Geçtiğimiz günlerin magazin haberine göre Justin Bieber, Lyme hastası olduğunu açıklamış. Ne demek bu diyeceksiniz…Tuhaf bir bakteri ve sebep olduğu hastalıklar dizisi. Kimi Binbir Surat bakteri diyor, kimi gizli hastalık diye ifade ediyor. Türkiye’de Lyme konusunda araştırma yapan Biyolog Prof. Barbaros Çetin’e göre yerküre üzerinde insan neslinin sonunu getirecek kadar tehlikeli ve güçlü bir bakteriyle karşı karşıyayız. Bakterinin yarattığı koşulları ise epidemik olarak tanımlamak artık çok masum bu bir pandemik.
Prof. Dr. Barbaros Çetin bu bakterinin ve yol açtığı tehlikeyle ilgili bilgi yaymak ve farkındalık yaratmak üzere ömrünü adamış bir bilim insanı. Ne yazık ki, heyecanı bazı çevrelerde yanlış anlaşılıyor. Yıllar süren mücadelesini literatüre Lyme bakterisinin yeni doğan bebekler üzerinde yol açtığı ölümcül bir hastalığı ortaya çıkartarak taçlandırdı. Bir konuda yılmadan, sürdürülebilir çaba sarf etmesi ayrıca bir takdiri hak ettiğini gösteriyor.
Konumuzu anlatmak kolay değil. Tek kelimeyle Lyme. Lyme, ciddi bir hastalık. Yüzlerce başka hastalığı taklit ettiği için çok tehlikeli. Beyaz Saray geçtiğimiz yıl Lyme hastalığını kabul ederek, bir çalışma grubu oluşturdu. Dünya Sağlık Örgütü de Lyme hastalığının bir tehlike olduğunu kabul etti ve uyarı yayınladı.
Yukarıdaki cümlelerimden, konuyu daha önce hiç okumamış biriyseniz “taklit” kelimesini cımbızla çekeceğinizi biliyorum. Taklit nedir diye merak edeceksiniz. Hastaların Barbaros Çetin’e gönderdikleri mesajlardan alıntı yaparak ilerlememe izin verirseniz tanıma biraz daha renkli bir giriş yapabileceğim;
Bir hasta, “Üç aydır doktor doktor geziyorum. B12 eksikliği, iltihaplı romatizma, MS hastalığı, Behçet hastalığı, ülseratif kolit ve daha birçok tanı ile doktorlarda…” diyerek heba olduğunu ifade ediyor. Bir başkası da diyor ki: “Bende çok ciddi birtakım hastalıklar başladı: Unutkanlık, görememe, bulanıklık, hafıza kaybı, el ayak şişmesi, ne ararsanız var” gibi gibi… Çetin’in anlattığından yola çıkarak bu kişilerin teşhis konulamayan ya da sürekli farklı teşhis konulan hastalıklarla ilişkisi yok, bunlar Lyme hastası. Hastalığa yol açan bakteri bu hastalıkları taklit ettiği için doktorlar yanılıyor, hasta tedaviye yanıt vermiyor.
Lyme’ın kısaca bir tarihini aktarmak gerekirse, 1975’te ABD’nin Connecticut eyaleti Lyme kasabasında üniversite ve lise öğrencilerinde sıklıkla, “juvenil romatoid artrit” görülmesiyle başlıyor. Yaşlılarda olduğunu bildikleri bu romatizma türü karşısında o dönem şaşkınlık yaşanıyor. Araştırmalar sonucunda, İsviçre’den ABD’ye göç etmiş Willien Burgdorferi bakteriye ismini veriyor. Lyme’a, “spiroket” bakteri olan “Borrelia burgdorferi”nin sebep olduğunu ortaya çıkarıyor. Hastalığın adı “Lyme” hastalığı olarak anılıyor. Lyme hastalığının bugün 365’den fazla hastalığı taklit ettiği biliniyor.
Ve Türkiye’de bu gelişmeleri Prof. Çetin takip ediyor. Geçen yıl yayınlanan Türkçe kitabının İngilizcesi de kısa bir süre önce kitapçılarda yerini aldı.
Yaprak Özer: Taklit kabiliyetiyle başlamak istiyorum; 365’den fazla hastalığı taklit eden bir bakteriden söz ediyoruz, çok çok şaşırtıcı… Son karşılaşmamızda 200 adet gibi bir rakam anımsıyorum.
Barbaros Çetin: Evet. Bu inanılmaz bir şey. 400’lere doğru gidiyor ki, benim de taklit ettiği bir hastalıkla ilgili olarak benimde dünya için bir buluşum var. Ben 12 yıldır bunun savaşçısıyım ve son 4-5 yıl içerisinde birçok tıp fakültesinde Lyme konusunda konferanslar verdim. Dünya Sağlık Örgütü’nün geçen yıl Lyme’ı 15 ana başlıkla kodlaması ve bütün dünyaya ilan etmesi… Avrupa Parlamentosu sağlık grubunun üç yıllık bir çalışmadan sonra, tüm üye ülkeler için Lyme’la mücadele acil eylem planı çağrısı yapması, dünya tıp otoritelerini ayağa kaldırdı. Fakat ben ülkemde Lyme’ın gerçek olup olmadığı konusunda savaşıyorum.
Y.Ö.: Algıyla savaşıyorsunuz. Beyaz Saray bile ilgili bir komite kurdu. Burada enteresan olan komitede yer alanlar… Mesela bir tanesi asker.
B.Ç.: Yüzbaşı. Bir kadın… Terörle Mücadele ve Gelişmekte Olan Tehditler, Gıda ve İlaç Dairesi Başkanlığı… Amerikan Savunma Bakanlığı’ndan bir sivil de var.
Y.Ö.: İlginç olan, terörle ilişkilendiriliyor olması.
B.Ç.: Evet. Seksene yakın uzman var, bütün bakanlıklardan ve üniversitelerden…
Y.Ö.: En sık taklit ettiği hastalıklar Alzheimer, Behçet hastalığı, otizm, MS, ALS! Romatoid artrit, kanser, kalp krizi, tiroid, şizofreni…
B.Ç.: Tiroid hastalıkları, başta haşimato olmak üzere, psikiyatrik hastalıklar…
Y.Ö.: Parkinson… Dehşet saçan hastalıkları taklit ediyor.
B.Ç.: Evet.
Y.Ö.: Tanı koyup iyileştirmek mümkün?
B.Ç.: Ben yaklaşık 10-12 yıl önce bu işin içerisine girdim bir tesadüf eseri. Doktora öğrencim MS hastasıydı. Beş yaşından beri hastaymış. Ben kendisine yardımcı oldum. Lyme çıktı. Gittik, tıp fakültesindeki arkadaşlarımızla konuştuk. Halen tedavisi devam ediyor. Çünkü uzun yılların ihmali var. Beni endişeye sevk eden şey bir biyolog olarak bu bakterinin gücü. Ben yaklaşık 40 yıldır biyolojinin içerisindeyim. Dünyanın birçok ülkesinde çalışmalar yaptım. İsveç Stockholm’de doktoramı tamamladım. Hayatımda genetik olarak, bu güçte bir canlı görmedim. Bu bir ilkel canlı. Prokaryot olmasına rağmen, ökaryot, gelişmiş canlı özelliği gösteren, inanılmaz bir genetik yapıya sahip.
Y.Ö.: Nerelerde var?
B.Ç.: Dünyanın hemen hemen her yerinde var. Kutuplarda penguenlerin bile vücutlarında tespit edildi. İnanılmaz bir şey.
Y.Ö.: O zaman şunu anlıyorum; iklim, bakteriyi durduramıyor. Yaz koşullarında da kış koşullarında da yaşayabiliyor.
B.Ç.: Tabii. Adaptasyon… Yaşayabiliyor.
Y.Ö.: İnsan üstünde mi, yoksa hayvan üstünde mi, doğada bitki üstünde mi?
B.Ç.: Doğada, başta memeli canlılar olmak üzere, yabani memeliler, evcil memeliler, inek, koyun, keçi gibi olmak üzere ve insanda Homo Sapiens olmak üzere, memeliler dışında sürüngenlerde, kuşlarda bulabilirsiniz. Zaten kıtalararası yayılmasının nedenlerinden biri…
Y.Ö.: Uçucu hayvanlarda bulunabilmesi…
B.Ç.: Kuşların üzerine yapışan kenelerle veya bizzat kuşlara bulaşmak suretiyle, dünyanın her yerinde yayılmış. Şöyle bir tarihçesi de var; maalesef 15-20 milyon yıl önce gezegenimizde yaşadığı ispatlandı. Amerikalı biyoloji profesörü, bundan birkaç yıl önce, Dominik Cumhuriyeti’nde bulmuş olduğu dört fosilden bir tanesinden Borrelia’nın DNA’sını izole etti. İnsanoğlu, bunu çok sonradan farkına vardı. Bu bir salgın. Kaç yıldır söylüyorum; elimde belgelerim de var. Yaklaşık 8-10 milyon kişi, muhtemelen Lyme hastası Türkiye’de. Amerika’da 25 milyon Lyme hastası olduğunu biliyoruz. Son 30 yılda yeni öngörüleri 80 milyon. Avrupa’da Almanya’da her yıl yeni vaka 700 bin civarında.
Y.Ö.: Ne kadar hızla artıyor?
B.Ç.: Bazı hastalıkları ele alacak olursak, örneğin otizm, son 20 yıl içerisinde biliyorsunuz… Hızlı bir artış var. Yüzde 600, dünyadaki artışı şu an. Otizmin bir hastalık değil, bir farkındalık olduğu ifade ediliyor. Otizm bir hastalık. 100’den fazla bilimsel kanıt var. Otizm tanısı almış çocukların beyinlerinde, yaklaşık 24 farklı patojen tespit edilmiştir.
Y.Ö.: Bu konuda tepki alıyorsunuzdur, alacaksınızdır.
B.Ç.: Yok, hiç önemli değil. Benim kanıtlarım var.
Y.Ö.: Lyme üstünde duralım; epidemik diyorsunuz.
B.Ç.: Bu bir pandemi. Artık epidemiden çıktı. Dünya çapında bir salgın. Geçtiğimiz yıl, Varşova’da 8. Avrupa Lyme Toplantısı’nda Uluslararası Tıp Kongresi’nde, Türkiye’deki otizm tanısı almış çocuklarla ilgili bilimsel çalışmamın sunumunu yaptım. Çünkü Türkiye’deki tek arşiv benim. Tek büyük arşiv, Lyme testleri konusunda. Hem annelerine hem çocuklara yaptırdım. Ve çocukların büyük kısmının annelerinde de bu bakteri var. Amerika’da yapılan çalışmalara göre, otizm tanısı almış çocukların çoğunluğunun kökenini, Lyme bakterisi oluşturuyor. Anneden geçiyor.
Y.Ö.: Şunu söylüyorsunuz; otizmin önemli bir bölümü Lyme kökenli, otizmi taklit eden bir bakteri. Bizim konsantre olmamız gereken şey bu, bana kalırsa. Hastalıkları taklit eden, oymuş gibi görünen bir bakteri var. Bu bakteri hızla yayılıyor. Dünyada milyon yıllar önce de vardı.
B.Ç.: Evet.
Y.Ö.: Fakat bu bir pandemi, değil mi? Buraya kadar bunu anladım.
B.Ç.: Evet. Bugün geldiğimiz nokta: Pandemi.
Y.Ö.: Çünkü yanlış ifade edersek, bana kalırsa o zaman tepki çekeriz. Lyme nasıl geçiyor? Korunmamız mümkün mü? Örneğin sizi bu saatten sonra otizmle vurmaz ama kalp krizi ile vurabilir mi?
B.Ç.: Tabii. Çok doğru söylüyorsunuz.
Y.Ö.: Bana bu saatten sonra neyle vurabilir başka?
B.Ç.: Felç yapabilir, Alzheimer yapabilir, Parkinson yapabilir.
Y.Ö.: Ben Alzheimer olduğumu sanıp; Alzheimer ile ilgili tedbir alırken, oysa benim hastalığım aslında, başka bir şey de olabilir. Asıl bu korkunç.
B.Ç.: Ben esas size daha korkunç olanını söyleyeyim. Beni ilgilendiren kısım o, biyolog olarak. Tedavi kısmı, tıp camiasının, doktorların. Biz biyologlar ise, bu bakteri üzerinde çalışıyoruz. Araştırmalar yapıyoruz.
Y.Ö.: Kene değil mi bir de o?
B.Ç.: Tabii. Sadece kene değil. Şunu ispatladık: Bu bakteri, kenenin dışında, bit, pire, sivrisinek, tahtakurusu gibi bütün kan emenlerden geçiyor. Onun için salgın. Anne hamileyken, anneden fetüse geçiyor. Kan nakliyle, organ nakliyle, cinsel yolla geçiyor. Dolayısıyla da çok fazla bulaşma yolu olduğu için, bugün için bir pandemi. Bir de tıp dünyasının anlamadığı bir nokta var: Bakterinin gücünü bilmiyorlar. Biz biyologlara düşen görev, bu bakterinin gücünü anlatmak. Çünkü, ultra süper spiroket bir bakteri, benim deyimimle. Dünyada bu gen yapısında başka bir canlı yok. Bu bakteri “binbir surat bakteri”. İnsan vücuduna girdikten sonra, dış yüzey proteinlerini, yani ceketini değiştiriyor. Niye değiştiriyor biliyor musunuz? Sizin bağışıklık sisteminiz bunu tanımasın diye. Laboratuvar denemeleri var. Sağlam bir farenin kuyruğundan bu bakteri enjekte ediliyor. Bir müddet sonra beyinden izole ediliyor. Ve beyindeki genetik yapısıyla, ilk zerk edilen noktadaki genetik yapısının farklı olduğunu görüyoruz. Çünkü kan bariyerini bozup; beyne geçtiğinde, tekrar ceketini değiştiriyor. Bu, inanılmaz bir şey. Bu, birçok bakteri gibi diğer patojenler gibi, kanla yayılmayı pek sevmiyor. Çünkü kanla yayıldığı zaman, bağışıklık hücreleri ile karşılaşıyor. 2006 yılına kadar tıp dünyası, biyoloji dünyası, bakterilerin sadece bağırsak sisteminde, midede olduğunu biliyordu. Biliyorsunuz, ikinci beyin diyoruz bağırsak sistemine. Ama bakteriler, artık bizim her tür dokumuzun içerisinde var. Mesela kaslarımızdaki fibroplast dediğimiz hücrelerin içerisinde bile var. Ve bu bakteri bizim şifremizi çözmüş. Bizim vücudumuzdaki bütün organlarımızı sarmalayan bir bağ doku var, bir kolajen doku var, protein ağırlıklı. Bu kolajen doku vasıtasıyla vücudu geziyor, dolayısıyla da bağışıklık sisteminden kendini izole ediyor. Mesela dizlerin arasına, kemik arasına, parmakların içerisindeki küçük kemiklerin arasına saklanıyor. Romatizma vb. hastalıkları bu şekilde yapıyor. Bağışıklık sisteminden nasıl kurtulacağını biliyor. Daha korkuncu, canlılar, bölünme sırasında genetik yapılarını değiştirirler. Ama bu, canlılık devam ederken bile, genetik yapısını değiştiriyor. Biyologları hayretler içerisinde bırakan yönü bu. Tıp dünyasına anlatmamız gerekiyor, bize bu fırsatı vermeleri gerekiyor.
Y.Ö.: Bu hastalık doğru bir adreste her koşulda tespit edilebiliyor mu? Nasıl tutturacağım bilmiyorum.
B.Ç.: Şöyle söyleyeyim: Birincisi, biraz önce testleri kastettiniz. 10 yıldır test problemi vardı Lyme’da. Mesela AIDS konusunda, kanı alıyorsunuz, %99.7 oranında AIDS virüsü var mı yok mu anlıyorsunuz; gayet sağlam bir test. Ama 10 yıldır bilim çevreleri bu bakterinin testleri ile uğraşıyor. Çünkü kolay kolay kanda kalmadığı için ve bunun antijenlerine, vücut antikor oluşturmadığı için, o eski mevcut testle, Elisa testleri, Western-Blot testleriyle yakalamak çok zor. Elisa’nın zaten bugün pek işe yaramadığını biliyoruz. Western-Blot’ta ki, doğrulama testi deniyor buna, Amerikan devletinde pek çok kurumda bu testler kullanılıyor. Burada yakalama oranınız, %50, %50 kaçırıyorsunuz. Ama bugün bilim, beyaz kan hücrelerinden hareket ederek, aktif bir tepki var mı diye, mesela ELISPOT testi geliştirdi. Almanya’da artık dünyaca ünlü bir laboratuvar bunu yapıyor. Amerika’da başka bir dünyaca ünlü laboratuvar benzer testler yapıyor. Bir özelliğini daha söyleyeyim, dünyada insan bağışıklık sistemini korkunç derecede baskılayan başka bir canlı yok. Bağışıklık sistemini çökerttiği zaman, siz ne yapıyorsunuz, diğer bütün patojenlere…
Y.Ö.: Çok korkunç olduğunu anladım. Ama çözüme odaklanmak istiyorum. Ben gidip bir yerde, bende Lyme var mı diye ortaya çıkartabilir miyim?
B.Ç.: Çıkartabilirsiniz.
Y.Ö.: Türkiye’de?
B.Ç.: Tabii. Evet. Şöyle… 4-5 tane özel laboratuvar var. Bu laboratuvarlarda Avrupa’daki en son gelişmiş testlerle ilgili müracaat edebilirsiniz. Dünyaca ünlü iki büyük laboratuvarın testlerinin aletlerini getirdiler, burada yapıyorlar. Özel sektör yapıyor. Tedavi… Lyme hastalarının hemen hemen tamamı sonradan ortaya çıktığı için…
Y.Ö.: Vakit geçmiş oluyor.
B.Ç.: Tabii. 10 yıl, 20 yıl… Dünya buna, “görünmez hastalık” diyor, “invisible illness” diyor.
Y.Ö.: Mümkün mü tedavisi?
B.Ç.: Tabii, tedavisi mümkün. Her hastalıkta olduğu gibi, Lyme’da da ne kadar erken davranırsanız, tedavi süresi o kadar kısa. Şöyle bir şey: Bir günlük tedavi örneği vereyim. Bir gün içerisinde, damardan güçlü antibiyotik alıyorsunuz. Tabii onu doktor veriyor. Artı, damardan ve makattan ozon alıyorsunuz. Damardan yüksek C vitamini alıyorsunuz. Ayaklardan aynı gün detoks alıyorsunuz. Mineral vitamin destekleri alıyorsunuz. Doğal tedaviler var. Artı, bitkisel kökenli ekstraktlarla desteklenmesi gerekiyor. Maalesef dünyada Lyme’ın tedavisi kişiye özel. Çünkü herkesin genetik yapısı, yaşı, o güne kadar bu bakteri hangi organlara hasar verdiğini bilmiyoruz, Bağışıklığı baskıladığı zaman bunun birincil, ikincil enfeksiyonlar var. Bir de bunların taranması gerekiyor. Yani Lyme tedavisi, tam komple bir tedavi. İyi bir temelle bu tedaviyi yapmanız gerekiyor ve ondan sonra, beslenmeden tutun, hayat kalitesine kadar, doktorlarınızın tavsiyelerine uyacaksınız…
Y.Ö.: Yeni bir yola giriyorsunuz.
B.Ç.: Etrafımda birçok kişinin Lyme olduğunu biliyorum. Semptomlarından, çektikleri acılarından… Her gün Türkiye’de birileri, Lyme hastalığına yakalanıyor, farkında değil. Doktorların çoğu maalesef, Türkiye’de Lyme yok, Lyme, şarlatanların uydurduğu bir hastalık diyor.
