Bizden vaz mı geçtiler?

Daha ne kadar döne döne kendi içimizde kavrulacağız. Sloganlaştırmakla kalmayıp motto haline getirdiğimiz “kendin pişir kendin ye” söylemini ya da “ben  yaptım oldu” inadını daha ne kadar sürdüreceğiz?

Sorunlarımızı fırsatmış gibi sunarken dünya kendi ekseninde dönüyor. Küresel Kurumlar vergisi geçiyor; Türkiye’ye etkisini tartışmıyoruz. Servet vergisi muhtemeldir ki geliyor, gelirse ne olur bilemiyoruz? Gelir adaletsizliği had safhada olsa da mutluluğa oynamak istiyoruz… Vergi cennetleri kalacak mı bitecek mi? Halklar, “Doğurmanızı istiyorum” diyen liderleri dinleyecekler mi? Gıda fiyatları daha ne kadar artmaya devam edecek? Hiçbiri yerel değil bu konuların.

İkisi tekir, biri British Shorthair 3 kedi eşliğinde ekonomi sohbeti nasıl olur?… Şahane oldu! Biliyorum, Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak’la deneyimledim. Kediler evlat edinilmişler… İki tekir sokaktan. Altı ay kafeste kalıp psikolojisinin düzelmesi 1.5 yıl süren British Shorthair bakamayan birinden… Sorun çözülmüş çünkü bu üçlü çenebaz mı çenebaz… Biz konuştuk onlar konuştu. Göremesem de oradan oraya uçtuklarını hissettim. Öğrendim ki, birlikte kitap okuyor, birlikte yazıyorlarmış. Şaşırmadım, her soruma arkadan mırıltıyla ses verdiler.

Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak’ı “Ekonomide Masallar, Gerçekler” başlıklı kitabından, Dünya Gazetesi yazılarından ve tabii editörlüğünü yaptığı İktisat ve Toplum Dergisi’nden izliyor olmalısınız… “Arayış Sohbetleri” favorilerim arasında.

Küreselleşme ve yerelleşme arasına sıkışmış dünyada, neredeyse tüm gelişmelerden kopuk, kendi içinde “kavrulma”yı tercih eden Türkiye’nin dışında olup bitenleri sordum…

Söyleşimiz Youtube‘da, dinlemek isteyenler için Spotify‘dayım.

Yaprak Özer: Küresel Kurumlar Vergisini anlamak istiyorum, neden geldi?

Ömer Faruk Çolak: Küresel verginin gelmesinin altında 2008 krizi var. 1980’lerde başlayıp, 1990’lardan sonra etkili olan küreselleşme birçok alanda dünyada değişikliğe neden oldu. Küreselleşme ilk önce çok hoştu. Gelir eşitliği, kadın haklarında eşitlik, demokrasi… Bu vaadler hiç kimsenin hayır diyemeyeceği şeylerdi.

Küreselleşmeyle gelir dağılımında ve servet eşitliğinde ciddi bir adaletsizlik oldu. Olumlu yönde etkilenenler de var; örneğin Çin, açlık sınırında ciddi bir nüfusu varken, bugün sorunu ortadan kalkmış durumda. Ama buna karşın servetin yoğunlaşması, gelir dağılımının bozulması, bırakın ülkelerin başka diğer ülkeleri sömürmesini, kendi içlerinde ciddi sorun yaratmaya başladı. ABD’de nüfusun yüzde 1’i Amerikan servetinin yüzde 60’ını elinde tutuyor. Bir taraf fakirleşirken diğeri zenginleşiyor. Küreselleşme ve teknolojik gelişmeyi beraber kullanan Facebook, Twitter, Microsoft, Apple gibi şirketler ciddi paralar kazanıyor, vergi cenneti dediğimiz ülkelerde merkez tutuyorlar. Bu şirketlerin elinde ciddi gelir birikti. Vergi ödemiyorlar ve likit parayla, istedikleri gibi piyasaya yön veriyorlar. O kadar ki, bir tanesi Türkiye’ye gelse, döviz sorununu halleder.

Sistemin devam edebilmesi mümkün değil. Bu olgu iktisatçılar tarafından işleniyor. Yakın dönemde Fransız Thomas Piketty, (2014) “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” diye bir kitap yazdı. Gelir dağılımındaki bozukluğu, servet eşitsizliğini, küreselleşmenin getirdiği olumsuzlukları ortaya koyup; “Servet vergisi uygulanmalı” dedi.

