Dile, Düşle, Dillendir

Belli günlere yazı sığdırmak zor geliyor, oysa 35 yılı aşkın süredir yazıyorum, işim de hobim de sevgim de bu! Anlatacak çok şey varken, kelimeler mi yetmiyor, duygular mı kısa kalıyor, yoksa içimin bir köşesine iyice kök saldıkları için mi el kaldırma zahmeti göstermiyorlar… yoksa hakkını veremeyeceğimden mi korkuyorum…  2021 yılının son gününün, 20-19-18 ya da 22-23-24 diye giden yıllardan farklı kılan ne var?

 

Aztek topraklarında, Roma şehir devletinde, Antik Yunan’da, Anadolu’nun kadim kültürlerinde… Uzak, Orta, Yakın Asya’da, Mısır’da ezcümle tarihte medeniyetin yeşerdiği her yerde ve çoğu saymaya değmeyecek kadar yakın zamanlarda… kim diyebilir ki, ben ya da biz onlardan daha fazlasını gördük geçirdik… hissediyoruz.

 

Acıları yarıştırmak görece daha kolay;

Son 20 yılını umutlu mutlu ve medeni dünyanın parçası olduğunu zannedip, aldığı eğitimle küresel vatandaş mertebesine eriştiğine hükmedip, Taliban’la dünyası kararan Afgan kadınlardan 20-30 cesur yüreğin evvelsi gün canları pahasına sokaklara çıkıp, toplasanız 100-200 metre slogan atarak yürürken yaşadıkları korkuyu anlamak mümkün mü? Hala yaşıyorlarsa yeni yıl dilekleri ne olabilir? Kendi kadınlarımızı, cinayetlerin malzemesi olan anneleri, genç kızları… onları türlü sapkın düşünce ürünü dünyadan koparanları unuttuğumu mu sandınız? Dileklere dönüşen kelimelerin hepsini kullandık mı, bu yıl farklı ne dileyebiliriz?

 

Dünyada cezaevinde en fazla düşünce hükümlüsü ve gazeteci barındıran ülkeyiz. 3-5 ülke arasında liderlik gidip geliyor… düşündükleri, yazdıkları ya da söyledikleri için acı çekmek nedir? Yalnız, soğuk, korku, umutsuzluk içinde yılın son gününde ne dileyebilirler? Aralarında fiziki hastalığın her türlüsü, yaşlılığa ya da ruhsal çözülmelere bağlı erozyonun her çeşidi bulunanlar  ne dilesinler…

 

Umudunu, kazandığı üniversiteye bağlamış, olanaksızlıklar içinde olsa da günde bir tek öğün yemek yiyip bolca su içip karnındaki gurultuyu bastırmaya çalışan güzel çocukların ertesi günkü sınava hazırlanırken okudukları nasıl akıllarına girecek! Mezun olunca iş bulabilecek mi endişesiyle yanıp tutuşurlarken yılın son gününde ne dileseler sizce?…

 

Mutluluğu yarıştırmak acıdan zor;

Mutluluğu ve umudu ancak kişiselleştirerek tasvir edebileceğim. Mutluluk bende an’lık tanımlanan huzura eşitlendiğinden beri tevekkül, tevazu, zarafet, nezaket ve dostluk gibi kelimelerle özenle sarıyorum anları.

 

Yılın son dakikalarına bir şey bırakmak yerine her gün, her an aklıma geldikçe diliyorum, zihnimi böyle uyanık tutuyorum. Dilemek demek bende, istemek değil… yapmaya niyet etmek gibi kişisel bir yolculuk.

 

Daha çok gülmeyi diliyorum örneğin.  Gülümsetecek anları çoğaltmak, gülümseyecek kişilerin sayısını arttırmak, gülümsetecek konuları keşfetmekle mümkün. Gülmek sanıldığının aksine, sükunet ve huzur ortamlarında daha güzel yetişiyor.

 

Bu yıl sizler gibi ben de çok zor günler ve anlar yaşadım. Mücadelemin her anını tavsiye edemem ama sorunu proje gibi ele almak, neden ve niçin kısmında asılı kalmadan nasıl (yaparım) diye düşünmenin aksiyonu davet ettiğini, pozitif duygu ve düşüncenin yeşermesine neden olduğunu gördüm.

 

Enerji diliyorum. Enerjiyi ortaya çıkarmam için sağlam bir beden, zinde bir zihin ve sağlıklı ruh özetle beden ve ruh bütünlüğü istiyor. Pozitif enerjinin dünyanın tüm ilaçlarından daha güçlü olduğuna inanıyorum.

 

Sevdiklerime yakın olmayı diliyorum! Hayatın bir kum saati olduğunu düşünüyorum. Ama bir el onu yeniden ters çevirmiyor. Kum akıp gidiyor, yediğiniz yemeğin tadı, sevdiğinizin sesi, anlık tebessüm, söylenen söz… kum tanelerini yakalamak istiyorum. Geçmişle gelecek arasında anları ıskalamama çabasındayım. Daha fazlasını yapabilmeyi diliyorum.

 

Hayattaki kilometrem arttıkça keşfetmem ve öğrenmem gerekenlerin fazlalaştığını görerek sıraya koymayı öğrenmeye başladım. İştahımı dizginlemeye böylece öğrendiklerimi içselleştirmeye fırsat vermeye çalışıyorum. Törpülemeye çalışsam da içim kıpır kıpır “yavaş”a tahammül edemiyorum, yarına sarkan işlerden haz etmiyorum. Eskiden ne çok kovalardım, benden başka dert eden olmadığını gördükçe daha da hırslanırdım. Bırakmanın erdemli bir davranış olabileceğine, zamanı geldiğinde her şeyin olduğuna inanmayı öğrendim.

 

Zihnimde unutamadıklarım, vazgeçemediklerimden oluşan göz alabildiğine mayınlı tarla bulunduğunu fark ettim. Unutursam, vazgeçersem ne olur diye sordum kendime? “Huzur ve daha çok güzel an biriktirecek bellek” diye karşılık verdim.

 

“Küçük” arkadaşlar edinmeye karar vermiştim bu yıl. Beklentisiz, ben olduğum için arkadaşlık edebilecek gençlerle buluşmalar gerçekleştirdim. Araştırmaların onları ıskaladığına inanıyorum, ne yer ne içer nasıl düşünürler… neye güler, neye üzülürler. Nasıl karar alırlar, neleri önemserler… satın aldıkları fikirler neler? Güzel ve genç arkadaşlarım önyargılarımı kaldırmama dünyayı da onları da anlamama yardım ettiler.

 

Yıllar yıllar önce profesyonel işim gereği öğrendiğim “kelime ekonomisi”ne hakkını vermeye başladım. Kelimeler yalnızca yazmak ve konuşmak için değil düşünmek için anahtarlarımız. Cebimde kilit anahtarlarla dolaşmanın zihnimi de temizlediğini gördüm.

 

Hayatta fonksiyonu olan “yeni-farklı” her şeye tutkunum. Öğrenmek, öğrendikçe daha fazla öğrenmek iştahımın sonu yok. Varı yoğu dinler okur izler oldum…  Şimdi huni yöntemi uyguluyorum, öğrendikçe daha çok dinlemeye ve duymaya başladığımı fark ettim.

 

Yıllardır yakın çevreme hobi edineceğimi söylerim. Problem, neye ilgim var sorusunun yanıtını bulmaktan çok beyin el ve ilgi koordinasyonumu geliştirmekti. Bu kadar mı zorlaştırırım aldığım her mevzuyu! Resmi keşfettim! Karakaleme bayılıyorum, akriliği de seviyorum. Görmekle bakmak – dinlemekle duymak – hayalle gerçek arasındaki çizgi keşfetmeye değermiş. Çok çalışmam gerek!… Gördüklerimi zihnime yerleştirmeye çabalıyorum, gözümü kapayınca aynı manzarayı görecek miyim egzersizleri yapıyorum.  Tuhaftır, bir dolu başka konuya da yarıyor.

 

“Akıl yaşta değil başta” derlerdi, dinler haklı bulur ve asla yeterince içselleştirmezdim. Kızımı izlerken, yaşarken ve anlamlandırırken tüm eğitimlerimi kenara koydum. Dinleyen ve duyan birine konuşmanın tadını, koşulsuz sevgiyi… ve anlatamadığım çok ama çok şeyi öğrendim. Umarım bir gün çocuklarıyla çıkacağı yolculuğa tanıklık etme şansım olur. Enerjimi bu dileğime odaklıyorum.

 

Herkesin özel olduğunu, her bedenin özen istediğini düşüncenin iyileştiren gücünü, beslenmenin, sporun ve uykunun önemini daha önce neden idrak edemediğime hayıflanıyorum. Öğrenme yolculuğuma devam ediyorum. Beni ben yapan en önemli şeyin zihnimle vücudum olduğunu onların armonisini kurmam gerektiğini idrak ettim. Yıllarca birini koşturduğumu diğerini susturduğumu fark ettim.

 

Öğrendiğimi sandığım çok şeyi yeniden öğrenmeyi öğrendim. Kafamda ya masamdaki kağıtta kalmış şeyleri toparlamaya başladığımda başkalarına laf yetiştirmekten de onları olduğu gibi kabul etmek koşulundan da vazgeçtim, kendimi kabul etmeyi öne çektim.

 

Algı, sahip olunabilecek en değerli servet. İnşa edilebilecek en zahmetli bina. Yıllar içinde en ufak depremde yıkılan binalara şahit oldum.  Hayatı hep ciddiye aldım… ama gülerek ciddi olunabileceğini artık biliyorum.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir