Başarı Hikayeleri’nde konuğum Prof Dr. Sevil Atasoy. Hayatı tam bir başarı hikâyesi. Adli Tıp Enstitüsü eski müdürü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Kurulu eski başkanı ve yeni iletişimci… Kanıt adıyla yaptığı programlar çok popüler. Öyle ki, hukuk fakültelerinde case olarak okutuluyor. Onun sayesinde, suç, delil, DNA gibi kavramlarla karşı karşıyayız. Anlatacak yazacak çok şey var ama neden ben yapayım Sevil Atasoy kendisi anlatsın. Tutmayayım sizi okuyun lütfen. Özellik de altını çizmek istediğim nokta, suçun önlenebileceği, öngörülebileceği! Suçu ancak bilinçli bir toplumla suç olmaktan çıkarabiliriz.
Yaprak Özer: Gerçekten de muhteşem bir iletişimci oldunuz.
Sevil Atasoy: Öncelikle ben programınızın başarı hikayelerine bir başarı öyküsü olarak eklenmekten ziyade bir çalışkanlık öyküsü olarak eklenmeyi daha doğru görüyorum. Gerçekten başarının çalışmaktan geçtiğine inanan birisiyim, çok çalışırsanız başarırsınız.
Yaprak Özer: Bu programı sevmeyecekler biliyor musunuz? Kimse çalışmak istemiyor.
Sevil Atasoy: Haklısınız, kimse çalışmak istemiyor. Disiplinli ve sürekli çalışmanın insanın hedeflerine ulaşmada ya da yeni yeni hedefler oluşturmada önemli bir parametre olduğunu düşünüyorum.
Yaprak Özer: Kaç yıllık bir kariyerden söz ediyoruz? Sürekli çalışmak dediğiniz için altını çizmek istedim.
Sevil Atasoy: Ben Alman Lisesi mezunuyum ve Alman Lisesinin bir çalışma gerektiren sistemleri var. Okulda ki disiplininin yanında evde de ağır bir disiplin vardı. Dolayısıyla şimdi de altmışın üzerinde bir yaşta olduğuma göre demek ki yarım asırdır durmaksızın çalışıyorum.
Yaprak Özer: Peki, suça geleceğim ama Alman Lisesinden yola çıkmışken sizin uzman olduğunuz nokta kimya değil mi aslında?
Sevil Atasoy: Ben Alman Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesinde okudum. Daha sonra da Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Biyokimya Uzmanlığına girdim. Tüm kariyerim biyokimyadır aslında biyokimya doktorluğum doçentliğim profesörlüğüm, ama son bir 25-30 yıldır da kriminalistik denen bir alan üzerinde yoğunlaşmış durumdayım.
Yaprak Özer: O dönemde ben kriminalist olacağım gibi bir şey geçti mi zihninizden?
Sevil Atasoy: Hayır, öyle bir şey yoktu aslında ama Cerrahpaşa Tıp Fakültesindeki biyokimya doktora süreci sırasında bir hocamızın Prof. Dr. Alaattin Akçasu’nun biyokimya; Türkiye’de çok büyük para ister, araştırmalara çok büyük para gider, Türkiye henüz o noktada değil, yani 70’lerin ikinci yarısından söz ediyoruz, sen adli tıpla ilgilen demişti. O tarihlerde de zaten babam adli tıp kurumunun başkanıydı.
Yaprak Özer: Yani bilerek girdiniz aslında, bilinmeyen bir serüven değildi bu?
Sevil Atasoy: Tabi ki bilerek girdim. Bir kimyacının oralarda çok iş yapabileceğini, çok fayda getirebileceğini biliyordum. Nitekim de Türkiye’de fark yaratabildik bir kimyacı olarak
Yaprak Özer: Babanız farklı meslekten birisi olsaydı, anne babalar çocuklarını adli tıp alanında özellikle kızları varsa orada kariyerine devam etsinler ister mi bugün bilemiyorum.
Sevil Atasoy: Bilemiyorum ama bizde de annem mikro biyoloji ve bakteriyoloji uzmanıydı. Kendisi Türkiye’nin ilk özel laboratuarlarından birine sahipti. 1955’de kurmuştu onu, o da çalışkan birisiydi. Ben o laboratuarı tek çocuk oldum için, daha sonra sürdürebilmek amacıyla annemden sonra devralabilmek için biyokimya uzmanlığına girdim.
Yaprak Özer: Planlı ve bilinçli bir seçimdi.
Sevil Atasoy: Ama mimar olmak isterdim daha da eskiden kuaför olmak isterdim. Ama biyokimya okumam laboratuarı devralabilmek içindi. Fakat o da bir türlü mümkün olmadı devamlı olarak üniversitede kalıp, biyokimyaya paralel olarak bambaşka işler yaptım. Şimdilerde anca annemin vefatından sora oranın mesul müdürlüğünü sürdürüyorum.
