Türkiye’nin yemin haftasını geride bıraktık. Seçtiğimiz vekiller, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gururla yemin etti. Varsayıyorum ki, bizim mutluluğumuz için yemin ettiler: ekonomik-kültürel-toplumsal gelişimi sağlamak için çalışacaklarına, hak ve adaleti tesis edeceklerine, vatanımızı koruyacaklarına, halklar arasında ayırım yapmayacaklarına, eşitlikçilik için mücadele vereceklerine… Kelebekler gibi uçuşan milletvekillerini izlerken, seçim öncesi vaatlerini ne kadar süreyle anımsamayacaklarını düşündüm. Geçmiş deneyimlere bakarsam, uzun süreceğine inancım zayıf. Bununla birlikte güvenmek istiyorum.
Hükümet senaryolarının ‘bini bir para!’ Seçimi bekledik, gelip geçecek dedik… Geldi ama geçmedi. Piyasalar toz duman… İşsizlik kol geziyor, mavi yaka doğrudan işsiz, beyaz yaka kibarca “danışman” statüsünde, patron takımı ‘home ofis’ icraatta!… Unutmayalım bu ülkenin ekonomisinin önemli bölümünü küçük işletmeler oluşturuyor. Nakit dönmüyor. Kimse sözünü tutmuyor. “Hele bir bakalım ekonomisi” hüküm sürüyor. Türkiye 2023’e yürüyor! Bu filmin bütçesi düşük, yapım-yönetim, senaryo, cast vasat.
Güven ne demek?
Dünyanın önde gelen iletişim firmalarından Edelman, Güven Endeksi Küresel Raporu’nun küresel boyutunu bundan bir süre önce Dünya Ekonomik Forumu’nda sundu, Türkiye bölümüne ben yeni ulaştım. Araştırmanın başlığı: Güven ve İnovasyon. Özeti; güven yoksa inovasyon yok. İnovasyon kelimesine, moda diye bakmayın, bu kavram önemli çünkü iş dünyasının sermayesi. Sermaye olmadığında kepenk iniyor.
Bu araştırmada kullanılan tanıma göre güven, paydaşların gelecek beklentisini ifade ediyor. Gelecekte var olmak isteyen tüm kurum ve kuruluşlar ile bireylerin, azim ve sabırla güven duygusuna yatırım yapması gerektiğine işaret ediyor.
Güven, adaletin yeni adı mı?
Araştırma, dünya üzerinde güven duygusunun yüksek olduğu ülkelerde, yeni iş ve ekonomiye güvenin yüksek olduğunu söylüyor. Edelman raporunda yalnız iş dünyası değil, siyaset ve medya da önemli yer tutuyor. Konunun dönüp dolaşıp takıldığı yer ekonomi! Rapordan çıkan en önemli sonuç, güven olmadan ekonomik ve toplumsal gelişme istenen ivmeyi kazanamıyor. Gelişmek için birbirimize güvenmemiz gerekiyor.
İnovasyon yapabilen şirketler büyüyor. Sarmal gibi, biri diğerini tetikliyor; inovasyon güven duygusundan besleniyor. Yine araştırmanın sonucuna göre, güven duygusu yaratmadan yeni fikir, yeni ürün, yeni hizmet geliştirmek, beklentilerimizi yükseltmek mümkün olmuyor. Güven her şeyin temeli.
Barometrenin 15 yıllık özeti
Edelman Güven Barometresi, 15 yıldır aktif bir araştırma. Barometre ülkeleri, güven endeksi yüksek ve düşük olmak üzere iki kategoriye ayrılıyor. Güven endeksinin yüksek olduğu ülke sayısında düşüş var. Türkiye, güven endeksi düşük ülkeler kategorisinde yer alıyor. Bu kategori her yıl sayıca büyüyor. Türkiye’nin güvensizliği de bir balon gibi şişiyor. İşte bir kaç dikkat çekici nokta;
•Sivil toplum kuruluşlarına güven artıyor,
•CEO’lara güven düşüyor,
•Medya en yaralı sektör,
•Bilgi için en güvenilir kaynak inanmayacaksınız; arama motoru,
•Güven duygusu otoriteden arkadaşa kayıyor,
•Tanınmış sözcüler yerine, sıradan insana güven duygusu daha fazla,
•İş dünyasına güvensizlik olsa da, devlet kurumlarından ve medyadan daha güvenilir,
•Liderlik kriz yaşıyor,
•Farklı otorite sembolleri ortaya çıkıyor…
STK ile arama motorları en güvenli
Bütün dünyada STK’lara güven düşme eğilimi gösterse de, her şeyden ve her kurumdan fazla güven duyulan yine de STK’lar. Burada, Türklerin STK’lara duyduğu güven vasat. Medya güven konusunda en yaralı sektör. Araştırmanın yapıldığı ülkelerin yüzde 60’ı medyaya güvenmiyor. İletişim araçlarının arasında en fazla güvenilen, arama motorları. Halk, haber edinmek için ilk ve en çok arama motorlarına başvuruyor. Okur, en çok arkadaşının, ailesinin ve uzman kişinin söylediklerine (içeriğine) güveniyor. 27 ülkenin 19’u devlet kurumlarına güvenmiyor, Türkiye zaten güvenmeyen ülkeler liginde yer alıyor.
Vatandaşın muhakemesi sağlam
Halk iş dünyasını yekpare bir konsept olarak görmüyor. Şaşılacak kadar sofistike bir analiz yapıyor, sektör ayrımı, organizasyon yapısı, kurumun ait olduğu ülke kriterlerine ve bir de liderine bakıyor. Şunu söylemek istiyorum, halkın gelişmiş bir muhakemesi var. Örneğin, kurum performansı ne olursa olsun, merkezi/menşei gelişmekte olan ülkedeyse güven duygusunda frene basıyor. Beni şaşırtan bulgulardan biri CEO’ya olan güvensizlik diyebilirim. Siyasilere güvensizlikten sonra iş dünyası liderlerinin de aynı vicdanda yargılandığını görmek tokat gibi. Alınması gereken müthiş dersler var. CEO’lar araştırmanın yapıldığı ülkelerin dörtte birinde konuşmacı olarak bile itibarlı bulunmuyor. Sokaktaki adam CEO’yu da siyasetle birlikte gömmüş! Barometrede Türkiye verileri, küresel değerlerden daha düşük. Vahim denebilir. Biz Türkler, devlet kurumlarına hiç güvenmiyoruz, aile şirketlerine de güvenimiz yok, büyük kurumlara belki…
Ne kadar güven o kadar inovasyon!
Araştırmanın özü, güven yoksa yenilik ve ekonomik yeşerme yok. Araştırmanın önemli bulgularından bir tanesi inovasyon hızına ilişkin, “çok yüksek” deniyor. Demek bu hıza yetişmek zor oluyor, takip edilemiyor. Araştırmaya katılanlar gerçekçi ve inovasyonun kullanıldığını düşünüyorlar; inovasyon yaklaşımının, “insanların yaşamını iyileştirmek ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için” değil, kurumların ağırlıklı para kazanmak ve kişisel istekler uğruna yaptığına inanıyor.
Güven duygusu neden kaybolur?
Kandırıldığınızı düşünüyorsanız, karşı taraf sözünde durmuyorsa, size bir fayda sağlamıyorsa, güven duygunuzu yitiriyorsunuz. Güven duymak istediğiniz kurum ya da bireyler, sizden çok kendileri için çaba gösteriyorsa güven duymuyorsunuz. Meclis’te yemin törenini izlerken kendi kendime düşündüm. Seçimde oyumu kullandım, vatandaşlık görevimi yaptım, bu vekillerin beni istediğim şekilde yöneteceklerine güveniyor muyum, hayır! Üzgünüm. Hepimizin çıkaracağı dersler var. Güven duygusu kaybedildiği hızla kazanılmıyor. İnsanın en önemli özelliği hafıza. “Balık hafızalı Türkler” diye yıllarca kendimizle dalga geçtik durduk. Aslında belki de unutmanın daha hayırlı oluğunu düşünerek bir parça umutla çırpındık durduk, kendimizle bile dalga geçtik. Unuttuğumuzdan değil!