İnsanlık tarihindeki başarı izlerini takip etmek sizlerede heyecan veriyorsa elinizden bırakamadığınız biyografiler vardır mutlaka elinizin altında. İşte bunlardan benim için çok özel olan bazılarını sizinle paylaşmayı arzu ediyorum.
Fanny Lewald
“Bağımsızlığım, aşkımdan sonra en büyük mutluluğumdu.” diyen Fanny Lewald, orta halli bir Alman Yahudi ailesinin en büyük çocuğu. Babaya “efendi” diye hitap edilen bu ailede baba, ağzından çıkan her lafı emir kabul edilen ve sorgulanmayan bir figür. Öyle ki Fanny’nin günlük iş planı dakika dakika babası tarafından belirlenip, ev işleri, örgü işleri, kardeşlerinin derslerinin çalıştırılması, dinlenme ve öğle yemeği anlarına dek yazılıyor. Bu planlı ve sınırlı hayatın kendisi için olmadığını on beş yaşına bastığı zamanlarda hisseden Fanny kitaplarından birinde, “düşüncelerim sihirli bir değnek darbesiyle ev ve aile işlerini aşıp, kendime özgü geleceğe ve uzak bir dünyaya yöneldiler” diyor. Fanny Lewald, 21 yaşında babası tarafından iş gezisine götürülürken aslında bir tanıdıklarının oğlunun beğenmesi için görücüye çıkarıldığını anladığında sevmediği biriyle evlenemeyeceği kararını alıyor ve bundan sonra evde kalmış, istenmeyen, talep görmeyen bir genç kadın ve “daha fazla özgürlük, daha fazla öğrenme” isteğine kimsenin destek olmadığı biri olarak sakin ama ısrarlı mücadelesine devam ediyor. Ta ki yazdığı mektupların elden elde geçip, çoğaltılarak birer edebiyat eseri olarak kabul edildiği zamanlara kadar.
İlk romanı olan Clementine’de aslında kendini anlatır Lewald. Günümüze kadar gelen eserleri arasında Adele (1858), Seyahat Arkadaşları (1858), Kurtarıcı (1845) yer alır. Otuzlu yaşlarında ailesinden (kendi parasını kazandıktan sonra) kopabilir, ancak toplumsal itibarı kaybetmemek için para kazandığını gizlemek zorunda kalır.
Fanny’nin yaşadığı sosyo ekonomik kültürel zeminde, 1800’lerin Almanya’sında, okullarda beden eğitimi derslerine sadece erkek çocuklar girebilirken, kadınların yalnız gezmeleri hoş karşılanmaz. Berlin’de bir hayvanat bahçesi açılır ancak kadınların yalnız gitmesi yine kabul edilmez. İlk otobüsler çalışmaya başlar ama kadınlar yine tek başına otobüse binemez. 1800’lerin üçüncü çeyreğinde ancak Berlin’deki kız okullarında beden eğitimi derslerine izin verilir.
Florance Nightingale
“Yardım etmek isteyen kişi duygusal bir hayalperest olmamalı” diyen Florance Nightingale yani kısa adıyla Flo, her istediği önüne fazlasıyla sunulan, çok iyi eğitilmiş, ideal bir hanımefendi olarak hayatına devam edebilecekken, dört kere “Tanrının kendisini göreve çağırdığını” kulağına fısıldandığını yazar anılarında ve bu çağrıları izleyen tam sekiz sıkıntılı yılın sonunda görevin aslında ne olduğunu anlar. Soylu bir ailenin kızının hayırseverlikle, karga deliklerinden (yoksul kenar mahalleleri) gelen zavallı kolera hastalarının arasında ne işi olduğunu hiçbir zaman anlayamayacak anne babasının engellemeleriyle uzun süre mücadele eder. Çok iyi bir evlenme teklifini reddeder ve giderek şiddetlenen evdeki kavgalardan sonra 30’lu yaşlarında evden ayrılır. Hemşirelik enstitüsünde bir yıl süren eğitimi sırasında işin zorluğunu ve hemşireliğin ne koşullarda yapıldığını öğrenir. Islah edilmesi gereken bir hasta bakımı olmalıdır ona göre. “Kendi kaderimi kendim belirleyeceğim” der ve hemşire yetiştirme eğitimlerinin değişmesi gerektiği fikirleriyle ortalığı karıştırır. Sınıf ve mezhep ayrımı yapmadan her kadına en iyi eğitimi vermeyi ilke edinen Flo İstanbul’dan Kırım’a en zorlu savaş koşullarında bugüne dek adını bir melek olarak tarihe yazdırır.
Rosa Luxemburg
“İnsan, iki ucundan yanan bir mum gibi olmalı.” diyen Rosa Luxemburg çocukluğundan beri otoriteye karşı muhalif tavrı yüzünden öğretmenleriyle ve yasakladığı halde erken uyanıp yataktan çıktığı için babasıyla sorun yaşayan bir kız çocuğudur. Arka planda 1815’de parçalanmış bir Polonya vardır ve Rusya Litvanya’yı, Polonya’yı almıştır. Sadece Rusça konuşmak zorunda olunan bir okulda Lehçe de konuştuğu için müdüre bildirilen bir Polonyalı Yahudi olan Rosa, diğer öğrencilerden daha fazla Çar’ın kurallarına boyun eğmek zorundadır. Yüksekokula gidebilme şansını yakalar ve eğitim hayatı boyunca hep çok başarılı olur. “Kızıl Rosa” lakabını alarak Çarlık Rusya’sına karşı özgürlük mücadelesinin adımlarını atmaya başlar ve yıldırmanın arttığı zamanlarda ülkesini terk etmek zorunda kalır. Yorumlamadan,analiz etmeden bir şeyi kolay kolay kabul etmeyen Rosa, Marksist öğretiye de kuşkulu yaklaşır ve onu ekonomi ve kamu hukuku eğitimiyle sorgular. Rosa’nın sosyalist hareket içinde bir kadın olarak görev alması da eleştirilir ve bu davanın bir kadın tarafından yürütülemeyeceği hatırlatılır kendisine sık sık. Dünya tarihine geçen, iyi bir hatip, iyi bir teorisyen ve aktivist olan Rosa, “kadın özgürlüğü” nün simgesi olur dünyada. “Ulusal Ekonomiye Giriş ve Sermaye birikimi” adlı önemli iki eser yazar. Roza, Almanya’da devrim rüzgârlarının estiği günlerde Berlin’de imparatorluk askerleri tarafından öldürülür. Cesedi aylar sonra bir hayvanat bahçesi kanalında bulunur.
Cinayetten 55 yıl sonra Rosa’nın fotoğrafları Federal Almanya’da hatıra pullarında, ülkenin büyük insanlarının arasında yer alıyor, yaşıyor, bizlere zarfların üstünden gülümsüyor.
Virginia Woolf
“Bir kadının parası ve kendisine ait bir odası olmalı” diyen Virginia Woolf, üvey erkek kardeşleri tarafından cinsel tacize uğradığı genç kızlığı döneminde annesinin ve babasının ölümüyle yalnız dünyasında iyice tek başına kalır. Virginia, diğer kadınlar gibi olmadığı için çevresi tarafından sürekli dışlanır, aşağılanır ve bu durum onu giderek daha çok kendi içine kapanmaya iter. Sık sıkgönderildiği (yarı baygın ve çıplak, uyuşturulmuş halde yatan hastalarla dolu)istirahat odasında geçirdiği kitapsız, arkadaşsız, yapayalnız zamanlarının ağırlığı altında giderek ezilir. Doktoru ve kocasının söz verip de tutmayacaklarına inandığı bir istirahat odası sürgünü öncesinde kendisini suya bırakır, intihar eder.
“Kendine mahsus bir oda”, “Mrs. Dolloway” gibi unutulmaz eserleri yazan Virginia Woolf, “Eğer bir kadın hayal ürünü şeyler yazmak istiyorsa kendisine ait bir odası ve de parası olmalıdır” der ve ekler “Kadınlar, milyonlarca yıldan beri evde oturuyorlar. Öyle ki yaratıcı güçlerini zamanla duvarlar emiyor.”
Özel bir yaratıcı zekânın, daha üretecek nice eseri olabilecekken engellenerek zorlayıcı ve hastalıkla dolu bir hayata hapsedilmesi Woolf’un portresinde karşımıza çıkıyor.
Coco Chanel
Ve Coco Chanel, Avrupalı kadınların giyim tarzını değiştiren, beyaz tenin soyluluk simgesi olduğu zamanlarda bronz tenle gezmeye başlayarak yanık ten modasını yaratan kadın. Özgün kimliğini oluşturana dek geçirdiği parasız ve zor zamanlar, tıpkı metres olmaktan başka çaresi olmayan diğer parasız ve seçeneksiz kadınlar gibi yaşamak zorunda kalan, ancak kendine güveniyle, aklının ve kalbinin sesini dinlemeyi hiç bırakmadan yola devam eder. Bir zamanlar yüzüne bakmayanları -kendi deyimiyle- kapısında kuyruğa dizerek adını tarihe yazdırır. Dünyanın pek çok yerinde lüks tüketimin simgesi olan Chanel’in, Gabrielle’likten “Coco Chanel” oluşuna dek mücadeleli bir hayat öyküsü olduğunun kaç Chanel kullanıcısı farkındadır dersiniz?
Bu öncüler, son 200 yıllık bir sürecin içinde yer alan, tarihteki önemli kadınlardan sadece birkaçı. İki yüz yıl geçmiş olmasına rağmen kadınların hala sokakta tek başına gezemediği, hala okula gönderilemediği, aile içinde şiddete ve cinsel tacize maruz kaldığı, yazabilmek, dikebilmek, üretebilmek için hayatını riske attığı, para kazanmasının hala ayıp ya da günah kabul edildiği, sevdiği insanla özgürce beraber olamadığı hayatlar yaşanıyor dünyanın her yanında.
Hitler’in 3K’sında olduğu gibi…
Hitler kadınlara Kirche (Kilise) , Küche (Mutfak), ve Kinder (Çocuk)‘i uygun görmüş zamanında. Bu bakış açısı sadece faşist yönetim modellerinde değil, kadının kutsal, geleneksel ve toplumsal değer yargıları tarafından sınırlandırılarak yaşamasını benimseyen maço kültürlerde hala devam ediyor.
İki yüzyıl sonra kadınlar dünyada ya da uzayın başka yaşam merkezlerinde birileriyle hangi konularda mücadele edecekler sizce?
Yanıtlarınız için ilham verir belki. Norgard Kohlhagen’in Varlık Yayınlarından çıkan “Dünyayı Değiştiren Kadınlar” kitabını okumanızı içtenlikle öneririm. Hiçbir mücadelenin boşuna verilmediğini anlayacaksınız.
İçerik Fabrikası – Çağlar Çabuk