Dır Dır Edeceğime Siyasete Girdim

Prof. Dr. Binnaz Toprak. Akademik kimliğiyle uzun yıllar topluma araştırmalarıyla katkı yaptı, şimdi İstanbul CHP Milletvekili olarak topluma hizmetlerini sunuyor.  Radikal Gazetesi’nde köşesinin adı Modern Endişeli’ydi… “Modernini bilmem ama endişeliyim” dedi. Üstelik endişe dozunun arttığını söyledi.  Siyaseti sevmiş gözüküyor, bir akademisyen için çok farklı bir hayat olduğu düşünülecek olursa cesur ve maceracı bir adım. Gerçi siyasete devam etmeyeceğini, yeni bir siyasetçi olsa da gençlere yer açmak gerektiğine inanıyor.

 

 

Yaprak Özer: Akademisyen olup siyasete atılan pek çok örnek var. Ama ben sizin siyasete atılacağınızı düşünmezdim… Sevdiniz mi?

Binnaz Toprak: Yani benim de aklımda olan bir şey değildi. Ben de düşünsem siyasete atılırım dememiştim hiç. Tam o sıra böyle bir dolaylı teklif geldi “CHP’ye girmek istemez misiniz?” diye. Sayın Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu aşağı yukarı yeni devralmıştı partiyi ve yenilemek de istiyordu. Çok ani bir kararla girdim, eşimle konuştum bir gece… O da dedi ki “dırdır edip duruyorsun, ülke hakkında birileri elini taşın altına koy demiş kaçamazsın bundan.” Ben de düşündüm hakikaten de yani bir katkı sunabileceksem ki varsaydım ki o nedenle çağırılıyorum, girmem gerekir, öyle oldu siyasete girme işi.

 

Yaprak Özer: Kaç yıl Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştınız?

Binnaz Toprak: 32.

 

Yaprak Özer: 32 yılda Boğaziçi Üniversitesi ilginç isimler çıkardı siyaset sahnesine. Daha önce de olabilirdi aslında.

Binnaz Toprak: Başbakan dahil olmak üzere.

 

Yaprak Özer: Peki, umduğunuz gibi bir şey mi çıktı?

Binnaz Toprak: Yani tam öyle değil. Şimdi akademisyenlik kimliği ile siyasi kimlik çok farklı bir şey. Belki hakikaten de insanın müthiş bir siyasi hırsı olması lazım ki o kimlik dönüşümünü çabucak yapabilsin. Şöyle farklı; akademisyenken siz sadece kendinize karşı sorumlusunuz, yani söylediğiniz sözler sizin… Vay bu üniversite şöyleymiş diye yansımıyor. Hele hele Boğaziçi gibi bir üniversitede ki, herkes her düşüncesini çok rahatlıkla söyleyebilir ve oranın bir geleneğidir öğrenciler de dahil olmak üzere. Dolayısıyla orada hakikaten insan kendi fikri neyse çok rahatlıkla söyleyebiliyor. Tabii siyaset öyle bir şey değil, ağzınızdan çıkan her cümle partiye mâl ediliyor.

 

Yaprak Özer: Sizin de başınız biraz ağrıyor galiba değil mi. Böyle ne oldu, dilin kemiği yoktur hikâyesi mi? Siz bir laf ettiniz ondan sonra meydanlarda çok popüler oldunuz.

Binnaz Toprak: Meydanlarda hedef gösterildim. Tepkiler olmanın ötesinde kabul edilebilecek bir şey değildi, ama bir kere oldu.

 

Yaprak Özer: Nasıl oluyor yani siz dürüstçe söylüyorsunuz duygularınızı.

Binnaz Toprak: Ayrıca o söylediğim söz daha önce defalarca medyada söylenmiş ve tartışılmıştı ama bir siyaset insanı tam da onu söylemek istiyorum, söylediğimde aynı sözü kıyamet kopmaya başladı.

 

Yaprak Özer: Fakat CHP’nin içerisinden de tepkiler geldi… Sizi bir dönem daha sık görüyordum medyada, bu nedenle mi daha az konuşuyor oldunuz?

Binnaz Toprak: Yani şöyle söyleyeyim, neden daha az konuşuyor olmama değinmeden önce; parti yenilemeye çalışıyor, Yeni CHP dendi. Bu tabii böyle anında olmuyor. Sancılı bir süreç partilerin yenilenmesi veya herhangi bir kurumun kendi kendini yenilemeye çalışması ya da herhangi bir devletin diyelim. Yeni baştan kurgulanmaya çalışılması ki şu anda Türkiye’de olan bir miktar da o diye düşünüyorum. Şimdi o sancılı süreçte tabii farklı fikirler ortaya çıkabiliyor ve de farklı ve daha yeni fikirlere karşı direnenler de olabiliyor. Haklı görüyorum bunu. İnsanın yine de dikkat etmesi gerektiğine inanıyorum şimdi aklım başıma geldikten sonra, ama şunu da düşünüyorum o eleştiri de aşırı bir eleştiri… Hani deniyor ya, işte AKP bak hep birlikte hareket ediyor, CHP bölünüyor, kavga çıkıyor. Bunun sağlıklı bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunu evlilik gibi düşünüyorum; kavga etmeyen çiftler boşanır ya, içine atarlar atarlar sonra patlar, herkes de şaşırır bunlar çok iyi geçinirken niye boşanıyor diye. Onun için bu farklı fikirler olması, çünkü o fikirlerin tartışılabilmesi, oradan bir ortak akıl üretilebilmesi her kurum için partiler dahil olmak üzere önemli. O tür bir demokratik ortamın olması da önemli. Kızanlar oluyor ama hiç kimse de farklı bir fikir beyan etti diyerek partiden atılmıyor. AKP için ben emin değilim bunun böyle olup olmayacağına çünkü hiç çatlak ses çıkmıyor. Çatlak ses çıkması iyidir diye düşünüyorum çünkü hakikaten de Türkiye’nin de buna ihtiyacı var. Konuşan insanlara ve gerçekten konuşan insanlara yani diyalog yürüten insanlara çünkü Türkiye öyle bir kamplaşmış bir ülke ki.

 

Yaprak Özer: Bunlar demek ki Ankara’da hoş karşılanmıyor.

Binnaz Toprak: Hoş karşılanmıyor diye de kimseye bir şey yapıldığı yok. Parti içinde tepki gösterenler var, öyle diyelim. Parti örgütü içinde de seçmenler içinde de ama ben genel olarak en azından milletvekili arkadaşlarımın uyumlu çalıştığını düşünüyorum. Birbirlerine kızsalar bile orada bir ortak mücadele veriliyor sonuçta. Sabahlara kadar oturuyoruz bazen altılara, yedilere, sabaha karşı.

 

Yaprak Özer: Nasıl, verimli bir çalışma mıdır?

Binnaz Toprak: Meclisteki çalışmanın verimli olduğunu düşünmüyorum. Onun için de akademisyenlikten memnun musunuz gibi bir şey sordunuz, o açıdan da hiç memnun değilim çünkü 6’ya kadar oturunca insan bir şey üretmek için oturur. Akademisyenken öyle. Ama şu yazıyı bitirmem lazım diye sabahın 6’sına, 7’sine kadar oturmuşluğum var, ama çıkardı o yazı oturduktan sonra. Burada öyle değil.

 

Yaprak Özer: Modern bir endişeli olarak devam ediyorsunuz.

Binnaz Toprak: Modernini bilmem ama endişelerim devam ediyor, katlanmış bir biçimde devam ediyor diyebilirim. Gerçekten de bugün ben Türkiye’nin otoriter bir devlet yapısına, bir parti devletine gittiğini düşünüyorum.

 

Yaprak Özer: Siyasette, dönemsel olarak bütün dünyayı ara ara kasıp kavuran bir durum otoriterlik. Evet, tabii ki kabul edilecek bir şey değil, demokrasinin karşıtı ama böyle bir dalga mı var?

