Türk ekonomisinin itici gücü aile şirketleri olsa da, bu şirketlerin büyümesi, kurumsallaşarak gelişmesi, ikinci üçüncü kuşağa geçebilmesi sık rastlanan bir durum değil.
Neden böyle? Pek çok nedeni var kuşkusuz. Araştırmalar dünyada da belli sıkıntılar olduğunu gösteriyor. Türkiye’ye özel bir başarısızlık söz konusu değil anlayacağınız. En iyi açıklama, dede tarafından kurulup, günün koşullarına göre kıt kanaat imkanlarla, azim-sabırla büyütülmüş, aşkla beslenmiş örneklerden geliyor. Hele de sözünü sakınmayan patronlar olursa…
Kolonyalarıyla serinleyip ferahladığımız Eyüp Sabri Tuncer, Cumhuriyet’le yaşıt, bugün üçüncü kuşağa ev sahipliği yapıyor, yakın bir gelecekte dördüncü kuşağı yönetim katında ağırlayacak.
Üçüncü kuşak aile üyesi, Yönetim Kurulu Başkan Vekili Engin Tuncer, açık sözlü biri. Belli ki, baba ve dedesi de öyleymiş. Tuncer, şirketin tarihini ve yaşananlardan anımsadıklarını, bir patron olarak kendi düşünce ve inançlarını aktardı. Deneyimlerini ve geleceğe ilişkin hayallerini anlattı.
Yaprak Özer: Cumhuriyet ile yaşıtsınız. Dede ile başlayalım mı? Dedeniz kurdu değil mi?
Engin Tuncer: Evet, dedem kurdu.
Yaprak Özer: Ama aslında dedeniz kolonyacı değil, sonradan oldu. Dedenizin kurduğu firma nasıl bir firma?
Engin Tuncer: Evet dedem kolonyacı değildi. Dedem, çocuk yaşta Saraybosna’dan Türkiye’ye geldikten sonra Bursa’ya, sonra ise İnegöl’e yerleşiyor. Babasını kaybediyor ve İnegöl’de bulunan çok büyük, her şeyin satıldığı bir mağazada işe başlıyor. Aslında o büyük mağazaya girişi ve işe orada başlayışı çok büyük bir şans. Orada satışı, pazarlamayı, sayımı ve kayıtlı ticareti öğreniyor. Küçük yaşlarda öğrendiği kayıt düzenini daha sonraki işlerinde de örnek alıyor.
Yaprak Özer: Peki, ilk kurduğu dükkanda ne satıyor?
Engin Tuncer: İlk kurduğu dükkan İnegöl’de, bir tuhafiyeci dükkanı; burada kumaş, tuhafiye eşyaları gibi ıvır zıvır şeyler satıyor.
Yaprak Özer: Uzaktan yakından kolonya ile ilgisi yok…
Engin Tuncer: Hayır yok. Kurtuluş savaşından sonra ekonomik sıkıntılar başlayınca arkadaşlarıyla birlikte Ankara’ya doğru ürün satarak gitmeye karar veriyorlar. Birkaç yeri gezdikten sonra arkadaşları dönmek istiyor. Dedem, yoluna devam ediyor.
Yaprak Özer: İlk mağaza Ankara’da açılıyor. Hala duruyor o mağaza değil mi?
Engin Tuncer: İlk mağazayı Saman Pazarı’nda açmış daha sonra şu an var olan mağazayı açıyor. Rahmetli Atatürk’ün silah arkadaşı Nuri Conker Paşa’nın yapmış olduğu yeni bir apartmandan en güzel iki dükkanı kiralıyor ve daha geniş bir iş düşünüyor. 1936 yılında kendi elleriyle hazırlamış olduğu bir broşür var. O broşürde dükkanda neler satıldığı daha net görülüyor. Broşürde; fötr şapkadan fanilaya, çoraptan valize, eldivene, kozmetik ürünlerinden, losyon ve kremlere uzanıyor…
Yaprak Özer: Araştırmada benim ilgimi çeken hep tamamlayıcı aksesuarlardan bahsetmeniz. Eldivenler, aksesuarlar, losyonlar… Detaylı ve enteresan şeyler, tamamlayıcı unsurlara o zamanlar girilmesi enteresan aslında, daha temel şeyler satılabilirdi değil mi?
