Sizce, hangisi kazanacak? Demokrasi mi kontrol mü ?… Büyüklük mü kazanacak, yoksa akıllı olmak mı…
Dünya yeniden şekillenirken devlet ne olacak? Küreselleşme bir felaket mi yoksa bir sihirli değnek mi? Dünyadaki tüm bu sosyal, ekonomik ve politik değişimi yeni bir bakış açısıyla yorumlamak mumkün mü, gerekli mi?… Büyük devlet bitti, yaşasın akıllı devlet!
Türkiye küresel ve bölgesel gelismelerin tam da ortasında, hem sıcak bölgesel istikrarsizlıklar, hem nefes kesen ic siyaset, durmaksızın değişenn ve eksen değiştiren küresel dinamizmin tam ortasinda! Sans mi sanssizlik mi tartisilir. Tartışıllmayacak yönü ise, bireysel, kurumsal; mikro ya da makro, her koşulda pozisyon almamiz, pozisyon tutmamız gerekiyor.
Uzun zamandir farkında olmadan rolleri, görev tariflerini, yönetim anlayışını sorguluyoruz. Farkında olmadan diyorum cunku, bu tartismalari liderlerin isimleri uzerinden yaptığımız icin, içerik, onların karizmatik kimliklerine hapsoluyor. Oysa yasananların önemli bir bölümü liderlerin yarattığı düşünce sisteminden degil, yasamin kendi sisteminde olusan zorunluluklardan kaynaklanıyor. Pek cok sey, pek cok konu, pek cok düşünce artik bize yetmiyor, ihtiyaclarimizi karsilamiyor… Ezber bozulurken, taslar yerinden oynarken olup biteni, ” giris gelisme sonuc” formatına oturtmamiz zaman aliyor. Oturtabilme kabiliyeti gösterebildigimizde ise zamanı kaçırmış oldugumuzu da farkediyoruz.
Gündemdeki sicak konuları tartisabileceginiz, dinleyebileceginiz, yorumlarinizi yaristirabileceginiz bir platformu ve bu platformu zenginlestiren icerik sahiplerini hatirlatmak istiyorum: İndeks Konuşmacı Ajansı ve temsil etmekte oldugu Leighbureau organizasyonu!
Küreselleşme denince akla gelen isim
John Micklethwait… Küreselleşme denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Leighbureau konusmacısı John Micklethwait’in, Adrian Wooldrigde ile birlikte kaleme aldığıThe Fourth Revolution: The Global Race to Reinvent the State adlı kitap, kısa bir süre önce piyasaya çıktı. Kitap dünyanın siyasi değişimine ışık tutarken devletin yeniden icat edilmesi gerektiğine dair önemli bir tespiti de içeriyor. Küreselleşmenin nasıl çalıştığını, nerede başladığı, nerede bittiğini ya da bitmediğini Micklethwait yazılarından rahatlıkla takip edebilirsiniz. Küreselleşmeye soğuk ve mesafeliyseniz biraz da onun penceresinden bakmanızı tavsiye ederiz. Küreselleşmenin olumlu etkileri ve potansiyeli hakkında bir farkındalık yaratabilir.
Dördüncü devrimin tam ortasındayız
Dünyanın en önemli ekonomi dergilerinden The Economist’in genel yayın yönetmeni olan John Micklethwait, farklı bakış açısı ve ayakları yere sağlam basan analizlerini bu kitapta konuşturuyor. “Büyük devlet çağı bitti, akıllı devlet çağı başladı” diyen Micklethwait devlet kavramına yeni bir bakış açısı getiriyor. Dünyadaki liderlerin siyasi mesruiyet ve siyasi etkinlik olmak üzere ikili kriz ile karşı karşıya olduğunu söyleyen Micklethwait, işlevsiz hükümet kavramının artık bir klişe haline geldiğini belirtiyor. Micklethwait, modern dünyada devlet ile ilgili üç büyük devrim olduğunu ve dördüncüsünün ortasında olduğumuzu söylüyor. Micklethwait, Batı’nın bunun gerisinde kalma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu uyarısını da yapıyor.
Devleti yeniden icat eden kazanır
Micklethwait, ülkelerin başarısının büyük bir oranda devletlerini yeniden icat etmelerine bağlı olduğunu söylüyor. Micklethwait son kitabında etkili rakamlar sunuyor, bunlarin uzerine gercekci yorumlar gelistiriyor… Dünyada yerleşik güçleri anlatan verileri bizlere global dünyayı yeniden tanımlarken, bir yandan da etkin hükümetlerin nasıl olması gerektiğini inovasyon kavramı üzerinden dünya üzerinde bir tur attırarak yapıyor.
Farklı ülkelerin rekabet stratejilerini inceleyen Micklethwait, sağlık gibi bir çok köklü reformun, nasil-ne zaman-neden yapılması gerektiği konusunda da ışık tutuyor.
Demokrasi ve özgürlük mü, komuta ve kontrol mü kazanacak? sorusuna cevap arayan yazar, devleti yeniden icat etmede küresel bir yarış olduğunu ve çıtanın da hiçbir zaman olmadığı kadar yüksekte durduğuna dikkat çekiyor.
John Micklethwait kimdir?
Oxford Üniversitesi’nin kurucu fakültelerinden Magdalen College’de tarih okuyan Micklethwait, Chase Manhattan’da bankacı olarak çalıştı. The Economist’e 1987’de finans muhabiri olarak katılan Micklethwait, medya muhabiri olarak çalıştığı 1990-1993 yılları arasında The Economist’in Los Angeles ofisinin kurulmasını sağladı.
90’lı yıllardan itibaren derginin iş dünyası bölümünü hazırlayan Micklethwait, 1999-2006 yılları arasında Amerika Bürosu’nda çalıştı. Son dönemde The Economist Amerikan edisyonunun editörlüğünu üstlenmisti. Gazeteci olarak,ABD, Latin Amerika, Kıta Avrupası, Güney Afrika ve Asya’nın birçok ülkesindeki ekonomik ve politik konuyu gozlemleme şansına sahip olan Micklethwait, “sğglam” ve “sivri” yorumlarıyla dikkat cekiyor. Ingiltere’de finans gazeteciliği alanında verilen en önemli ödüllerden biri olan Wincott Award ödülü sahibi Micklethwait, 2010’da Britanya Dergi Editörleri Topluluğu tarafından yılın editörü seçildi.
Kitapları
The Fourth Revolution: The Global Race to Reinvent the State (2014)
İşlevsiz devlet. Bu artık bir klişe ve neredeyse hepimiz hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyoruz. Micklethwait ve Adrian Wooldridge bu konuda sınırlarımız zorluyor.
Hızlı gelişen dünyanın, büyümenin yarattığı toksik yan etkilerin faturasını ödemeye başladığına dikkat çekiyor. Washington’dan Detroit, Yeni Delhi’ye kadar uzanan bir siyasi mesruiyet ve siyasi etkinlik kriziyle karşı karşıyayız. Değişimin kaçınılmaz olduğu dünyamızda dördüncü devrim yaşanıyor. Nedir bu dördüncü devrim: büyük devlet anlayışı yok oluyor, devletler, siyasi krizler ve meşruiyet sorunları ile kolayca karşı karşıya kalabiliyor. Bu krizler nedeniyle hükümetlerin düşünmek zorunda kaldığı “istifa” konusu ise neredeyse artık bir klişe haline geldi.
Kitabın önerisi açık: Devleti yeniden icat etmek gerekiyor. Bugünün siyasi konjonktürü ise belki şu sözlerle açıklanabilir: Devir “akıllı yönetim” devri! Artık hükümetler heybetli ve dev yapılara sahip olmaktansa daha “akılcı” ve “akıllı” olmak zorunda. Kitap, devletlerin bugünkü yarışının sadece verimlilikle sınırlı olmadığının demokrasi, özgürlük gibi 21. yüzyıla ait değerlerin de bu yarışta en ön sırada yer aldığını anlatıyor. Üstelik çıta hiç olmadığı kadar yüksek…
God Is Back: How the Global Rise of Faith Is Changing the World (2009)
Kitap, “Tanrı geri döndü” diyerek dinin küresel geri dönüşünün bu yüzyılı nasıl etkileyeceğini anlatmaya çalışıyor. Modernizmin inancın reddine yol açacağı beklenirken tam tersine dinlerin ve farklı inanışların yükselmeye başladığını ve bunun küresel bir canlanmaya yol açtığına işaret ediyor. 21. yüzyılda inanç birçok Amerikalı tarafından istikrarı ve ekonomiyi bozan bir unsur olarak gösterildi. Kitap bize aynı Amerikan yaklaşımının bugün şiddetten ve gürültüden uzak benzersiz bir din çizgisi yarattığı ya da yaratmaya çalıştığını anlatıyor. Rusya’dan Türkiye ve Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada dinin yeniden etkili olmaya başladığını anlatan kitap, birçok ülkenin alenen dini liderler tarafında yönetilmeye başladığına işaret ediyor. Dinin modern dünya ile bir arada yaşayabileceği söylemine vurgu yaparken bunun özellikle komünizmin yıkılması ve küreselleşmenin yaygınlaşması ile daha kolay hale geldiğini söylüyor. Kitap bu değişim tablosunun bir başka cephesinin altını da kalın bir şekilde çiziyor. Farklı bölgelerde din üzerinden yürütülen sivil savaşların artışına dikkat çeken kitap bu konuda önemli uyarı ve tespitlerde bulunuyor. Bugünlerde Suriye ve Irak ekseninde yaşananlara daha o günden değinen kitap Amerikan idealinin yaratmaya çalıştığı yeni din algısının sonuçlarını birçok yönden değerlendiriyor.
The Right Nation Why America Is Different (2005)
Amerika’yı anlamak için Micklethwait’in Adrian Wooldridge ile birlikte kaleme aldığı “The Right Nation Why America Is Different” kesinlikle okumak gerekiyor. Her zaman sağ eğilimleri güçlü olan ama son 14 yılda Cumhuriyetçi neo-muhafazarkarlar ile daha da güçlenen sağ ne ifade ediyor? Kökleri Richard Nixon’a kadar uzanan ve Avrupa tarafından çok da anlaşılamayan Amerika’nın gittikçe sağa kayan siyasi çizgisini bu kitap ile daha iyi okuyabilirsiniz. Amerika’nın neden George Bush’a oy verdiğini, idam cezasını ve silah kullanımını niye desteklediğini ya da Kyoto Protokolü’nü neden imzalamadığını anlamak isteyenlerin bu kitabı daha bir dikkatle okuması gerekiyor.
The Company A Short History of a Revolutionary Idea (2003)
Kitap, şirketlerin nasıl dünyanın en güçlü kurumları haline geldiğini anlatıyor. Hegel, Marx ve Lenin’in dediği gibi toplumun temel biriminin ne devlet, ne komün, ne de parti olmadığını modern zamanlarda bunun tek belirleyicisi şirketler olduğunu gözler önüne seriyor. Dinlerin ve devletlerin büyük gücüne rağmen şirketler nasıl oluyor da bu kadar etkili oluyor? Birçok sınırlamaya rağmen şirketler nasıl bu kadar yenilik yapabiliyor? Bütün kuralları bir kenara koysak bile şirketler zenginliğin akışını ve insan ilişkilerini nasıl bu kadar kolay kontrol edebiliyor? Micklethwait bu kitapta bu sorulara cevap ararken tarihsel bakış açısıyla son dört yüzyılı da çok daha iyi anlamamızı sağlıyor. Kitap, şirketlerin tarihin en büyük katalizörlerden biri olduğunu parayı bir anlamda devletlerin tekelinden çıkarıp dışarıya pompalayarak malları, insanları ve kültürü dünyanın her yerinde bir düzlemde buluşturmayı başardığını söylüyor. Şirketlere karşı yapılan gösterileri, alevlenen tartışmaları, şirketlerin yeni sömürgeci güçler olmakla eleştirilmelerini, şirketlerin gücü ve etkilerinin nereden geldiğini bu kitapla çok daha iyi anlayacaksınız.
Globalisation Making Sense of an Integrating World (2002)
Bugün küreselleşme, dünyada en önemli güç. İş dünyası ve şirketler kitleleri direkt olarak etkiliyor, zaman zaman yaşanan gerginlik ve sorunlar insanların sokağa dökülmelerine yol açıyor. The Economist’te bu konuda yapılan araştırma ve anketler ile makalelerden oluşan kitap; küreselleşmenin dünyayı nasıl değiştirdiğini ve değiştirmeye de devam edeceğini anlatıyor. Göç, ticaret, kültür, vergilendirme, eşitsizlik, çevre, çokuluslu şirketlerin etkisi, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi birçok başlığa yer veren çalışma, aynı zamanda teknolojinin dünyanın en fakir ülkelerindeki standartları nasıl yükselttiğine de değiniyor. Kitap, bu tartışmalı konulara kavramsal ve pratik bir bakış açısı getirerek okura farklı bir pencere atıyor.
A Future Perfect: The Challenge and Hidden Promise of Globalization (2000)
John Micklethwait ve Adrian Wooldridge’in birlikte kaleme aldığı bu kitap çağımızın en önemli devrimi olan küreselleşmenin hayatımızı nasıl değiştirmeye devam edeceğine dair ilk kapsamlı incelemelerden biri. Şirketler küreselleşmeden nasıl yararlanabilir? Küreselleşmeyi tüm toplumun kazanacağı bir hale getirebilir miyiz? Yoksa küreselleşme tarihin tozlu sayfalarına sadece bir kültürel değişim olarak mı yazılacak? Küreselleşmenin bireysel kariyere ne gibi bir etkisi olacak? Kitap, São Paolo’daki gecekondulardan, General Electric toplantı odasına, Rusya’nın sınır komşuları ile yaşadığı sorunlardan San Fernando vadisindeki seks endüstrisine kadar birçok konuyu küreselleşme çerçevesinde ele alıyor. Her iki yazarın etkili kalemi, küresel ekonomiyi ve onun potansiyel etkisini büyüleyici bir şekilde analiz ederek ufuk açan bir dünya turu yaptırıyor.