Bu yazı aslında iki kızkardeşin hikayesi. Yaşar Topluluğu’nun yeni yüzü; Feyhan Kalpaklıoğlu ve İdil Yiğitbaşı… Türkiye’de yalnız iş dünyasının değil, neredeyse hemen herkesin yakından tanıdığı Selçuk Yaşar’ın yönetimdeki iki kızı.
Yıllardır grubun değişik bölümlerinde çalışıyorlar. Aşağıda okuyacağınız röportajı, Yaşar’ın kurumsal imaj dergisi Yaşa için ben hazırladım. Bu söyleşinin insan kaynaklarına ilişkin bölümlerini sizin için cımbızla çekip aldım. İlginç bir söyleşi ortaya çıktı. İlginç olmasının nedeni üst düzey yöneticilerin insan kaynakları adına yaşadıklarını kendi dilleriyle aktarmaları ve bir de geleceğe ilişkin politikaları…
Yaprak Özer: Çocukken havayı koklamak adına bazı babalar çocuklarını özellikle işe götürür. Sizin hiç böyle bir durumunuz oldu mu?
İdil Yiğitbaşı: Benim hiç olmadı. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir yıl çalıştım ve master yaptım. Ondan önce şirketlerde staj bile yapmamıştım.
Feyhan Kalpaklıoğlu: Ben üniversite ikinci sınıftayken Pınar Süt kuruluyordu. Ayhan Öner bana, “Yazın çalışır mısın?” diye sordu. O yaz bir buçuk, iki ay çalıştım. Ama çalışmasak da evimize iş hayatından çok sayıda kişi geliyordu. Kulak dolgunluğu oluyordu. Babamın gündeminde ne olduğunu, nereye gittiğini ve kiminle konuştuğunu çok merak ederdim. Onun için babama çok soru sorardım, o da sabırla anlatırdı. Özellikle ailenin geçmişi, işlerin nasıl kurulduğu gibi bilgileri öğrenirdim. Bizim şirketimiz aslında hiçbir zaman bir aile şirketi gibi değildi. Hep yabancı ortağımız vardı, danışmanlarla birlikte kurumsal yapıya geçiş yaşanıyordu. Babam da fabrikadan çıkmış, 35 yaşlarında genel müdürlüğü bırakmış, oraya profesyonel bir yönetici atamış ve holdingi kurmuş.
Yaprak Özer: Holding dışarıdan aile şirketi görüntüsü veriyor.
İdil Yiğitbaşı: Aile adını taşıdığı için herhalde. Yaşar, kurumsallaşmış bir aile şirketidir. Selçuk Yaşar’ın etkisi çok olmuştur. Yenilikçi. 1975’te Pınar Süt’ün kurulmasıyla birlikte, Türkiye’ye ilk UHT süt getirildi. O zaman Fransa’da bile UHT süt çok yeniymiş. 1969-70’lerde Fransa’ya uzun ömürlü süt girmiş. Düşünün ki, 1975’te Türkiye’ye giriyor. Pınar UHT sütü Türkiye’ye getirmemiş olsaydı, bugün belki Türkiye pazarı çok farklı olacaktı. Çocuklar sağlıklı süt içemiyordu. Türkiye’de çocuk hastalıkları çok fazlaymış. Cam şişe sütler belli şehirlerde vardı, her yere dağıtımı yapılamıyordu. Sokak sütçüsünden süt alınıp kaynatılırdı. Çocuklar hastalanırdı.
Feyhan Kalpaklıoğlu: Selçuk Yaşar öncü bir insan. TÜSİAD’ı, SETBİR’i kurmuş. Bunlar Türkiye’de birçok sektörde öncü olmuş kuruluşlar. Gerçekten cesur bir insan. Türkiye’nin gündemini 10, 15 yıl ileriye doğru yaşamış. Turizm, tarım ve hayvancılık gibi, bugün bile yeni yeni konuştuğumuz konuları önceden konuşmuş. Hareket noktası yaratıcılık. Ticaret ve para kazanmak değil.
Yaprak Özer: Yenilikçi ve yaratıcı bir babayla yaşamak nasıl bir şey?
İdil Yiğitbaşı: Onunla iş dışında bir şey konuşmak zor. İş, aynı zamanda onun hobisi.
Kafası hep işle meşgul. Aklına bir yerden bir şey geliyor.
Feyhan Kalpaklıoğlu: Yeni projeler ve iş yaratma konusunda sürekli arayışı var.
Yaprak Özer: Eğitimleriniz hangi konularda?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Lise ve üniversiteyi aynı okullarda okuduk. İzmir Amerikan ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü.