Engin Tuncer: Onlar var. Onun haricinde bayan iç çamaşırı da satılıyordu. Bayanların çalışmadığı bir yerde bayan iç çamaşırı satılması enteresan aslında. Daha sonra ısmarlama gömlek işi yapıyor.
Yaprak Özer: Kolonya ne zaman giriyor işin içine?
Engin Tuncer: 1929’larda giriyor işin içine.
Yaprak Özer: Babanızın dönemi ne zaman?
Engin Tuncer: Babam 1923 doğumlu, kolonya ise 1929’larda oluyor. 1936’lardaki broşürün altında bir kampanya var. Aslında katalog dememiz lazım çünkü ürünlerin resimleri de var, kendi elleriyle çizmiş ve fiyatlarını da yazmış, bir kampanya yapmış.
Yaprak Özer: Pazarlama aslında sizin dükkanda çok önceden başlıyor. Pazarlama genlerinizde olan bir şey olsa gerek. Dededen mi intikal etti?
Engin Tuncer: Vallahi dededen olsa gerek. Yapılan bir araştırmaya göre; insanlar özellikle dedelerinin yaptıklarını taklit ederlermiş, babalarının yaptıklarını değil. Babamı taklit etmek gerçekten de zor, çok değişik bir kişilik. Onun daha fazla üretim, araştırma, yeni ürün geliştirme kabiliyeti var. Babam da çok disiplinliydi.
Yaprak Özer: Babanız bir gün size “ya kal ya git” demiş. Bir kere mi dedi yoksa çok mu dedi? Çok mu kızdırdınız, neden dedi?
Engin Tuncer: Bir kere dedi ama yetti. Çok mu kızdırdım? Yani kızdırmışım demek ki, onu diyecek hale getirdim. O gün yapılacak bir işin nasıl yapılacağını bana tarif etmişti, ben de işin içerisinde bulunduğum için kendime göre o işi yapış şekli geliştirmiştim.
Yaprak Özer: Şişelerin dolum konusunda daha pratik ve hızlı bir yöntem geliştirmişsiniz. Fakat bu babanızın yöntemi değilmiş. Babanız da benim istediğim gibi yapılacak demiş. Siz karşı çıkınca kapıyı göstermiş. Ama kalmışsınız.
Engin Tuncer: Tabii kalacağız. Onun, onu söylemesi, benim de kalmam gerekliydi.
Yaprak Özer: Ama bir süre sonra sizin getirdiğiniz yöntem ile dolum yapılmış.
Engin Tuncer: Evet, bir süre sonra öyle oldu. Çok küçük yaşlarda işin içerisine girdim. Özellikle aile şirketi olunca o kadar değişik şeyler yaşıyorsunuz ki.
Yaprak Özer: Kaç yaşında dükkana gitmeye başladınız?
Engin Tuncer: Kendimi bildim bileli dükkana gidiyordum. Hep söylüyorum, çalıştığım dönemi çok iyi biliyorum. Sekiz yaşlarında çalışmaya başladığım dönemde yaz tatillerinde her gün dükkana gidiyordum. Babam erken saatlerde; saat yedide evden çıkardı, biz yediyi çeyrek geçe işte olurduk. Yedi buçukta ise personel gelirdi.
Yaprak Özer: Babanız mı isterdi, siz içinizden geldiği için mi giderdiniz?
Engin Tuncer: Ben babamın gel dediğini hatırlamıyorum. Severek gittim, hala da severek gidiyorum işe.
Yaprak Özer: İşkolik misiniz?
Engin Tuncer: Hayır değilim.
Yaprak Özer: Çalışkan olmak ile işkolik olmak karıştırılan konular olduğu için nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?
Engin Tuncer: Ben işi iş saatinde yapmayı çok severim. Çalışan personelimize de hep onu öğütlerim; programınızı ona göre ayarlayın ve işlerinizi mesai saatleri içerisinde bitirin.
Yaprak Özer: Dersi derste dinleyin gibi bir şey bu.
Engin Tuncer: Aynen bu çok doğru bir tespit oldu. Ben dersi derste öğrendim, pek evde ders çalıştığımı hatırlamam.
Yaprak Özer: Eve, iş götürmez misiniz?
Engin Tuncer: Götürmem. İş yerinin kapısından çıktıktan sonra işle ilgili sorunlarımı, problemlerimi, neyim varsa hepsini unuturum.