Yaprak Özer: Peki, bu laboratuar şu andaki haliyle aslında bilirkişi olarak çalışıyor değil mi?…
Sevil Atasoy: Yapıyor yani bu laboratuar aslında klinik biyokimya laboratuarı: bu laboratuar içinde birtakım olanaklar var ve aynı zamanda biz orada adli bilirkişilik de yapmaktayız.
Yaprak Özer: Peki, adli tıbbın çıkarttığı tek kadın siz misiniz?
Sevil Atasoy: Yok, çok kadın var.
Yaprak Özer: Bir kere iletişiminiz çok doğal ve rahat olduğu için söylemlerinizle, attığınız adımlarla çok dikkat çektiniz ama sizden başkasını görmedik.
Sevil Atasoy: Çok sayıda kadın var.
Yaprak Özer: Haksızlık etmeyelim tepe noktalarında mı değiller acaba?
Sevil Atasoy: Yok, yani aslında tepe noktası dediğiniz zaman bir tıp fakültesi anabilim başkanı da tepe noktasıdır, bir fakülte dekanlığı da, adli tıp kurumu başkanlığı da… Bunların hepsinde kadınlar her zaman için olmuştur. Şu anda adli tıp uzmanı sayısı az olduğundan orantılı olarak onun içindeki kadın sayısı da az. Ama meseleye kimya perspektifinden baktığınızda çok sayıda belki erkekten de çok kadın kimyacı var.
Yaprak Özer: Daha fazla göreceğiz ve onların da sesini duyacağız. Peki, başlangıçtaki soruma geri dönersek; suç nedir? Kafam karıştı dememin sebebi de, gazeteleri açtığınızda veya haberleri izlediğinizde çok suç ve çeşidi var ki… En popüler gündem konularından bir tanesi futbol, Balyoz ve Ergenekon gibi konular var. Üçüncü Sayfa Haberleri zaten farklı bir şey. Nasıl kategorize edeceğiz, hangisi suç, hangisi değil? Olaylara nasıl bakacağız?
Sevil Atasoy: Yasaların suç olarak tanımladığı her şey suçtur. Ne yazıyorsa yasada ve karşılığında bir ceza varsa: o suçtur. Her suç, dünyanın her yerinde suç değildir. Yani Türkiye’de suç olan bir şey dünyanın her yerinde suç olmayabilir. Adam öldürmenin dahi suç olmadığı birtakım toplumlar var. O toplumun kendi yasal düzenlemeleri; bir eylemin karşısına ceza koymuşsa eğer o toplumda suç olur. Siz onu yaptığınız zaman kendinizi istediğiniz kadar haklı görün, onun bir cezasına göre yargılanır, cezanızı bulursunuz.
Yaprak Özer: Bu noktadan hareketle, Türkiye cezası bol olan bir ülke midir?
Sevil Atasoy: Yok, hayır. Bizim ceza yasalarımızda olup da başka ülkelerde olmayan mesela batı ülkelerinde Avrupa devletlerinde, ABD veya Japonya’da olmayan fazladan bir suç yok. Ama belki bazı suçlar tam kategorize edilmemiştir, yeterince açık değildir. Bazı şeyler aslında birçok gelişmiş ülkede suç olduğu halde henüz bizde suç değildir. Batı’nın mücadele ettiği bazı şeylerde biz mücadele de geri kalıyorsak bilişim suçları gibi mesela birtakım şeylerde… Yasal boşluklar yüzünden geride kalıyoruz yoksa her şeyin suç olduğu bir ülke kesinlikle değiliz.
Yaprak Özer: Normaliz ama normal hissetmiyoruz gibi bir hissiyatım var. Pandora’ın Kutusu mu açıldı? Bunları daha fazla konuşur olduğumuz için mi, böyle bir his içerisindeyiz?
Sevil Atasoy: Ekonomik suçlar, beyaz yaka suçları ya da bazı sahtecilikler, dolandırıcılıklar, zaman içinde yeni yeni gelişen suçlar ya da internet suçları… Daha önce bu tarz suçlar yoktu yani tüm bu olaylar yoktu; dolayısıyla bunların suçu da yoktu. Bundan 50 yıl önce dopingin “d” si konuşulmazken yavaş yavaş insanın kendi kanında doping olduğu ya da bir takım hormonlar verilerek doping yapıldığı bir dünyaya gelindi. Kısacası bir gazeteyi açtığınız zaman bunun her sayfasında aslında var olan magazinden, futbola kadar hayatın her alanında suç var. Bunların bir bölümü önceden belki önem taşımıyordu ya da yansımıyordu ama şimdi onların da ne kadar önemli olduğu anlaşıldığı için onları da görür olduk. Sanki çok suç varmış gibi zannediyoruz ama çok suç olan bir ülke de değil burası.
Yaprak Özer: Yani hayatımız belli bir süre sonra bu kadar farklı suçu algıladığımızda daha normalleşecek belki…
Sevil Atasoy: Duyarsızlaşma olursa iyi mi olur, kötü mü olur bilemem. Mesela “çocuklar şiddet seyrettiği zaman medyada gördüğü şiddete karşı duyarsızlaşıyor ve onu kendisi de uygulamaya başlıyor” şimdi bu doğru mu tartışılır.
Yaprak Özer: Asıl mesele galiba bir suçun ortaya çıkmadan önce engellenebiliyor olabilmesi, suç engellenebilir mi?
Sevil Atasoy: Evet engellenebilir. Modern polislik aslında suç işlenmeden önleyebilmektir. Suç işlenmeden önleyebilmek toplumun geniş katmanlarının ve her katmanının fiilen işin içinde olmasını gerektiren bir hadisedir.
Yaprak Özer: Nasıl olacak yani birbirimizi mi ihbar edeceğiz?
Sevil Atasoy: Hayır, ihbar etmeyeceksiniz ama duyarlı olacaksınız. Mesela bir mahallede oturuyorsunuz ve kapınızın önünde o mahalleye ait olmayan terk edilmiş bir otomobil gördünüz; bu duyarlılığı hissedip polise haber vermeniz lazım.
Yaprak Özer: Boşvermeyeceğiz yani.
Sevil Atasoy: Maalesef bunu yapmıyoruz, sahip çıkmamız yok. Mesela okulda, iş yerinde kimin şiddet göstereceği, kimin suç işlemeye doğru gitmekte olduğu daha önceden fark etmek mümkün. Bunu fark edebilen servis şoförü, temizlik elemanı, kantin şoförü yani herkes olabilir.
Yaprak Özer: Nasıl olacak bu? Bu iş hem gözlem yeteneği, hem de bilinç gerektirir.
Sevil Atasoy: Bu bir eğitim işidir ve gereklidir. Yani insanların risk faktörünü anlayabilmesi için eğitilmeleri gerekir. Her okulda çalışan kişilerin belli bir çerçevede risk faktörü dediğimiz bir takım faktörleri hangi çocuğun, öğretmenin veya personelin yakın bir gelecekte olay yaratacağını fark edebilecek biçimde eğitmek mümkün.
Yaprak Özer: Bunun farkında olan kurumlar var mı?
Sevil Atasoy: Çok az maalesef. Öğretmeni bile yeterince eğitemiyoruz, ama mesele öğretmenden ziyade personeldir. Çünkü öncelikle bu fark eder.
Yaprak Özer: Bu durumu abartmak da söz konusu olabilir ama… Yani aslında suça eğilimli olmayan birisini “yakında bir suç işleyecek” deyip de gereksiz yere dikkat çekmek söz konusu değil mi?
Sevil Atasoy: Hayır değil. Farz edelim ki bir çocuk kedinin kuyruğunu çekiştirip sonra etrafta çeviriyor ve atıyorsa, ona dur demek için mutlaka bir profesyonel destek gerekir. Hayvana yönelik şiddet bir süre sonra, insana yönelik şiddete dönüşür. Bu bilimsel bir gerçektir.
Yaprak Özer: Kaçınılmaz ve kanıtlanmış mıdır?
Sevil Atasoy: İstisnasız; insana şiddet gösteren daha önce hayvana şiddet göstermiştir ve kanıtlanmıştır. Bunu küçük yaştan itibaren göstermeye başlar, en azından küçük yaşta bu fark edildiği zaman bile önüne kesinlikle geçilebilir.
Yaprak Özer: Yani her hayvana eziyet eden çocuk ilerde suçlu olur mu?
Sevil Atasoy: Olur, bir şekilde suçlu olacaktır.
Yaprak Özer: Bu dehşet verici bir şey… Demek ki hepimizde bilgi açısından var böyle bir eksiklik… Ben de bunları okumamışım.
