Belgesel gazeteciliğinin önde gelen ismi Coşkun Aral beni çok heyecanlandıran ve bu söyleşi için buluşma vesilesi olan 3 bin saatten fazla video, bir milyon adet kare fotoğraftan oluşan yarım asırlık çalışmasını arşivlediğini açıkladı… Arşiv-belgeselcilik tarih demek. Kimi içinde yaşadığımız ama detaylarını kaçırdığımız, kimi ıskaladığımız gerçeğin kanlı canlı ortaya çıkacak olması müthiş. Girişi uzatamam çünkü sizi bekleyen bir pandora kutusu var. Ben nefesimi tutup dinledim, yazıyı toparlarken konuların sağa sola uçuşması yüzünden zorluk çektim. Ama tadından yenmeyecek bir söyleşi oldu.
Diyeceğim bir tek şey var, bilgi hazine ona sahip çıkmak en kutsal görev. Bakın Coşkun Aral bu söylediklerimi nasıl yorumluyor.
Yaprak Özer: Geçmişi olmayanın geleceği olmaz diye düşünerek ben çok heyecanlandım bütün bu çalışmalardan… Ne yapıyorsun?
Coşkun Aral: Bu tür kaotik günler bizim gibi beyni farklı çalışanlar için fırsat … Yani daha önce evde uzun süre kalamıyordum. Yıllar önce 10 – 20 sene önce işten atılmada kovulmada bir yerlere kutular koymuştum. Onlar bir gün açılmayı bekliyordu. İşte pandemi günlerinde bunları yavaş yavaş açtım. Bir taraftan fotoğraf diğer taraftan da eski kaset arşivleri… Neler yokmuş, insan unutuyor.
Yaprak Özer: Haber haber üstüne geliyor. Olay olay üstüne geliyor.
Coşkun Aral: İşte o yüzden bunları yavaş yavaş her gün çıkardım… Arşiv dünyanın en zor çalışma alanı… Bizim ülkelerde daha da zor. Hiç unutmam 1980’de yani o güne kadar 77 ile 80 arasında SIPA Press’in Türkiye muhabiriydim. Filmlerimi gönderiyordum. Para geliyordu satıldı diyorlardı ama filmler geri gelmiyordu. 79’da karar verdim, Gökşin Sipahioğlu ustamı aradım dedim ki, “usta gelmek istiyorum ben”. “O zaman arşivinin geri kalan bölümünü al gel” dedi. Ben de ne varsa aldım. Onlar burada yığılmış vaziyette… Filmin çok ciddi para ile satıldığı dönem 70’ler dünyası. Gazeteler film veriyor ama parça parça veriyor; 10 kare – 20 kare veriyor. Yani fotoğrafçı olmak için zengin olman lazım. Sahip olduğum tek kaset benim Günaydın gazetesinden kovulduğum gündür. Onunla İstanbul’u çekmiştim. Sorarlar; “niye İstanbul’u çekmediniz?” Film var mıydı da çekmedik… Filmi sana veriyor sayıyor adam şu kadar kare… Zaten sararken 3 gidiyor vs…
Yaprak Özer: Zimmet… Zimmetinde kareler…
Coşkun Aral: Aynen… Her şeyi çekmişim. Profilo olayları olmuş… Bir tarafta fabrika önünde işçileri çekerken gitmişim yukarıda bir buzdolabı nasıl aşağı indiriliyor. Bu 1970’lerin teknolojisi… Bugün o konaklar olan yerler bilmem ne olan yerlerde at gezintileri… Üstelik ben 1950’lerden 40’lardan fotoğraf makinesinin keşfedildiği 1900 öncesi 1800’lerden bahsetmiyorum. Bu 1980 öncesi Türkiye ve İstanbul… Maden ocaklarına girmişim. Soma’da gündeme geldi. Savaş Ay’la rahmetli, ocağa inmişiz… Cesetleri çıkarmışız…
Yaprak Özer: Facia…
Coşkun Aral: Deli cesareti bir de hani… Normal bir insanın yapamayacağı şeyler. Hep siyah beyaz çekmişim. Siyah beyaz yıllarım benim bunlar. Gökşin ağabeye dönüyorum yine; evrensel değerlerimizden biridir o medyada. Ben SIPA’ya gittim. Bana ofisinde katlanır bir koltuk gösterdi. Allah rahmet eylesin sabahları elinde kahve tepsisi iki tane espresso kahve iki tane kruvasan… sabah 06:00’da gelirdi. Kendisi günlük gazeteleri alırdı dağıtımcısından Fransız ve dünya basını… Bana da “şu odaya gir benim gazete kupürlerim var onları kes derdi”. O kupürleri kestim ne olduklarını öğrendim. Neler varmış neler… Ardından aldı beni arşive indirdi. Bu arada ben yavaş yavaş işlere gitmeye başladım. Kaçırılan bir uçağın röportajını yapmışım dünya çapında ödül almışım çektiğim fotoğraflar arşiv nedeniyle dünya basınına çıkmış… Kimse General Evren’i tanımıyor. Çok değerli ustam Ergin Konuksever almış beni Sarıkamış’ta bir tatbikata götürmüş, karlar içinde kara gözlüklü bir adam… Dünyada General Evren’in tek resmi çekilmiş, o da bende! Express, Le Nouvel Observateur… Ardından Newsweek, Time kapak yapıyor bunları…
Yaprak Özer: Ve sen gidiyorsun orada kupür kesiyorsun…
Coşkun Aral: Aynen… Ama onların ne kadar değerli olduğunu…
Yaprak Özer: Püf noktası bu… sana işkence olsun diye yaptırmıyor ki…
Coşkun Aral: Hayır. Herkese yaptırmıyormuş… Ara Güler’le tanıştım 1977’de… Ara, beni arşivine 81 yılında soktu. Arşiv çok değerli bir şey…
Üniversitelerden öğrenci alıyorum arşive, 3 gün dayanabiliyorlar… Ve gariptir, bir başlıyor her şeyi allak bullak ediyorlar. Bu iş örgü örmek gibi…
Yaprak Özer: Gençliği çok seviyorum, fakat ne verirsen hiç düşünmeden yapıyor, yaptığı şeyin önüne ve arkasına bakmıyorlar. Biz nerede yanlış yaptık?
