BEKLE AB GELİYORUM

 

 

Avrupa Birliği’yle ilgili konuşup yazmayanı dövüyorlar. Yazacak da öylesine çok şey var ki. Ucundan kıyısından tutunca ortaya büyük meseleler çıkıyor. Lütfen biraz daha sabredin, 17 Aralık geçince söz daha neşeli şeyler yazacağım. Ne yalan söyleyeyim benim de içim daraldı, kafam bulandı.

 

AB, hepinizin bildiği gibi istihdam açısından bizi çok zorlayacak. Bizim dünya kadar eksiğimiz var. Ama sanmayın ki onların yok. Onların nüfusu az, bizimkisi fazla. Ama sanmayın ki mesele karayağız işgücümüzden ürkmeleri. Klişelerden vazgeçsek fena mı olur? Artık şu Viyana kapılarına dayanacağız rüyasını unutsak, onlar yerli yersiz korku ve mazeretlerinden arınsa…

 

Belki şaşıracaksınız ama istihdam açısından yaşayacağımız sorunlara ben bir anlamda şans gözüyle bakıyorum. Çünkü beklettiğimiz, üzerinde durmadığımız, halının altına ittiğimiz sorunlarımızla yüzleşmek zorunda kalacağız. Anlayacağınız bir yanım mutlu öbür yanım acılı.

 

Bugüne kadar yüzleşemekten kaçındık. Sorunlarımıza sahip çıkmadık. Sanki başka birinin hayatında olup biten şeylermiş gibi davrandık. Hani şu gazetelerin ikinci ya da üçüncü sayfalarında yer alan kabus dolu haberler gibi… Onlar hiç bizim başımıza gelmezmiş gibi yaşar dururuz…

 

Bildiğim bir şey var ben yine zaman kaybedeceğim. Siz de… Ama bu ilk değil. Umarım artık son olur. Bazı kuşakları kurban veriyoruz. Bizden öncekilerde şiddetli ya da benim yaş grubumda yaşadığımız gibi göreceli hafif şiddette… Kendimden vazgeçtim, kızımın da kayıp kuşaklardan birine mensup olmasını istemiyorum. Onun da her gelen hükümetle birlikte 5-10 yıl kaybetmesine karşıyım. Verilen yanlış ya da eksik kararlarla ya da şanssız bir olayla hayatından bir dönemi yitirmesin istiyorum. Klavyenin tuşlarına basarken 5 için elimi bir kere oynatmam yetiyor, 10 için iki… O birkaç tuşun benim ya da sizin hayatınızdaki etkisi o kadar fazla ki… Keşke kavrayabilsek. Denizde kum bende zaman sendromundan sıyrılsak.

 

Gelelim pek çoğumuzun çok sıkıcı bulduğu istihdam ve beraberindeki sorunlara… Avrupa’da ortalama istihdam oranı yüzde 61. Avrupa, ABD ve Japonya’nın yaklaşık 10 puan altında. İşsizliğin yanı sıra uzun süreli işsizler, gençler, engelliler, kadınlar ve etnik azınlıklar da emek piyasasında özel sorunlarla karşı karşıya. Avrupa’da kadınlar arasında istihdam oranı, erkeklere göre yüzde 20 geride. Engelliler, Avrupa istihdam ortalamasının yüzde 30 altında. AB’ye katılan 10 yeni üye ülke 22 milyon yeni işgücü hediye etti. İnsan kalitesi homojen değil. Hızla azalan nüfus özellikle merkez Avrupa’yı tehdit ediyor. AB’nin 454 milyonluk nüfusunun 303 milyonu çalışma yaşında. 2030 yılında çalışma yaşındakilerin 280 milyona düşmesi bekleniyor.

 

AB’nin istihdam hedefleri belli: Kaliteli ve verimli işgücü yetiştirmek; ücretlerde iyileştirme; işçi sağlığı ve iş gücü koşullarını düzenlemek; esnek çalışmayı yaygınlaştırmak; iş güvencesi ve sosyal güvence sağlamak; herkese eşit istihdam şansı tanımak; pozitif ayrımcılık; işgücü piyasasına girişte bölgesel ve sosyo-ekonomik farklılıkların azaltılması…

 

Devlet İstatistik Enstitüsü’ne (DİE) göre 2004 yılında Türkiye’de istihdama katılım yüzde 49. Türkiye genelinde istihdam edilenlerin yüzde 50,4’ü ilkokul mezunu. Yüksekokul ve fakülte mezunlarının oranı yüzde 10. Kadın istihdam oranını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kadın istihdam oranı bir türlü aynı rakamda buluşmuyor. İşsizlik verilerimizde olduğu gibi… Resmi rakamlar kadın istihdamına yüzde 30 diyor, özel veriler yüzde 26. Ne fark eder, AB ortalaması yüzde 56. Avrupa’da bize en yakın ülke olan Bulgaristan’da bile bu oran yüzde 48. Ülkemizde istihdam edilen kadınların yüzde 49,2’si ilkokul mezunu.

 

Avrupa’daki işsizler Türkiye’deki memurdan daha fazla gelir elde ediyor. Belçika’da işsizlere herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın ödenen miktar aylık 843 dolar. Danimarka’da işsiz kalmak 60 ay boyunca bin 403 dolar kazanmak anlamına geliyor. Norveç’te işsizler 3 yıl boyunca her ay bin 542 dolar, Hollandalı bir işsiz tam 5 yıl boyunca aylık iki bin 375 dolar alıyor.

 

Türkiye’de hem işsizlik hem de kadro açığı aynı anda, kolkola yürüyor. SSK hastanelerinde 25 bin çalışana ihtiyaç var. İstanbul’da 5 bin öğretmen açığı bulunuyor. Hayat pahalılığının yoğun, ulaşımın güç ve ev kiralarının yüksek olduğu illerde kadro boşluğu; hayat şartlarının kolay olduğu bölgelerde ise yoğun bir kadrolaşma yaşanıyor. Devlet Personel Başkanlığı’na göre taşrada 1 milyon 751 bin memur kadrosundan 340 bini boş. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne göre, emniyet teşkilatında çalışan memurların iki kat fazlasına ihtiyaç duyuluyor. Avrupa’da her 200 kişiye bir polis, Türkiye’de ortalama her 450 kişiye bir polis düşüyor.

 

Türkiye’de çözüm yolunda ne var, neler yaratılmalı…

Her şey bir yana topyekün ciddi bir planlamaya ihtiyacımız var. Kriz başta İstanbul’u en fazla özel sektörü vurdu. Kamuyu ne zaman tam anlamıyla vuracak işte asıl mesele bu.

 

Türkiye’nin ödevleri arasında başka ne var?…

Ücretlendirme ve vergi sistemlerinde iyileştirme; Aktif istihdam politikalarının geliştirilmesi; İşsizlerin iş arama becerilerinin geliştirilmesi; İşgücü piyasası bilgi sisteminin oluşturulması; Meslek eğitimi ve yeniden eğitim programlarının düzenlenmesi; Mesleki rehberlik ve danışmanlık alanlarında hizmetlerin yoğun olarak verilmesi; Kamu yararına geçici işlerin yaratılması; İşgücü talebini artırıcı ücret ve sosyal güvenlik desteklerinin geliştirilmesi; İşyerlerinde, engelli ya da sabıkalı çalıştırmayı özendirmek adına, AB’de olduğu gibi ceza sistemi yerine prim sistemi getirilmesi…

 

Viyana kapılarına bir kez daha ancak bilgiyle ve azimle dayanabiliriz. Topun tüfeğin ne yeri ne zamanı. Daha çok işimiz var, çokkk…

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir