Çok parayla fakirlik olur mu?

Bazı kavramları düşünmeyi unuttuysak eğer, hatırlamamız gerek. Bazı kavramların anlamını bilmiyorsak eğer öğrenmemiz gerek…

Bu yazıyı yazdığım gün ünlü işadamlarından İshak Alaton’un, Kalder’in 14. Ulusal Kongresi’nde bir konuşmasını dinlemeye gittim. Sunumunda kavram kargaşasına değindi. Aslında tamamen kendi hayatından ve deneyiminden yola çıktığı renkli bir konuşma yaptı. Ben, konuşmasını üzerine bina ettiği kavramlara takıldım.

Bazı kavramları düşünmeyi unuttuysak eğer, hatırlamamız gerek. Bazı kavramların anlamını bilmiyorsak eğer öğrenmemiz gerek.

“Mutluluk mu, para mı?” diye sorarak başladı sözlerine. Kısaca dedi ki; “İnsan bazen yolun yarısında ya da sağında solunda neyi niye yaptığını unutup şeytana uyar. Para diye diye koşar, ama saygınlıktır önemli olan. Asgari ihtiyaçlarınızı karşıladıktan sonra parayı unutun.”

Saygınlık parayla satın alınmıyor. Zaten önemli sorunlarımızdan biri de bu değil mi? Biz sanıyoruz ki, her şeyi satın alabiliriz. Saygınlığı bile… Paran varsa her şeyin var. Ayakların baş, başların ayak olduğu sözde sistemlerde insanlar önceliklerini ve değerlerini yanlış konumlandırabiliyor. Hatta zaman zaman amaçla aracı birbirine karıştırabiliyor.

Para mı, kültür mü? Peki, para ile kültür arasındaki ilişkiyi sorsam… Para biriktirmeyi mi tercih edersiniz, yoksa kültür biriktirmeyi mi? Bugün pek çok yerde ikincisi işe yaramıyor. Birinciden cepte ne kadar varsa o kadar konuşabildiğiniz bir düzen içinde yaşıyoruz… Aman şeytana uymayın. Para harcarken keyif almak kültürle mümkün. Alaton, her gün en güzel restoranda baklava börek yenmez ki dedi. Ekledi; “Kültürü az parası çok insan eşittir parası çok, fakir insan…”

Kıskanmak mı, özenmek mi? Kıskanç mısınız? Hiç kimseyi kıskandınız mı? Kıskandığınızı itiraf eder misiniz? Çoğumuz etmeyiz, ama aleni şekilde kıskanırız. Kimi de açık açık “ben çok kıskancımdır” der. Neredeyse biraz da gururla. Neyi kıskandığını sorun, kocasını, sevgilisini, karısını kıskanır. Kıskançlık krizleri pek meşhurdur bizim ülkemizde. Hemen her gün bir ulusal gazetenin üçüncü sayfasını kanlı kıskançlık haberleri süsler.

Neyi kıskanır insan? Kendisinden daha güzeli, kendisinden daha zengini, kendisinden daha başarılısını… Liste uzayabilir. İsteyen uzatsın.

Kıskanmanın hastalıklı olduğunu düşünmüşümdür. Kıskanmak değil, ama öykünmek ya da özenmeyi severim. Özenmek masum bir duygudur. Bir başkasının yaptıklarını ve sahip olduklarını amaçsızca istemek yerine, takdir ettiğiniz birisi gibi olmak istemeyi çağrıştırır… Özenmekte, kuru bir istek yerine çaba görürüm ben. Bu görüşüme katılır mısınız bilemem…

Buradan nereye atlayacağımı merak ediyor olmalısınız. Malum devir her şeyi kategorilere ayırmak ve listeler halinde yayınlama devri. Birinci, ikinci, üçüncü…  Fortune Dergisi geçenlerde özendiklerimizin listesini yayınladı. Özendiğimiz insanlar diye de başlık atmış. Yanına da bir tutam kıskançlık serpmiş: “…Şu Allah’ın cezaları…” deyivermiş…

Başta da sordum, “”kime özenir insan?””. Büyük olasılıkla daha iyisine, daha fazlasına… Kriterler arasında zengin olmak, güzel ya da yakışıklı olmak, cinsel cazibe, iyi bir işe sahip olmak gibi klasik sayılabilecek özellikler var. Ama hepsi bu kadar değil. Saçlı olmak/kel olmamak (erkekler için), adrenaline sahip olmak (dinamik olmaktan söz ediliyor), çok genç olmak, çok insan tanımak gibi kriterler de var… Bu “Allah’ın cezası” listesinin çoğunluğu erkek. Demek en çok onlara özeniyoruz.