İdil Yiğitbaşı: Boğaziçi ve ODTÜ gibi okulları bugün kazanmak daha zor. O zaman biz rahatlıkla girdik. İstanbul’a gitmemize engel olmaya çalışmadılar.
Yaprak Özer: Feyhan Hanım, kariyerinize insan kaynakları alanında başladığınız doğru mu?
Feyhan Kalpaklıoğlu: 1978 yılında üniversiteyi bitirdim. İzmir’e döndüğümde bir yaz geçti ve eylül ayının başında, Dyo’da endüstriyel ilişkiler bölümünde çalışmaya başladım. İşçi, işveren ilişkilerinin yoğun olduğu bir dönemdi. Aslında işe başlamak için uygun bir ortam değildi, ama müthiş bir tecrübe kazandım.
Yaprak Özer: Siz mi tercih ettiniz?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Dyo’da zaten öyle bir pozisyon kurulmuş. Bir müdür vardı ve yanına da uzman olarak ben alındım. Zaten Dyo’nun öyle bir ihtiyacı varmış. Bizde endüstriyel ilişkiler departmanı kurulma aşamasındaydı. Personelle daha farklı ilişkilerin kurulması gerektiğini hissettiğimiz yıllardı. Bu departmanı bir süre sonra holdinge taşıdık ve personel ilişkileri koordinatörlüğü diye yeni bir departman kuruldu. Sonra aynı departman insan kaynaklarına dönüştü.
Yaprak Özer: Sizin nasıl oldu?
İdil Yiğitbaşı: Ben üniversite üçüncü sınıftayken, Tütünbank’la ortak olan Irving Trust bankasında bir ay staj yapmaya New York’a gittim. Mezun olduktan sonra Tütünbank’ta yönetici asistanı olarak işe başladım. Yaklaşık 10 ay bankada çalıştım. Ardından holdingde Ali Nail Kubalı’nın asistanı oldum. Daha sonra 2 yıl Amerika’da MBA yaptım.
Yaprak Özer: Patronun kızı olduğunuz için size farklı davranıyorlar mıydı?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Ben farklı davranılmadığı dönemi yaşadım. Fabrikada çalışmaya başladım. Bazı işyerlerinde torpilin olması mümkün değil. İnsanlar, “Acaba ne kadar sebat eder?” diye bakıyorlardı. Çünkü saat sekize çeyrek kala fabrika borusu çalıyordu. Arabayla birkaç kez gitmeye çalıştım, ama baktım olmuyor. Bizim orada oturan ARGE bölümünün başında bulunan Hulusi Bey vardı. İşe Hulusi Bey’le gitmeye başladım. O zamanlarda şirketin ona tahsis ettiği Anadol marka bir araba vardı. Sabahları Hulusi Bey iner, arkasından ben… Bir yıl işe onunla gidip geldim. Yani ne kadar dayanıklı olduğumuzu test ettiler.
İdil Yiğitbaşı: Şimdi farklı davranmıyorlar, ama Tütünbank’ta ilk asistan olduğumda, tepeden inme olduğu için, farklı davrandıklarını hissettim. Kişinin insan ilişkileri çok önemli. Orada kendini kabul ettirmen lazım.
Yaprak Özer: Aslında zor bir şey.
Feyhan Kalpaklıoğlu: Bir şubat tatilinde İdil, annem ve babam Uludağ’a gideceklerdi. Babam da bana, “Fikret’e söyle, sen de bizimle gel” dedi. Ben de gayet saf bir şekilde, “Biz bir hafta Uludağ’a gideceğiz” dedim. Fikret Bey de bana, “Sizin daha yıllık izin hakkınız yok” dedi. Sonra durumu babama anlattım. Babam, “Söyle, sana ücretsiz izin versin’ dedi. Bir daha sordum ve bana, “İş kanununa göre ücretsiz izin verilmiyor” dedi. Onun üzerine konuyu kapattım.