Yaprak Özer: Şimdi bunu programda mı söylüyorsunuz yoksa genelde mi böylesiniz? Olması gereken, kağıt üstündeki şeyleri pek çok zaman söyler ama yapamayabiliriz.
Engin Tuncer: Bazen sakin kafayla yapmak istediğim şeyler olabilir ama tatil günlerimi özellikle aileme ayırmayı çok severim. Hafta sonları, bayramlar…
Yaprak Özer: Bayramınız olabiliyor mu sizin? Bayramlar, kolonya satışları için en iyi zamanlardan, seversiniz diye düşünüyorum.
Engin Tuncer: Evet, kolonya sektöründe çalışanlar gerçekten bayramları sever. İşimizin neredeyse yüzde 60’ını bayram öncesinde yaparız. Bayram öncesine kadar mesailer yaparız çünkü siparişler artar. Umulmadık satışlar olabiliyor.
Yaprak Özer: Ne kadar satış yapabiliyorsunuz? Kolonya dediğimiz zaman limon kolonyasını mı anlamalıyım? Sektör verileri nedir?
Engin Tuncer: Biz ağırlıklı olarak limon kolonyası üretiyoruz ama farklı türde ürünlerimiz de var. Kolonya dendiğinde genelde algılanan Türk Tipi Kolonya ifadesi var. Bu limon kolonyasıdır. Bu nerelerde kullanılmakta? İsrail’de, Yunanistan’da, özellikle Almanya’da kullanılıyor.
Yaprak Özer: Türk kolonyası değil mi?
Engin Tuncer: Türk Kolonyası derken; limon kolonyasından bahsediyoruz. Türkiye’de çok yaygın vaziyette kullanılan bir ürün bu, hatta geçen dönemlerde çıkan domuz gribi, kuş gribi gibi salgın hastalıklar çıktığında biliyorsunuz bir takım antibakteriel jeller çok popüler oldu. Türklerin, kendilerine has antibakteriel ürünü, kolonyasıdır. Çok fazla hijyene ve temizliğe önem vermediğimiz dönemde bile, çok fazla çocuğun okul çantasında çanta tipi kolonyalar hatta yaşlıların saat ceplerinde bulunurdu. Kolonya kullanımı hat safhada ileri düzeydedir.
Yaprak Özer: Yani ne kadar kolonya tüketiriz biz?
Engin Tuncer: Aşağı yukarı limon kolonyası olarak 10-12 milyon litre. Merdiven altı diye tabir ettiğimiz kayıt dışı çalışanlar da var. Bunlar sektörün yüzde 50’si civarında. Bunları tespit etmek çok zor, taklit ürün yapanlar da var.
Yaprak Özer: Sizi taklit edenler de var mı?
Engin Tuncer: Takip firmaları var. Ürünlerimizi çok iyi biliyorlar, öyle dönem dönem çalışmalar yapıyoruz.
Yaprak Özer: Yaptığınıza göre bu konuda sorunlarınız var.
Engin Tuncer: Evet.
Yaprak Özer: Kaç tane değişik kolonya üretiyorsunuz?
Engin Tuncer: Bizim aslında piyasaya verdiğimiz 10 değişik ürünümüz var, ancak kendi mağazamızda bu ürün çeşidi 25’in üzerine çıkıyor. Genelde çok fazla satılmayan leylak kolonyası, yasemin kolonyası gibi ürünlerimizi kendi mağazamızda satıyoruz. Tabii, onların kendine has müşterileri oluyor.
Yaprak Özer: Bir tek Ankara’dan mı alacağız? Tek mağazanız var değil mi?
Engin Tuncer: Ankara’dan alacaksınız.
Yaprak Özer: İnternetten mi almalıyız? Bu sebeple mi internet satışlarına göz diktiniz?
Engin Tuncer: Evet, biraz önce bahsederken çocuklar dedelerini taklit ederlermiş dedik; dedemde aslında büyük pazarlama cevheri var. Bir takım çalışmalar yapmış ve Ankara’daki mağazamızı bir marka haline çevirmiş. Bundan sonra bu marka çok güzel yönetilmiş ve bu aşamaya kadar gelmiş. Daha sonra da benim kontrolüme geçti. Tabii bizim çalıştığımız bazı kişiler var; ileriye dönük neler yapmalıyız diye çalışmalar yapıyoruz. Dedemin taktiği olan zamana ayak uydurmayı biz de yapıyoruz. Belki broşür dağıtmadık ama interneti kullanıyoruz.