Tarihten; ünlü iktisatçı John Galbraith de “Refah Toplumu” adlı kitabında şöyle bir örnek veriyor: Altınızda muhteşem bir araba var, belediye yeteri kadar vergi geliri elde edemediğinden sokaklar kötü, araç perfomans gösteremiyor. Piknik yapmaya kalkıyorsunuz etrafınızı dilenciler sarıyor. İstanbul’dan örnek verelim, sitelere kendinizi mahkum edin, plazalarda yaşayın er ya da geç bu sizi vuracaktır.

Başkan Biden 2020’nin Mart ayında Foreign Affairs dergisine bir yazı yazdı, programını seçilmeden açıkladı. Çok da akılcı bir davranışa girdi örneğin eski Merkez Bankası Başkanı Janet Yellen’ı Hazine Bakanı yaptı. Küresel Kurumlar Vergisinde yüzde 15’lik karar alındı G-7 ülkelerinde, herkes uygulayacak, kaçma şansın yok. Biz de içine girdik, iyi oldu. Oran yüzde 15’in üzerine çıkar mı bilemiyoruz ama dünyadaki servet eşitsizliğini, gelir dağılımındaki sorunu belli ölçülerde çözmemiz gerekir. Bunun yolu da vergiden geçiyor. Karar, minimum 81 milyar dolarlık bir vergi sağlayacak ülkelere. Az para değil.

Yaprak Özer: Türkiye’deki kurumlar vergisini anımsayarak başlayalım, bazı ülkelerin dezavantajlı, bazılarının avantajlı olması anlamına mı gelecek?

Ömer Faruk Çolak: Vergi oranlarının düşük olduğu üç tane ülke var; Macaristan, Bulgaristan, İrlanda. Onlar bu işten biraz zarar görebilir ama bence bu iş daha da ileri gidip servet vergisine dönüşmeli.

Yaprak Özer: Dönüşebilir mi?

Ömer Faruk Çolak: Bence takip eder. Biden’ın ekibi sorunları gören bir ekip. Nobelli ve olaylara tarafsız bakan iktisatçılar Biden ekibine yol gösteriyor. Servet vergisinin geleceğini düşünüyorum. Çok olumlu olan bir şey; yasa dışı paranın vergi cennetlerine gidip aklanmasının yolu kısıtlanıyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin sürdürülebilirliği noktasında ciddi sorun var.

Yaprak Özer: Türkiye nasıl etkilenecek?

Ömer Faruk Çolak: Sizi olumlu yönde etkiler. Çünkü bu, Türkiye’nin vergi gelirlerinde bir artışa neden olacak. Ama Türkiye’de kazandığı parayı yurt dışında aklayanlar için olumsuz bir durum olacak, gittiği yerde ödeyecek. Burada ödemesi daha anlamlı olabilir.

Türkiye’de kurumlar vergisiyle ilgili ciddi bir sorun var. Geçen gün öğrencilerime ödev verdim: “Son 10 yıl kurumlar vergisinde ilk 10 sıradaki firmaları listeleyin.” Baktığımızda en fazla kurumlar vergisi ödeyen şirketler kamu: Ziraat Bankası, Vakıfbank, Halkbank… Son 5 yıldır da 1. sırada Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası var. Böyle bir şey olamaz, Merkez Bankası para kazanayım amacıyla kurulmaz dünyada.

Sermayeyi kontrolsüz ve kulvarsız bırakırsanız o piyasa, gerçekten firmaların yarıştığı bir piyasa olmuyor. Birileri birilerinin üstüne çöküyor ve bir bakıyorsunuz ki tekelleşme olmuş. Yarattığı olumsuz etkiler herkesi etkiliyor. Negatif dışsallık dediğimiz olgu. Çok basit bir örnek, deniz salyası. Fabrikalar atıklarını arıtmadan denize dökerlerken “negatif dışsallığı” sıradan yurttaşa da kamuya da yat sahibine de oluyor.  Çevreyi konuşurken, “A bu, sermaye sahiplerini ürkütüyor. Maliyetler artarsa şunu üretmezler” şeklinde düşünmemek lazım, uzun dönemde maliyeti çok daha yüksek olacak. Bu propaganda değil, kapının önünde, seni sarmış durumda.

Esas mesele şu; Ekolojik bir toplum nasıl yaratacaksınız? Birçok ülke, çok yavaş kaldı, cezasını çekiyor. Ama bu arada öne çıkan ülkeler de var. Türkiye fazla yerel… Nükleer santral yapıyoruz, dünya nükleer santralden vazgeçiyor. Türkiye öyle hatalar yapıyor ki, gelecekte olumsuzluğunu göreceğiz. Biden’ın göreve başladığı günün akşamı imzaladığı ilk şey Paris Anlaşması. Hala imzalamayan ülkeler var mı, var. Bir tanesi de Türkiye.

Artık dünyanın hiçbir yerinde bir ülke, ben dünyadan kendimi soyutluyorum diyemez. Herkes dünyayla, istese de istemese de entegre oluyor. Dünyanın herhangi bir yerindeki olumsuzluk senin ülkeni de etkiler. Küresel ölçekte davranış biçimi geliştirmek adına kurumlar vergisi çok iyi bir şey olmuştur. Umarım diğer alanlarda da bu tür iş birliklerine gidilir.

Yaprak Özer: Sorum şu, bazıları vergi vermemeye devam edebilecekler mi? Örneğin Amazon’un sahibi Jeff Bezos, Tesla’nın sahibi Elon Musk da vermemiş. Bizim şampiyonlar listesinde “5 büyük inşaat firması” da yok örneğin.

Ömer Faruk Çolak: Doğru. Tabii bu düzenleme ülkelerin tüm maliye politikalarını değiştirmeyi sağlamayacak. Küçük bir kaçağı yakalamaya çalışıyor. Sizin söylediğiniz şirketler neden Türkiye’de en çok vergi ödeyen, kurumlar vergisi listesinde yok? Türkiye’de kurumlar vergisinin zaten toplam vergi içindeki payı yüzde 11 civarında, toplam verginin önemli bir kısmını sıradan yurttaş ödüyor. Türkiye’de firmaların daha yüksek gelir vergisi ödeyebilmesi için devletin istemesi gerekir, devlet böyle bir şey istemiyor. Bu, Ricardo’nun 1850’li yıllardaki ilkel sermaye birikimi modelidir. Böyle bir model yok artık. Fransa bu işte başı çekti, servet vergisiyle ilgili olarak. Gerard Depardieu, “Fransız vatandaşlığından ayrılıyorum” dedi, Putin kendisini güzel karşıladı, beraber fotoğraflar çektirdiler, Rus vatandaşı oldu. Ama sonra göze alamadı.

Nasıl ki ekolojik toplum istiyoruz… Vergide de böyle. Birçok konuda hem şu anda hükümet eden siyasi parti hem de muhalefet partileri toplumun gerisinde kalmış durumdalar. Ekonomi, çevre, özgürlük konularında sınıfta kaldılar.

Kısa erimde zordayız. Uzun dönemde (50-100 yıl sonra değil) Türkiye’nin de dünyanın da daha olumlu yerlere gideceğini düşünüyorum. Burada önemli olan nokta bunu ne kadar daha az sancılı, az maliyetle geçiririz?

Yaprak Özer: Mukayeseli araştırmalarda Türkiye’yi göremiyorum. Büyüklük-küçüklük, zenginlik-fakirlik, kadın-erkek, meslek karşılaştırmalarında gelişmiş dünyayla kıyaslanamıyoruz. Bizden vazgeçmişlik hissine kapılıyorum.

Ömer Faruk Çolak: 2002’de Güçlü Ekonomi’ye Geçiş Programı diye program koyduk… 2003 yılında enflasyon hedeflemesine geçtik; kapalı enflasyon hedeflemesi. 2006’da açık enflasyon hedeflemesi… Biz 2003’le 2006 arasında ne kazandık? 40 yıl sonra Türkiye’de enflasyon tek haneye indi. Paradan 6 sıfır atıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük başarısı, budur. Peki sonra ne oldu? Sonra işte o kazanma duygusu belki de… Yeniden muhafazakarlaşma başladı. Sorunları çözmek için ya açık olacaksınız ya kendinize koruyucu kalkanlar koyacaksınız. 2010 yılında Türkiye, mali kural getirseydi biz bugün örneğin borçlanmayla ilgili meseleleri bu düzeyde konuşmayacaktık.

Kendi canına dokundukça, olumlu bulduğu ama gerçekte olumsuz olan unsurlar negatif dışsallık yaratıp evinin içine kadar girince, toplum fark etti. Örnek pandemi; işsiz kaldı, çocuğu okula gidemedi.

