BİZ TEPİŞİRKEN

Tepişirken aklımızı yitirdik. Evet, biz tepişirken dünya güneş etrafında dönüyor, ay yörüngesinde… Biz tepişirken olan biten her şey çok anlamsız geliyor. Zaten bütün mesele de bu değil mi; her şey anlamsız gelsin, akıl tutulması büyüsün, içinden çıkamayacağımız bir hal alsın ve bizi tamamen kör etsin.

Telefonuma düşen “son dakika”lar tüylerimi ürpetiyor. Bakmadan silsem mi diye düşünürken, açıyorum. İlk satırda 1-2… 16-10… 3-5 rakamları; son satırda şehit ve nokta!

Ben içim kan ağlayarak, evrensel değerlere bağlı kalmaya devam etmek üzere kendi kendime and içtim. Kan içinde boğulmayacağım, medeni gündemin yörüngesinden de çıkmayacağım. Biz tepişirken ne oldu, oluyor sorusunu soracağım ve Hayatın İçeriği’ne “pozitif-yapıcı-çözüm odaklı-uygulanabilirlik” kriterlerini gözeterek devam edeceğim.

Hatırlayacak olursanız, biz bu yıl G-20 Başkanlığı üstlenmiş parlayan bir yıldız ülkeyiz. Yine hafızalarınızı yoklarsanız biz Avrupa Birliği’ne üye olma izi üzerinde ilerlemekteyiz. Bizim toplum olarak ülkümüz “muassır medeniyetler seviyesine erişmek”.

Bu iki hedef doğrultusunda hem geçmişi hatırlamak hem nereye gidiyoruz sorusunu sormak için Bahadır Kaleğası’na başvurdum. Aslında bu kısa söyleşide sorduğu soruların kapsamlı yanıtları son kitabı “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?”da geniş şekilde yer alıyor. Kaleağası, 1996 yılında Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdu ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu Business Europe nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini üstlendi. 2008 yılından beri TÜSİAD’ın dış etkinliklerini kapsayan Uluslararası Koordinatörü. Ayrıca Paris Bosphorus Enstütüsü Başkanı, Brüksel Üniversitesi Avrupa Enstitüsü’nün Bilimsel Üyesi, Brec-Brüksel Enerji Kulubü Onursal Başkanı.

Uzun bir süre AB üyelik sürecinde pazarlık şansımızı artırsın diye Gümrük Birliği Anlaşması’nı yenilememiştik, anlaşmanın yenilenmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Gümrük Birliği, Ortaklık Konseyi kararı olan bir belgedir. Türkiye AB’nin Gümrük Birliği alanına girmedi; taraflar arasında kendine has koşulları olan bir Gümrük Birliği düzenlendi. Daha sonraki aşama tam üyelik olacaktı, fakat Türkiye, Soğuk Savaş sonrası Dünya ve Avrupa politikasını iyi okuyamadı, demokratik reformlarda gecikti, fırsatları kaçırdı. AB de Türkiye’yi kaybetme riskini dikkate alarak koşullar oluştukça olumlu kararlarla Türkiye’yi tam üyelik yolunda tuttu, fakat ısrarcı bir himaye ile arkadan itmedi. Her iki taraf da stratejik hatalar yaptı.

Gümrük Birliği hiç işimize yaradı mı?

Geçen yıllarda kaçan tarihsel fırsatlara rağmen, Türk ekonomisi Gümrük Birliği’nden genel olarak olumlu etkilendi. En belirgin gösterge daha çok kalemde, daha çok ihracat oldu. Daha çok dış yatırım geldi. Şirketler için ileri Avrupa koşullarında üretim, yönetim, denetim ve rekabet disiplini geldi. Türkiye’yi küresel rekabette güçlendirdi. Uluslararası açılımları daha etkili, daha güvenilir bir ekonomik yapıya kavuştuk. Bazı hatalı analizlerde gündeme getirilen “ithalattan gümrük vergisi geliri kaybı” ise ancak ilk bir-iki yıl için yapılabilir. Gümrük Birliği olmasaydı ithalat da buna göre bambaşka verilerle şekillenirdi. Tabii olumsuzluklar da bilançoya işlendi. Gümrük Birliği tam üyelik öncesi bir aşama olarak tasarlanmıştı. Fakat tam üyelik uzadıkça Türkiye’nin AB karar sistemi dışında olmasından kaynaklanan sorunlar belirginleşti.

