Özgürlük nedir sizce? Hepinizin birbirinden farklı tarifi olduğuna eminim. ‘Aslında özgürlük de yok…’ dedirtecek ne çok özgür örnek var çevremizde. Dikkatinizi biraz bu ironiye çekmek istiyorum bu hafta.
Başkalarına özgürlük getirmek, başkalarına demokrasi hediye etmek… Birilerini korumak ve kollamak için onları belli kalıplar içinde tutmak. Bakın bunların hepsi özgürlük adına yapılıyor ya da özgürlük olarak adlandırılıyor. Yoksa özgürlük de mi yok…
Yönetenlerin dünyası kadar bir dünyada yaşamak zorunda kalmak… Dünyayı bizi yönetenlerin algıladığı şekilde algılamak zorunda kalmak… Çevreye bizi yönetenlerin gözüyle bakmak… Seçilmiş dahi olsa, onun tercihlerini kendi tercihimiz yapmak…
Yönetimden şikayetler yalnızca bizim ülkemizde söz konusu değil. Dünyanın askeri, teknolojik ve ekonomik olarak tek hakimi gibi duran Amerika Birleşik Devletleri’nde yakında seçim var. Kendi ülkemizdeki seçimler kadar ilgimizi çekiyor ya da ilgilenmek zorunda kalıyoruz. Bu ülkede yönetime kimin geleceğinin belirlenmesi, aslında belki de çocuklarımızın kaderinin yazılması gibi bir şey.
ABD’de bir partiyle diğer parti arasında hiçbir fark olmadığını artık biliyoruz. Kurumsallaşmış bir yapı içinde devletin politikaları ve öncelikleri var… Ancak her gelen Başkan belirlenmiş politikalar içinde kendi yöntemini uygulayacak kadar özgür.
Başkan Bush halktan kendisine bir dört yıl daha Beyaz Saray’da oturma izni vermesini isteyecek. Bundan yaklaşık 4 yıl önce Washington’a ayak bastığında kendisine gelmiş geçmiş en kuvveli yardımcıları seçtiğini söylemişti; Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld. Üç Amigo ülkeyi ve dünyayı bildikleri gibi yönetiyorlar. Diğer güçlü yardımcıları unutmamak gerek. Hepsinin arasında en fazla sağduyu sahibi gibi görünen ılımlı Dışişleri Bakanı Colin Powell, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, İçişleri Güvenlik Bakanı Tom Ridge… Aralarında en fazla şimşekleri üzerine çekmeyi başaran tabii ki Rumsfeld. O bir şahin. Böyle doğduğuna inanmak güç değil. Dünyayı siyah ve beyaz olarak görüyor. Kendisini de hep beyaz tarafında…
George W. Bush, Demokrat rakibi John Carrey’e karşı yarışı hiç de fena götürmüyor. En azından halk onu artık daha fazla tanıyor ve kamuoyu yoklamalarında halkın yarısı Bush’un sözünün eri olduğunu düşünüyor. Onu sevimli buluyor, konuları anlayan, dürüst ve güvenilir, insanları koruyup kollayan, iyi kararlar veren, tutkulu politikalar üreten bir Başkan olarak tanımlayabiliyor. Aman Allahım dedirtiyor değil mi?
Rakibi John Carrey ise halkın gözünde şimdilik iyi eğitim politikaları olan, müttefiklerle iyi ilişkiler kuracakmış gibi duran, sağlık politikalarını güçlendireceği tahmin edilen, sosyal güvenlik konularına el atacak gibi tavır alan bir Başkan adayı olarak algılanıyor. Doğrusu, çok da algılanmıyor.
Gördüğünüz gibi içeride ve dışarıda algı hayli farklı. Bu farklı algı yüzünden hepimiz dünyayı biraz daha değişik görüyoruz. Ama Bush hepimizden daha farklı görüyor.
Bu yazı bir dış politika dersi içermiyor. Bir süredir sizinle paylaşmak istediğim bir röportaj var. Başkan Bush’la yapılmış bir söyleşi.