Sevil Atasoy: Ama bunlar yeni bilgiler, son on yılın hadiseleridir. Yani suç önleme zaten son 10 yılın trendidir. Daha önce ceza verme, suçluyu yakalamanın peşindeydik şimdi suç işlenmeden önlemenin peşindeyiz. Çünkü buraya yapacağınız yatırım çok daha ucuz. Örneğin bir okulda böyle bir eğitim programı koyup, riskli çocukları fark edip, onlara özel olarak ilgi göstermek ve onların sorunları neyse o sorunu çözmeye yönelik yapacağınız herhangi bir etkinliğe sarf edeceğiniz para; o çocuğun günün birinde birini öldürdüğü takdirde, yargılanmasına, ceza evinde yıllarca tutulmasına, mağdurun ailesinin perişanlığına gibi sarf edilecek olan paradan çok çok daha azdır. İktisadi olarak bunun hesabı da yapılıyor.
Yaprak Özer: Keşke somut olarak önümüze konulabilseydi. İşlenmeyeni sayamadığınız için belki dikkatimiz o noktaya gelmiyor.
Sevil Atasoy: Aynı şey uyuşturucu kullanımıyla da ilgilidir. Hiç kullanmayan bir kişinin kullanmaması için de elinizden geleni yapmanız gerekir çünkü o da bir eğitim işidir. Bir kişiyi eğitmek, o kişi uyuşturucu bağımlısı olduktan sonra size vereceği mali külfetten çok çok daha ucuzdur. Ama dediğim gibi, bunlar yeni trendler…
Yaprak Özer: Buna bir kafa değişimi diyebiliriz.
Sevil Atasoy: Toplumun süratle entegre olmasını gerektiren bir hadisedir. Aslında polisin meselesi değildir çünkü polis büyük ölçüde bir suç işlendikten sonra onun aydınlatılmasında görevlidir. Polis, önleyici tedbir almaya çalışıyor ama yetmez ve bir başına olacak bir iş değil zaten.
Yaprak Özer: Suçun boyutunu bilebiliyor muyuz Türkiye’de? Bilebilsek, bu noktada bilinçli davranmamız mümkün olabilir mi?
Sevil Atasoy: Şimdi tabi çok çeşitli suç kategorileri var; imza sahteciliği, çek-senet suçları, dolandırıcılıklar bir tarafta, hırsızlık, gasp, kundaklama, adam öldürme, şiddet suçları, aile içi şiddet, çocuk istismarı başka tarafta. Bunların her biri farklı farklı karşılaştırılması icap eden şeyler. Bir potaya konamaz ve genellenemezler.
Yaprak Özer: Okuduklarımdan çıkardığım; biz suç oranını bilemiyoruz çünkü kayıt altında değiller. Polise ya da yetkili bir makama başvurma, ya korktuğumuz ya boş verdiğimiz için geciktirdiğimiz veya yapmadığımız bir şey. Dolayısıyla kayıtlar olandan daha düşükmüş doğru mu?
Sevil Atasoy: Kesin, aslında tüm dünyada öyledir. Yani adam öldürmeler dışında resmi istatistikler gerçek hayatta olanlarla birebir örtüşmez.
Yaprak Özer: Ne kadarıdır?
Sevil Atasoy: Örtüşmeyen kısma kara sayılar diyoruz çünkü bilemiyoruz. Bir ülke halkı polise ne kadar güveniyorsa ve en kadar çok polise gidiyorsa bu kara sayılar o kadar küçüktür. Tabi ne kadar polisle irtibatı kötüyse ve kendi kendine cezalandırmaya kalkıyorsa, bu kara sayılar o kadar büyüktür.
Yaprak Özer: Peki, kadın cinayetleri veya kadına şiddetten bahsedecek olursak; bunların hemen hepsinde kadınların bir yerden yardım istemek üzere başvurduğunu ama nedense o yardımın bir türlü gitmediğini duyuyoruz. Bir grup kadın var yardım ihtiyacında ama “bugün git yarın gel”, “bir şey olmaz” gibi bir başka anlayış var.
Sevil Atasoy: Aslında meseleyi iki şekilde görmek mümkün; hadiseyi bir anlayış meselesi olarak görmek mümkün iken bir de bunu çaresizlik olarak görmek de mümkün. Ben çaresizlik olarak görüyorum.
Yaprak Özer: Hangi tarafın çaresizliği?
Sevil Atasoy: Polisin çaresizliği; çünkü bu kadını bir yere götürebilmesi, bir yere yerleştirebilmesi gerekir. Yani bir sığınma evi gerekiyor ve bu alt yapı yok.
Yaprak Özer: Onun için mi el uzatamıyor?
Sevil Atasoy: Bir yere götürüp onu yerleştirmek gerekiyor. Bu insanı düşünün, üzerindeki elbiseyle aldınız ve bir yere teslim ettiniz. Medeniyet bunu gerektirir. Yani orda buna bakılması edilmesi gerekiyor. Polisin götürecek yeri yok, bugün kaç tane kadın sığınma evi var ve hangi koşullarda? Altyapı eksikliğimiz var, aynı şekilde çocuk istismarıyla ilgili olan durumda aynı. Ben polisin burada olanaksızlıklar yüzünden aslında ister istemez “evine git” şekline dönüştürmek zorunda kaldığını düşünüyorum.
Yaprak Özer: Ama keşke onlara o anda bir koruma yapılabilse.
Sevil Atasoy: Tabi ama bu polisin sorunu değil ve yapabileceği bir şey yok. Belediyelerin özellikle yerel yönetimlerin ve toplumun kendisinin olduğu gibi katkıda bulunması gerekiyor.
Yaprak Özer: Suç iletişimi önemli konulardan biridir. Duruma medya olarak bakarsak; siz Bahçesehir Üniversitesinde “suç iletişimi” dersi veriyorsunuz. Biz suçu iyi iletişebiliyor muyuz, doğru yolda mıyız, haberlerimizi doğru verebiliyor muyuz?
Sevil Atasoy: Elbette haber yapılacak ve de haber olabilecek birçok olay oluyor. Asıl sorun bu haberle ilgili olarak güncel bilgi veren yetkili sayısının azlığından kaynaklanıyor hatta bazen hiç olmayışından kaynaklanıyor.
Yaprak Özer: Yani haber eksikliği, haber çokluğuna ya da bilinçsiz haber yapımına mı neden oluyor?
Sevil Atasoy: Yani haber var biri öldürülmüş, bir suç işlenmiş.
Yaprak Özer: Şöyle söyleyeyim bir sorumlu gazeteci olarak bundan bir süre önce bir genç kızımız parçalara ayrılarak bulundu. Ben adıyla söylememem icap ediyor olmalı değil mi?
Sevil Atasoy: Hayır, gerek yok. Zaten hepimiz anlıyoruz kimden söz ettiğinizi.
Yaprak Özer: Onun dışında o haberleri sanki biz yanı başımızda yaşanıyormuşçasına okuduk, evin nerdeyse odalarını ezbere öğrendik ve bütün kanıtları da okuduk.
Sevil Atasoy: Elbette okuyacaksınız yani dünyanın her yerinde toplumu doğrudan ilgilendiren mesela O.J Simpson meselesi vardır; iki kişinin öldürülmesi veya Amerika’nın altı yaşında öldürülen Çocuk Güzellik Kraliçesi John Benet Ramsey olayı vardır. Size medyayı yıllarca meşgul eden örnekler verebilirim. Tüm mesele size haberi yapmanız için bilgi verecek kaynağınızın olmasıdır ve bu kaynak bazen Türkiye’de hiç yok. Konuyla ilgili bilgi sahibi olan resmi makamlar her sabah çıkıp da; bugün şöyle bir şey oldu, şunu bulduk, şunun peşindeyiz gibi gerekli bilgiyi verecek, istediğini kendine saklayacak-çünkü her bilgiyi vermek de doğru olmaz- mutlaka filtreye gidersiniz, bazen yanlış da yönlendirirsiniz, medya aracılığıyla faili yakalayabilme yoluna doğru gitmeniz de mümkün ama kontrol hep sizde olur.
Yaprak Özer: Ama böyle bir kontrol yok.
Sevil Atasoy: Böyle bir şey yok ama haber de yapmak icap ediyor, dolayısıyla o habercinin bir kaynak bulması lazım; o bazen olayın her tarafına vakıf olmadığı halde bir şeyler anlatıyor veya da farklı bir yorum yapıyor. Köşe başındaki bakkal da oluyor, dost da oluyor veya adını vermek istemeyen bir yetkili diyor.
Yaprak Özer: Dolayısıyla herhalde rollerin ve bu sözcülük müessesesinin oturması gerekiyor. Emniyetin kendisini iyi ifade ediyor olması lazım değil mi?
Sevil Atasoy: Evet, emniyetin, adli tıp kurumunun, her bakanlığın, kurumun, derneğin bir basın sözcüsünün olması gerekiyor.
Yaprak Özer: Bu nedenle mi adli tıp çok yıprandı son olaylarda? İşini iyi yapmadı diye biz anladık, ama aslında adli tıp anlatamıyor mu?
Sevil Atasoy: Her zaman böyleydi adli tıp anlatamıyor, işini iyi yaptığını, hatalarının olabilir olduğunu da anlatamıyor. Hata olur bu hataların neden olduğunu ve bunun için nasıl önlemler aldığını ve bir daha neden olmayacağını da anlatamıyor.
Yaprak Özer: Siz geleceğin gazetecilerine değil, polise de eğitim veriyorsunuz. Onlara ne anlatıyorsunuz?
