Yazının asıl başlığı “Sismik değişime, ‘yurttaş merkeziyetçiliği’” idi. Okumaz atlarsınız diye magazinleştirdim.
Hükümetin, dengeli, sürdürülebilir, çevik, yaratıcı, ve aynı zamanda yurttaş merkezli olanını severim, sevmeliyiz. Siz cümlenin gelişini Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı olanını severim” sözlerinden anımsıyorsunuz…
Aman diyeyim, “Atatürk” demeyin. Kimseye yaranamazsınız. Bir, marjinal! İki, modası geçmiş!!! Passé, çok passé…
Kamu yönetimi değişiyor. Değişim hükümetleri zorluyor. Geleneksel yönetim biçimleri, toplumsal değişimin hızına yetişmekte zorlanıyor. Yönetişimde yeni modeller geliştirmek gerekiyor. Bir çırpıda söyleyip rahatladım.
“Yurttaş merkezli” olmak moda (!) olur mu bilemem, ama “zorunlu” olduğu kesin. Toplumları idare etmek, hükümetler açısından artık kolay değil. Sismik değişimlere karşı önlem almak isteyen kamu yöneticileri yeni çözümler üretmek zorunda.
PricewaterhouseCoopers (PwC) konuyla ilgili bir strateji raporu yayınladı. Sanki Taksim-Gezi’de patlak veren olayların üzerine ihtiyaç duyulmuş gibi… Zamanlama olarak denk gelsin istemezdi tabii. Koca PwC’nin, “dış güçler” ve “şer odakları” diye ilişkilendirilmesi an meselesi.
Her şey an meselesi. Ya çok passé ya feci moda…
Dönelim konumuza, dünyada Gezi benzeri olaylar oluyor ve hükümetler tarzları farklı olsa da bizde olduğu şekilde sorgulanıyor. Buraya kadar biliyoruz, passé! Yaratıcı olan ise geleceği gören ulusal ve yerel yönetimlerin, halk onları sorgulamadan kendilerini sorgulaması. Buna sık rastlanmıyor.
Rapor, geleceğin küresel hükümet ve kamu yönetim stratejileri hakkında ipuçları veriyor. Geleceğin hükümeti; değişime ayak uyduran, canlı bir organizma olacak, ortaya çıkan ihtiyaçlara hızlı ayak uydurabilecek… Toplumun farklı kesimleriyle stratejik işbirliği ve ortaklıklar kuracak ve yönetecek. Rapor, nasıl yönetilebileceği konusunun hiç de kolay olmadığını ifade ediyor.
Ne dersiniz, “yurttaş merkeziyetçiliği” denilen bir şey varmış… Shopping Fest kapsamında size en yakın AVM’de satıyorlar, almayanı dövüyorlar mı desek…
Yurttaş Merkezli Yönetim nedir? Her şeyden önce vatandaşın, (“Yüzde 50’si benim, yüzde 50’si senin” demeden) ihtiyaçlarını etkin ve zamanlama açısından ekonomik bir şekilde yerine getirmek anlamına geliyor.
İkinci olgu ise “içsel/dışsal denge”. Buna göre, iç organizasyonel etkinlik ile dış büyüme arasındaki hassas dengenin dikkatli yönetilmesi gerekiyor. “Sürdürülebilir sonuçlar.” (“Sandığa gittim, ben çıktım, ne dersem o olur” demek değil.)
Üçüncü noktada, toplumun sosyal, çevresel ve kültürel sermayesinin uzun dönemli ihtiyaçları karşılaması anlamına geliyor. (Ekonomik büyüme ile sosyo-kültürel büyüme paralel ilerlemek zorunda değil. Kaldı ki, sanayi yatırımından vazgeçip hizmete dayandığınızda suya yazı yazmış olabilirsiniz, dikkat!)
Rapor dört yeni nitelikten söz ediyor:
– Çevik: Olası sorunları önceden sezinleyebilme ve maliyet-etkinlik hesabı rasyonalitesiyle hızla cevap verebilme.
– Yenilikçi: Özgün fikirler tasarlayabilme ve o fikirlerin derinleşmesini hızlandırma.
– Bağlantılı (connected): (işbirlikçi demek daha iyi geliyor kulağıma….) Sektörler ve kurumlar arasında işbirliği yapabilme, birlikte hareket edebilmeyi kolaylaştıracak ortaklıklar kurabilme.
– Şeffaf: İcraatlar ve bunların sonuçları konusunda sahici olmak.
Ben yönetimin çevik, yenilikçi, işbirlikçi ve aynı zamanda şeffaf olanını talep ediyorum. PwC raporuna ufak bir katkı yapmak istiyorum, şöyle bitirebilir miyiz cümleyi; …ve aynı zamanda sevecen, mümkünse arada bir gülen ve espritüel…
Bıçak sırtındayız, ya “çok passé” ya da “feci moda” olacak!…
Daha fazla bilgi edinmeniz için rapora ulaşabilirsiniz:
http://www.pwc.com/en_GX/gx/psrc/publications/assets/pwc_future_of_government_pdf.pdf