Yaprak Özer: Okuduğum haber doğru mu; internet üzerinden limon kolonyası koklatılıyor mu?
Engin Tuncer: O birazcık benzetme, teşbihte hata olmaz… Ama gerçekten istediğiniz kokuların tamamını internetten gönderiyoruz.
Yaprak Özer: Peki, insanlar internetten almayı seviyor mu?
Engin Tuncer: Şöyle söyleyeyim biz bu işe ilk başladığımızda yıl 2007’ydi. Bu işe başladığımızda çevremizdekiler neden girdiniz diye sordu. İnternetten ürün satın alma oranı yüzde 1, o da kitap alma falan. Kolonyayı kim alır diye sordular. O günkü şartlarda insanlar almazlardı ama bugün 45 binin üzerinde doğrudan bizden ürün satın almış müşterimiz var.
Yaprak Özer: Bu aslında Türk halkının da yapısını gösteriyor. Seviyoruz yenilikleri değil mi?
Engin Tuncer: Türk halkının ufku çok açık ve seviyoruz yenilikleri. Bakın Amerika’da 10 yılda gelinen bir internet satış potansiyeli var. Benim tahminim iki yıl içerisinde biz o rakamı yakalayacağız. Amerikan halkının yüzde 90’ı internetten alışveriş yapıyor.
Yaprak Özer: Amerika’ya da gireceksiniz?
Engin Tuncer: Evet, Amerika’ya da giriyoruz. O biraz uzadı.
Yaprak Özer: “EST 1923”, yeni markanız o mu?
Engin Tuncer: Özellikle yurtdışında açacağımız mağazalarımızda kullanacağımız markamız bu. Marka tescili biraz uzadı. Bununda sebepleri var biliyorsunuz EST, “establish” olarak da algılanıyor. Biraz da bürokrasiye takılıyor. Dünyada birçok ülkede geçtik aslında: Norveç’te, Danimarka’da, İsveç’te… Amerika’da da yakında geçeceğiz ve ilk mağazamızı New York’ta açacağız.
Yaprak Özer: Çok iddialı değil mi?
Engin Tuncer: Hedefimizi büyük tutmayı çok seviyorum ben. Amacımız yıldızlara ulaşmak olmalı. Ulaşamayabiliriz belki ama hedefimiz o olmalı ki, ona göre hareket edelim. Aile şirketi olduğu için çok şeyler yaşıyorsunuz, dengesizlikler olabiliyor, aile içi çatışmalar olabiliyor. Hiçbir zaman moralinizi bozmayacaksınız o gibi durumlarda.
Yaprak Özer: Gerçekten bozmaz mısınız moralinizi?
Engin Tuncer: Ben kolay kolay bozmam.
Yaprak Özer: Ne yaparsınız peki? İyi gününüz var, kötü gününüz var, kendinize moral vermek için uyguladığınız bir formül var mı?
Engin Tuncer: Ben hayata olumsuz yönde hiç bakmam.
Yaprak Özer: Burada da mı dedeyi taklit ediyorsunuz?
Engin Tuncer: Evet, ama şirkette olumsuz bakacakları da barındırırız. Bir hedefim vardır, onun olması için tüm planları yaparım ama karşıma çıkabilecek engellere de bakarım.
Yaprak Özer: Yani bazı kişiler var ve size engelleri mi söyler?
Engin Tuncer: Aynen. Mesela hala şirket bünyesinde bulunan Yönetim Kurulu Üyemiz Cezmi Bey vardır. O özellikle yapısında vardır; işin olumsuzluklarını görür ama onun oradaki konumu farklı bir açıdan bakmak. Olumsuzlukları şirketin içinden birinin söylemesi daha iyi ve ona göre planlarınızı yapıyorsunuz.
Yaprak Özer: Aile şirketlerinin devam etmesi, bizim ülkemizde çok zor değil mi? Bunun sırrı nedir?