Coşkun Aral: Biraz analardan, kadınlardan bahsedebilir miyim… Biraz sizden kaynaklanıyor.
Yaprak Özer: Nasıl yani?
Coşkun Aral: Demokrasi başlayacaksa ailede başlaması lazım. Ailede “benim oğlum – benim kızım” diye böbürlenmemesi lazım annelerin… Anne yaptığı sarmayla böbürlensin; “dünyanın en güzel sarmasını yapıyorum” diye… Dünyanın en iyi çocuğunu yetiştirdim diye böbürlenmemesi lazım… Çünkü olay orada kopuyor. Haberci programı yayındaydı atv’de, bütçemiz de iyiydi. Yurt dışından stajyerler geliyordu. O stajyerlerin günlüklerini, okula vermiş oldukları raporları okudum. Yabancıların olaya bakışı ile bizim aramızdaki fark! O Türkiye’de geçirdiği dönemi bir kazanç gibi görüyor. Bizimki kayıp gibi görüyor. Niye öyle görüyor biliyor musun? Anne öyle görüyor çünkü.
Benim kızım bu sene 16 yaşına Şili’de girdi. San Diego’nun güneyinde bir köyde… En yakın Starbucks’ın 2 saat uzakta olduğu bir köye gitti, 8 ay kaldı bu pandemi yüzünden dönmek zorunda kaldı. Kendi başına döndü. 16 yaşında… Ailemden, çevreden çok tepki geldi… Ben 13 yaşımda evimden çıktım… Dünyada 14-15’inde bağımsızlaşıyor insanlar. Bu olayı aşarsak olur. Bunun dinle ilgisi yok, kaldı ki, eğer dini örnek alacaksan Hz. Hatice kimseden izin almadan 600 kişilik deve konvoyunu götürüyormuş…
Yaprak Özer: Din bu değil ki… Din başka bir şey…
Coşkun Aral: İşine gelen öyle yorumluyor.
Yaprak Özer: Herhalde bunun da bir sonu olacak…
Coşkun Aral: Eskiden sadece bizim coğrafyanın dininden olduğunu zannediyordum. Aynı olay Filipinler’e git aynısı; Hristiyan. Orta Amerika’ya git; Katolik. Aynı… hiç değişen bir yok. Bakış aynı. Onun için birincisi çocuğunu yatırım aracı gibi görmeyeceksin. Çocuğuna verdiğin dünyalık değil, bilgi… Hem okuyacak hem görecek; ikisi bir arada olur, fıstık gibi olur… Gezme dediğim illa al pasaportunu, al paranı git demek değil. Kendi kentini dolaşarak başla. Mahalleni dolaş ama araştırarak dolaş. Şimdi Türkiye’de gelişimler var gençler beni ne zamandan beri tanıyorlar biliyor musun? İki sene oldu.
Yaprak Özer: Neden? Nasıl keşfetmişler?
Coşkun Aral: Neyin sayesinde; Youtube… 1993 yılındaki kameraman arkadaşım Timur Akkurt sayesinde… Youtuber kendisi; “Ağabey seni youtube’a sokacağım” dedi. Direndim bir sene; “ne anlarım Instagram’dan Youtube’dan, benim işim değil…” dedim. “Yok ağabey bizi sen yetiştirdin. Ben bunu istiyorum ben yapacağım” dedi. “Ağabey konuşurken karşındakini akademisyen görmeyeceksin, elinde kolası simidi çayı olan çocuk göreceksin… Onlara anlat, sakın ağır havalarda konuşma yabancı kelime kullanma…” Sonra aklıma geldi Mehmet Ali Birand, Savaş Ay’ı topluma sevdiren doğallıklarıydı. Ne diksiyon vardı, ne bilmem ne… Doğaldı… Şimdi bakıyorum da şaka değil kafaya bardak patlattın 1 milyon izleyici, iftira attın 10 milyon izleyici değil… Şaka değil 1 saatlik bölümler… Ben çünkü deneme yapıyorum her gün…
Yaprak Özer: Bunun nedeni yalnızca samimiyet değil samimiyet kadar içerik…
Coşkun Aral: Doğru içerik doğru…
Yaprak Özer: Benim bugün seninle konuşmak istediğim yani arşiv dedim niye bu kadın heyecanlandı diye düşünüyor olabilirler. İçerik bu… Ben bir içerik firması yönetiyorum ve içerikten kasıt Twitter, Facebook… Böyle şeyler yapmam, niye yapayım? Türkçeme, beynime hakaret… Senin karelerinde tarih var. Videoda geçmişte yaşadıklarımız yarın yaşayacaklarımız var. Çok önemli. Anlatırken daldan dala konuyorsun ama, anlattığının giriş gelişmesi sağlam omurgada ilerliyor. Bunu algılayabilmek önemli… Bana kalırsa doğallığın ve şeffaflığın kadar bu gençler öğrenmek de istiyorlar.
Coşkun Aral: Kesinlikle. Merak, merak, merak… Bu arada başka bir şey söyleyeceğim. Bazı bölümlerim benim… Hepsini rapor ediyorum… Çünkü daha önce televizyon bunun raporunu bize vermiyordu. Biz ne yaptığımızı bilmiyorduk. Kendimizce bir şey yapıyorduk. Şimdi elimde veriler var, hepsini görüyorum. Geçen haftalarda Ankara Belediye Başkanı’nın meclis toplantısında konu; Ankara’nın bir ilçesinde borular asbestliymiş… Asbest konusuna bir ay çalıştım, bu çalışmayı koyacağım… Sonra bir bakıyorum bir tane çocuktan, “ağabey ya ben sana nazar boncuğu yaptım nasıl yollayayım?” Ben nazar boncuğunun yapıldığı köye gitmiştim zamanında; Cam… Her alana sarıyorsun. Bu şuna benziyor. İyi balıkçılar bir bölgeye giderken farklı deniz türlerini bulmak için serpme ağ atarlar. Benim her kesime ihtiyacım var. Benim 5000’lik bir kesime de ihtiyacım var o da çok önemli… Mesela Fransa’nın en yaşlı fotoğraf baskısı yapan Toros isminde Anadolu kökenli bir Ermeni fotoğrafçısını 3000-5000 kişi takip etti… İtalya’dan bir kadın yazdı “Toros Bey’le bağlantıya geçmek istiyoruz. Arşivini gördük” diye. Bir kişi…
Onun da mutlu olması önemli… Gentile Bellini… 3 tablo dedik belki başka tablolar vardır.
Yaprak Özer: Tam ona geleceğim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Fatih Sultan Mehmet’in üç tablosundan birini satın aldı. Senin onu gördüğün kısmıyla anlat… Şunun altını çizmek istiyorum… bugün milyonların milyarların konuşulduğu ama tam tersine küçüklüğün sadeliğin prim yaptığı bir noktadayız. Ne kadar çok insana değil, doğru insana konuşuyor olmak önemli.
Coşkun Aral: Kesinlikle… Katar diye bir ülke var… Şu anda Türkiye’nin en çok ilişkisi olduğu… Bir stadyum inşaatı için çağırdılar. Ben de Katar’a yıllar önce gitmiştim. İnşaatına tanık olduğum bir müzeden bahsetmişlerdi bana… Müthiş bir bina… Orta Doğu’dan götürülmüş Mezopotamya Sümer derken Anadolu’ya baktım. Allah’ım yarabbim… İlk tabii bana mesajı veren Fatih Sultan Mehmet’in portresi… 3 taneden biri… Günlerce ağlamaklıydım. Bunun dışında neler var Diriliş Ertuğrul… Osmanlı falan yapıyoruz dijital… Adamların müzesinde. Katar bölümü izlersen Youtube’da var…
Komple zırhlarıyla bir Osmanlı askeri var. Evliya Çelebi’nin Mezopotamya haritası var, bütün bugünkü illerin tarihçesini anlatan bir harita… 4 metre. İnanılmaz. Anlatamam sana… Ekrem İmamoğlu’nu görsem öperdim. Harcanan para… Şimdi nerelere neler harcandığını bilenlerden biriyim ben…
Ben çok okuyan değilim ama doğru yeri okuyan doğru kitabı seçen insanım. Etrüskleri (Not: Etrüskler: Esrarengiz Kavim – Yazar: Pınar Özgün) okuyorum, bu Anadolu’da var olan başka bir topluluk… Bir de yemek programları yapacağım. Bu da Diyarbakır’ın Ermeni mutfağı (Not: Yemekli Diyarbakır Tarihi: Amida’nın Mutfağı – Yazar: Silva Özyerli). Bu arada bir radyo programı yapıyorum yemekle ilgili… Şimdi bunlar benim için kazanç… kafama bir olta atıldıysa o konudaki kitapları okuyorum… Aynı kitabı 70 kere okuduğum olabiliyor çünkü yazarın ruh haliyle böyle bağlantıya geçiyorum.
Osmanlı’nın dönüşüm noktası… Fransa’da yaşadım işte 17-18 sene… Fatih’in gerçek yüzünü onların arşivlerinden gördüm. Bu topraklarda Balkanlar’dan başlayıp Mezopotamya’ya kadar tarihi değiştiren üç adam var. Büyük İskender Fatih ve Atatürk…
Bilgi ilaçtır. İşte bizim bilgi ve belge toplayıcı özelliğimiz var. Gazete 16. yüzyılda başlayan bir olay… Şimdi işte ne diyoruz; Youtuber. 2500 yıl önce benim doğduğum topraklarda Botan Vadisi’nde Siirt’te… gariptir bir tablodan yola çıkıp Louvre Müzesi’nden bir kitap okudum… O kitap Türkiye turizmini belki Türkiye’nin şu andaki ekocoğrafyasını değiştirecek bir tablo… Anabasis…
Onbinlerin Dönüşü… Yani 1977 benim Savaş Ay’la yapmış olduğum ilk otostoplu Avrupa turuydu… Louvre Müzesi’ne gittik. İşte herkes La Joconde’a gidiyor tabii biz de La Joconde’a gittik, Leonardo’ya merhaba dedik… Diğer büyük eserleri gördük ama bir tabloya gittim. “Ya şuradaki dağların pırıltısı bana hiç yabancı değil” dedim. Altına baktım. Anabasis… Hiç bilmediğim bir şey. Bir nehir, dağların böyle bir yamacı var ki, ışıl ışıl… Altında da birtakım insanlar savaşıyorlar. Yunanlıların savaşçıları… Şalvarlı beyaz… O kitabı okudum. Meğer bundan 2500 sene önce bugünkü Yunanistan topraklarından çıkmış bir meslektaşım… İsmi Ksenophon… Xenophon diye geçer… Bu adam meraklı… Aşçı, seyis… Bir bakıyor ki… O zamanlar Sart meşhur bu paranın icat edildiği kent… Öyle bir yerde binlerce adam sıraya giriyor. Pers hükümdarının kardeşi, ağabeyini devirmek için paralı bir ordu kuruyor adam arıyor. Hemen gidiyor… Selamünaleyküm Kyros ya işte nasılsın adım benim Xenophon… Yemekten anlarım ordunun yemek ihtiyacı… Atlardan anlarım seyisliğim de var, artı yazarım… Arkadaş oluyorlar… 10 bin-15 bin tane atlıyla süvariyle piyadeyle yola çıkıyorlar. Geliyorlar bugünkü bu Orta Doğu coğrafyasında bizim savaş vermeyi düşündüğümüz Suriye ile Irak sınırının bulunduğu bölgede ağabeyinin ordusuyla karşı karşıya geliyor. Ordunun en az yarısını kaybediyorlar. Aralarında Karadenizliler de var. Kyros da ölüyor bu arada… Xenophon ordunun başına geçiyor. Bizim o Botan vadisine geliyorlar ama o vadiye geldikleri zaman orada dağların arasından şalvarlı üstleri çıplak ellerinde palalar, ok yay kullanmayan kadın-erkek savaşan bir toplumla karşı karşıya geliyorlar. Bir de onlardan dayak yiyorlar. İşte o gördüğüm tablo dayak atma tablosu… Sonra buradan çekilip kurtuluyorlar ama Van Gölü’nün batısından yukarı çıkıyorlar. Ve bugünkü Trabzon Maçka’ya geliyorlar. Hepsini yazıyor adam… Nerede ne yedik… Nerede ne ot vardı… Niye biz Botan Vadisi diyoruz? Çünkü Botan’la Dicle’nin kesiştiği yer aşağı yukarı 1 milyon yıldan beri değişmedi. Hep o vadi… 2500 sene önce… Coğrafi konumları var.
Bakıyor ki Maçka’da bir tepe var. Gittim gördüm o tepeyi… Karadeniz’in en güzel göründüğü yer… Orada Ksenophon bağırıyor; “Thalassa Thalassa…” Thalassa Fransa’da 60. yılına giren dünyanın en eski denizcilik programının da ismi. Oradan Trabzon’a iniyorlar. Dönüyorlar ve Xenophon bunu yazıyor… Onbinlerin Dönüşü… O kitabı okudum. Kare kare Türkiye’nin topoğrafyası Türkiye’de ne tür bitkiler var, arı türleri, insanların yaşam biçimi, mimarisi konut yaparken ele aldıkları her şey var. Tam 2500 sene önce… Kürtlerin ilk isimleri Karduk diye geçiyor orada. Bunların bilinmesi lazım… Arşiv dedik… Önemli belge ama onun belge olup olmadığını anlamak da okuma biçimi… Bu arada Muazzez İlmiye Çığ’a da buradan merhaba diyoruz… Doğum gününü kutladı 107 yaşında… Okuma, görme, farklılıkları fark etme… Bu insanlar bizim için çok önemli…
İlber Hoca’yla Nurhan Hoca’yı dinledim. Cem Sultan gündeme gelecek tekrar… Mustafa Kemal bunu çok sorgulamış… Adeta bir kapı açılıyor kapanıyor… O güne kadar dünyanın bütün bilim adamlarına sanatçılarına açık kitapları olan müthiş bir coğrafyayken birdenbire “yakın” diyor…
Yaprak Özer: Yakın…
Coşkun Aral: Ama yani kurtulanların öyküsünü yaptım. Bizim Siirt’te bir adam var İbrahim Hakkı, Erzurumlu… Çocuğu olmayanlar gidip çaput bağlıyor mezarına… Adamın Marifetname diye kitabı var. Meşhur Evrim Teorisi’ne baktığın zaman Darwin’in… Ondan 2-3 sene önce “Bre ahmak diyor sen kainatta tek başına olduğunu mu zannediyorsun…” Başlıyor bugün bizim bu virüsten… Bunu yazdığı zaman 1700’lerin başları… Ben merak ettim. Bu adama yukarıdan bir ilham mı geldi bunları öğrendi…
Ayaklanmalar başlıyor İstanbul’da… I. Mahmut korkuyor… Ecdadından kalan kitaplar en değerlisi… o güne kadarki bütün coğrafi keşifler dahil olmak üzere kitaplar… Bunları tasnif edecek arşivci yok. Marifetname dediğimiz kitap çıkıyor. İçinde biyoloji var astronomi var felsefe var seksoloji bile var…
Dediğim gibi bilgi ilaç gibi de alıcısına göre de ambalajlamak gerekiyor. Şimdi deniyor ki istihdam… dünyada öylesine istihdam alanları var ki Paris’te bir sokakta o sokağın hesabı yapılmıştır 1 tane eczane vardır… Belki eczaneden 5 metre sonra bir tane 16. yüzyıl tiyatro tasarımlarına bakıp düğmesini yapan bir atölye vardır. İşte çeşitliliği artıracak meslekler ama bunları yaparken… En büyük neden kadınlarımız çocuklara meslek seçtirtmiyorlar. Bir üniversitede iletişim bölümünde jüriyim. Girdik çocuklardan bir tanesi geldi “Coşkun Hocam buradan sesler dışarı çıkıyor mu?” diye sordu. “Niye” dedim. “Annem dışarıda. Ben belgeselci olmak istemiyorum. Belgesel müziği yapmak istiyorum. Ama annem ekranda görünmemi istiyor…” Benim oğlum atom mühendisi CEO hikayesi gibi…
Yaprak Özer: Multidisipliner olmak… Bak sen şu anda sana birisi dese ki mesleğiniz nedir Coşkun Bey? Arşivci, tarihçi, fotoğraf sanatı… Mutlu musun Coşkun?
Coşkun Aral: Çook… Ben bir yandan kaderciyim… Mesleğe girmeden önce kafamda doktor olmak vardı benim… Çocukluğumda doktor gazeteci olmak istiyordum… Kafaya taktığım zamanlar 4 buçuk 5 yaşım, 6-7 yaşımda dayıma aşıktım çünkü bir cerrahtı… Onun o ilkel Siirt koşullarında evin önünde sabahtan akşama kadar bekleyen yüzlerce insanın sağlık sorunlarına ulaşması benim gözümde onu ikonlaştırmıştı. Babam un fabrikatörüydü, hep kavga etmişizdir. Ben anlamam fabrika, un, yöneticilik… En büyük desteği o dönemde kuzenim vardı bana ilk fotoğraf makinesini hediye eden… Ondan rica etmiştim sen bu kadar insan tanıyorsun medyada beni gazeteci olmak için bir yere gönderir misin diye… Günaydın Gazetesi’nde Necati Doğru’yla Can Aksın’ın yanına gönderdi. Üç gün sonra aradım; “Kusura bakma ben ayrılıyorum… Mehmet Yaşin’in çıkardığı Gün Gazetesi var sokaklarda dolaşacağım oraya gidiyorum” dedim. Benim sevdiğim kuzenim bile benim ekonomi muhabiri olmamı istiyor. Ailem “şipşakçı mısın” diyor? Dokunma olayı… Bir ekonomist olacaksam da çarşı pazar gezeceksin… Niye Ali Rıza Kardüz olarak gördük yıllarca Hocamızı “Ayşe Ablanın file hikayesi”ni okuduk…
Kadın belirleyici… Kadınlarımızın şu kompleksten çıkması lazım; “Ben çok iyi çocuk yetiştirdim”. Sen çok iyi dolma yap… Çocuğun yetişiyor. Kızım Şili’ye gitti geldi… Baba ben suç psikolojisi okumak istiyorum dedi. Tamam dedim ne istiyorsan onu oku… Önemli olan sevdiğin değil… Kendinde birtakım şeyleri bulup izini sürmek… Bazı yerlerde sana ait iz var. Benim dünyada en mutlu anlarım…
Yaprak Özer: Şöyle diyebilir miyiz? Sevdiğini yapmak değil de yaptığını sevmek güzel bir yemek oluyor.
Coşkun Aral: Ama birileri belirlemesin benim geleceğimi… Yani işte 10 sene Türkiye’nin en saygın belgesel kanalını yaptık. Ama anlamadığımız hukuk, ticaret, katakulli Türk iş adamlarının üçkağıdı… Anlamadığımız yerde kaybettik. Yani kimseyi suçlamıyorum, benim yüzümden… bilmeyişimiz yüzünden o kanal gitti. Neden Batı diyoruz veya bilimin değerli olduğu yerleri… Yani sırf Batı değil Doğu’da da… Sana bir şey söyleyeyim mi? En çok benden nefret eden yönetim dünyada belki de Çin Halk Cumhuriyeti…
Yaprak Özer: Hayırdır?
Coşkun Aral: Çünkü Uygurlara ilişkin her ay bir tane fotoğraf koyuyorum. Adamlar benimle canlı yayın yaptılar… Bir gün olsun bana bir şey demediler… Davet bile geldi… Dalai Lama’yla görüşmeye gittim. Ondan sonra yine sizi Tibet’e götürelim dediler. Çünkü Çin’de liyakata, bilgiye değer veren insanlar var. Fatih Sultan Mehmet’in dönemini araştırdım ben… Adam boğaz boğaza Vatikan’la Venedik’le… Aynı tarihte danışmanları getiriyor tartıştırıyor… Bizde de aleyhinde olası bir yanlış düşünme olasılığı olan bir adamı yok edelim.
Yaprak Özer: Fatih Sultan Mehmet’i biz İstanbul’u fethiyle biliyoruz. Başka meziyetleri de var…
Coşkun Aral: Neler var… Mühendislik var… Felsefe var… Müthiş yemekler yapıyor. Deniz ürünlerini… Ben iki tane tarifini aldım. İtalyanlardan aldım. Bir de adam çok dilli konuşan, düşünen bir insan… Ben onun bir belgeselini yaptım. Fatih’in annesi müthiş bir kadın… Babayla arası o kadar iyi değil ama anneye tapıyor. Hiçbir zaman Müslüman olmuyor kadın… Doğduğu bölge Fransisken bölgesi bugün Bosna’da Fojnica diye bir yer… Ahidname yazıyor… O bölgedeki insanlar çocuklarını da arzu ettikleri şekilde dini eğitimlerini verebiliyorlar ve Osmanlı işte karşı tarafla düşmanla iş birliği yapmadıkları sürece manastırlarını kurmak, eğitimlerini vermek zorunda…
Müthiş biri, bilim insanı… İstanbul’un fethi… O apayrı bir olay… Ama diğer taraftan dinleyen bir adam… Sorgulayan bir adam, yargılayan değil… Hukuk konusunda inanılmaz adil… Doğa tutkunu… Fermanı var ağaç kesenler için… kafa ağaç eş değer… Ve böyle bir adam diyor ki, “oğlum Cem benden daha iyi olsun…” Kendisi 6 dil biliyor oğlu 12 dil biliyor. Dil bilme dediğim gibi Arapça’yla şimdi bir Kuran’ın mealini kendisi yorumladığı gibi onun farklı yorumlarını da biliyor. Farsça’ya hakim… Yani Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki farkı da bilip edebi olarak yapıyor. Avni isminde şiirler yazıyor. İçinde aşk da var her şey var…
Dünyayı takip eden… Mustafa Kemal de… Ben Mustafa Kemal’in okuduğu kitaplara da baktım mesela… Anabasis’i okumuş… Fatih’i çok biliyor… İskender’i biliyor.
Yaprak Özer: Merak …
Coşkun Aral: Aynen… Yeni bir televizyon kurarsak eski programlarımı temel alıp 30 sene sonraki değişimi belgeliyorum.
Yaprak Özer: Bu arşivi ne zaman toparlayabileceksin?
Coşkun Aral: Devam ediyor…
Yaprak Özer: İğne ile kuyu kazmak gibi bir şey…
Coşkun Aral: Şu anda salt benim çalışmama ihtiyaç duyulacak bir şey… Çünkü benden başka kimse bilmiyor. İz TV o arşivden çıktı.
Yaprak Özer: Bu arşivle birlikte birilerinin akademik çalışma yapıyor olması teşvik edilebilir… Bence akademiyle gazeteciliğin bir araya gelmesinde fayda var. Doktora yaparken sen çok gazeteci gibi düşünüyorsun Yaprak bu böyle olmuyor bizim mahallede dediklerini iyi anımsıyorum. Seçtiğim konu bugün yaşanan güvenlik sorunları ama o an ortada yok… Korona yok, kimse salgını bilmiyor. Göç böyle değil… Su konusu o zaman gani gani var. Yok Yaprak sen çok gazeteci gibi düşünüyorsun… Ne oldu? Bu arşivi anlatırken sen tüylerim diken diken oldu… Biz bu korona günlerinde her akşam kaç vaka yaşanıyor diye bakarken diyorsun, öyle tarihlere şahit oldum ki bıyığının şekli, sırtındaki parkası, cebindeki gazetesi yüzünden her gün kaç can yitirdiğimizin sayısının verildiği dünyadan geliyor bu millet… Sen ben değil hepimiz geliyoruz.
Coşkun Aral: Bu başka ülkelerde de yaşandı. Şimdi o zaman sana bu gençler bizi izliyorlarsa ilginç bir şey söyleyeceğim… Bundan 5 sene önce rahmetli ustam Ara Güler hastalanmıştı… İsveç’te Landskrona… Landskrona’ya gittin mi bilmiyorum. Malmö Lund Landskrona… Tam Danimarka sınırında eski bir Danimarka şehri… Garnizon… Orayı sanat merkezi şehri yapmışlar. Yani Danimarka’dan trene biniyorsun Kopenhag’tan bir saat sonra varıyorsun Landskrona’ya… Dediler ki Ara Güler’i siz bize anlatın… Atladım gittim serginin açılışında… Sonra birdenbire Ara’nın sergisinde bana birtakım sorular soruldu Türkiye’ye ilişkin bu Suriye krizi… Şöyle cevap verdim; “…bu kadar mülteciliği salt bizim bu bölgelere özgün bir sorun gibi düşünmeyin… Unutmayın dedim 1710’larda sizin… Biz ona Demirbaş Charles deriz siz ona XII. Charles dersiniz… Onun büyük hayalleri uğruna o ve 10 bini aşkın insanı sizin şu anda gördüğünüz bu coğrafyaya Osmanlı’ya Türklere sığındı. Ve sizin şu anda meşhur IKEA’nın köftesi lahana dolması o zamandan kalıyor. Paris’teyken 1980’lerde, bir film seyretmiştim “Fatih Pele” diye… Sizin Danimarkalılarla savaşınızın vahametini ve mülteciliğin ne olduğunu o filmdeki baba oğuldan öğrenmiştim…” Buz gibi oldular. Sergiyi gezdik vs… Dediler ki, biz sizi istiyoruz burada… Size ev veriyoruz. Gelin bize… Bir şekilde anlatın… İyi dedim karımı aradım bir seneliğine gelir misin dedim. Karım dedi ki geliriz bakarız… Bir ev verdiler maaş bağlandı. Ben dedim ki tamam… Exodus başlığı altında bir sergi açtım 1 sene… Bu arada toplantılar yaptım konuşmalar…
Ondan sonra bir fikir geliştirdim; “Exodus: Déjà Vu” diye… Şu anda devam eden bir sergi… New York’da var… Sanal ortamda… Ocak’ta da gideceğiz o sergiye… Exodus: Déjà Vu önceden yaşanmış mültecilik olayları… Bütün bunları yaparken baktım ki Ara Usta’nın arşivi gündemde… “Evlat bu arşivimde bana kazık atmışlar” dedi. Bir baktım hakikaten şu anda alan kurum birtakım maddeler yapmış… Ara, caydı… Arkadaşım var Fransız şu anda Exodus: Déjà Vu’yü yaptığım Malezya’da yaşayan… Onunla konuştum. Ara’nın sergilerini o aldı. Neyse aradan 3 ay zaman geçti. Bugünkü kurum Doğuş okeyledi. Ara’nın arzu ettiği anlaşmayı yaptılar. İki sene çalıştım. Maddi yönden seni mağdur etmiyor ama senin yaptığın işlerde hep müşteri sınırları çiziliyor.
Ve Ara’nın arşivi o siyah beyaz İstanbul’lar değil… Ara Güler’i halen tanımıyorlar bunlar… Ara Güler… Düşün dünya tarihinde son geçtiğimiz yüzyılın en önemli siması Winston Churchill’le üç gün İstanbul’u dolaşmış bir adam… Geçtiğimiz günlerde uzaya gönderilen roketin taşıyıcı gövdesini yapan Wernher Von Braun… Meşhur II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in 30 milyon mark ve savaştan önce 1938’de Baltık kıyısında bir köy verip bana Londra’yı direkt tek füzeyle vuracak bir sistem geliştir deyip insanları uzaya taşıyan sistemi yapan… Ara, bir hafta geçirmiş adamın köyünde… Ve bunların belgeleri var… Aklına gelecek herkes var… Ben bunların hikayesini bilen insanım… Ve konuşmaları var. Ben bunları söyledim söyledikçe aforoz edilmeye başlandım. Bu arada Ara’nın sergilerinden bir tanesini o Fransız arkadaşım İran’da, Malezya’da açtı. Doğuş hakikaten para koydu Allah razı olsun.
Ben bunu Abidin Dino’dan biliyorum. Yani Ferit Edgü aldı… Abidin Bey’i biz ressam olarak biliyoruz. Ben onun belgeselini de yapmıştım. Abidin Bey meşhur John Berger var. İngiliz… Hafta sonları gelirdi biz menemen yapardık John Berger akıl hocasıydı… “Picasso Abidin Mark’la birlikte gel bu hafta Avignon’a bir geçit töreni yapalım.” Bunların kayıtları var. Yani Ara Ağabey’le… Bunlar değerler… Arşiv deyince bunlar da var… Ama halen bunları bilmeyen anlamayan insanlar işte işin başında… Abidin Dino’nun belgeselini yaptım Allahtan… Bir montaj dediğin zaman bu para… Burada kullandığım müzik, grafik animasyon bunlar para… Bende çekilmiş en az 60-70 saat Abidin Dino var… Montaj yapamıyorum. Bizi aşan şeyler var. Medici’ler yok henüz Türkiye’de…
Yaprak Özer: Ama insanlar Medici nedir… O aileyi zaten bilmiyorlar.
Coşkun Aral: Ben onlara da gittim biliyor musun… Floransa’ya o aileyi de buldum. Belgeselini yaptım ama Avrupa Birliği’nden aldığım fonla yaptım. Ve tam gittiğim günlerde Floransa’da bir sel felaketinde İznik çinileri tahrip olmuş onların onarımı için bugün İznik’le Bursa arasındaki bir bölgede feldispat yerine bunların dediği bir şey var… Pigment dedikleri toprak almak üzere adam gönderiyorlar. Çünkü o çininin yamasında toprak kullanılacak beton sıvama değil… Yani şimdi tabii ki senin bulunduğun ortamdaki insanlardan bahsetmiyorum ama Türkiye’nin varlıklı bir ailesinde bir çocuğu o Medici’lerin şu andaki desteklediği bir üniversitede derz yapma göreviyle görevlendirilip işte dünyayı dolaşıp derz yapıyor derz ustası… Derz dediğimiz o…
Yaprak Özer: Evet… Çile bülbülüm çile… Derz…
Coşkun Aral: Oğlum benim derz ustası diyecek ana var mı Türkiye’de? 64 yılındaki sel baskınında hasar gören taşlar halen onarılıyor. Bir tablo… ortada bir yama var. Medici’lerin atölyesine gittim Floransa’da… Bayağı MR cihazları gibi cihazların arasında röntgenlerle… Bizimkiler tabloya ödenen parayı konuşuyor. Onarım parası 2-3 milyon avrodan başlıyor.
Yaprak Özer: Sohbet seninle lezzet sofrası. Tam da istediğim gibi oldu. Arşiv dedim ve böyle sanki bir kutu açıldı… İçinden bize… Evet göster…
Coşkun Aral: Bunlar böyle… Al böyle geliyorlar… Bunlar son dönemler… Bunlar slaytlar böyle… Tek tük çekmişim… Bunlar böyle fotoğraflar işte… Ama hepsi… Bunları alıyorum ben şimdi küçük lens scanner’ım var orada teker teker ben bu fotoğrafı bir yazar olsam kitapta nasıl kullanırım? Bakma görme… İşte az önce John Berger’den bahsettik ya… Bu fotoğrafın neresi önemli? Fazla da konuşmak istemiyorum ama görmek çok önemli… Bakmak değil… Gösterme daha önemli… Ben mesela bu yurt dışında çalıştığım zaman Time Life Grubu’na gidiyorduk yılda bir kere toplantıya… Hayatı boyunca fotoğraf çekmemiş bir adam senin bu slaytlarını alıyor tık tık tık açıyor… Derginin o haftaki… O atılıyor ama toprağa düşmüyor. Masaya düşüyor… Sen bilirsin bizim Babıali’de bu fotoğrafları böyle tutarlar (Not: Slaytın tamamını parmağıyla tutarak…) keserler bir tane kağıda yapıştırılır… Çöp… Onu Ara çok güzel yapmıştı. “Bu bir Ara Güler fotoğrafıdır bunun bulunduğu yerde kuruyemiş yemek, çay içmek yasaktır.”
Bu bir meslek… Ama dedim ya burada da olsan Suriye’de de olsan bu coğrafyalardan bahsediyorum dünyada ben arşivciyim de somut olarak elinde neyin olursa olsun… Yani koleksiyonculukta da olabilir. Önemli olan elindeki verinin tarihi var mı? Bilgi var mı? Çünkü bize fotoğraflar gönderilir. Bilgisi yoksa anlamı yok…
O bilgi işte şu anda dedim ya Türkiye’de mesela bir sürü olaylar var. Deprem oldu oluyor… Depremi daha bilemiyoruz. Yani 2000 yıl önce de deprem vardı. 200 milyon yıl önce de vardı. Olacak… Görüyorsun şimdi sismik değerler var ama arşivler var elinde…
1999 depreminde ben Papua Yeni Gine’deydim. Yamyamlar için gitmiştim. Geldim hemen yabancı bir firma aldı. Bana havadan çekim yaptırdılar. Niye? İlk kez fay hatlarını görmek için… Dediler ki ya bu Türklerde akıl yok mu? Yani uçak var helikopter var. Niye buralara bu binalar yapılıyor? Ve adamlar depreme ilişkin bir sürü yeni yeni bilgilerle arşivlerini genişlettiler kullandıkları malzemeyle… O yüzden ama her alanda arşiv yapılabilir. Bilen bilgili insanların da paylarını koyacaksın. Bedelsiz bir şey yok… Küçük bile olsa… Bana halen bilmem ne ülkesinden bakıyorum 37,5 avro para geliyor. Kargo bedeline bakıyorum 100 $. Emek…
Yaprak Özer: Emek…
Coşkun Aral: Bu Atatürk’te de vardı… Fatih’de de vardı… Arada bazılarında oldu kaçtı ama Türkiye’nin bizim bu dedim ya o tabloda karşısındaki eğer Cem ise- ben Cem olduğunu tahmin ediyorum- bir sürü şeyin tekrar gündeme taşınmasına yol açacaktır.
Yaprak Özer: Coşkun emeğine sağlık…
Coşkun Aral: Sağ ol…
Bakarak değil görerek okumak her şeyi önemli… Tabii ki her şeyin temeli bilgi… Bizden önce bize bırakılanlar… 2500 sene önceden bahsettim… Belki çok farklı bir konu… İstanbul’a 12 km. uzaklıkta Yarımburgaz Mağarası’nda 450 bin yıl önce bize bırakılan mesajlar var okunacağı günü bekliyor. 450 bin yıl önce… O yüzden bunu okuyacak insanlara ihtiyacımız var. Sabırla o mağaralara girecek…
Yani arşiv çok önemli… Bilgi çok önemli… Belge çok önemli…
Söyleşimizi youtube kanalımdan izleyebilir
Spotify‘dan dinleyebilirsiniz.