Çevremizde anlamadığımız, anlamak istemediğimiz pek çok şey oluyor. İnsanlar ölüyor, çocuklar anasız babasız kalıyor, aileler yıkılıp yok oluyor. Birileri bütün bunların barış ve özgürlük için olduğunu söylüyor. Diktatörlükle yönetilen bir ülke halkının bugün, çoğu zaman geçmiş dikta rejiminin içinde saniyelik özgürlükleri özlediğini görmek acı veriyor.
Liderlik ve liderler çok önemli. Oysa liderliğe soyunmak isteyenlerimiz haricinde diğerlerinin pek de önemsemediği bir konu. Özgürlüklerin, bir bilemediniz birkaç kişinin vereceği kararların arasına sıkışmış olması, özgürlüğe onların yöntemleriyle ulaşmak… Düşündürücü!
Time Dergisi muhabirinin sorularını ve Bush’un verdiği yanıtların en azından bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum. İşte Bush’un dünyası ve Bush’a göre dünya;
Soru; Geçtiğimiz dört yılda öğrendiğiniz en önemli şey neydi?
Yanıt; Bu görevden çok hoşlandığımı gördüm. Hayatımın en muhteşem zamanı. Çok iniş ve çıkışlar var tabii. Çok dram, az huzur… Ben bu işi yapmaktan çok hoşlandım. Bir dört yıl daha yapmak istiyorum.
Soru; Başkan olarak başka neler öğrendiniz?
Yanıt; İnsanları savaşa göndermenin çok zor olduğunu gördüm. Savaşın sonu ölüm. Çok zor. Gördüm ki aldığım karar insanlara zarar verdi. Bu da işin zor kısmı. Yaptığının doğru olduğunu bilsen de gelip seni vuruyor.
Soru; Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarının olduğunu düşünmek hayal gücünün yanılgısı mıydı?
Yanıt; Hiç sanmıyorum. Ben konuşmalarımın hepsinde kitle imha silahları bulabileceğimizi sandığımızı söyledim. Ben insanlara bu adamın bu tür silahlar yapabileceğini anlattım. Yani hayal gücümüz bizi yanıltmadı. Tam tersine, geçmişine, yaptıklarına ve yapabileceklerine bakınca Saddam Hüseyin’i ciddi bir tehlike olarak algılamamayı düşünemiyorum bile.
Soru; Yeniden yapar mıydınız?
Yanıt; Evet
Soru; Ortaya kitle imha silahları çıkmayınca ve çıkmayacağı anlaşılınca, bu işi başka türlü yapmış olmayı düşündünüz mü? Daha sonra istihbarata yönelik kendinize o zamana kadar sormadığınız sorular sordunuz mu?
Yanıt; (Not; soruların önemli olduğunu düşünerek burada yer veriyorum. İki ayrı soru aslında. Tabii iki de ayrı yanıtı var. Ama Bush’un eveleyip gevelemesinden kendisine çok soru sorması dışında pek bir şey anlaşılmıyor.)
Soru; Bir Arap ülkesine orduyla girip buraya asker marifetiyle demokrasi getirmenin bedelini nasıl tartıştınız?
Yanıt; Tabii ki çok tartıştık. Mümkün olup olmayacağını… Benim geldiğim nokta şu oldu; bu yapılabilir… Yapılabilirin ötesinde yapılmalı! Cumhuriyetçi Parti içinden farklı bakan, yapılamayacağını düşünenler var. Ben, yapılabilir diye düşünüyorum. Uzun vadede kendi ülkemizi koruyabilmenin tek yolu özgürlükleri yaymaktır. Bir doktrin geliştirdik; buna göre barışı muhafaza edeceğiz, koruyacağız, yayacağız. Demokrasi getirerek, barışı yayıyoruz. Irak’a girdik çünkü ben ve benim gibi düşünen birçok insan Saddam Hüseyin’in tehlike olduğunu biliyorduk. Kısa vadede bu tehlikeyle başa çıkmak gerekiyordu. Uzun vadede strejimiz Irak’ın demokrasiye kavuşması.