Binnaz Toprak: Valla ben pek de öyle bir dalga olduğunu düşünmüyorum. Batı Avrupa’ya baktığınızda veya Amerika’ya baktığınızda “Öyle bir otoriter dalga var” demek mümkün değil. Çünkü bütün bu ülkelerde hukuk devleti işliyor. Hukuk kuralları yerli yerinde duruyor. Temel hak ve özgürlüklere büyük ölçüde sahip çıkılıyor. Yani Batı Avrupa’da da çığlık var, Amerika’da çığlık var, ırkçı söylemler, nefret söylemleri bu ülkelerde de var ve zaman zaman da hatta yargının bile problemli olduğundan bahsedilebilir. Ama Türkiye’deki boyutlarıyla hiçbir zaman yok. En azından mesela Avusturya’da Herder engellendi; seçimi kazandı ama başa gelmesi engellendi. Çünkü faşist bir geçmiş var orada, bir Nazi geçmişi… Şimdi dolayısıyla en azından çağdaş devletlerde öyle bir trend, otoriterliğe doğru bir trend görmüyorum. Bilakis en azından teorik düzeyde de halk arasında da öyle. Demokrasi nasıl daha sağlamlaştırılır, dört yılda bir gidip oy vermekle demokrat olunmuyor. İnsanlar nasıl daha fazla katılabilir siyasal sürece bunlar üzerine çok ciddi kafa yoruluyor.

 

Yaprak Özer: Halkın içinde misiniz yeterince? Temasınız olabiliyor mu, ne kadar olabiliyor?

Binnaz Toprak: Ne kadar isterseniz o kadar olabiliyor tabii. Seçim sürecinde çok oldu benim. Ben üçüncü bölgede adaydım ki, bilmediğim de bir bölge. İkinci bölgede oturuyorum, bütün tanıdıklarım aşağı yukarı ikide, birkaç tane de birinci bölgede vardır ama üçüncü bölgede hiç kimse yok tanıdığım. Dolayısıyla da pek gitmişliğim de yoktu. Ve çok geniş bir bölge, 13 tane ilçe var orada Silivri… Bir Arnavutköy… İstanbulluların genelde bilmediği… Yani koca bir bölge dört milyon insan oturuyor, şimdi dört milyon insan aslında Türkiye’deki dört tane şehir demek. Bir milyon nüfusu olan şehirler bile öyle çok fazla değil. Dolayısıyla her şeyi yaptım, mesela o dönemde çarşı gezdik, pazar gezdik, esnafı gezdik, evlerde dolaştık, atölyelere gittim, merdiven altı denen işçi atölyelerine; düğünlere gittim, nişanlara katıldım ve derneklere katıldım. Hemşeri derneklerinin toplantılarına katıldım. Çok görmediğim bir hayat da diyemem. Herkesin kafasında akademik hayat, hele hele Boğaziçi için hep söylenir ya; “…sırça köşkte, fildişi kulelerde oturuyor…” falan. Hatta o kadardır ki, Boğaziçi bir devlet üniversitesi olmasına rağmen bizim farklı maaş aldığımızı zannederdi insanlar. Şunu demek istiyorum; yani başta da söylediğim gibi ben araştırma yapıyorum. Mesela en son araştırmam bir yıl boyunca Anadolu kentlerine gitmekti. Bir de ben rahat konuşurum, oturduğum muhitlerde de öyle; bakkalıyla, kasabıyla, taksi şoförüyle yani hayatımda ilk defa elitlerin arasından Boğaziçi’nden çıkıp halkla karşılaşıyor değilim. Kaldı ki benim annem-babam hakimdi, çocukluğum da Anadolu’da geçti.

 

Yaprak Özer: Hemen parantez içerisinde söyleyelim mi, annenizin ilk Ağır Ceza hakimlerinden…

Binnaz Toprak: Annem öyleydi Allah rahmet eylesin, uzun da yaşadı 2000 yılında öldü, 1908 doğumlu. Sorulunca, “ben hürriyete doğdum” derdi. Çünkü, 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve de üniversite çağına geldiğinde zaten Osmanlı’nın son dönemi İlkokul ve Lise kısmı Erenköy Kız Lisesi’ni bitiriyor, üniversite çağına geldiğinde Cumhuriyet kurulmuş, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne gidiyor. Pekiyi dereceyle mezun oluyor.

 

Yaprak Özer: İster miydi sizin siyasetçi olmanızı?

Binnaz Toprak: Bilmiyorum. Hiç o zaman aklımda olmadığı için ne ben sormuştum ne de o keşke siyasetçi ol sen demişti. Ama hoşuna giderdi herhalde görmüş olsaydı.

 

Yaprak Özer: Siyasetin içindesiniz hala dırdır edebiliyor musunuz?

