sağlanan ekonomik büyüme daha çok kurulu kapasitelerin kullanımıyla gerçekleşti, yeni ve yenilemeye yönelik sabit sermaye yatırımları yetersiz düzeyde kaldı. Sabit sermaye yatırımları 2004 yılı ile birlikte artmaya başlamasına karşın istihdam sorununu azaltıcı etki yaratamadı. İstihdamın tek başına imalat sanayi yatırımları ile çözümlenmesi olası değil. Başta hizmet sektörü olmak üzere her alanda yeni istihdam alanları yaratacak yatırımlar özendirilmeli.””
İşletmelerin hali: Üretiminde artış olduğunu belirten işletmelerin oranı bu yılın ilk yarısında yüzde 55.7′ye, azalma olduğunu söyleyenlerin oranı da yüzde 21.9′e yükseldi. İşletmelerden yüzde 57.9′u yılın kalan yarısında üretim artışı beklerken, giyim sanayi, orman ürünleri ve mobilya sanayi dışında azalma bekleyenlerin oranı yüzde 20′nin altında kaldı.
İSO üyelerinin hali: İSO üyesi 502 işletmeden sadece yüzde 17.9′u yeni yatırım yaptı, yüzde 3′ü yurtdışında yatırıma yöneldi. İşletmelerin yüzde 36.8′i yenileme yatırımı yaptı, yüzde 38.7′lik bir kesim de hiç yatırım yapamadı. Yılın ikinci yarısı için yeni yatırım düşünen işletmelerin oranı yüzde 14.5′te kaldı.
İşsizin hali: Bu yılın ilk yarısında istihdamda yaşanan gelişmeler karmaşık çünkü istihdamda daralma olduğunu söyleyenler olduğu gibi artış olduğunu söyleyenler de mevcut. Geçen yılın ikinci yarısında yüzde 12.3 olan istihdamda daralma yaşayan işletme oranı, bu yıl yüzde 18′e, artış sağlayanların oranı ise yüzde 29.1′den yüzde 39.8′e çıktı. Haziran 2004 sonu itibarıyla, çalışan sayısında toplam yüzde 3.9′luk artış yaşandı. İşletmelerin yüzde 57.8′si bu yılın ikinci yarısında mevcut istihdamını korumayı öngörürken, yüzde 32.8′i artış beklentisi içinde.
İkinci çalışma Türkiye İş Kurumu’na ait. Araştırmanın başlığı, İstihdam Durum Raporu; Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İstihdam Araştırması.
Rapor işsizliğimizin tanımını yapıyor: İki yıllık dönem içinde işsiz sayısı iki kat artarak 2003 yılının ilk üç aylık döneminde 2.8 milyona ulaştı. Rakamlar, Türkiye ekonomisinin istihdam yaratma kapasitesinin yeniden yapılanmadan sonra artmadığını gösteriyor.
Sonra devletin rolünü anlatıyor: Hükümet, yasa koyucu, politika belirleyici ve uygulayıcı kurum olarak işgücü piyasasına müdahale ediyor. Bu müdahalenin araçları arasında, asgari ücret tespiti, kamu görevlilerinin ve kamusal sosyal güvenlik kapsamındaki diğer çalışanların emeklilik ikramiyelerinin belirlenmesi, sosyal sigorta primlerine ilişkin düzenlemeler, iş yasasını ihlal eden kuruluşlardan tahsil edilecek cezalar, kıdem tazminatı ve işsizlik sigortası gibi haklardan yararlanacak kişilere yapılacak yardımlara belirli bir sınır getirilmesi yer alıyor. İşgücü piyasasına yönelik bu tür düzenlemeler ile vergi politikaları, birlikte karmaşık bir özendirici yapı oluşturuyor.
Tarihsel bir perspektif sunuyor: 1980 sonrası politika yönelimlerinin neo-liberal görünümüne karşın, istihdamı korumaya yönelik eski moda yöntemlerin 1990’lı yıllarda işbaşında olan koalisyonların ortak amacı oldu.
Başarısızlığa uğrayan açık azaltma girişimleri, özelleştirmelerin yavaş ilerlemesi ve aşırı şişkin kamu yönetimi, eldeki kanıtlar arasında en aşikar olanları. 2002 yılı mayıs ayına kadar yürürlükte kalan, emeklilik hakları ve ikramiyeleriyle hükümetlere istihdamı daha geniş kesimlere yayma imkanları sağlayan sistem, bu politikanın bir uzantısı. Süresi belirsiz iş akdi esasına göre çalışanlara verilen kıdem tazminatları, 1998 yılı sonu itibariyle Türkiye’de yaygın biçimde kullanılan tek pasif işgücü piyasası aracıydı.
Bugüne geliyor: Devletin, en son çare olarak istihdam kapısı olma rolünü artık bıraktığını gösteren kanıtlar var. Toplam ücretli ve maaşlı istihdam içinde kamu kesiminin payı 1990 yılında yüzde 33, 1996’da yüzde 28, 1998’de ise yüzde 12 olarak tahmin ediliyor. Kamu kesimindeki istihdamda görülen bu erime, en başta kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi aracılığıyla gerçekleşiyor.
Demografik yapıya bakıyor: Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre Türkiye’nin 2000 yılı nüfusu 67.8 milyon. Nüfusun kabaca üçte ikisi (yüzde 65’i) nüfusu 20.000 ya da daha fazla olan kentsel yerleşimlerde yaşıyor. 1990 ile 2000 yılları arasında ortalama yıllık nüfus artış hızı yüzde 1.83 olarak gerçekleşti. Yıllık ortalama nüfus artış hızı kentsel alanlarda yüzde 2.68 iken kırsal alanlarda yüzde 0.42 idi.