Yaprak Özer: Uludağ’a gitmediniz değil mi?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Gidemedim. Çünkü herhangi birine nasıl davranıyorsa, bana da öyle davrandı. İyi ki de gitmedim. Eğer gitseydim arkamdan bir sürü laf edilecekti. Dyo’nun atmosferi böyleydi. Çünkü fabrika ve üretim tesisleri muhafazakardır. İşçilerle beraberdim. Ben endüstriyel ilişkilere bakan departmanın içindeydim. Onun için o ortamda gitmem uygun değildi. Bu anlattıklarım 1978 yılında oldu. En acemi yıllarımdı. Dyo’da çalışırken, Harvard Business Review isimli bir dergiyi okuyordum. O kadar boş zamanım oluyordu ki, o dergilerin bütün makalelerini okuyup özetini çıkarıyordum. “Burada iş yok, neden beni buraya aldılar?” diye düşünüyordum. Babam da “Bekle, biraz sabırlı ol” diyordu. İş hayatına ilk başlandığında insan, “Ne olacağım ben burada? Kayboldum mu?” gibi düşüncelere kapılıyor. Babamla ilk 10 yıl aynı toplantıda bulunmadım. 1978-88 yılları arasında tamamen Ali Kubalı’ya bağlı çalıştım. Babamın bana bir iş verdiğini ya da iş konuştuğunu hatırlamıyorum. Profesyonel bir ekiple çalıştım. Bu, bugün çok büyük bir avantaj oldu. Bizim yetişmemizde etkili oldu.
Yaprak Özer: Profesyonel iş hayatına başlayalı kaç yıl oldu?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Benim 27 yıl bitti.
İdil Yiğitbaşı: Benim de 16, 17 yıl oldu.
Yaprak Özer: “Başka bir yerde işe girsem daha çabuk ilerlerdim” diye hiç düşündünüz mü?
Feyhan Kalpaklıoğlu: O zamanlarda böyle bir adet de yoktu, seçenek de yoktu. Ama bugün var.
İdil Yiğitbaşı: Ben başka bir yerde çalışabilirdim. Bunun faydasının olabileceğini düşünüyorum.
Yaprak Özer: Çocuklarınız Yaşar Holding’de mi çalışacaklar, yoksa kendileri mi karar verecekler?
Feyhan Kalpaklıoğlu: O günkü şartlar öyle gerektirdi, ama bugünkü şartlar çok daha farklı. Ben anne olarak, öyle bir şartlandırma içinde değilim. İş seçiminde tamamen özgürler. İzmir dışında, hatta yurtdışında yapabilecekleri iş olursa, yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Hatta mesleklerini bile değiştirebilirler. Ama burada bir ortaklık söz konusu olduğu için, yönetici olarak çalışmasalar bile, ileriki yıllarda kurumsal anlamda sorumlulukları olacağı için onunla ilgili bir eğitim almalarını isterim. Şirketin ne olduğu, nasıl yönetildiği, sistemin ne olduğu ve aile içindeki uyumun ne kadar önemli olduğu konularında eğitim vermeye çalışıyorum. Belki bir gün yönetim kurulunda çalışacaklar. Bu yalnızca meslekle ilgili değil, aynı zamanda sahiplikle de ilgili bir şey. Bizim sistemimizde sahiplikle yönetim ayrıldı. Hayatlarında bir şeyler yapmak durumundalar. Belki yöneticilik yapacaklar. Ama günün birinde sahiplik yapmak zorunda kalırlarsa, kurumsal anlamda sahipliğin ne olduğunu öğrenmeleri lazım.
İdil Yiğitbaşı: Artık ortak olmak, yönetim kurulunda olmayı gerektirmiyor. Yönetim kurulunda da çalışmanın kuralları var. Yönetim kurulunda çalışabilecek eğitim veya tecrübenin olması lazım. Çünkü çok ciddi sorumluluk. Artık yönetim kurullarında da dışarıdan üyeler çalışıyor. Yönetim kurullarında aile üyesi sayısı iki, üç kişi oluyor. Örneğin, 40 kişilik bir ailenin hepsi yönetim kurulunda olmuyor. Onlar yönetim kurulu üyelerini seçiyorlar.
Yaprak Özer: Bugünkü Yaşar’ı nasıl tarif edersiniz?
Feyhan Kalpaklıoğlu: 1980’den sonra Türkiye inanılmaz bir değişime girdi. Dünyadaki globalizasyon ve diğer değişimler bizim gibi birçok firmayı etkiledi. Kapalı bir ekonomiden açık bir ekonomiye geçerken Türkiye, bu hızlı büyümenin etkisiyle ekonomik krizleri peş peşe yaşayan bir ülke oldu. Bu ülkede iş hayatında yaptığımız en doğru işlerin bile riskleri olabilecek bir noktaya geldi. Yüksek bir faiz ekonomisi ve devletin aşırı borçlanması, reel sektördeki bütün yatırımcıları etkiledi. Bankalarda çıkan sorunların temelinde aslında, reel sektörün ülke ekonomisinin yarattığı bir takım depremlerden etkilenmesi ve bu etkilerin de reel sektörden bankalara sıçraması var. O dönem içinde, babam öncü bir kişilik olduğu için hep kurumsallaşma çalışmaları yaptı. Dışarıdan ortak ve yabancı sermaye alma, yeni iş kollarına girme konusunda da dört, beş yıldır daha dikkatli davranıyoruz. İdil’in de stratejik plan departmanında çalıştığı sıralar bir ideal görüş oluşturduk. Daha odaklanarak çalışmaya, yönetim, insan kaynakları ve organizasyon konusunda bir takım radikal değişiklikler yapma yolunda bazı değişlikler yaptık. Ama Türkiye’nin bu hızlı değişiminden etkilenmediğimizi söylemek mümkün değil.