Listede kimini tanıdığım kimini tanımadığım insanların fotoğrafları da var. Hani hiçbir tanesi için de “”ben de şuna benzeyeyim”” demezsiniz. Kiminin yaşı geçkin, kiminin tipi bozuk, kiminin saçı yok, kiminin… Ama hepsinin söz edilecek bir meziyeti var. Acaba zaman içinde her şey değişirken bizim algılarımızda da mı değişiklik oldu? Bence kesinlikle oldu. Onu kaşı bunun saçı yerine, yaratıcılıktan ve farktan konuşur olduk. En azından bazılarımız. “”İçi güzel olsun”” derlerdi eskiden… Şimdi “”aklı güzel olsun”” demek mümkün.

Gelelim milyonları özendirenlere… Google’un efsane ikilisi sıranın tepesinde oturuyor; Sergey Brin ve Larry Page. Çok gençler. İkisi de henüz 32sinde. Her birinin elinde 37 milyon Google hissesi bulunuyor, yani hayli zenginler. Şöyle diyelim mi; servetlerinin toplamı 23 milyar dolar gibi bir şey oluyor. Zengin olmak süper ama onlara özenenlerin özenme nedeni hayatın akışına yön vermeleri, bilgi teknolojilerinin göbeğinde olmaları. Şöyle düşünmenizi isterim; dünyanın en ücra köşesinden bile birileri bir ismi araştırmak, bir kitaba ulaşmak, herhangi bir soruya yanıt bulmak için google’a giriyor. Düşünsenize bu iki zengin tıfılın elindeki gücü, yarattıkları etkiyi ve tabii ki hayatımıza kattıklarını; mekandan bağımsız hız ve bilgi!

Çok özenilen 25 kişinin hepsini burada sıralamak gereksiz. Bu durumda benim aralarında özendiklerimle yetineceksiniz. Paul Allen bir diğer isim. O da aynı dünyanın insanı. Microsoft’u kuran ikinci kişi. 52 yaşında. Herkes Bill Gates’i tanıyor o gölge adam. 1983 yılında tekel suçlamalarına karşı sorunlarla boğuşmayı ya da virüs saldırılarını Bill Gates’e emanet edip hayatın tadını çıkartmak için şirketi bırakıp gitmiş. Hala 20 milyar dolarlık bir servete sahip olduğunu hatırlatmak gerek. Fena sayılmaz…

Sonra dikkatimi Andy Grove çekti. Benim seçtiklerim de hep yaşını başını almış insanlar. 69 yaşında. Intel’in eski CEO’su ve halen baş danışmanı. Kimileri guruların gurusu diyor. Intel’in başındayken aldığı kararlarla dikkat çeker, yaptığı manevralar yakından izlenirdi. Bugüne kadar 6 kitap yazdı. Tabii ki Intel’deki her şeyi o yaratmadı ama “Intel Inside” markasını gördüğümüz yerde bir şey çağrıştırıyorsa, bu 69 yaşındaki adamın katkısı müthiş. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, insanlar Andy Grove’a tam 47 yıllık mutlu bir evliliği olduğu için çok özenirmiş.

  1. K. Rowling, bu listede benim seçtiğim tek kadın. Şu Harry Potter yazarı. Hakkında duymadığınız kalmadı. Tesadüfen zengin oldu deniyor. İşte bu bir kıskançlık. Peki, hiç mi yaratıcılık yok. Farklılık yok. Ondan önce, ondan başkası niye çıkmadı? Kraliçe’nin servetini 6’ya katladığı söyleniyor. Serinin beşinci macerası piyasada. Kitap ABD’de piyasaya çıktığı anda her saat 250 bin adet satılmış. Bu da 6.9 milyon adet kitap ediyor. İnanılmaz bir şey. Mütevazı Rowling, eskiden metroda gidip gelirken karalama yaparken artık, değeri 2.4 milyon dolar olan 10 odalı eski bir malikane ile Londra’da satın aldığı 9,5 milyon dolar değerindeki evleri arasında mekik dokuyor.

Kıskanır mısın kıskanmaz mısın? Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış. Ama çenemizi yorduğumuz şey bu insanların parası pulu değil, yarattıkları olunca daha keyifli oluyor. Başkasının düşünmediğini düşünmek, başkasının yapmadığını yapmaya cesaret etmek, çok ama çok özendiğim ve alkışladığım meziyetler.

Önemli olan başarısızlıklardan sonra ayağa kalkabilmek, önemli olan bir kerelik başarıların ardına sığınmadan sürekliliği yakalayabilmek, önemli olan her sabah heyecanla uyanmak, önemli olan yaptığını sevmek, sevdiğini yapmak, üstelik bunu yapabilecek kadar da akıllı olmak. Önemli olan kıskanmamak, başkasının başarılarından bir şeyler çıkarmak. Arada bir dönmek ve kendine bakmak. Denemek denemek…

Kültürü bol, saygınlığı yerinde, paradan yana fakir olmayan keyifli bir insan olmanızı kısacası herkesin özendiği biri olmanızı dilerim.

 

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir