ABD Cornell Üniversitesi psikoloji profesörü David Dunning ile o dönem öğrencisi Justin Kruger, isimleriyle anılan “Dunning-Kruger Etkisi” yaklaşımlarını ortaya koyduklarında pek çoğumuzun hissiyatına, enine boyuna tercüman olabileceklerini hayal etmemişlerdir herhalde. Tartışmalara neden olan çalışmaları, kişilerin yeteneklerini yanlış değerlendirme eğilimi göstermesinden yola çıkıyor. Buna göre, ortalama altında yeteneklere sahip olanlar, yetkinliklerini abartma eğilimi gösterirken, ortalama üzerinde yeteneklere sahip olanlar, ne kadar iyi olduklarının farkına varamıyorlar! Tabii ki herkesi kapsayan bir kural değil fakat sınır tanımayan bir tanı.
Dunning ve Kruger (1999) makalelerinde, incelemelerini dört temel grup üzerinde yoğunlaştırmışlar. En çarpıcı kümeler şüphesiz uçları işgal edenler. Sesi en yüksek çıkanlar genellikle en fazla özgüvene, buna karşın çok az yetkinliğe sahip. Neden cehalete övgüler düzülebileceğini almak için güçlü bir çalışma. Görüşü ortaya koyan Dunning ve Kruger’in canlı örnekleri sağ ya da sol fark etmeksizin siyasetçiler olmuş. Şaşırdık mı? Bilim, ekonomi, dış politika, tıp gibi uzmanlık şartı arayan teknik konularda çok az şey bildikleri halde saatlerce konuşabilmeleri demek bundanmış.
ABD eski başkanlarından Donald Trump, Covid-19 salgınıyla mücadelede halkı hidroksiklorokin kullanmaya yönlendirdiğinde hayrete düşerken, o, “…bence…” diye başlayan cümleler kurmaya devam etmişti. Benzer dışa vurum gösterenlerin her ülkede olduğunu unutmamak gerek. Fikirlerini uzmanmış gibi paylaşanlar özellikle çağın iletişim mucizesi sosyal medyada yaygın. Twitter, Facebook, Reddit gibi platformlarda “gürültü” koparanların çoğunluğunun, bir iki makale okuyarak saptama yapmaktan kaçınmadıklarını ifade eden Dunning ve Kruger’ı haklı çıkaran güncel konular yoğunlukla Covid-19’un patlak vermesiyle bariz bir hal aldı; aşının içinde mikroçip arayanlardan, virüsün 5-G kaynaklı olduğunu iddia edenlere uzanan geniş bir yelpaze… kimileri evrim teorisi üzerine kimileri de ekonominin genel geçer teoremleri üzerine tartışma yaratıyor… Öyle ileri gidenler var ki, jeologlara göre 4,5 milyar yıllık yerküre tarihine inat dünyanın birkaç bin yaşında olduğunu ifade edenlerin sayısı da kabarık. Şaşırıyor muyuz… Sendrom aynı, coğrafyadan coğrafyaya değişiklik gösteren konular.
Ne kadar az bilim o kadar çok güven! Bilimden uzaklaşarak kişisel güven endeksinde tavan yaşayanlar çoğalıp, öğrendikçe bilmediklerini keşfedenlerin içlerindeki boşlukla dibe vurup susmaları yaşamımızı cehenneme çevirdi. Yalan sosu koyulaştıkça ağırlaşan bir yemek yiyoruz. Midemiz “söz gümüşse sükût altındır” gibi deyimleri kaldıramıyor.
Neden bu kadar çok kişi temel bilimlere karşı? Ne yapılabilir? Güveni yeniden tesis etmek zorundayız. Uzman kişilerin bilgilerini anlaşılır şekilde aktarmalarına yardımcı olabilirsek, bilmeden konuşanları susturmak mümkün olabilir bakarsınız. Çözüm önerim doğal olarak uzmanlığımın parçası iletişim. Uzman kişileri konuşmaya teşvik etmek, bildiklerini nasıl anlaşılır ifade edeceklerini öğretmek. Okyanusta “önemli” bir damla!
2021 Edelman Güven Endeksi’ne göz atalım. 21 yıldır yayınlanan endeksin yıllar içinde öne çıkardığı toplumsal konular ilginç bir grafik izliyor. Örneğin 21 yıl önce güven, kar amacı gütmeyen kurumlarda yüksek çıkmış bir sonraki yıl iş dünyasının ünlü liderlerinde ok düşmüş… Birkaç yıl o yukarı bu aşağı gidip gelmiş, sonra güven, bireysel olmaktan kolektif bir olguya dönüşmeye başlamış. Güven Endeksi’ne kurumlar ve gruplar girer olmuş… 2015 yılından itibaren farklı bir eğilim göze çarpıyor; güven deyince “konseptler” karşılık buluyor; eşitsizliklerin büyümesi… gerçek olgusunda kriz… yetkinlik ve etik değerlerde kriz…
Birkaç güne kadar tarih olacak 2021’e geldiğimizde ise yıl “Bilginin İflası” diye adlandırılıyor. Bilgiye duyulan güvensizlik, Dunning-Kruger Sendromu’ndan başka bir şey değil!
Barometreyi dikkatli okuyunca çözüme ilişkin sonuçların önem kazandığını fark ettim. Güven duymuyorum diyenleri saymakla yetinmeyen endeks “neden ve nasıl” adımı atmış; temel güvensizlik sorunlarına çözüm olacak temaları sormuş; sağlık sistemini geliştirmek, yoksullukla mücadele, eğitim standardını ve yaygınlığını artırmak, iklim kriziyle mücadele, yalan haberle savaş, bireysel özgürlükleri artırmak, ekonomik ve sosyal bölünmüşlüğe çare, ayrımcılık ve ırkçılığa karşı duruş… Bu konulara yanıt vermek USD Euro ekseninde koşmaktan belli ki, çok çok daha zor.
Sorunlarımıza da fırsatlarımıza da yetişemediklerini görerek yeni dönemi lider yerine liderlerle hayal ediyorum. Geleceğimizi kolektif düşüncenin şekillendirmesini bekleyenlerdenim. Uzlaşmacı, toplumun farklı kesimlerinin seslerini duyurabilme şansı yarattıkları için koalisyonları özendirmemiz gerektiğine samimiyetle inanıyorum!
Güven Barometresi değişen önceliklerimize de işaret ediyor. Ailem ve ihtiyaçları başlığı tartışmamız en kıymetlisi, onu yakın ara güçlü bir BEN izliyor; “Benim medya okuryazarlığım”, “Benim bilgi okuryazarlığım”, “Benim bilim okuryazarlığım” diyenler belli ki, artık kabak tadı veren Dunning-Kruger sendromu kahramanlarından kurtulmanın yollarını arıyor. Araştırmanın kıymetli bulgularından biri de her 4 kişiden yalnızca birinin bilgi hijyenine sahip olduğu gerçeği. Cehalete övgü devrinde veri bolluğunda bilgi açlığı çekmemizin nedeninin başında bu geliyor.
Güven kolay kazanılmıyor, ama çabuk yitirilebiliyor üstelik tamiri de zor. Güveni kazanmanın temel yolu ise adalet, eşitlik, şeffaflık, samimiyet, bilim… Bir de bilgiyle konuşmak, anlatmak, iletişim kurmak. Bilgiye olan güveni bir daha yıkılmayacak şekilde inşa etmekten başka umut yolu göremiyorum.
Yeni yıl motivasyonumuz da deklarasyonumuz da bilgi, bilim, güven olmalı.