Yapılan en son tahminlere göre Türkiye’nin nüfusu 21. yüzyıl ortalarında 95 ile 98 milyon arasında bir yerde dengeye oturacak. Nüfusun yaş bileşiminin 1990’lar ve sonrası için incelenmesi, 20 ile 54 yaşları arasındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payının önemli ölçüde artmakta olduğunu gösteriyor. Bu yaş grubunun toplam nüfus içindeki payı 1990 yılında yüzde 44 iken 2010 yılında yüzde 52 olacak. Buna karşılık çocuk nüfusun (0-14 yaş) payı da önemli bir azalma gösterecek (yüzde 35’ten yüzde 26’ya), bu arada yaşlı nüfusun (65 ve üzeri) payı küçük kalmaya devam edecek. Bu da, bağımlı nüfus açısından ortaya elverişli bir profil çıkarıyor.
Gelecek için varsayımlar: Durum hükümet açısından bir takım fırsatlar yaratırken, kimi sorunları da ortaya koyuyor. Eğer istihdam imkanları genişse, nüfusun daha büyük bir bölümü elverişli işlerde çalışabilecek.
İyi senaryoya göre: Vergi tabanı genişleyecek, böylece kamu gelirleri de artacak. Aynı durum özel tasarrufların artışına da yol açabilecek. Eğitime yapılan harcamalar GSYH içindeki pay olarak sabit kalsa bile, eğitimle ilgili kaynaklardan daha etkin biçimde yararlanmak mümkün olacak. Sonuçta, eğitimin ortalama kalitesinde bir yükselme görülebilecek. Yetişkinlerin işi olması durumunda çocuklar da eğitimlerine daha uzun süre devam edebilecek, böylece işgücü piyasasında daha iyi imkanlardan yararlanabilecekler. İstihdam genişledikçe sosyal güvenlik sistemi de kendini toparlayacak, böylece yaşlı nüfusa emeklilik ve sağlık hizmetleri konusunda daha elverişli bir ortam sunacak.
Kötü senaryoya göre: Buna karşılık, işgücü talebinin işgücü arzının altında kalması durumunda, en azından kişilerin üretken potansiyellerinden yararlanılamamış olacak. Daha kötüsü, böyle bir durum ileride işsizliği, yoksulluğu ve sosyal huzursuzluğu daha da derinleştirecek. 2000 yılında ve ardında, yüzde 50’nin altına inen işgücü katılım oranları (kentli erkeklerde yüzde 80, kentli kadınlarda yüzde 18) ve işsizlikte bugün görülen artış, bu bakımdan ilerisi için tehlike işaretleri veriyor.
Kadın istihdamına bakıyor: Henüz ortada ciddi dengesizlikler olmasına karşın kadınların beyaz yakalı işlerdeki ağırlığı görece arttı. Kadınların bilimsel ve teknik personelle profesyonel işlerdeki payı 10 yıl içinde yüzde 30’dan yüzde 35’e, idari personel içindeki payı da yüzde 32’den yüzde 37’ye çıktı. Ancak… Üretken yaşlardaki kadın nüfusun önemli bir bölümünün işgücü dışında kalması üzerinde durulması gereken bir sorun. Bu durumun uzun süre devam etmeyeceğini düşünmek için nedenler de var. Kadınların işgücüne katılımlarının eğitimle birlikte arttığını gösteren güçlü kanıtlar var.
Örneğin, kadınların eğitime katılmaları ve bu alandaki başarıları artıyor. Dolayısıyla, daha genç kuşaklar içinde giderek artan oranda kadının işgücü piyasasına gireceği ve evlendikten sonra da çalışmaya devam edeceği söylenebilir. Doğurganlıktaki azalma ve emekten tasarruf sağlayan ev içi araçların yaygınlaşması, bu yönelimi daha da pekiştirecek. Emeklilik için asgari yaş sınırının yükseltilmesinin de çalışma yaşamında kalış süresini uzatacağı söylenebilir.
Peki ama… Bütün bu elverişli eğilimlere karşın kentsel alanlardaki kadınların işgücüne katılım oranlarının neden fazla değişmediği araştırılması gereken bir durum.
Süregelen nedenleri hatırlamak gerekirse: 1990’ların sonuna kadar kadınlar arasındaki işsizlik oranlarının erkekler arasındaki işsizlik oranlarından önemli ölçüde yüksek kalması kadınların işgücü piyasasına katılmalarını caydırıcı bir işlev görmüş olabilir.
Daha temele inecek olursak, 1990’lı yıllar boyunca pek çok hanenin reel gelirinde belirsizlikler ve iniş çıkışlar yaşanması, kadın istihdam eden birçok hizmete yönelik talebi azaltmış olabilir.
Aynı sav, özellikle kadın çalıştıran ihracata yönelik imalat sanayi kolları (tekstil ve hazır giyim) için de söylenebilir. Bu sanayi kollarında istihdam, küresel ölçekteki kur dalgalanmalarının insafına kalmıştır.
Esnek çalışma, OECD ülkelerindeki işgücünde kadın payının çarpıcı biçimde artmasını sağlayan etmen olarak gösterilmektedir. Oysa, Türkiye’de çalışma sürelerine ilişkin veriler, ülkedeki işgücü piyasasının bu tür esnek düzenlemelere pek imkan tanımadığını göstermektedir.
En az bunlar kadar önemli bir başka etmen de, işgücü piyasasıyla ilgili düzenlemelerin çalışan kadınların gereksinimlerine yanıt verme açısından yetersiz kalması olabilir.