Siz bıktınız, ben bıkmadım. Siz yıldınız, ben yılmadım. Bu yazımda da seksi bir şey yok. Birinci sayfa sağ üst köşeye ne talip ne de rakip bir yazı okuyorsunuz. Ama bir de şöyle düşünsenize Türkiye’deki bütün kadınlar gazetenin sağ üst köşesindekiler gibi olsaydı ne olurdu? Hangi kremi nereme süreyim, kimin kocasını ayartayım, kimin sevgilisiyle kaçamak yapayım. Koca gitti bana kim bakacak?…
Buraya kadar anlattıklarım, olay olduğunu sanıp “olay” tadında yaşayanlar. Bir ikinci grup var ki, birincisi kadar vahim; olay peşinde koşup, olay olmayı ümit edenler.
Duydunuz mu, İletişim Fakültesi’nde gazetecilik dersinde bitirme sınavı sorusu sormuşlar; “Kaç tür röportaj vardır?” Öğrenci yazmış; “Yatakta röportaj, diz dize, kanepede röportaj… Hızını alamamış; eklemiş; son yılların en önemli gazetecilik türü ise “Dekolte Röportajlar”.
Dekolteyi kim sevmez?… Dekolte gazetecilikle tanıştığımdan bu yana ben artık haber okumuyorum. Okuyamıyorum, cezbetmiyor. Alın size bir örnek; bir kadın gazeteci ve kızını İzmir gibi bir ilde, yüzme giysisi olarak bildiğimiz mayo ve bikiniyle denize girdikleri için tartaklamışlar. Bu gazeteci arkadaşımız dekolte haber yapmadığı için fotoğrafı pul kadar, haberi arka sayfalardaydı. Tartaklama olayı dekolte gazetecilerden birinin başına gelseydi ne olurdu dersiniz? Yanıtımı veriyorum: Leziz bir haber olur, birinci sayfa, sağ üst köşede yer bulurdu.
Şimdi buradan nasıl bir ders çıkaralım?… Gelecek yıl bu zamanlarda bakalım o plajlarda başımıza daha neler gelecek. Bugün kadına yapılan bu saldırıyı görmezden gelirsek, yarın kenarları tahta paravanlarla örtülü bir damlacık suda serinlemek için her şeyimizi vermeye hazır oluruz da, iş işten geçmiş olur. Bir bakmışsın dekolteler kapanmış!
Yaşadıklarımızın birbiriyle yakından ilintili olduğunu düşünüyorum. Biri olmazsa diğeri, beriki olmazsa öbürü olamaz. Aşağıda AB’nin kamuoyu araştırmalarından sorumlu birimi Eurobarometre’nin Bahar 2006 dönemi raporundan alıntılar okuyacaksınız. İki seçeneğiniz var. Bir ders notu gibi okuyabilirsiniz. Yazıyı zarlo zorla bitirdiğinizde “Yavv ben ne okumuştum” diyebilirsiniz. Ya da satır aralarını okur ve ders çıkartırsınız.
Merak ettiğinizi biliyorum. Dekolte bir durum yok. Eurobarometre kimin eli kimin cebinde, hangi star kaç aylık hamile, kim kiminle, nerede nasıl pişti… Bunları ölçmüyor. Ölçse ya, aşağıda Türkiye’ye ilişkin okuyacağınız vahim rakamlar yerine, hep yüzde yüz çıkacak.
Eurobarometre’nin sonuçları bizi AB’den içeri almak istemeyenlerin ekmeğine kat kat yağ sürüyor. Okuyup, “Neden alalım biz bu cahilleri?” dememek mümkün değil. Bizi yönetenlerin ekmeklerine de kat kat yağ sürüyor. Herkes mutlu. Halkım ağzını açmış AB’ye bakıyor. Dekolteler ise kendinden başka bir şey görmüyor.
2006’ya AB’ye girme hayalleriyle başladık, 2006’yı bir bardak su içerek kapatıyoruz. 2006’da AB deyip de başka bir şey demeyenler, dekolte siyaset icabı o gün işlerine geldiği için AB’yi kullandılar.
Bugün geldiğimiz noktada, Türk kamuoyunun yüzde 44’ü AB’ye üyeliğin iyi bir şey olacağını düşünüyor. Üyeliğin kötü olacağını düşünenler yüzde 25 civarında. “Ne iyi ne kötü olur” diyenler yüzde 23 gibi büyük bir kitle. AB üyeliği çekiciliğini yitiriyor. Öyle ki, AB üyeliğinin kötü bir şey olacağı fikrini destekleyenler 2004 başında ancak yüzde 9’ken, 2006 baharında AB üyeliğinin iyi bir şey olacağını düşünenler ilk kez yüzde 50’nin altına indi. Dahası her dört kişiden biri üyeliğin kötü bir şey olacağını söylüyor.
Hayattan beklentilerimiz, aldığımız eğitimle ilgilidir. Çok okur ve bilirseniz, çıtanız yukarıda olur. Az bilirseniz, çıtanız başkalarının koyduğu yerde kalır. AB’ye üye ülkelerle Türklerin öncelikleri örtüşmüyor. Bizim için AB öncelikle “ekonomik refah”, “sosyal güvenlik” ve “seyahat etme, okuma ve çalışma özgürlüğü” demek. Türk kamuoyu açısından “demokrasi”, “kültürel çeşitlilik” gibi değerler ikincil önemde. Bu bizim temel ihtiyaçlarımızı henüz karşılayamadığımızı gösteriyor.
AB’yi hiç tanımıyoruz. Türkiye’de, sıralanan kurumların “ismini duymuş” olanların oranı araştırmadaki tüm ülkelerden daha düşük. Avrupa Parlamentosu’nu Türkiye’de ancak yüzde 68 duymuş. Bu anlamda Türk kamuoyundan daha kötü durumda olan yok.
Ne tuhaftır ki, AB geneli ile karşılaştırıldığında Türk kamuoyunun çok endişeli olduğu da söylenemez. En yüksek düzeyde endişe yaratan iki konu “ulusal kimlik ve kültürün kaybı” ile “Türk Lirası’nın sonu”. Bazı konularda ise AB bizden daha endişeli… Örneğin, çiftçilerin karşılaşacakları zorluklar AB genelinde yüzde 61 gibi bir kitle için endişe kaynağı, Türkiye’de yüzde 48 düzeyinde. Demek ki bizim tarım sektörümüzde işler tıkırında. İşlerin daha düşük üretim maliyetleri olan diğer üye ülkelere kayması AB genelinde yüzde 72 gibi bir kitle için endişe kaynağı, Türkiye’de ancak yüzde 39 düzeyinde endişe var. Sanırsınız ki işssizlik onların belini büküyor, bizim değil. Ekonomik kriz, sosyal hakların kaybı, AB genelinde Türkiye’de yarattığından çok daha fazla endişe yaratıyor… Ne gam canım, biz dekoltemizi açalım…
Sahi, AB’yi nasıl dekolte yapabiliriz?