Soru; Irak’ın demokrasi yolculuğunu nasıl değerlendirirsiniz?
Yanıt; Şu an çok zor. Ama seçimlere gidiyorlar. İnsanlar oy kullanmak istiyorlar. Irak özgür bir ülke olacak. Irak’ın Amerika gibi bir ülke olması, Amerika’ya benzemesi mümkün değil. Ben, Filistin’in devlet olması gerektiğini söyleyen ilk Amerikan Başkanıyım. Bir gün olacağını biliyorum. Özgür bir Irak, Filistin için iyi bir örnek olacak. Filistinliler bir kişinin karar verdiği ve sınırlarını çizdiği bir yapıya karşılık, seçilmiş bir hükümetin yönettiği bir halk olabileceğini görecekler.
Soru; Herhalde Yaser Arafat’ı kastediyorsunuz.
Yanıt; Başarısız bir lider. Benim haklı olduğumu görüyorlar, görecekler. Biliyor musunuz ben gelişmeler nedeniyle acı çeken ailelerle bir araya geliyorum ve onlara uzun vadede neden bu yaptıklarımızın iyi olacağını anlatıyorum. O kadar uzağı görmek kolay değil. Ama benim babam Japonlara karşı savaştı. Bakın bugün Japon Başbakanı Junichiro barış içinde yaşadığımız müttefiklerimizden biri. Eğer atalarımız özgürlüklerin, düşmanı müttefik yapacağına inanmasaydı böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Almanya da pek çok yönden benzer bir başka örnek.
Soru; Sizce terör bizim, gelecek nesillerin birlikte yaşamak zorunda kalacakları bir olgu mu?
Yanıt; Evet.
Soru; Norman Podhoretz, 4.üncü Dünya Savaşı diyor.
Yanıt; Ben tarihçi değilim, ben tarih yaparım. Ben gördükçe sorunları çözerim. Bir de uzun vadeye bakarım.
Soru; Siz inançlı bir adamsınız. Saddam için dua ettiniz mi hiç?
Yanıt; Hayır
Soru; Düşmanlarınız için dua edebilir misiniz?
Yanıt; Bana özel bir soru sordunuz, hayır dedim. Başka bir sürü insan için dua ediyorum. Ordumuzun güvenliği için dua ediyorum. Aldığım kararlar yüzünden kalpleri kırılan insanlar için dua ediyorum. Belki Saddam için de dua ederim, madem aklıma getirdiniz.
Soru; Bu seçimlerin bir önceki seçimlerden farkı ne?
Yanıt; Bu seçimlerin bir öncekinden farkı ve iyi tarafı, seçmenin beni daha iyi tanıyor olması.
Soru; Yani size oy verdiklerinde geriye ne alacaklarını biliyorlar öyle mi?
Yanıt; Evet belli ve kuvvetli bir liderlik. Zor seçimler yapacağım, zor kararlar alacağım. Bazıları bunu sevmiyor. Hayattayken tarih okumayacağım. Çünkü ben yakın tarihe inanmıyorum. Pek çok tarihçi benim için oy vermezdi, bu yüzden objektif bir tarih yazacaklarını da sanmıyorum. Bana, “görev tarifini yap” dersen; karar verici derim. Ben sürekli karar veriyorum. Bazılarından hiçbir şekilde haberiniz olmuyor. Ben tarih içinde büyük kararlar vermek üzere yaratıldım. Bu rolü çok rahat oynuyorum.
Yukarıda alıntı yaptığım soru ve yanıtlar çok uzun bir röportajın parçası. Röportaj da bir büyük dosyanın öğesi. Bir liderin portresini çizmesi, bir ülkenin geleceğini göstermesi açısından önemli olduğunu düşündüm. Olaylara farklı bir bakış açısı. Siz ne dersiniz?