Sevil Atasoy: Polise daha çok olay yeri inceleme ve delil kavramlarını anlatmaya çalışıyorum. Çok hızla gelişen bir teknoloji var. Bundan birkaç yıl önce hiç yapılamayacak birtakım incelemeler bugün mümkün oluyor. Şimdi criminal laboratuarın olanaklarını ve neden neyi bulabileceğini diyelim ki parmak izinden DNA elde edilebileceğini ve bu DNA dan da o kişinin kadın mı, erkek mi, esmer mi, sarışın mı olduğunu söyleyebileceğimizi polisin bilmesi lazım.
Yaprak Özer: Polis bilmiyor mu bunları?
Sevil Atasoy: Ama bunların çok güncellenmesi gerekiyor.
Yaprak Özer: Sürekli yeni bir şeyler çıkıyor. Siz aslında orada delilin bilinçsizce karartılmamasını sağlamaya çalışıyorsunuz değil mi?
Sevil Atasoy: Evet.
Yaprak Özer: Şunu soracağım, siz bazen eleştiriliyorsunuz. Yaptığınız yayınlar o kadar detaylı ve o kadar ilginç ki herkes her şeyi biliyor. Zaten yaparken delilleri de düşünerek planlayarak yapabilirler, bu kadar açık olmak gerekiyor mu diye soranlar var.
Sevil Atasoy: Bu kadar açık olmanın değişik nedenleri var; bir kere bunlardan bir tanesi kesinlikle caydırıcı olduğuna inanıyorum. Dünyanın her yerinde failler polisin elindeki olanakları bildikleri takdirde “hele bir dur” der. Ne kadar haberdar ise insan, o kadar ürker ve bir adım geri çekilir. İkincisi; bunları anlatmamın nedeni genel olarak topluma her ne olursa olsun bir delil bırakırsın demektir.
Yaprak Özer: Yani kusursuz bir iş yoktur.
Sevil Atasoy: Yoktur evet, ben sana şunu öğretiyorum ama şunu yapmazsan mutlaka başka bir şey yapacaksın.
Yaprak Özer: Yapar mı hakikaten? Mutlaka bir şey bırakır mı?
Sevil Atasoy: Evet, mutlaka bir şey bırakır. Eğer bir astronot kıyafetiyle dolanmıyorsa ortalıkta ve öyle bir suç işlememişse mutlaka kendinden bir iz bırakır. Şimdi sizin polis olarak başarınız tabii ki bu izi bulabilmektedir. Yani kusursuz cinayet var mıdır, yok mudur polemiğinde eğer polisiniz hiçbir iş yapamıyor, hiçbir delil toplayamıyorsa tüm cinayetler kusursuzdur. Cinayetin kendisinde kusur var ama siz onu bulamıyorsunuz. Bütün mesele polisin çok iyi eğitilmiş olmasında.
Yaprak Özer: Aynı şekilde, medya ile ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Sevil Atasoy: Medya ile ilgili söylemek istediğim şey şu, medyanın yaptığı en önemli hataların başında mağduru suçlayacak biçimde haber yapması gelir. Bazı suçlarda, özellikle kadına yönelik cinsel suçlarda, mağdurun suçlanma ihtimali değişik nedenlerle vardır. Giymeseydi, etmeseydi, o karanlık yoldan geçmeseydi falan filan… Bu bütün dünyada var olan bir şey. Okur özellikle kadın okur, bunu okuduğu zaman: “bak o, kötü bir kadın, ben iyiyim” “benim başıma bir şey gelmez, her şey kötülerin başına geliyor” diyor. Bu yanlış bir çıkarım çünkü öncelikli olarak tabi cinsel suçlarda; ne kıyafetinizin, ne yaşınızın, ne bir şeyinizin önemi var. O saldırı büyük ölçüde bir şiddet eylemidir, güç ve kontrol eylemidir. Yoksa cinsel açlığın getirmiş olduğu bir saldırı değil.
Yaprak Özer: Peki, Türk toplumunda şiddet arttı mı? Yoksa iyi ki haberciler var da öğreniyoruz?
Sevil Atasoy: Birincisi, iyi ki haberciler var biliyoruz, ikincisi tabi ki şiddeti mutlak sayılarla değil ama normalize ederek vermek lazım. yani her 100 bin kişiye düşen cinayet sayısı, her 100 bin kişiye düşen hırsızlık gibi. Eğer siz nüfusu göz önüne almadan sadece mutlak sayılardan bahsederseniz tabi ki elli yıl öncesine göre çok farklı ama nüfusunuz artmış, kentleşme artmış, göç var.
Yaprak Özer: Buna göre İstanbul ve Türkiye pek de tehlikeli bir coğrafya değil mi?
Sevil Atasoy: Hayır, kesinlikle değil.
Yaprak Özer: Diğer taraftan suçun yalnızca birbirimizi kesip doğramak adına şiddet olmadığını ifade etmek için, iş yerindeki suça kısaca değinmek istiyorum. İş yerinde ne tür suçlar var?
Sevil Atasoy: Şimdi iş yerinde en basitinden bir mobbing kavramı var, taciz. Şu anda TBMM’de bir komisyonun hazırlamış olduğu çok önemli bir rapor var. İşyerindeki bu taciz kavramıyla ilgili bu kadın, erkek gözetmeksizin gerek çalışanların ya da işverenin, sizi rahatsız etmesi olayı aslında ve bununla nasıl başa çıkabileceğinizle ilgili. Bunun olmaması için yönetimlerin ne yapması gerektiği ile ilgili çünkü bunun bir adım ilerisi şiddet göstermektir.
Yaprak Özer: O zaman önlemek önem taşıyor. Kim önleyecek, insan kaynakları yöneticisi mi?
Sevil Atasoy: Tabi şimdi personelinizi çok yakın takip etmeniz gerekiyor. Bir işe bir personel alırken nasıl o işe uygun birini alıyorsanız eğer…
Yaprak Özer: Okullara, deneyime bakıyorlar başka neye bakacaklar? Nasıl olabilir?
Sevil Atasoy: Mesela o kişinin grup içinde nasıl çalıştığını, kalabalıklarla iletişimin nasıl olduğu, baştan bilinmeli ve kimin kimle çalışacağını ve daha iyi üretebileceğini de aslında insan kaynaklarının bilebilmesi lazım.
Yaprak Özer: Ama insan kaynakları yöneticilerinin o zaman üzerine ya çok yük olacak ya da iyi bir donanım olacak.
Sevil Atasoy: Bunun için psikolog çalıştırmak gerekiyor yani temelde bu çok özel bilgi gerektiren bir şeydir.
Yaprak Özer: Yapan kurum var mı peki?
Sevil Atasoy: Türkiye’de büyük yabancı şirket ortaklıkları yapıyor, yapmak zorunda ama Batıda bütün şirketler yapıyor.
Yaprak Özer: Yani suçu engellemek adına?
Sevil Atasoy: Evet, hepsi adım adım birbirini götürüyor. Bir taraftan üretimi arttırmak için uğraşıyorsunuz yani verimliliği arttırmaya çalışıyorsunuz bir iş yeri olarak. Elbette bir elemanınızın huzursuzluğu ve ertesi günü psikosomatik bir nedenle karnım ağrıyor, başım ağrıyor onun için işe gelemiyorum demesini istemiyorsunuz. Gerçek bir hastalığı yok aslında, ama kendisini hasta zannediyor, gerçekten de hastaneye gidiyor ama aslında o tamamen daha önce görmüş olduğu o iş yerindeki bir rahatsızlığın yansıması.
Yaprak Özer: Bu kadar bilinç ve bu kadar deneyim yılların tecrübesiyle, o zaman siz bulunduğunuz her ortamda adeta bir röntgen çekiyorsunuz.
Sevil Atasoy: Şimdi ben röntgen çekmeye yıllar içinde deneyimle varabildim ama şu anda bunun artık kitapları var. Yani bunun reçeteleri var. Buna hiç gerek yok.
Yaprak Özer: Oturduğunuz yerde dikkatinizi çeken olaylar, böyle önünüzden geçiyor mu?
Sevil Atasoy: Geçiyor tabi. Bunun sonu kötü dediğiniz çok şey oluyor.
Yaprak Özer: Peki, bir şey diyeceğim, mutlu musunuz?
Sevil Atasoy: Çok… Çok pozitif bir insanım.
Yaprak Özer: Nasıl başarıyorsunuz bunu? İşin başlangıcı mutsuz, siz mutsuz olmamayı nasıl başarıyorsunuz?
Sevil Atasoy: Bilmiyorum ama en iyiyim yani çok keyfim yerindedir.
Yaprak Özer: Peki, siz cinayet film izliyor musunuz?
Sevil Atasoy: İzliyorum çok. Hemen hemen tamamen polisiye izlerim.
Yaprak Özer: Evde de bunu yapıyorsunuz yani.
Sevil Atasoy: Evet, sadece polisiye izlerim ve işle ilgili okurum. Başka hiçbir şey okumam yani bir aşk romanı okuduğum vaki değil hayatım boyunca. Aslında roman okumuşluğum vaki değil.
Yaprak Özer: Onun için de roman yazmam diyorsunuz, hikâye yazarım öyle değil mi?
Sevil Atasoy: Vaktim yok.
Yaprak Özer: DNA konusunda, Türkiye’de eksik olan DNA bankası yok.
Sevil Atasoy: DNA analizleri yapılabiliyor ve iyi yapılıyor. Hatta bundan kısa bir zaman önce Afganistan’da düşen bir Amerikan uçağı vardı orada DNA örnekleri almış olan İngiliz ve Türk bilim insanlarıdır. Orada böylesine uluslararası düzeyde DNA analizi yapmayı da biliyoruz.
Yaprak Özer: Harika, ama bankamız yok. Peki, olunca ne olacak?
Sevil Atasoy: Banka, değişik işlere yarar ama en önemlisi herhangi bir suç nedeniyle diyelim ki küçük bir hırsızlık nedeniyle yargılanıp, hüküm giymiş bir kişinin DNA (açıldığında bir metre uzunluğunda bir moleküldür bu sadece belli bazı yerlerindeki işaretleri. Yani bu alışveriş yaptığımız zaman okuttuğumuz o barkot gibi.) profil bilgisinin depolandığı bilgisayar düşünün. Sadece bütünü var orda yoksa biyolojik örnek falan yok.
Yaprak Özer: Şu anda bizi izleyenler tedirgin oluyorlar çünkü Türkiye’yi kodlama fişleme gibi bir şey ama…
Sevil Atasoy: Ne yaparsanız yapın ama banka bu demek. Yani o bankada sizin için diyelim ki bir hırsızlık yaptıysanız, sizin DNA profiliniz ki 30-35 haneli bir sayısal veri düşünün, sadece bir sayı yazıyor orada, sadece bir sayı yazıyor. Şimdi siz günün birinde birini öldürdünüz ve olay yerinde failin bırakmış olduğu bir delil var saçınızı düşürdünüz, tükürdünüz veya kustunuz. Oradaki DNA profilini bankada aratıyorum ben ve hemen sizin daha önce küçük hırsızlık yapan adam olduğunuzu buluyorum. Elimle koymuş gibi buluyorum.
Yaprak Özer: Teknolojinin verdiği fırsatlar…
Sevil Atasoy: Tabi. Şimdi biz ne yapabiliyoruz; olay yerinde bu kusmuk, tükürük falan onun DNA profilini elde ediyoruz, elimizde şüpheli varsa eğer onunkiyle karşılaştırıyoruz. Ama hiç şüpheli yoksa yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Banka şart!
Yaprak Özer: Peki, kurulabilecek mi? Var mı bir gelişme?
Sevil Atasoy: Her zaman var ama bir türlü olmuyor, değişik nedenlerden dolayı.
Yaprak Özer: Pahalı bir şey mi banka?
Sevil Atasoy: Hayır değil.
Yaprak Özer: Peki, o zaman görüş ayrılığı mı var?
Sevil Atasoy: Bazı ülkelerde banka polis teşkilatının bulunduğu- iç işleri bakanlığına, bazılarında adalet bakanlığına, bazılarında ise başbakanlığa bağlı. Türkiye’de problemin birincisi buradan çıkıyor; yani nereye bağlı bir banka bu önemli bir şey. Bir bankanın güvenliği de, bu bankanın başında bulunacak kişiler de önemli. Ama bundan öte, hangi suç tipinde bankalama yapacağınızda önemli. İngiltere, kırmızı ışıkta geçeni de bankalıyorken, Almanya ise diyelim ki hırsızlıkla başlıyor. Bu meclis kararları getiren olaylardır, oturup uzun uzun tartışmaları gerekir.
Yaprak Özer: Sizin bir masumiyet projeniz var. DNA aslında pek çok insanın, suçlu sandığımız…
Sevil Atasoy: Aslında suçsuz olduğunu kanıtlamak için kullanılan bir olanak. DNA analizlerinin olmadığı tarihlerde varsa delil bunun üstünde çalışılmadığı herhangi bir kesinleşmiş mahkûmiyet varsa bu davaları yeniden açmak için uğraşıyoruz
Yaprak Özer: Türkiye’de var mı başarılarınız?
Sevil Atasoy: Var.
PROF. DR. SEVİL ATASOY KİMDİR?
Kendisini bir başarı hikayesi olarak görmediğini. çalışma hikayesi olarak tanımladığını söylese de, Prof. Dr. Sevil Atasoy’un hayatı gerçek bir başarı hikâyesi. Adli Tıp Enstitüsü eski Müdürü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Kurulu eski Başkanı ve yeni iletişimci… “Kanıt” adıyla yaptığı programlar çok popüler. Öyle ki, hukuk fakültelerinde vak’a olarak okutuluyor.