Güven, sahip olduğumuz en önemli duygulardan biri olsa gerek. Güvenle ilk karşılaşma anneyle yaşanır. Kokusu, şefkati, sevgisi, koruması… Güven duygusu güçlü olan çocuklar sağlıklı yetişir. Sonra baba, ailenin diğer fertleri, yakın çevre, okul ve öğretmen girer hayatımıza. Minik kafalarda yaratılan kocaman bir dünyadır güven.
İlerleyen yıllarda, sosyal sermaye, kaynak dağılımı, adalet, işveren, kurum, kuruma bağlılık gibi kavramlarla tanışırız. Şeffaflık ve güçlü iletişimin güven yaratmada olmazsa olmaz unsurlar olduğunu öğreniriz (bazılarımız). İletişim eksikliğinin varsayımlar yarattığını görürüz (bazılarımız). Ne yazık ki güven yaşla doğru orantılı bir seyir izlemiyor. Yaş ilerledikçe güven sermayemizde çıkıştan çok, iniş yaşanıyor.
Güven duygusunu yitirmek bir tür boşluğa düşmek, ayağınızın altındaki zeminin kayması, nereye tutunacağınızı bilememek diye tarif edilebilir mi? Güven duygunuzu hangi ortamlarda yitirdiğinizi düşündünüz mü?
Sağlam ve sarsılmaz sandığım güven duygum yaralandıkça bu kavramı daha çok düşünür oldum. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde güveninizle oynayanlar hep bulunur. Örneğin enflasyonist ortamda yaşamak güven duygunuzun bir bölümünü hırpalamaya yeter. Aldığın bir mal ya da hizmeti, bir daha aynı fiyata alamama gerçeği ve yarattığı “Alacaksan şimdi al, yarın ne olacağı belli mi olur?” duygusu güveni silip süpürür. Develüasyon… Bu ülkenin evlatları değişik kereler yaşadı. Sahip olunan servetin bir anda yitirilmesi. Ekonomik krizler sonucunda bir günde kapının önüne konma riski.
Bireyler arasındaki olumsuz ilişkilerin güven duygusuna zarar verdiğini hepimiz biliriz. Ancak hepsi siz ve sizin dünyanız kadardır. Travma alanı sınırlıdır.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladığım olaylardan biri 17 Ağustos depremiydi. Fiziki olarak sallanan toprak, ayağımın altındaki zeminin psikolojik olarak kaymasına da neden oldu. Hayatlar bir anda yitiyorsa niye bu kadar çaba? Doğanın bana verdiği ilk ders: Çaresizlik duygusu. İkincisi doğal afetle başa çıkmak akıllı, eğitimli, bilinçli insanların işi.
“Zaman her şeyin ilacıdır” derler. Bir süre sonra güvensizlik duygunuzu günün her saatinde düşünmekten vazgeçebiliyor, endişelenmeyi bir kenara bırakabiliyorsunuz. Taa ki, yer bir kez daha ayaklarınızın altından kayana kadar.
11 Eylül’ü, ben de, pek çokları gibi televizyondan izledim. Doğal afetlerden sonra insan eli değmiş büyük bir felaketti. Yıllarca terörle yaşamış, binlerce can vermiş bir ülke vatandaşı olarak, bir kerede spot bir terör eyleminin verdiği zarar dudaklarımı uçuklattı. Güvenle ilişkimi bir kez daha sorgumaya başladım. Ya o uçaklarda olsaydım, ya bir yakınım olsaydı… Çok şükür çok uzaktaydı.
Meğer değilmiş. Bir gün ansızın burnumuzun dibinde patladı. HSBC binası, ardından İngiliz Başkonsolosluğu. Oysa aynı bombalar daha birkaç gün önce masum insanları ibadet ederken Sinagog’da yakalamıştı.
Ben bu aralar yine güven duygumla sorun yaşıyorum. Nedeni ne bir deprem, ne terör, ne bir hastalık ne bir salgın… Sistem!
Uzaklara gitmiyorum. Son bir ay bile yeter. Galataport ihalesinin ve projenin bir dizi usulsüzlük barındırdığı ve kanunlara karşı hileli yollara başvurulduğu ileri sürüldü.
Ekim ayının her günü gelen şehit haberleri. Mayına bastı, pusuya düştü… Ölen genç çocuklar, ağlayan anne babalar…
Malatya Çocuk Yuvası, miniklere işkence sayılacak kötü muamele ve hepsi bir yana içler acısı bir yönetim anlayışı. Sorumsuzluk ve duygusuzluk örneği. Suçu üzerinden atmaya çalışan bir bakan. Hiçbir zaman güven duymayacak çocuklar…
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörü tutuklanarak cezaevine kondu. Aynı kaderi paylaşan ve 4 aydır nedensiz yere tutuklu bulunan üniversite genel sekreteri Enver Arpalı dayanamadı kendini astı. Onu sallanırken gören rektör, kalp krizi geçirdi, yoğun bakımda. Rektör için acil iddianame hazırlandı. Meğer suç örgütü oluşturmuş. Adaletin başı Arpalı’nın ölümünü, “İple olmasa kendini başka şeyle asardı” diye yorumladı.
Şemdinli kaynıyor, Yüksek Ova yanıyor…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi türban konusunda iç hukuku destekleyen bağlayıcı bir karar verdi. Hükümetin başı kararı tanımadığını söyledi. Bizi yönetenler yüzlerini adalete değil ulemaya döndüklerini açıkladılar.
Depreme, salgınlara, kazalara bir şekilde alışmıştık. İnsan eliyle yaratılan güvensizlik daha kötü.