65+ Yaşlı Hakları Derneği kurucularından bilişsel nörolog Dr. Gülüstü Salur’la daha önce tanışmış olmayı isterdim. Sanki bir gün başımıza gelmeyecekmiş gibi yaşadığımız yaşlılık konusunda gözümü açtığı için müteşekkirim. Türkiye’de yaklaşık 6,5 milyon yaşlı var. Nüfusa oranı ülke tarihinin en yüksek noktasında. Türkiye uluslararası parametrelere göre 2023’de resmen yaşlı olacak!
Hazır mıyız? Hayır!
Yaşlılar birçok sorunla baş başa. Birincisi ekonomik. Geçinemiyorlar! Örneğin kırmızı et, balık, tavuk tüketimi yaşlılar için lüks. Sağlık, yaşlılar arasında geçim derdinden sonra gelen en önemli gündem maddesi. Şeker, hipertansiyon, kolestrol gibi kronik hastalıklar öne çıkıyor. Geriatri kliniklerinin sayısı da uzman hekim sayısı da yeterli değil. Bu kadar mı…
Teknoloji yaşamı uzatıyor, yaşlı nüfusun da farklı sorunları ortaya çıkıyor. Sağlıktan bir örnek; Alzheimer hastalığına yakalanan yaşlı nüfus oranı hızla artıyor: 2010 yılında yüzde 2,7, bir yıl sonra yüzde 2,9, iki yıl sonra yüzde 3,4’e yükseldi. Finanstan bir örnek; bankacılık işlemlerinde zorlanıyorlar. Bilişimden bir örnek; akıllı cihazları kullanamıyorlar dijital okuryazar değiller.
Gülüstü Salur’la buluşmamız hem öğretici hem düşündürücü oldu. Acı gerçeklere bu kadar pozitif bakan birini tanımaktan çok mutlu oldum. Yaşlılığın kaçınılmaz olduğunu, yönetilebileceğini aktardı. Ben de sizinle paylaşmak istiyorum. Geleceğe bir tuğla da biz koyalım diyenlerdenseniz, tuğlaları ikileyelim. Birini gençler, diğerini yaşlılar için dizelim.
Bir de önerim var; yazıya başlamadan spotify’dan Orson Welles açın. O “… ben genç olmanın ne demek olduğunu biliyorum, ama sen yaşlı olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun…” diye söylerken okuyun! Gülüstü Salur’la söyleşimi youtube kanalımdan da izleyebilirsiniz.
Yaşlı tanımını yaparak başlamak istiyorum. Neden böyle bir derneğin kurulmasına ön ayak oldunuz?
65+ Yaşlı Hakları Derneği adını koyarken 65 sayısını özellikle kullandık. Dünya Sağlık Örgütü’nün bir tanımı var, yaşlanma dediğimiz şey sadece kronolojik zamana dair bir kavram değil. İnsanın biyolojik, ruhsal ve sosyal yaşlanması da çok değişkenlik gösterebiliyor, ama yaşlılığın başlangıcını bir yere koymamız gerekiyor. Dünyada “yaşlı” sözcüğü hiç kullanılmasın diye yeni bir akım var. Biz yola çıkarken tersine “yaşlı” sözcüğü kullanılsın, ama yaşlılık farklı tanımlansın diye yola çıktık. Biz yaşlılığı öyle bir sahiplenelim ki, nasıl kadından “kadın”, çocuktan “çocuk” diye bahsediyoruz, bir yaşlıdan da “yaşlı” diye bahsettiğimizde herhangi olumsuz bir manası olmasın istedik.
Yaşlılık olumsuz bir duygu ya da bir halmiş gibi algı var hepimizde…
Sadece bizim kültürümüze özgü değil, medyanın da pompaladığı gençliğin, güzelliğin, yani kayıpların olmadığı her şeye muktedir olmanın yüceltildiği yaşam dönemindeyiz.
Yaşlıları aciz gösterirken aslında satın alma gücü olan bireyler olduklarını unutuyoruz…
Sosyal medyada bir şey okudum ‘Yaşlılar gençleri savaşa gönderiyor. Savaşa karar veren yaşlılar, gençler de savaşlarda ölen.’ diyor bir savaş karşıtı. Bu bakış açısıyla hakikaten dünyayı yaşlılar yönetiyor. Yani 65+’a yaşlı diyeceksek dünyayı yaşlılar yönetiyor. Reklamcılar gençleri hedef alıyor, asıl tüketici gençler diye düşünülüyor ama anahtar konumda-büyük paraların döndüğü konularda yaşlıların hala sarsılması zor bir iktidarı var.
Bizde 65 yaşını geçmiş birisi notere evini satmak için vekalet vermeye gittiğinde bir kuşku yaratılırsa noter “aklı başında” raporu isteyebilir, buna karşın, ABD örneğinde olduğu gibi, seçimlere katılan belli bir yaş üstü adaydan “melekeleri yerindedir” raporu beklenmemektedir. Şuna bağlamak istiyorum, yaşlılık dediğimiz şey çok karışık bir torba, bir taraftan yaşsız diyebileceğimiz çok aktif üretken hayatın içinde 70-75-80 yaşında insanlar var, bunlar kariyerlerini yönetebiliyorlar sürdürebiliyorlar, gelirleri var, sosyal hayatları var, cinsel yaşamları aktif olabilir, duyguları var, kavgaları var, özürleri var. Hayatın her anlamı ile içindeler. Ufak tefek sağlık sorunları olabilir, birinin gözlük takıyor olması nasıl onu hayattan koparmıyorsa, işitme cihazıyla, bastonla da hayatın içinde var olmaya devam edebilir. Öte yandan 65 yaşında bir başka insan da ciddi sağlık sorunları ve yoksunluklarla hayatın kıyısında kalabilir.
Ne kadarlık bir kitleden söz ediyoruz?
Türkiye’de yüzde 8,5 (2017). Nüfus verilerine göre 2023’te yüzde 10’a çıkması bekleniyor.
Çok ciddi bir rakam.
Bir taraftan yaşlı nüfus gelişmiş ülkelerdedir. Türkiye’de yaşlı nüfusun artması Türkiye’nin gelişmiş bir ülke olma yolunda emin adımlarla ilerlediğini gösteriyor. Bu iyi bir haber.
Neresinden baktığımıza bağlı tabi… Mülteciler Türkiye’deki yaşlı demografik yapısını değiştirdi mi?
Mültecilerde yaşlı oranı o kadar yüksek değil. Yaşlılık oranı gerçekten düşük. Yaşlılar köklerine çok bağlılar kolay kolay göç etmiyorlar. Çok mecbur kalmaları gerekiyor yaşlıların bir yerden bir yere göç etmeleri için.
Yaşlı, yoksun, yoksul ifadeniz var… bu Türkiye’deki yaşlıları tanımlıyor mu?
Yoksunluk dediğiniz zaman yaşlılar için dünyanın her yerinde yoksunluk var. En çok insan yoksunluğu. Özellikle Batı topluluklarında büyük yalnızlık var. Yalnızlık beraberinde sosyal yoksunlukları, sağlık hizmetine ve daha iyi gelir kaynaklarına ulaşmaktaki zorlukları, nihayetinde bunların hepsi yoksulluğu getiriyor. Yaşlılık pahalı bir şey olmaya başlıyor yani bir şey üretmeden sağlık giderlerinin artmasıyla çözülebilir bir şey olmaktan çıkıyor. Tıbbi teknolojinin gelişmesine bağlı olarak herhangi bir tanısal süreçten geçmek de pahalı hale gelmeye başladı. Kronik hastalıkların misafir olduğu yıllar arttı. Bir insan 10 yıl hipertansiyonla yaşarken şimdi 40 yıl boyunca hipertansiyonla yaşıyor. Bir insan inme geçirdikten sonra eskiden belki çok kısa yaşarken, şimdi inme sonrası 20-30 sene ya da bir diyabet tanısıyla 50 sene ilacını kullanarak sağlıklı hayatlar sürdürenler var. Tabii kronik hastalıkların getirdiği mali bir külfet ve sağlık hizmetinden yararlanmayla ilgili devam eden ve büyüyen bir zorluk var, talep var.
Sürekli yoksullaşan, özellikle ekonomik krizlerle veya enflasyonist ortamla eğer geliri varsa yaşamını sürdürebilmenin giderek zorlaştığı ortamdan da söz ediyoruz galiba.
Aslında şöyle bir iki olumlu mesaj vermekte fayda var. Türkiye yaşlısına sahip çıkma kültürünün hala korunduğu bir ülke. Yani en azında sahip çıkamayan insanlar bundan utanıyorlar. Çok belli etmek istemiyorlar ve aslında gönül daha iyi olmasını ister ama sosyal politikalarımız da yaşlı dostu politikalar olma yolundalar.
Türkiye’yi yaşlı dostu olarak tanımlayabilir miyim diye düşündüm kendi kendime sohbetimizden önce, haksızlık mı ettim bilmiyorum ama bence Türkiye çok yaşlı dostu bir ülke değil.
Toplumsal olarak yaşlıları hayatın içinde tutacak sistemler konusunda istediğimiz hıza henüz ulaşmadık. İstanbul’da 39 ilçe belediyesi var ve bu belediyelerin 30’dan fazlasında yaşlı ile ilgili bir hizmet üretmekle ilgili bir gayret var. En azından niyet var.
Peki Türkiye’deki yaşlıların ilk üç problemi nedir?
Yalnızlık, kronik hastalık, yoksulluk.
Alzheimer, Demans, Parkinson gibi terimler yaygınlaştı. Döneme ait bir şey mi? Yoksa bizim farkındalığımız arttığı için mi yaygınlaştı?
Hepsi birden galiba… Biraz bunların paylarını açayım. Gerçekten beklenen ömür uzadı. Uzayan ömür de sözünü ettikleriniz yaşlılık hastalıkları olduğu için onları daha çok hayatımıza ve gündemimize soktu. Demans bunama demek aslında ve Demans hastalıklarının en sık görüleni Alzheimer tipi Demans. Alzheimer hastası olanların hepsi Demans çünkü Alzheimer hastalığı bir Demans çeşidi. Bilişsel bozulmanın ilerleyici olması ve günlük yaşam aktivitelerini bağımsız sürdürmeyi mümkün kılmadığı durumları biz Demans olarak adlandırıyoruz. Yani bilişsel bozulma olacak, ilerleyecek ve o insan giderek bağımsız bir yaşamı sürdürmekte zorlanacak.
Yani bir bakıma muhtaç hale gelecek yoksa felç geçirdiği için konuşma bozukluğu olan birine biz Demansı var demiyoruz.
Yine çok önemli bir ayrım Parkinson hastalığı ve akrabası hastalıklar hareket bozukluğu hastalıklarıdır. Parkinson hastasını Alzheimer’la Demansla bu kadar iç içe göstermek hastaları rencide ediyor.
Parkinson hastası özellikle belli biçimlerinde 20-30 sene süren tedaviye çok iyi bir cevapla hiçbir zihinsel bozulma ve ciddi bir bağımlılık yaşamadan hayatını sürdürebiliyor. Aramızda Parkinson hastaları var çalışıyorlar, aktifler böyle etiketlenmemek için de kimseye söylemiyorlar.
Bu hastalıklar çok çaresiz, insanları çok düşkün hastalıklar yapan olmak zorunda değil. Alzheimer’ın dahi erken dönemlerinde insanlar hayatın içinde bağımsız yaşayabiliyorlar yıllarca. Umut vermek adına dünyada en çok araştırma yapılan konular arasında Alzheimer’ın yer aldığını söyleyebilirim.
Anlattıklarınızdan geldiğim nokta şu, hayatı yönetmeyi anlatıyorsunuz siz yani yaşlanmak ve yaş almak ve buna hazırlıklı olabilmek.
Yaşlılarla çalışırken o kadar çok şey öğreniyorum ki, bir hayatın bütün yelpazesine bütün hikayesine bütün yaşanmış öykülerine misafir oluyorum. Ailesiyle eşiyle çocuklarıyla çalışırken inişleriyle çıkışlarıyla atlatılmış aşılmış krizlerle o hani öldürmemiş güçlendirmiş mücadelelerle hayata bakışlarıyla sadece yaşlanabilmiş olmanın verdiği o dayanıklılık timsali hasta bile olsalar çok güçlüler ve çok iyi örnekler. Yaşlıların hayatı anlamak için gerçekten çok önemli rehber olduklarını düşünüyorum.
Çocuklara bakışımızda da kendimize bakışımızda da mesela ekonomik kriz hakkında da ben onlarla konuştuğum zaman başka bir perspektiften bakmayı becerdiğimi düşünüyorum ya da tarihi daha iyi anlamak bugün yaşadıklarımızın bir kısmı.