Binnaz Toprak: Yine dırdıra devam ediyorum. Beni dinlemek zorunda kalıyor ama Allah’tan Ankara’da olduğum için daha az dinliyor.

 

Yaprak Özer: Galiba aslında sizlerin eleştirilmesinin bir nedeni de vekillerin seçildikten sonra, seçildikleri coğrafyaları yeterince ziyaret etmemesi.

Binnaz Toprak: Bu doğru yani benim için doğru, yeterince ziyaret edemiyorum. Ama neden ziyaret edemiyor insan; şimdi şöyle de bir şey var; Ankara’da bulunmanız gerekiyor, hafta sonları ancak gelebilirsiniz. Pazar günü insan gitse bile ilçe örgütlerinde kimseyi bulması mümkün değil. Cuma ve cumartesi ancak. Kendi özel hayatınızda da birikmiş şeyler oluyor, hepimiz insanız. Artı belki ben akademisyenim diye, yurt dışında, yurt içinde konferanslar olabiliyor. Dolayısıyla o kadar kolay bir şey değil.

 

Yaprak Özer: Ne yapmak lazım peki ne gördünüz, bunun bir çözümü olmalı aslında.

Binnaz Toprak: Ben bunun da ille ve ille şart olduğunu düşünmüyorum. Gerek var ama yani örgüt diye de bir şey var bunu örgüt de yapar, milletvekilleri de katılabileceği sürece katılır. Farklı alanlarda da partiye hizmet etmek mümkün. Ben mesela altı yedi tane geçen sene içinde gazeteye yazı yazdım, bu da önemli. Partinin derdini, görüşünü birinin yazıp anlatması ya da konferanslara katılmanız, konferanslarda partinin görüşünü, Türkiye’nin gidişatı hakkındaki endişelerinizi dile getirmeniz, Avrupa’da bunu yapmanız önemli. Çünkü sonuçta AB’ye güya (güya diyorum çünkü o hayal bitmiş gibi gözüküyor) girmek isteyen bir Türkiye var. Dolayısıyla bu sadece benim açımdan değil benzer konumda olan akademik kökenden gelmeyebilir ama diğer bazı arkadaşlar açısından da böyle. Ama bu demek değildir ki, ben sahaya çıkmayacağım. Benim dışımda Anadolu’daki milletvekillerimizi biliyorum onlar gerçekten çok küçük yerler, insanlar da birbirini tanıyor ve dolayısıyla gidiyorlar ama ben de çok gittim yani sadece İstanbul’a gelip halkla temas değil, geçen bir yıl içinde Anadolu’nun pek çok kentinde çeşitli meclislerde bulundum.

 

Yaprak Özer: Siz akademisyenlerin ciddi bir performans yükümlülüğü var. Belli yerlerde, belli zamanlarda belirli bir düzeyin üzerinde üretim yapmak zorundasınız. İstediğiniz kadar üretemediğinizi düşünüyorsunuz.

Binnaz Toprak: Şu anda, evet. Yani üretebilmek çok zor tabii çünkü mesela araştırma için para bulmak bile zor artık çünkü bir siyasi kimliğiniz var. Araştırma için parayı ya üniversiteler veriyor veya kısmen üniversite veriyor geri kalanını düşünce kuruluşları veriyor ama bunların hepsi bağımsız kurumlar. Bir partinin sözcülüğünü yapan birine tabii ki araştırma için para vermek de istemeyebilirler, istemiyorlar da tabii bu da haklıdır diye düşünüyorum.

 

Yaprak Özer: Siyaset de artık değişmemeli mi?

Binnaz Toprak: Normaldir de aslında ben bunu normal karşılıyorum. Şu açıdan normal karşılıyorum, çünkü arkasındaki mantık şöyle bir şey olmalı o siyasi kimlikle öğrenciyi yönlendirmek isteyebilirsiniz.

 

Yaprak Özer: Değerler araştırmasına göre dört alanda, dindarlık düzeyi, kadının toplumsal statüsü, siyasi katılım ve hoşgörü kategorilerinde değişim yok. Neden biz hoşgörüsüzüz?

Binnaz Toprak: Şimdi dindarlık hiçbir toplumda değişmez. Düşünebiliyor musunuz siz inançlı biriyseniz on yıl sonra inançsız olmuyorsunuz tabii ki veya tersi de olmuyor. Nadiren belki insanların hayatında böyle değişiklikler olabilir inanç düzeyinde ama bu ta çocukluktan beri. Bir kenarda hoşgörü meselesi de hiçbir toplumda kendiliğinden değişmiyor.

 

Yaprak Özer: Nasıl değişebilir peki?

Binnaz Toprak: Bununla uğraşarak değişebilir. Mesela Amerika’ya ben gittiğimde ki, 1960’lı yıllarda öğrenci olarak gittiğimde siyahîlere karşı muazzam bir önyargı vardı. Aşağılanırlardı. Amerika’nın güneyinde siyahîler beyazlarla aynı tuvaletlere giremiyor, aynı lokantada yiyemiyor, aynı otobüste seyahat edemiyordu… Meşhur olay vardır ya kadının otobüste yer vermeme hikâyesi… 60’lardır o. Ama oradan itibaren başlayarak, o yıllardan itibaren Amerika bununla uğraştı ve sonunda siyahî bir başkan seçildi. Yani nasıl uğraştı. Şöyle bir şey, eğer siz önyargılı biriyseniz, bu çocukluğunuzdan itibaren size aileniz, yaşadığınız topluluk tarafından öğretilmişse, aleviler şöyledir, farklı cinsel eğilimi olanlar böyledir… Gibi bu önyargılar pekiştirilmişse ve hatta zaman zaman bu eğitim sistemi kanalıyla bile bir takım kitaplarda gizil olarak size aşılanmışsa, bununla uğraşılması lazım. Eğitim sistemi içinde bir topyekûn bir seferberlik, bütün bu kategori farklı olan insanlarla, farklı kimliktekilerle, kimliktekilere karşı hoşgörü bile değil.

 

Yaprak Özer: Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu Başkan Yardımcısısınız. Kadına şiddeti ve kadına karşı olan tutumumuz nedir bizim? Nasıl açıklanabilir bu, ne yapıyorsunuz, ne yapabiliriz hep birlikte?

Binnaz Toprak: Kadına Karşı Şiddet Yasası’nın çıkışı da bir problemli oldu çünkü uzun süre kadın örgütleriyle bakanlık arasında gitti geldi. Sonunda bir konsensüs oluşup bir metin üzerinde anlaştılar. Kadın örgütlerinin de tam istediği gibi olmadı ama onlar da farkına vardı ki bir takım limitleri var, kabullendiler. Ondan sonra o bizim komisyona tamamen değişmiş halde geldi. Kavga gürültü falan, Fatma Şahin de sözünde durdu o anlaşmalı şekline geri dönüldü. Ama mesela kanun üstüne kadına karşı şiddetten aileyi koruma ve kadına karşı şiddeti önleme yasası oldu. Şimdi siz kadını birey olarak ve hakları olan vatandaş olarak görmek yerine ailenin bir ferdi olarak görürseniz bu şiddeti önleyemezsiniz diye düşünüyorum. Yasalarla da olmuyor, nitekim bu kanun çıktı ve bir takım sorunlarına rağmen büyük ölçüde de ciddi cezalar getirdi. Ama hala patır patır öldürülüyor. Çünkü bu bir mantalite meselesi.

 

Yaprak Özer: Ev içi görevlerini aksatmayan kadın, işini bırakan kadın, namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine helal getirmeyen kadın… Vatandaş kadın yok galiba.

Binnaz Toprak: Bu namus meselesi, bütün bir Akdeniz coğrafyasında var. Zamanında İspanya’da da, İtalya’da da, Yunanistan’da da vardı… Avrupa Birliği’yle büyük ölçüde azaldı. Yok olmamıştır, kadına karşı şiddet her toplumda var ama bizde giderek artıyor. Son bir yıl içinde binde 400, çok korkunç ve artık öyle bir şey oldu ki, bir de vahşi cinayetler. Kafayı kes, kolu kes, çöpe at falan böyle şeyler pek yoktu Türkiye’de. Hoşgörüsüzlük, töre, namus vs. gibi şeylerle mücadele etmek lazım. Etmeden de geçmiyor bu.

 

Yaprak Özer: Araştırmaya döneceğim. Güven duygumuz az bizim. Beni şaşırtan nokta, burada güven duygusu daha az çıkmış. Araştırma yapılan ülkelerin arasında en güvensizlerden biriyiz. Niye biz güven duymuyoruz?

Binnaz Toprak: Bunu genellemek zor gibi geliyor bana. Bir bakkala giriyorsunuz paranız yetmiyor, ziyanı yok sonra ver diyor mesela. Bu Batı ülkesinde düşünülmeyecek bir şey. Orada bir şekilde güven duyduğu için herhalde. Güvenden ne anlaşıldığı kültürel de olabilir. Niye böyleyiz, eğer böyleysek onu da bilmiyorum ama. Sanki biraz bu milletvekili olduktan sonra da bunun farkına vardım diye düşünüyorum, bizde maalesef insanlar çok uzun yıllar belki bu Osmanlı geleneğine kadar gidiyor. Kendi çabalarıyla, kendi eğitimleri, becerileri, liyakatle bir yerlere gelemediği için sürekli olarak bir yerlere gelebilmek için birilerinden yardım bekliyorlar. Yani millet olarak ben girerken beklentim şöyle bir şeydi: Bana insanlar gelecekler, “mahallemizin su sorunu var… Bu bölgenin bu sorunu var…  Türkiye’nin şu sorunu var…”  Hayır, öyle bir şey değil; “…Benim oğlum üniversiteye giremedi, ÖSY’yi kazanamadı ama siz profesörsünüz sokarsınız…” diyorlar. “…Aman benim kızıma iş bulun…”  yani kendi bireysel faydasını düşünüyor.  Şimdi böyle olunca da buna alışmış bir insanlar topluluğunda aslında ben hakkımla, bileğimin gücüyle şuralara gelebilirim denmediği için büyük ölçüde de gerçeğe dayalı bir fikir. “…Aman benim bir arkam olsa, bir milletvekili tanısam, yukarıdan birini tanısam; çocuğuma iş bulabilirim… Bak o buldu, niye, çünkü birilerini tanıyor…” Dolayısıyla da karşısındakine de güven duymuyor yani “O benden değil ki, onun durumu daha iyi” düşüncesi… O iyi duruma gelmek için de kendi çabası değil, tanıdıklar vasıtası gibi…

 

Yaprak Özer: Bir daha akademiye geri döner misiniz?

Binnaz Toprak: Çok uzun yıllar ders verdim tabii 32 yıl Boğaziçi’nde, daha sonra da iki buçuk yıl Bahçeşehir Üniversitesi’ndeydim. Ne yapacağımı düşünmedim. Belki yenilik iyi bir şey. Siyasete devam etmeyeceğimi düşünüyorum, gençlere de yer açmak lazım diye düşünüyorum.

 

Yaprak Özer: Daha yeni girdiniz…

Binnaz Toprak: Yeni girdim olsun, dört yıl kalacağım orada. Daha bir senesi geçti, üç yıl daha oradayım. Çok da şikâyetçiyim anlamı da çıkmasın bundan çünkü hakikaten de bir mücadelenin içinde arkadaşlarınızı seviyorsunuz; okul gibi. Meclis açılmadan önce iki gün toplantı yaptık, okul arkadaşları yine buluştular, okullar açıldı gibi hoş tarafları da var. Belki sivil toplum örgütlerinde çalışırım, bir şeyler yaparım, evde oturmayacağım kesin.

 

Prof. Dr. Binnaz Toprak

CHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili AdayıBinnaz Toprak Hunter College of the City University of New York’tan lisans, City University of New York Graduate Center’dan doktora derecelerini aldı. 1976-2008 arasında aralıksız 32 yıl boyunca Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2008’den siyasete atılana kadar 2 buçuk yıl boyunca Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi ve Bölüm Başkanlığı görevlerini yürüttü. CHP İstanbul Milletvekili olan Toprak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) Başkan vekili…
Ali Çarkoğlu ile birlikte yayınladıkları Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset (TESEV, 2000), Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset (TESEV, 2006), Ersin Kalaycıoğlu ile birlikte yayımladıkları İş Yaşamı, Üst Yönetim ve Siyasette Kadın (TESEV, 2004) başlıklı kitapları var. Son olarak yine Çarkoğlu’yla yaptığı Türkiye’de Öteki Olmak adı altında basılan araştırma büyük yankı uyandırdı ve kamuoyunda tartışılan mahalle baskısı kavramının kökenini oluşturdu.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir