Haber obezi olabilir misiniz, haber söz konusu olduğunda tam tersine ölüm orucu, aralıklı oruç ya da bildiğimiz herhangi bir diyette misiniz?
Haber okuyanlar ve okumayanlar olarak kesin bir çizgiyle ayrıldığımızı söylemek için büyük bir araştırma yapmaya gerek yok. Geniş bir kitle ne olup bittiğini bilmiyor… umursamıyor ya da ulaşamıyor. Çoğu zaman bu duruma dair yazı yazıyorum. Bu kez tersini, çok okuduğunu söyleyenleri mercek altına alacağım.
Bir araştırma grubu gerçekten ne olduğunu tespit etmeye çalışmış. Haberleri takip eden toplulukların söyledikleriyle yaptıklarını mercek altına alınmış. Neden okuduklarını iki kavrama endekslenmiş; merak ve kaygı. Tüketim bu iki dürtüyle gerçekleşiyor. Ve fakat gelin görün ki, hiçbirimiz haber tüketimi konusunda doğruyu söylemiyoruz. Şaşırtacak kadar yanıltıcıyız. Kimi kandırdığımız muamma… dostlar alışverişte görsün şeklinde dolaşıp duruyoruz.
Neden abartıyoruz? Beğenilmek istiyoruz. Sosyal çevrede kabul görmeyi diliyoruz. Saygı duyulmayı hayal ediyoruz. Toplumsal puana sahip olmaya çalışıyoruz. İmaj her şey. Meraklı, bilgili ve entelektüel görünmek şıklık. İşte bu nedenle gerçek tüketimden daha fazlasıyız. Çoğu zaman küçümsediğimiz haberler etiketin yaldızı.
Mış gibi yapanlar
Niye bu kadar palavraya başvurduğumuzu samimiyetle anlamakta güçlük çeksem de bir iletişimci olarak bana kritik ve ilginç geldiği için sonuçları yeni yayınlanan bu araştırmayı paylaşmadan geçemeyeceğim.
Bern ve Amsterdam üniversitelerinden bir grup, kişilik ve çevrimiçi siyasi haber tüketimi arasındaki ilişkiyi incelemiş. Belirli kişilik özelliklerinin siyasi haber tüketimimizi çevremize abartarak ya da küçümseyerek yansıttığını gösteriyor.
Araştırma metodu beyan usulü olmakla birlikte arkasındaki mekanizma derin. Beş değişik kişilik özelliği üzerinden değerlendirme yapılmış. Deneyime açık olanlar – farkındalığı yüksek olanlar – dışa dönük yaşayanlar – uyumlu karakterler ve nevrotikler.
Birinci grup yeniliğe açık olduğu kadar farklı fikirlere de açık. Yeni şeyler öğrenmek ve keşfetmek onları tanımlıyor. Siyasi haber tüketimine de istekle yaklaşıyorlar. Meraklılar, sonucunda da bilgi seviyeleri yüksek. Gelin görün ki, gerçek tüketimleri böyle değil. Öyleymiş gibi yapmayı tercih ediyorlar…
İkinci grup için farkındalığı yüksek dedim, sorumlu diye de tanımlanabilirler. Düzenli, planlı dikkatliler. Toplum ve çevreleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya istekliler. Ama gelin görün ki, araştırma, bu özellik ile haber tüketimi arasında belirgin bir ilişki bulamamış.
Dışadönük olanlar sosyal etkileşimden enerji yüklenenler… Konuşkanlar, girişkenler. Daha çok haber tüketebileceklerini düşünürsünüz değil mi…Yooo! net bulgu yok.
Uyumlu bireylerden biraz olsun umutluydum; onlar da haber tüketimi üzerinde belirgin bir etki göstermiyor.
Kaldık mı nevrotik kişiliklere… Daha kaygılı ve duygusal olarak daha hassas olma eğilimi gösteriyorlar. Araştırma, nevrotik bireylerin kendilerini ortalama düzeyde haber tüketicisi olarak tanımladığını, ancak gerçek verilerin bu bireylerin daha az siyasi haber tükettiklerini gösterdiğini ortaya koyuyor. Özellikle seçim sonrası haber tüketimleri belirgin şekilde düşüyor. Haberciler açısından tehlikeli bir kitle oldukları söylenebilir, strese girince kontrolsüz tüketimi kesebiliyorlar.
Sonuç herkes başka söylüyor, başka yapıyor!
Bu ne perhiz…
Haber okumak, her zaman sosyal kabulle doğrudan ilişkili olmasa bile bireylerin genel bilgi düzeyini artırabilir. Araştırma sonuçlarına bakacak olursak, dışa açık olanlar, kendilerini sosyal çevrelerinde daha bilgili göstermek ve entelektüel olarak kabul görmek için haber okuduklarını iddia edebiliyorlarmış… derdimiz saygı görmek. Nadir bir özellik!
Nevrotik damgası yiyen bireyler, kaygı ve stres yaratabilecek haberlerden kaçınma eğiliminde oluyormuş. Psikolojik stresi azaltmak için haber tüketimlerini bilinçsizce azaltabildikleri tespit edilmiş. Sosyal değerlendirmelerden duydukları endişe nedeniyle de olduğundan daha çok tükettiklerini iddia ettikleri görülüyormuş.
Doğruyu yanlıştan ayırt etmek
Bu sevimli kandırıkçıları bir kenara bırakacak olursak, asıl tehlike “bilgi eşitsizliği”. Columbia Business School’dan Andrea Prat, Amerikalıların doğru bilgiyi tanıma yeteneklerini yanlış bilgiyi tanıma yetenekleriyle karşılaştırarak, bilgi eşitsizliğinin yaygın yanlış bilgiden daha büyük bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmaların yapıldığı coğrafya bizimkini birebir karşılamasa da bazı verileri değerlendirmemize engel değil kanımca. Haber ve bilgi dalgalanması küresel bir benzerlik seyrediyor.
Araştırmada, katılımcıların yaklaşık yüzde 47’si doğru haberleri güvenle tanıyabiliyor, yüzde 3’ü sahte haberlere inanıyor. Geri kalan yarısı da kararsız. Sosyoekonomik faktörler, doğruyu yanlıştan ayırt etmek konusunda siyasi eğilimlerden daha belirleyici. Yani takipçisi olduğunuz siyasi eğilim haberlerin doğruluğunu değerlendirmede sandığımız kadar etkili değil. Asıl bilgi eşitsizliği tehlikeli ki, özellikle yaş, eğitim, cinsiyet, gelir ve etnisite gibi faktörler, bireylerin doğru haberleri tanıma olasılığını düşürüyor. Önyargılar da böyle birikip kemikleşiyor.
Ne tuhaf bir paradoksla karşı karşıyayız… Bir yanda hiç okumayanlar, bir yanda sürekli haber okuyan ve sıkı takip ettiğini beyan edip aslında okumayanlar ve türlü gerekçeyle zaten okuduğunu önyargı kapsülünde değerlendirenler. Yetmezmiş gibi yalan yanlış haber fırtınası…
Doğru bilgiye ulaşmak nirvana!… Beyini boş bırakmayalım. Okumaya devam. Haber okur yazarı olmanızı önemle hatırlatarak noktalamak istiyorum.
BEYNİMDEKİ SANAT
Nörobilimci Dr. Pia-Kelsey O’Neill, geliştirdiği elektroensefalogram (EEG) cihazını kullanarak beyin dalgalarından sanat eserleri oluşturmuş. Mavi ve turunculardan oluşan bu olağanüstü görüntü gözlerini kapatıp sakin ve rahat hissettiği an ile gözlerini açıp okumaya başladığı geçişi temsil ediyor. Beyin dalgalarımız böyle dijital bir forma dönüşüyor. Nörobilimci O’Neill’in beyin dalgalarından sanat eserleri oluşturma çalışması, beyin aktivitelerimizin ne kadar yoğun ve dinamik olduğunu gözler önüne seriyor. İşleyen demir ışıldar diyoruz biz buna…