Gümrük Birliği yerine serbest ticaret anlaşması yapmamız daha mı iyi olurdu?

Gümrük Birliği’ni serbest ticaret anlaşmasına dönüştürmek iyi olmaz. Türk ekonomisinin uluslararası açılımları ve marka değeri açısından olumsuz olur. Serbest ticaret anlaşmalarının serpildiği küresel ekonomide Türkiye’nin rakip ülkelere göre karşılaştırmalı ekonomik üstünlüğü erir.

Zamanın gerisinde kaldığımız da ortada ama, Transatlantik anlaşmalar dolu dizgin ilerliyor…

AB son yıllarda ticaret anlaşmalarını çoğaltıyor: Güney Kore, Hindistan, Japonya, Kanada, Güney Amerika, Güney Doğu Asya, Çin… Dünya ve Türkiye ekonomisini etkileyecek esas etken ise ABD-AB arasında müzakere edilmekte olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşması (TTIP). AB-Türkiye Gümrük Birliği doğrudan Transatlantik ekonomik alana dâhil edilebilir. Brüksel’de yeni başlayan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci işte bu noktada çok önemli. İçeriği aslında Türkiye’yi sadece AB üyeliğine değil, aynı zamanda TTIP’e hazırlıyor.

Biz içeride kendi kendimiz yiyip bitirken ne oluyor?

Ekonomik aktörler açısından her şirketin iş ortamını, sektörel stratejilerini ve piyasa değerini doğrudan etkileyecek bir döneme girdik. Gümrük Birliği hizmetler, tarım, ulaştırma, vize ve kamu ihaleleri gibi alanlarda gelişecek. Bu yönde stratejik çerçeveyi iyi değerlendirmek gerekiyor. Dünya ekonomisi çok eksenli bir yönde, enerji, siyaset, teknoloji ve ekoloji gibi alanların birbirinden ayrılmayacağı sürekli bir “big bang” içinde gelişiyor. Avrupa’da birlik süreci “farklılaştırılmış entegrasyon” sistemine doğru evrim içinde geniş bir AB ekonomik ve siyasal çemberi, merkezinde çekirdek Euro alanı.

Bize burada yer var mı?

Türkiye dosyası da bu çerçevede hızla ilerler, Türkiye geniş AB’ye üye olur. Türkiye bu küresel ortamda, ancak demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan sermayesi yüksek bir toplum olarak siyasal saygınlık ve ekonomik çekim gücü sahibi olabilir. Türk ekonomisinin de uluslararası marka değeridir söz konusu olan. Türkiye, Gümrük Birliği’nin yenilenmesi çalışmaları sürecinde G20 gündemi, Dünya Ticaret Örgütü görüşmeleri, ABD ile AB arasında Transatlantik Ortaklık (TTIP), Kıbrıs ve Türkiye’nin AB’ye üyelik yönünde müzakere başlıklarında ilerleme gibi eş zamanlı süreçlerin içinde yer alacak.

Bazılarımız “her işte bir hayır varmış, iyi ki AB üyesi olmadık” dedi! Yunanistan gibi örnekler hafızamızdan kolay silinmez. AB, Türkiye için ekonomik kurtuluş kapısıydı. Bu argüman hala geçerli mi?

“Bazıları” sanırım ne Türkiye gerçeklerinin, ne de dünyadaki değişimin farkında. AB hakkında ise bilgisiz ama duygusal önyargılar içindeler. Ortada ne bir “kurtuluş kapısı” var, ne de “tuzak”. Artıları ve eksileri ile iyi anlamak ve yönetmek gereken bir AB süreci var sadece. AB üyeliği yolunda yaşanan zaman kaybının Türkiye’nin demokrasi, ekonomi ve sosyal kalkınma bilançosuna maliyeti çok yüksek.