İdil Yiğitbaşı: Dünyada da iş hayatı sürekli bir değişim, gelişme ve rekabet içinde. Yöneticilik de zaten bu. İş hayatı böyle. İşletmecilik mesleği, bir yönetim. Bu durağan ve kolay bir şey değil. Değişen şartlarda doğru kararlar almak ve stratejik direksiyonu doğru tutmak gerekiyor. Sürekli daha iyi olmanız gerekiyor. Türkiye ekonomisinde bu yıl ekonomik dalgalanmalar daha az oldu. Ortamın iyi olmasının da etkisi oluyor. Yaşar Grubu’nun faaliyet gösterdiği sektörler, çok cazip sektörler. Özellikle gıda. Pek çok yabancı ve yerli şirket, Türkiye’de gıda sektörüne girmek istiyor. Sürekli yeni ürünler çıkıyor. Yaşar’ın en büyük avantajı, Pınar ve Dyo, Türkiye’nin en ünlü markaları arasında yer almaları.
Yaprak Özer: 2005 yılında stratejilerde farklılık olacak mı? Gelecek 10 yıl için yapılmış planlarda neler var?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Herkesin söylediği, “Atılım yılı olacak, büyüyeceğiz” gibi sözleri söylemek istemiyorum. Onların hepsi zaten içinde olan şeyler. Bizim core-business’a odaklanma stratejimiz var. Bu benim ve İdil’in yönetim kurulunda olmamızdan önceki dönemde babamın da desteklediği bir süreç. Bazı sektörlerden planlı bir şekilde çıkacağız ve daha odaklı çalışacağız. Geçen yılı, verimlilik yılı olarak ilan ettik. Bu yılı, insan kaynağı yılı olarak ilan etmek istiyorum.
Yaprak Özer: Şu anda kaç kişi çalışıyor?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Grupta 7 bin kişi çalışıyor. Markalarımız aracılığıyla 200 bin kişiye iş imkanı sağlıyoruz.
Yaprak Özer: Neden insan kaynağı yılı?
Feyhan Kalpaklıoğlu: Onlar zaten işin içeriğinde var. Problem olarak görmüyorum. ARGE’ye de önem verdik. Bu konudaki ekonomik krizlerden dolayı tıkanan yolları açtık, pazarlamayla ilgili çalışmalara yol verdik, verimlilik çalışmalarıyla ilgili projeler yaptık. Bu yıl, insanın değerlendirilmesi ve performansı, başarılıyla başarısızın daha net ayrıldığı sistemlerin üst kademenin gündeminde olmasını istiyorum. Bunun içine sürekli eğitim, başarılıların ödüllendirilmesi, yeni insanların üst kademelere çıkması da giriyor. Zannediyorum ki, sermayenin en önemli kısmı insan. Başarılı fikirlerin uygulamada aksamaması için, o işe uygun insan formasyonuna ve ekibine ihtiyacınız var.
İdil Yiğitbaşı: Bir kişi çok parlak olsa da ekip uyumu olmadan, o insan başarılı olamıyor. Çok zeki olmak da yeterli değil. En başarılı yöneticileri aslında incelemek lazım. “Başarı nereden geliyor, yöneticinin başarılı olmasını sağlayan özellikler neler?” gibi sorunların üzerinde durmak gerekiyor.
Feyhan Kalpaklıoğlu: İşin zorluğu ve önemi oradan geliyor. İnsan duygularıyla yaşıyor, sorunları olabiliyor. Elektriğinin tuttuğu kişiyle başka türlü çalışıyorsun, ama bir diğeriyle farklı bir performans ortaya çıkıyor. Bulunulan mekan, organizasyon, iş kolu bile önemli. Yaptığı işi sevmesi önemli.
İnsana yatırım yapmanız gerekiyor. Üniversiteden aldınız, ondan sonra öyle bırakmak doğru değil. Bizim havuz sistemimiz var. Bütün genç arkadaşlarla tek tek çalışıyoruz.