Az okuduğumuz için geçmişle gelecek arasında bağlantı kuramıyoruz. Her ne kadar Türkler tarihe çok meraklıdır dense de ben hiç meraklı olduklarını zannetmiyorum. İyi tarihçi de zaten çok az çıkardık. Küreselleşme olgusu 1800’lü yıllardan itibaren var. Ben çocukluğumda hatırlıyorum. Türkiye, Afrika’ya yardım eder. Kamyonlar gelir gider. Ben çocuktum, genç oldum, orta yaşa geldim; hala devam ediyor. Bu Afrika’da yoksulluk niye bitmiyor? diye bir soru sormak lazım. Ortaya o zaman şu çıkıyor. Afrika, kendi halinde, yemesi içmesi yerinde olan bir kıtaydı, açlık sorunu yoktu. Afrika’yı bu hale sömürgeleşme soktu. Kapitalist yönetim biçimi girdi gelenekseli darmaduman etti. Bu aşama bitti, Afrika’daki ülkeler özgürleşti dedik; bu defa farklı bir şey oldu. Adı Komünist olan Çin, Afrika’dan toprak alıyor, Avrupalı Fransa Afrika’dan toprak alıyor, kendi çapında emperyalist olmaya çalışan Türkiye Afrika’dan toprak almaya çalışıyor.

İyi atak yapan ülkeler olacak, yapamayan ülkeler olacak. Buradaki belirleyici o ülkenin muhafazakarlaşma eğilimi ve eğitim modeli. Türkiye’de 20 yılda Milli Eğitimde 7-8 bakan değişmiş, her bir bakan reform yapmış, şimdiki bakan  neredeyse haftada bir reform yapıyor. Türkiye’de eğitimi metalaştırmaya çalışıyoruz. İyi yapamadığımız da ortada. Modelle ilgili bir sorun var. Yeni çalışma biçimleri daha yüksek nitelikli iş gücü talep ediyor.  Güvencesiz iş yaygınlaşacak. Sosyal güvenlikle ilgili ciddi bir sorun olacak. İşsizliği azaltmak daha zor daha da maliyetli olacak.

Yaprak Özer: Nüfus hareketleri Çin’de, Türkiye’de düşüyor, Avrupa ülkeleri tehlikeli durumda evrensel temel gelir konusuna bağlayabilir miyiz? 

Ömer Faruk Çolak: Nüfusla ilgili iki görüş var. Birincisi, “Nüfus artışı sorun yaratır” ki, Malthus’a kadar gider. Bu tez çürüdü çünkü diyordu ki, “Nüfus geometrik diziyle artar; gıda mallarının üretimi aritmetik diziyle artar”. Halbuki gıda malları üretimi ciddi arttı. Eğer adaletsizlik olgusu olmasa, dünyada aç falan kalmaz. Dünya herkesi doyurabilecek kadar gıda üretiyor.

Nüfus artışıyla ilgili bir görüş, “Nüfus artsın, iş gücüne ihtiyaç var. Nüfusu fazla olan ülkeler güçlü gözüküyor”. Sorun nüfusu nasıl eğitecek, nasıl iş bulacaksınız. Türkiye’de çok ciddi azaldı. Son 20 yıldır 5 çocuk kampanyası var. Halkımız o kampanyayı konuşanları gülümseyerek dinliyor. Ortalama 1.7’ye düştük.

İki numaralı tez “Nüfus artış hızı çok düştüğünde, çalıştıracak insanla ilgili sorun olabilir ve nüfus yaşlandıkça yaşlı nüfusa nasıl bakılacak?”  İsveç, Finlandiya gibi ülkelerde yaşlı nüfusla ilgili sorun çıkıyor. Bu tezi doğru bulmuyorum. Çünkü yaşlı nüfusun, bakıma muhtaç hale gelmesi için onun sağlıksız bir orta yaş ve yaşlılık geçirmesi lazım. Eğer siz toplumda yeterli sağlık hizmeti ve gıda almasını sağlarsanız, insanlar sağlıklı yaşlanırlar.

Bu tartışma, Çin’in önce iki, sonra üç çocuk yapma iznini vermesinden çıktı. Çin 2100’de üretimde iş gücüne gereksinimim olacak, yeterli nüfusum yok, diyor. Almanya çok iyi değerlendirmiş bir ülke. İş gücü eksikliği mi oldu, başka ülkeden göç alırız. Bu, zımni olarak Türkiye’de de gerçekleşti. Türkiye’de tarım sektöründen kentsel alana göç ciddi arttı. “Artık köylerdeki tarımı emekli olup; köye dönenler yapıyor” bu Tarım Bakanı’nın ifadesidir. Tarlada çalışanların önemli bir kısmı Suriyeli, Afganlı. Hayvancılık sektörü Afganlılara emanet edilmiş. Kaçak geliyor, çalışıyorlar, kendi ülkelerine para gönderiyorlar. Çocuk bakımı sektörünü düşünün.

Önemli olan nüfusu iyi eğitmek, sağlık hizmeti vermek ve de sağlıklı beslemek. Dünyada hala 1 milyar insan 1 doların altında yaşıyor. 2 doların altında yaşayan neredeyse 2 milyar. Dünyada nüfus problemi yok. İş gücün yetmedi mi, al yurt dışından… Nüfus artışı böyle devam ederse, Birleşmiş Milletler’in iklim değişimi projeksiyonuna göre 2050’den sonra Orta Asya ve Afrika’dan inanılmaz bir göç dalgası gelecek. Bu coğrafyada  iklim değişikliği nedeniyle üretim düşecek; işsizlik, gıda yoksunluğu göçe zorlayacak.

Yaprak Özer: Dünyanın kendisini besleyecek gıda üretimi varsa neden gıda fiyatları yükseliyor?

Ömer Faruk Çolak: Emtia fiyatları arttı, sadece gıda değil. Onun nedeni salgın. Tedarik zincirlerinde ciddi kopmalar oldu. Fiyat artışının önümüzdeki aylarda yavaşlayacağını düşünüyorum. Türkiye’deki farklı. Türkiye, tarım sektörüyle ilgili olumsuz yönde ciddi bir dönüşüm yaşıyor. Bir parça iktisat tarihi bilenler için şöyle bir şey söyleyeyim… Osmanlı’da köylü toprağa sahip değildi. Toprağın sahibi Osmanlı’nın kendisi; padişahtı. Çalışanlara reaya diyorduk.

Cumhuriyet reayayı, köylü yaptı. Mustafa Kemal Atatürk’ün muhteşem bir tespiti var, “Köylü milletin efendisidir”. O köylüyü bizim maliyetini ve gelirini giderini bilen, teknolojiyi takip eden tarım işletmesi sahibi yapmamız gerekiyordu. Bu olgu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Köy Enstitüleri yoluyla hayata geçirilmek istendi. Çiftçi Mehmet tarımdan, pulluktan, traktör bakımından anlasın, işletme bilgisi bilsin… Köy Enstitüleri o yüzden önemliydi.

Ankara’ya 18 kilometre Hasanoğlan beldesi var. Hasanoğlan Köy Enstitüsü duruyor hala. 1000 dönüm arazi. 1942’de açılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde amfi tiyatro, tiyatro ve sinema salonu, piyano var. Bugün piyanosu olan özel okula yılda yüzbinlerce para veriliyor. Bu devlet okulu bedava yatılı… Tavuk çiftliği terzi atölyesi var.

Yaprak Özer: İş dünyası, günlük mevzuların içerisinde kritik soruları ıskalıyor. Örneğin bir yandan büyüyen Türkiye var ama istihdam yaratamıyor tuhaf bir durum! İş dünyası oyuncuları hangi soruları sormalı, neyin yanıtını merak etmeliler?

Ömer Faruk Çolak: Valla sorunuz için bir kere teşekkür ederim. Türkiye’nin en büyük işveren örgütlerinin birinde ve birkaç tane ticaret odasında 11-12 yıl danışmanlık yaptım… Bütün raporların son cümlesi şöyle biterdi: “Vergiler indirilsin, SGK primleri indirilsin”. Standart cümleydi her raporda. 2010’dan itibaren “Cari açık… Sermaye hareketleri sorun yaratacak…” dedik, umursamadılar. Beni “solda” gördüler. “Solda” görmek kötü bir şey değil de  “sol”la ilgisi yok, bu bir gerçekti.

Türkiye’deki sermaye sınıfının kısa erimli ve karı düşündüğünü düşünüyorum. Tabiri caizse böyle kötü yola düşüren unsurun da devletin hala ekonomide çok ciddi egemen olmasıdır. Belki KİT’leri sattık ama devlet hala aldığı kararlarla A şirketinin önünü açabilir, B şirketini yok edebilir. Dolayısıyla devletin ekonomideki rolünü azaltmak lazım. Devletin ekonomideki rolünü azaltalım derken, denetim mekanizması çok ciddi olmalı. Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurulu vs. bu işi iyi yapmalı. Bir örnek vereyim. Türkiye’nin en iyi gazetesini çıkartın. Dağıtacak kaç tane şirket var? Bir tane, o ne derse o olur? TÜİK, Yoğunlaşma Endeksi yayımlıyordu; artık yayımlamıyor. Herhalde rahatsız olanlar oldu. Türkiye’de sanayi sektöründe ciddi yoğunlaşma var. Yoğunlaşmanın olması, karları yukarı çekiyordu. Ama uzun dönemde sorun yaratacaktı ve yarattı.