Engin Tuncer: Gerçekten Türkiye’de bu konu bir yara… Yani bu kadar çok aile şirketi olmasına rağmen… Aile şirketleri Türkiye’nin bir gerçeği, hemen hemen hepsi aile şirketi, atölyeden bile olsa. İki kardeşten başlıyor, sonra biri evleniyor, diğeri de evleniyor ve eşler arasında kavgalar oluyor.
Yaprak Özer: Gelinler ve damatlar mı sorun?
Engin Tuncer: Olabiliyor ve onun haricinde çocuklar büyüyor, burada yaş birinci planda değer olarak alınıyor.
Yaprak Özer: Sizde problem oldu mu bu?
Engin Tuncer: Olmaz mı? Ben ailenin en küçük çocuğuydum.
Yaprak Özer: Diğerleri size sırada biz varız mı dediler?
Engin Tuncer: Demediler ama doğal olarak onlara yönelen bir yol vardı. Mesela siz 20 yaşındasınız ve 30 yaşında bir büyüğünüz var. Doğal olarak sizin büyüğünüz sizden önce işi alacak.
Yaprak Özer: Ne oldu sizde, bölünme mi gerçekleşti?
Engin Tuncer: Bizde aslında bölünme şöyle yaşandı; kayıt düzenine çok uyulan bir şirketti ve anonim şirket haline gelmişti. O günkü şartlarda bile halka açılmaya çalışan bir firmadan bahsediyoruz. Eyüp Sabri Tuncer ve Oğulları önceden kolektif şirketmiş, daha sonra 1942’de Eyüp Sabri Tuncer Kimya Sanayi Anonim Şirketi olarak yapılandı. Babam ticaret lisesi mezunu ve o dönem çok önemli bir okulmuş, üniversite düzeyindeymiş. O dönemde halam, onun çocukları, rahmetli amcam ve onun çocuklarıyla falan tam bir aile şirketiymişiz. Her şey kayıt altındaymış, yani başkalarının üzerine bir gayrimenkuller, arsalar veya mal yokmuş. Bu sebeple ayrılmak çok kolay olmuş, her şey ortadaymış. Her şey belliymiş. Bir hissenin değeri bir lira ya al ya ver oluyordu.
Yaprak Özer: Her şey kayda geçmezse ayrılma da birleşme de çok zor oluyor değil mi? Fakat dede ölmeden önce bildiri gibi bir vasiyetname bırakıyor değil mi?
Engin Tuncer: Evet. Enteresan bir vasiyetname bırakıyor. Özellikle Sabri Tuncer müessesesinin kalıcılığından bahsediyor ve evlatlarının birbirine düşmemelerini vasiyet ediyor. Hakkını helal etmesi için bunun en baştaki kriter olduğunu söylüyor.
Yaprak Özer: Arkasından yaşanabilecekleri düşünmüş demek ki.
Engin Tuncer: Her yerde yaşanıyor, herkes parçalanıyor. Herkeste var ama özellikle Türklerde çok görülüyor. Avrupa kültürü biraz daha farklı; daha eski firmaları bulmak mümkün. Parçalanmalar çok normal, insanların kişilik yapıları birbirinden çok farklı. Girişimci insanlar var, girişimci ruh bambaşka. Çalışmak başka bir şey, girişimcilik başka bir şeydir, mesela bende girişimcilik ve araştırma var. Birde aslında ne var biliyor musunuz, kimsenin görmediği tarafa bakma var. Herkesin gittiği yolun tersine gitmek gibi bir alışkanlığım var. Bir gün kızdım ve dedim ki “ artık uluslararası çalışan, büyük zincir marketlere mal vermiyoruz.”
Yaprak Özer: Bu yüzden mi uluslararası hiçbir zincir markette yoksunuz? Satışlar düşmedi mi?
Engin Tuncer: Satışlar düşmedi çünkü orada çok agresif bir uygulama var. Yeri geliyor sizin ürünlerinize zarar ediyor, sizi zarar ettiriyorlar. Aile şirketlerinde çok uluslu şirketler oynamaya başlarlarsa ve devam ederlerse bu şirketleri yarın öbür gün kimse bulamaz.
Yaprak Özer: Kahraman bakkal süper markete karşı…
Engin Tuncer: Aynen. Fakat biz yerel zincirlerin tamamında varız.
Yaprak Özer: Bu görüşlerinizle destek alıyor musunuz?
Engin Tuncer: Biz bu yoğun satış noktaları gibi gözüken noktalardan çıktık bizim satışlarımız yüzde 10 arttı.