Sizin ihtisas konularınızdan biri G20 ekonomileri… G20 dönem başkanlığımız ne getirdi, seçim yılında kaybettiklerimizden biri miydi?

Bilanço için henüz erken. Somut veriler henüz yetersiz. Fakat kuşkusuz Türkiye iç gündeminde somut ilerleme konularına daha odaklı bir dönem geçirseydi, G20 başkanlığı da muazzam bir uluslararası etki ve artı değer kaynağı olurdu.

Dünyadaki değişim/dönüşüm hızıyla Türkiye’nin hızı aynı mı?

Hayır. Türkiye son 20 yılda her alanda çok ilerledi fakat teknoloji, ekoloji, sosyal standartlar, kadın hakları, insan sermayesi gibi her alanda çok daha hızlı ilerleyen ve etkili bir ülke olabilirdi. Ülkemizin toplumsal birikimi ve güç kaynakları çok daha iyi değerlendirilmeli.

Küresel gelişmeler ve Türkiye’ye özgü yerel gelişmelerden dolayı uzmanlık alanlarınızın, AB ve G20 gibi erozyona uğraması nasıl bir duygu yaratıyor… Yorumunuzu merak ediyorum.

AB ve G20 çalışma alanları kapsamında dünya ekonomisi, enerji, dijital ekonomi, finans, güvenlik sosyal kalkınma, ABD, Çin, Orta Doğu gibi konulardan oluşan geniş bir yelpaze var. Bu konuların etkileşimi üzerine olan bir çalışma alanında erozyon mümkün değil. Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından her biri halkımızın günlük yaşamını ve gelecek kuşakların geleceğini şekillendiren alanlar. Daha iyi bir ülke ve gezegen için çalışmak ise, kozmik sistemdeki geçici varlığımız için iyi sinerjiler yayan, bence doğru bir seçim.

Metropoller üzerinde de çalışıyorsunuz. Metropoller yalnızca alt ve üst yapı olarak mı değerlendirilmeli? İnsan yapısı sizce nerede duruyor?

“Akıllı kent” konusu Türk siyasi ortamının nasıl çağın gerisinde kaldığının çok iyi bir göstergesi. Temiz enerji, nesnelerin interneti, eğitimde devrim, kent içinde fiziksel ve sosyal hareketlilik… Türkiye bu alanlarda çok iyi başarı vakalarına sahip. İnsanlığın günümüzdeki trafik, kötü hizmet ve karbondioksitli geçen kent yaşamı, ileride Dünya tarihi açısından kısa bir felaket dönemi olarak tanımlanacak. Şimdiden geriye baktığımızda veba veya yüzyıl süren savaş dönemlerine baktığımız gibi bakacak torunlarımız bugünlere.

Gelişmiş ülke ekonomileri uzman kentsel yapılar üzerine kurgulanıyor, şehir devletlerine geri dönüş mü yaşıyoruz?

Kentlerin, eski devlet olgusundan farklı yeni bir mekân-zaman düzlemi içinde gelişeceği bir evreye giriyoruz. Odakta insan olacak. İnsanı bu akıllı kentlerde var eden ise, üç etkeni iyi kullanma yeteneği olacak: özgürlük, doğa ve teknoloji.

Türkiye’nin önünde nasıl bir fırsat kapısı var, gelecek için öneri konu başlıklarınız neler, işaret parmağınız hangi gündem maddelerini gösterir?

En önemlisi özgürlük erdemi. Bireysel, cinsel, etnik, dinsel ve kültürel… Her boyutta özgür, dolayısıyla yaratıcı insanların ve hukuk devletinin ülkesi olmak. Siyasi rekabette ise, partilerin ve adayların yarış alanları somut ilerleme konuları olmalı. Verileri, hedefleri, kaynakları ve takvimi ile somut toplumsal ilerleme alanları: dijital ekonomi, akıllı kentler, yeni enerji teknolojileri, işyeri güvenliği, tarım reformu ve en önemlisi ülkemizi 22. yüzyıla taşıyacak ilerici, yaratıcı köklü bir eğitim reformu.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir