“Böylesine bir iletişim çağında yaşarken kim kendini baskı altında hissedebilir ki. Bilakis herkes fazla özgür, çok fazla atıp tutuyorlar.” Hülya Koçyiğit-Akil-10 Şubat 2018
Yıllar sonra sanatıyla ne kadar anılır bilemem, bu sözleriyle tarih yazdığı şüphesiz. Ve aslında söyledikleri teknik anlamda doğru. Konuşmak özgürlükse “altın çağı” yaşıyoruz. Konuşmak eşittir ifade özgürlüğü olmadığından problem yaşıyoruz. Konunun teknik adı algoritma, bildiğimiz adı; sansür, görünümü demokrasi, tadı acı, tanı zehirlenme.
Herkesin canlı yayın yapabildiği, düşüncelerini anında sosyal platformlardan paylaşabildiği ağlarla örülmüş bir ortamda yaşıyoruz. Doğaldır ki, sansür imkansız görünüyor. Hatta, bir sussalar diyesiniz geliyor… Durum, ağzı olanın ifade özgürlüğü.
Sizi madalyonun diğer tarafını anlatan bir başka Türk kadınıyla tanıştırmak isterim. Zeynep Tüfekçi, akademisyen, çalışmalarını ABD’de sürdüren Türk bilim insanı.
Tekno-sosyolog diyebiliriz. Çocukluğunda Hülya Koçyiğit filmleriyle büyümüş olmalı. Farklı yönlere gittikleri kesin. Gün gelip ayrıldıkları noktayı, özgürlüğün kiloyla ölçülmesi diyerek özetleyebilirim.
WIRED’A KAPAK OLAN TÜRK
Tüfekçi’nin akademik araştırmaları, teknoloji-toplum kesişme noktasında birikiyor: sosyal hareketler ve yurttaşlık, gizlilik ve gözetim ve sosyal etkileşim. Ayrıca büyük veri ve algoritmik karar verme konusundaki çalışmalarıyla tanınıyor. Geçtiğimiz ay Wired dergisinin kapağını kapsamlı bir makaleyle bu Türk kadını deyim yerindeyse ele geçirdi.
21. yüzyılda fikirleri yaymak ve kitlelere ulaşmak pahalı bir şey değil. Merkezi yayın altyapısına bile ihtiyaç duyulmuyor. Dünyanın dikkati, birkaç dijital platform üzerine kilitlenmiş; Facebook, Google ve bir ölçüde Twitter. Kendilerini özgür ifade anıtı olarak gösteren bu şirketler, medya paylaşımına hâkim ve kamusal alana girmekle kalmadılar, kamusal alanın kendisi oldular!…
İletişim ve teknoloji dünyasının ilgiyle izlediği Tüfekçi’nin yorumunu özetlemek için alıntılayayım; “…Özüne baktığınızda bu şirketlerin birer reklam broker’ı olduğunu görürsünüz. Davranışlarımızı gözetliyorlar, çıkardıkları sonuçlarla “üzerimize uyan içerikleri” sunuyorlar. Dikkatimiz çekmek için bize istediğimizi verirken doğal yöntemler kullanmıyorlar. İnsan sosyal bir varlık… Bu iletiler iştah kabartıyor. Oburca tüketiyor, doyduğumuzu anlamıyoruz…”
DİJİTAL EPİDEMİK
Özgürlük var, herkes konuştuğuna göre artık demokrasi var diyenlerin farkında olmadıkları önemli konu, bugünün sansürü Soğuk Savaş Dönemi sansüründen teknoloji olarak farklı. O gün “yasak” demek yeterdi, bugün yasaklamaya hacet yok, yasalarla uyumlu dezenformasyon salgını bir tür epidemik yaratmak kafi…
Konuşmak, katılım, herkesi tanımak ve bağlantıda olmak ne kadar masum? Tüfekçi’nin yanıtı; “…Özgürlükçü gelenekte; toplumsal ideallere ulaşmak üzere bilgili bir halk yaratmak; sağlıklı, rasyonel bir tartışma ortamı oluşturmak esastır. Güçlü kişi ve kurumların hesap verebilir olmaları, toplumun etkileşim halinde bulunması için ifade özgürlüğü bir araç olarak görülür. Şu anda ifade özgürlüğü bir araç değil, bir sonuç olarak görülüyor. Bu yüzden çarpıtmak ve engellemek mümkün. Bilgi toplumunun yaratılabilmesi, gerçek ile yalanı ayıran, karşıt görüşlerin de yer aldığı sağlıklı-rasyonel, bilgi paylaşım ortamlarıyla mümkün. Günümüzün etkileşim algoritmaları, sağlıklı bir kamusal alana yer vermiyor. Teknoloji platformları propaganda, dezenformasyon, kutuplaştırma ve otoriter temelli iş modeli üzerinden, büyük bir gözetim alt yapısıyla hedefli, yaygın, otomatik reklamcılık yapıyor.”
“ÖZGÜRLÜK”TEN NASIL KORUNALIM?
Peki eğriyle doğruyu nasıl anlayacağız, kendimizi “özgür”lükten nasıl koruyacağız? Temel soru bu! Yüzlerce yıllık “demokrasi”, 13 yaşındaki Facebook, 11 yaşındaki Twitter, 19 yaşındaki Google’a herhalde bir gün “dur” diyecek. Tüfekçi, “otomobil endüstrisinin de ilk zamanlarında emniyet kemeri, hava yastıkları, emisyon kontrolleri yoktu. İnternette, dikkat ve bilgi toplama, “gözetlenme” kurallarının ve harekete geçirici yapıların tekrar düzenlenmesi gerekiyor. Bunları Facebook’un yaratıcısı Mark Zuckerberg’e bırakmak doğru değil”, diyor.
Kim bu Zuckerberg? İnanır mısınız kendisini geleceğin ABD Başkanı olarak görenlerin sayısı azımsanmayacak kadar yüksek. Bu konudaki çalışmaları birkaç kez ayrıntılı haber oldu. Yeni ABD yönetimini şekillendirmek ithamıyla karşı karşıya. Malum Rusya’nın müdahalesiyle seçimlerin teknoloji platformları üzerinden manipüle edildiği artık bir iddia değil, ciddi bir resmi soruşturmanın da konusu.
İKNA MİMAMİRİSİ
Facebook piyasa değeri yarım trilyon dolara yaklaşan bir dev. Üzerinde oturduğu sistem ikna mimarisi olarak tanımlanıyor. Bu mimari yapı, ayakkabı da satıyor, siyasetçi de. Algoritmalar farkı anlamıyor.
Tüfekçi’nin görüşleriyle bağlayacak olursam, diyor ki, “Artık aynı bilgileri görüp görmediğimizi ve başkalarının ne gördüğünü bilmiyoruz. Ortak bir bilgi tabanı olmadan toplumsal tartışma imkansız hale geliyor. Bu yapılar, bizim işleyişimizi düzenliyor, ne yapıp ne yapamayacağımızı kontrol ediyor. Reklamla finanse edilen platformların çoğu ücretsiz olmakla övünüyorlar. Oysa satılmakta olan ürün biziz. Verinin ve dikkatimizin, en yüksek ücreti veren otorite veya demagoga satılmadığı bir ekonomiye ihtiyacımız var. Büyük şirketler, hükümetler, kişiliklerimizi, zafiyetlerimizi, ilişkiler ağımızı sessizce ortaya çıkarıp şekillendirmek, fikirlerimize, arzularımıza ve rüyalarımıza yön vermek için yeni araçlara, görünmez yöntemlere sahip. O silaha Büyük Veri deniyor.”