Yaprak Özer: Aile şirketlerine geri dönmek istiyorum. İlginç fikirleriniz var: “evde iş konuşmak şirketi parçalar” ya da “gelin ve damatları işe karıştırmamak gerekiyor” gibi…
Engin Tuncer: Şirkette çalışacak ve katkısı olacak herkesin şirkette yeri olması iyi ama şirketteki yerini bilmeli. Babam bana demişti “ya kal, ya al ceketini çık” diye işte o! Bir şirkette gelin de çalışabilir verimli olabilecekse, belki de daha iyi verim bile alabilirsiniz. İlla ki aileden biri işin içine girmesin diye çalıştırmama gibi bir duruma gerek yok. Ancak verimli olmak çok önemli, sizin gölgenizde, idarecinin, yönetim başkanının gölgesinde, yönetim kurulu üyelerinin gölgesinde iş yapacaksa, ben öyle bir iş birlikteliğinde yokum. İnsanlar önce kendilerini bir yerlerde ispatlayacaklar, daha sonra işletmede görev alabilecek.
Yaprak Özer: Babanız sertmiş ama siz de fena değilsiniz.
Engin Tuncer: İş konusunda biraz öyleyim. Mümkün olduğu kadarıyla esnek olmaya gayret ederim ve çalıştığım arkadaşlarla da mümkün olduğu kadar işi öğrenmelerine yardımcı olurum ama bir emniyet şeridinin olması da gerekir. Emniyet şeridine insanlar bir veya iki kere girebilir ama bunu alışkanlık haline getirmemek gerekebilir. İşte o zaman babamın sertliği devreye giriyor.
Yaprak Özer: Babanız işin içerisinde mi hala?
Engin Tuncer: Babam, dışarıdan ilgilenir ama şuanda hobileri var ve onlarla uğraşıyor. Yaşta 89 olacak, benim babam 29 Ekim 1923 doğumlu, Cumhuriyetin ilan edildiği gün doğmuş.
Yaprak Özer: Peki, yönetim kurulu başkan vekilisiniz, yönetim kurulu başkanı kim?
Engin Tuncer: Babam.
Yaprak Özer: Hobileriyle uğraşıyor ama koltuğunu henüz bırakmamış.
Engin Tuncer: Bırakmadı ama bizde bırakmasını da istemiyoruz. Her gün fabrikadaki odasına gelir, evi de o arazinin içerisinde olduğu için çok yakın. Sabahtan gelir, kendine göre şeyleri vardır; resimlerini yapar, çalışmaları vardır. Onlarla ilgilenir.
Yaprak Özer: Aile şirketine dönersek; ortada para yokken sorun olmaz ama para kazanmaya başlandığında sorunlar ortaya çıkar diyorsunuz.
Engin Tuncer: Para olunca normal ama o paranın kurallara uygun kazanılmış olması lazım. Kayıtlı para olması, vergisinin verilmiş olması lazım. Böylece paylaşımı kolay oluyor. Hep söylüyorum; para eğer kayıtlı bir para değilse, ortada gezen bir paraysa birileri sahiplenir. Bunu bir üçken olarak düşünelim; biraz alır, biraz daha alır, birazcık daha olur ve sonuçta üçken bunun tepesine çöker. O zaman ne olur paranın başındaki kişi o gün için ona lazımdır ve biraz alır, biraz daha alır. Baktığınız zaman ne olur? Biranda göze batmaya başlar. Çalınan olarak görmek lazım, devletten çalınan para vergi kaçakçılığıdır, şirketten çalınan para…
Yaprak Özer: Sözünüzü unutmayın ama diyorsunuz ki; vergileri tam ödeyince aile içinde paylaşacak bir şey kalmaz.
Engin Tuncer: Orada söylemek istediğim, dengesiz paylaşacak bir şey kalmaz. Her şey ortadadır, bunu çok rahat pay edebilirsiniz. Eğer dört kişiyseniz dersiniz ki bunu kazandım, vergimi ödedim, geriye bu kaldı. Demirbaşlar belli, gayrimenkuller belli, başka ne değerler varsa belli, çekler burada, alacaklar burada, birim fiyatına bir dakikada ortaya çıkar.
Yaprak Özer: Aile anayasanız var mı?
Engin Tuncer: Anayasamız yazılı olarak yok ama ana hatlarımız belli.
Yaprak Özer: Sizden sonra şirketi kim alacak, bu belli mi?
Engin Tuncer: Kim hak edecekse o alacak.
Yaprak Özer: Nasıl hak edecek?
Engin Tuncer: Bakacağız bakalım, benim yaşım daha 47, istesem de bırakamam şirketi. Çok fazla hobim de yok. Hobi gibi olan bir şeyi hemen ticarete çevirme gibi bir durumum var, böylece hobilikten çıkıyor.
Yaprak Özer: Peki, kaç çocuğunuz var, kız – erkek?
Engin Tuncer: İki kız, bir erkek.
Yaprak Özer: Kızlar başa geçer veya geçmez diye bir fikriniz var mı?
Engin Tuncer: Zaten ister istemez öyle olacak. Büyük kızım 22 yaşında ve iktisat okuyor, oğlum ise 5 yaşında daha. Tabiî ki kızlar ister, istemez girecekler ve girmeleri de lazım zaten. Eğitimlerini de o şekilde düşünüyorlar.
Yaprak Özer: Siz işlediniz mi yoksa onlar mı o şekilde düşünüyorlar? Babalar genellikle ben hiçbir şey yapmadım diyor ama doğdukları günden itibaren çocukları işlerler.
Engin Tuncer: Doğrusunu söylemek gerekirse ben işliyorum. Yapmaları gerekenlerden ve nasıl çalışmaları gerekenlerden bahsediyorum. İşlememizde lazım; bizim şartlarımızla şimdikilerin şartları çok farklı. Biraz önce siz de bahsettiniz, bir yerde bu kadar uzun zaman yaşamakta Allah’ın lütfu diyebiliriz. Gerçekten çok zor dönemlerde yaşandı ve krizlerde yaşandı. O dönemleri atlatmak çok zordu.
Yaprak Özer: Bu krizle nasıl aranız?
Engin Tuncer: Şimdi en sonuncusu dersek; 2008’dekini biz çok fark etmedik. Üstelik marketlerden çıkmıştık ama büyüyerek çıktık. Yeni yatırımlarımız oldu, internet üzerinden satışlarımız oldu, oda spreylerimiz, sıvı sabunlarımız, parfüm üzerine bir yatırımımız var. Bu sebeple bizi çok etkilemedi. Hedeflerimiz var. Kriz var diyerek kabuğumuza çekilip beklemedik. Biz pazarlama şirketini kurduğumuzda 2001 krizi vardı. Kendimize göre hedeflediğimiz dolar üzerinden bir rakam vardı. Biz bu kadar parayı koyacağız dedik ve o kadar parayı koyduk. Ne yaptı, bu bizim piyasadaki payımızı çok genişletti. Yani hiçbir zaman kriz geldi diye korkmadık. Babam, en ağır krizlerde bile ne kadar parası varsa cebine koyar, pazara çıkardı. Derdi ki “ ben çıkayım, esnafta ufak tefek de olsa piyasayı canlansın, kapıdan birileri girsin, alışverişler yapalım”. Bu gerçekten de çok önemli, genelde azda olsa bu kriz dönemlerinde mağazalara gidip, insan alışveriş yapmalı.
Yaprak Özer: İdealist bir dede, disiplinli bir baba, girişimci bir üçüncü kuşak ve dördüncü kuşağa doğru gidiyor. İnşallah daha değişik ürünlerle sizi görmeye devam edeceğiz.
Engin Tuncer: Kırk yedi yaşında olduğum halde uzun bir dönemdir iş hayatındayım ve anlatacak çok şeyim var. Böyle anlatmaya başlayınca zamanlar yetmiyor özellikle gençlerle konuştuğum zaman onlara şunu söylüyorum: “ hiçbir zaman morallerini ve motivasyonlarını bozmasınlar. O günü değerlendirmesinler, gelecekle ilgili kendilerine çok büyük hedefler koysunlar. Ulaşamayacaklarını bilseler bile büyük hedefler kursunlar ama bu şu demek değildir; her zaman ona ulaşacağız diye bir şey yok. Öyle hedeflerimiz olsun ki oraya gitmek için kendimize belirli merdiven basamaklarımız olsun. İlk önce bunu yapacağım, sonra şunu yapacağım desinler.