Y.Ö.: SMA nedir?
B.Ç.: Spinal musküler atrofi. Bir çeşit kalp hastalığı çocuklarda. Bunun SMA Tip 1, Tip 2, Tip 3 ve Tip 4’ü var, bugüne kadar, 100 yıldır tıp dünyasının tanımladığı. SMA1 hastalığında maalesef çocuklar iki yaşına gelmeden ölüyorlar. Doğum sırasında solunum ve kalp problemleriyle dünyaya geliyorlar. Tıp literatürü bugüne kadar şunu söylüyordu: Bir gen eksik. SMA1 geni eksik. SM proteini dolayısıyla olmadığı için, bu çocukların kasları çalışmıyor. SMA tanısı almış çocuklara, ailelere testleri yaptırdım. Onlarda Lyme pozitif oldu. Bu çocukların, beyinden gelen frenik sinir dediğimiz bir sinir sistemi var. Bu sinir sistemi, tamamen diyaframa bağlı. Çünkü eğer bu sinir sistemi diyaframa bağlı olmazsa yaşayamayız. Otomatik olarak nefes almamızı sağlayan frenik sinir sistemi. Beyin merkezi ve burada da C3, C4, C5 omurlarından çıkıyor, geliyor diyaframa bağlanıyor ve en büyük solunum kası olan diyafram kasını çalıştırıyor. Bakteri, hem bu frenik sinirde felce sebep oluyor hem diyafram felcine sebep oluyor. Buradan hareket ederek, SMA’lı bazı ailelerde rica ettim ve sonuçta Lyme’ın, SMA’yı da taklit ettiğini ortaya çıkardım.
Geçtiğimiz Haziran ayında Madrid’deki 9. Avrupa Lyme Toplantısı’nda tıp otoritelerine sundum ve bir ay sonra da bir tıp dergisinde bunu yayımladım.
Y.Ö.: Bakteri bir terör grubunun eline geçmesi halinde, toplumları paralize edebilir mi?
B.Ç.: Bio-weapon. Yani biyolojik silahı kastediyorsunuz değil mi? Beyaz Saray’daki fotoğraf. Hani bir zamanlar anlatılırdı ya, dünyaya başka gezegenlerden meteorlarla bir mikrop geliyor, insanoğlunun neslini tehdit ediyor, bu sırada Amerika’daki bu tür gruplar ayağa kalkıyor vs… Böyle bilim kurgu filmlerini gençliğimizde çok seyrederdik. İnanın ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Komisyon’da, ilk bu resmi koydum slayt olarak, “Bu spiroket bakteri insanlığın sonunu getirir” dedim. Bio-weapon, biyolojik silah konusundan 3 ay önce Amerika’da tekrar gündeme geldi Lyme.
Y.Ö.: Aslında ekolojik dengesizliğin bir neticesi değil mi?
B.Ç.: O da var. İyi bir noktaya değindiniz. Zaten burada dikkat ederseniz, iklim değişiminin ilk pandemisi olarak da geçiyor.
Amerikan Senatosu’nda biyolojik silah olması konusu tartışılıyor. Biyolog olarak söyleyeyim, bakterilerle oynamak, biyolojik silah yapmak o kadar kolay değil. Zaten kendisi, dünyanın en tehlikeli biyolojik silahı. Çünkü sürekli bölünüyor, sürekli mutasyona uğruyor. Bölünme sırasında, maalesef bu enzim eksikliğinden dolayı, birçok yeni yeni genetik yapıda canlılar, Borrelia türleri dünyaya salınıyor. Kimse bunun farkında değil. Kanserlerin birçoğunu bu yapıyor. İnsan DNA’sının tamir mekanizmasını bozuyor kolaylıkla kanseri taklit ediyor ve bizzat yapıyor. Başta meme kanseri olmak üzere… Birçok kanser türünü taklit ediyor.
Söyleşimizi Yaprak Özer Youtube kanalından izleyebilirsiniz.