“Hayır, bu kış gribi değil, tehlike yok.” “Evet bu kuş gribi, dikkat… tehlike var.”
Keşke daha önce bilseydik. Önlem alsaydık. Daha fazla bilgiye sahip olsaydık. Çare bulsaydık. Yitirilen minik hayatları kurtarsaydık. Çernobil faciasının üzerinden çok zaman geçti. Çarpık çurpuk yeni nesiller üredi. O zaman da bilgi saklanmıştı. Sonu kötü bitti. Keşke ders alabilseydik!
Çok değil bir ay önce Dünya Ticaret Örgütü toplantısı vardı. Türkiye’yi, başında Bakan Kürşat Tüzmen’in bulunduğu bir heyet temsil etti. Tüzmen ve beraberindekilerin protestocular arasından geçerken yaşadığı macerayı ince ayrıntılarına kadar öğrendik ama oraya neden gittiklerini bilmiyoruz. Toplantının bu yıl yapılan bölümü tarımla ilgili ciddi düzenlemeler getirdi. Türkiye alınan kararların hepsinden fazlasıyla etkilendi ve etkilenecek.
Rusya Ukrayna’ya petrolü kesti. Dünya yerinden oynadı. Ukrayna titremeye başlayacakken aklımıza bizim de bir gün aynı konuma düşebileceğimiz geldi. Tesadüfen öğrendik ki, Rusya doğal gazını satın alan ülkeler arasında Türkiye, sözkonusu ticaret anlaşmasını en pahalıya yapan ülkeymiş. Meğer biz doğal gaza herkesten çok para ödüyormuşuz. Bilmiyorduk…
Şeffaflık son günlerin en çok tartışılan kavramlarından. Kavram nedense kimin işine gelirse onun malıymış, diğerleriyle hiç bir ilgisi yokmuş muamelesi görüyor. Şu sıralar kavramı kucaklayan kesim iş dünyası. Uzak duranlar durumdan o kadar memnun ki, şeffaflık iş dünyasının tekelinde kalabilir.
Oysa şeffaflık kavramının çıkış noktası toplumsal. Bireysel öğrenme hakkı ilk kez, 1776 yılında İsveç’te, ardından 1786 Virginia Bildirgesi ve 1789 Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesiyle anayasal nitelikte bir hak olarak tanınmış. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre herkes fikir ve ifade özgürlüğü hakkına sahip. Bilgiye erişim hakkı yasasının yürürlüğe girme tarihleri ise o kadar gerilere uzanmıyor. Örneğin ABD’de 1966’da kabul edildi. İngiltere’de 2000’de, Türkiye’de yasa 2003’te kabul edildi, 2004 Nisan’ında da yürürlüğe girdi.
Bilgiye ulaşmak ya da şeffaf olmak, bilgilere herkese açmak neden bu kadar önemli? Üst üste yaşanan şirket skandalları, kurumları zarara uğratınca, sermayederler çil yavrusu gibi kaçınca, yüzüne bakılmayan şeffaflık kavramı iş dünyasında popüler oluverdi. BP Grup CEO’su Lord John Browne’ın çokuluslu bir firmanın kurumsal yayınına verdiği röportaj gözüme takıldı. Browne, Enron skandalının birçok insanda “Ben zaten biliyordum” hissi uyandırdığına, bunun adının güvensizlik olduğuna dikkat çektikten sonra, “şeffaflık”tan korkmamak gerektiğini söylüyor: ” Sanılanın aksine şeffaflık karı azaltmıyor, tersine arttırıyor.” Bir şeyler değişiyor!
Şirketlerde şeffaflık ne kadar önemliyse, yerel ve ulusal yönetimlerde de en az o kadar önemli. Yakın zamanda Başbakan Erdoğan ülkeyi bir şirket gibi yönettiğini ifade etmişti. Şeffaflık denkleminin kar ve zarar formulü Başbakana cazip gelmiş olmalı. O gün sarf edilen sözler, özelleştirme kapsamında şirketleri satıp savmak ve hesapsız yapılan yurt dışı gezilerine yöneltilen eleştirilere verilen yanıttı. Aslında Başbakanın söyledikleri çok anlamlıydı. Ülkeler de şirket gibi yönetilebilir. Tabii kuralına göre! Unutmamak gerekir ki, kurumsallaşmasını tamamlayan şirketler farklı bir platforma geçeli yıllar oldu. Kurumsallaşamayanlarda hala dilediğiniz kararı veriyor, kimine “hayır” kimine “evet” diyebiliyorsunuz. İstediğiniz yere gidiyor, istediğinizle görüşebiliyorsunuz. Halk arasında bunun adına “ben yaptım oldu” deniyor. Hükümeti kuranlar da halk arasından çıktıklarını unutmamak ve unutturmamak için halk dilini yaygın olarak kullanmaya gayret ediyorlar; babalar gibi satmak, pamuk eller cebe, istediğimle konuşurum, üç nokta… Keşke halkın dilini kullanmaktaki ısrarı, halkın dilini kurumsal dile çevirmekte kullanabilsek.
TESEV 2005’te “Vatandaşın Bilgi Edinme Hakkı Projesi”’ni gerçekleştirdi. Projenin sonucunda, Türk vatandaşının bilgi edinmek için doğrudan başvuru yapabildiği, ama yönlendirme eksikliği yaşadığı anlaşıldı. Yapılan başvuruların kayda alınmayabildiği tesbit edildi. Vatandaşın başvurusunu takip etmediği gözlendi. Internet başvuruları için bulunan sistem düzgün çalışmadığı, standart bulunmadığı ortaya çıktı. Kamu kuruluşlarının, başvurulara her ilde farklı zaman ve kalitede geri döndüğü anlaşıldı. Örneğin Adana’da geri dönüş oranı yüzde 26, Ankara’da yüzde 62.
Şeffaflık, yalnız Türkiye’de tartışılmıyor. Amerikan Başkanı şeffaflığa bağlı güven sendromu yaşayan liderlerin başını çekiyor. Ne kendi halkı, ne dünya halkı ona inanıyor. Newsweek dergisi “2005’in En Büyük Siyasi Yalanları”nı sıraladı. En büyük yalan kategorisinde; Karl Rove ve Scooter Libby, CIA ajanı Valery Plame’nin kimliğini sızdırmadılar açıklamasıyla Beyaz Saray kurumlar bazında Oscar aldı. Birey bazında en büyük ödül yine ABD’nin. Ebu Garip’ten Guantanamo’ya uzanan ABD’nin kontrolündeki birçok tesisde işkence yapıldığını gösteren kanıtlara karşın “Biz işkence yapmıyoruz” diyen Başkan Bush bilgiyi saklamada en başarılı siyasi seçildi.
Bilgi saklanamaz, kullandıkça değerlenir. Hepimizin bilgiye ulaşma hakkı mevcuttur. Bir kesimin daha fazla bilgisi diğerinin daha az olması, ekonomik eşitsizlikten daha büyük sorunlar yaratır. Şeffaf ve katılımcı yönetim için ilk şart halkla bilgi paylaşımı. Bilgi edinme hakkı demokrasinin önemli bir unsuru. Diğer yandan bilgiye ulaşmak da bir vatandaşlık görevi olarak kabul edilmeli.