Sermaye birikimi süreci olan 90’lı yıllarda “Anadolu Kaplanları”ndan söz ettik.  Anadolu Kaplanları esasında İstanbul’daki büyük şirketlerin bayileriydi. Buzdolabı, tekerlek, otomobil bayisi, vs. Bu sermayenin büyümesini sanayileşme atağı gibi gördük. Böyle olmadığı ortaya çıktı. Bakın Organize Sanayi Bölgeleri’nde sorun var. Belli sektörlerde o zaman atak yapıldı. Tekstil sektörü örneğin 90’lı yıllarda harika sektördü. 98 Güneydoğu Asya krizi geldi, perişan etti. Malatya Organize Sanayii, Adıyaman Organize Sanayii çöktü. Denizli bile gitti.

Türkiye’de özel sektör ve kamu açısından bilgi akışkanlığı ile denetimi sağlayacak bir örgüte ihtiyaç var. Devlet Planlama Teşkilatı diye bir yer vardı, çalışan uzmanların önemli kısmı ciddiydi. 67 kişinin uçtuğu yere havaalanı yapmışız… Bu sadece kamu zararı, birine çıkar sağlama işi değil, toplumsal refahı olumsuz yönde etkiliyor.

Öncelikle şeffaflık, ikinci olarak “kulvar” ihtiyacımız var. Kulvar, önemli bir şey. Kapitalizmde kulvar ve kural olmalı. Niye yurt dışında başarılı iş yapan Türk şirketlerinin sayısı az? Çünkü o ülkelerde kulvar ve kural var. Bugün Kocaeli’nde sanayi atığını denize boşaltan işletme acaba üretimini Hamburg’da yapsa, Kuzey Denizi’ne atığı boşaltabilir mi?

Bazen televizyondakileri izliyorum. Merakla bekliyorum kaç kelimeyle konuşacak diye… Baktığınız zaman, sermaye sahibimiz epeyce arttı ama burjuva sayımız… Nitelikli burjuva sayımız pek yok diye düşünüyorum.

Yaprak Özer: Şu anda yaşadığımızın “küresel-yerelleşme” adı her neyse… devletin rolünün arttığını ifade ediyorsunuz, özellikle gelişmiş ekonomilerde…

Ömer Faruk Çolak: Devletin denetimi artıyor. Devlet ayakkabı, domates salçası, çay üretsin demiyorum. Çay üreticisi ağlıyor. Türkiye bir tarım ülkesiydi. Lisansta okurken, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden bir tanesiyiz diye öğretmişlerdi. Türkiye’nin, o zor dönemde en önemli ihraç malları; incir, kuru üzüm… Şimdi sanayi malı ihraç ediyoruz, ama tarımla ilgili mekanizmayı öyle bir bozmuşuz ki… Bozulmanın tersine dönüşünde devletin ciddi rolü var. Dünyanın en önemli tarım üreticilerinden bir tanesiydiniz. Ama kaç tane tarımla ilgili markanız var? Araştırdım; dünya fındık üretiminin yüzde 70’ini gerçekleştiriyorsunuz. Dünyada yenen 100 kilo fındığın 70’ini sen üretiyorsun. Fındıkla ilgili markanız yok. Fındık markası İtalyan. Çay… Dünyanın en fazla çay üreten 8. ülkesisiniz. Uluslararası bir çay markası söyleyin. Tek markamız ne biliyor musunuz? Domates 14. sırada. Zeytin gene öyle. Üretim alanlarını daraltıyorsun, sonra da ağlıyorsun. Türkiye’de ekilen arazi alanı azalmış. Nadasa da bırakılmamış, ekilmiyor da. Boş. Kamu ne yapıyor? Toplum sorguluyor. Karadeniz köylüsünün HES’lere, taşocağı madenlerine karşı duruşu yadsınamayacak olumlu gelişmeler. Devlet ÇED raporu veriyor, sermayeyi korumak için asker gönderiyor. On yıl sonra çevre felaketine ilişkin haber yapılacak.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir