Dünyayı Mars’laştırıp, Mars’a Kaçmak

Erdem Vardar, Yuva Derneği kurucu direktörü. Yuva Derneği bütüncül ve sürdürülebilir yaşamı mümkün kılmak için farklı temaları bir arada ele alarak sorunlara doğa – insan açısından yaklaşan bir dernek. Benim “Ekolojik Okur Yazarlık” başlıklı çalışmaları özellikle dikkat çekti. Dernek 2015’ten beri Avrupa Yetişkin Eğitimi Birliği üyesi.

Yuva Derneği’ni  www.yuva.org.tr’den inceleyebilirsiniz. Nefesleri tükeneceğe benzemiyor ama çabalarının da desteğe ihtiyacı var. Yerküre hepimizin ve burada sağlıklı dingin güzel ve sonuç olarak mutlu yaşamak hepimizin hakkı.  Farkındalığı daha fazla bireye ve kuruma yaymalıyız.

Eğitim şart! Espri konumuza ters köşe yapalım lütfen. Matematik, sosyal bilgiler, coğrafya ve diğerleri gibi standart eğitime hepimizin ihtiyacı var şüphesiz, bu eğitime +1 yapalım. Ekoloji. Ekolojik okur yazarlık en az finansal okur yazarlık kadar önemli. En az ABC alfabe okuryazarlığı kadar kritik. En az edebiyat sanat okuryazarlığı kadar keyifli.

Örneğin finansal okuryazar olarak cebimizi korurken, ekolojik okur yazarlıkla içtiğiniz su, ürettiğiniz toprak, soluduğunuz hava için yani yaşayabilmek için eğitim şart. Yoksa Mars’a kaçmak ancak 3 – 5 kişiye nasip olacak… Espri değil, Mars turları bu gezegenin yaşanamaz hale gelmesi halinde alınacak önlem olarak düşünceleri süslemiyor mu?…

Ne garip şu insanoğlu değil mi…

 

Yaprak Özer: Ekolojik okuryazarlık ne demektir. Yuva Derneği ne yapar? Biz bugün neler öğreneceğiz.

Erdem Vardar: Yuva Derneği bütüncül olarak insan hakları, çevre yoksulluk kavramlarını bir arada ele almaya çalışıyor. Bunu da daha çok eğitim aracını kullanarak yapmaya çalışıyor. Yuva Derneği’nin kurucuları olarak bizler, başka sivil toplum kuruluşlarında daha önce senelerce çalışmış insanlarız. Gördüğümüz önemli bir ihtiyaç var; özellikle çevre, insan hakları vs konusunda birçok kampanya görüyoruz. Medyada görüyoruz çeşitli sivil toplum kuruluşları bazen devletin yaptığı işlerde görüyoruz, kamu spotlarıyla dikkatimizi çekiyor. Bunların hepsi tek bir konuda bizi bilinçlendirmeye bazen de harekete geçmeye teşvik eden şeyler. Bize bütüncül bir dünya görüşü vermiyorlar. O mecrada iletişim araçlarına maruz kalıp o konuda bilgileniyorsunuz ve bir şeyler yapmak istiyorsunuz diğer konularda fikriniz olmuyor ve sınırlı bir duyarlılık sergiliyorsunuz.

 

Yaprak Özer: Kendinize mi o iğneyi batırmış oluyorsunuz yoksa bize mi?

Erdem Vardar: Bu iki taraflı bir şey; buna eğitim sistemimizi eleştirdiğimiz bir durum diyebiliriz. Çünkü bizim örgün eğitimimizde yani okullarda çevreyle ilgili ya da insan haklarıyla ilgili eğitimler genelde ezbere dayalı ve akılda kalmayan davranış değişikliğine bizi götürmüyor. Ezbere bildiğimiz biyoloji derslerinde bir şeyler var ama özellikle de bizim neslimiz ve ondan önceki jenerasyonda davranışlarda bunu görmüyorsunuz. Bireyler böyle bir bilinci taşımıyor.

 

Yaprak Özer: Eğitimi alsa da bunu davranışlarına yansıtamayabiliyor. Bütüncül olmadığı için mi diyorsunuz?

Erdem Vardar: Hem bütüncül olmadığı için hem de çok fazla ezbere ve sınavlara dayalı olduğu için. Aslında insanlar mecburen öğrendikleri bir eğitimin içindeler halbuki bizim verdiğimiz eğitimlere insanlar gönüllü olarak geliyorlar. Yani öğrenmek isteyen insanlara bir şey verdiğinizde ve bunu interaktif kurguladığınızda, öğrenme ve eğlenmeyi bir arada yapabildiğinizde öğrenmeye ve davranış değişikliğine daha açık olduğunu görüyoruz.

 

Yaprak Özer: Yönteminiz mi var, ne ve nasıl yapıyorsunuz?

Erdem Vardar: Evet. Biz yaygın yöntemleri kullanıyoruz, akran eğitimi de buna dahil olmak üzere. Sıradan insanları eğitmen haline getiriyoruz. Bir uzman kullanmadan insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Böylece aslında kendi bilgimizi başkasına aktarmanın yollarını insanlara veriyoruz. O da nedir; gönüllü eğitmenler yetiştiriyoruz.

 

Yaprak Özer: Yani bu bir anne, muhtar olabilir, öğretmen olabilir bir genç bir çocuk olabilir.

Erdem Vardar: Üniversite öğrencisi hiç fark etmez.

 

Yaprak Özer: Bu güzel bir şey bence eminim siz ve sizin gibi başka örnekler de bunu kullanıyordur. Takıldığım konu, ekolojiyi, insan haklarıyla ondan sonra yoksullukla atladığım başka bir şey yoksa üç temayla evlendiriyorsunuz. Cümlelerinizde bir arada geçiyorlar. Neden? Kafa karışmıyor mu ya da ne faydası var?

Erdem Vardar: Biz bunu şöyle basit şekilde alıyoruz; şu andaki sıcak gündemlerden biri iklim değişikliği. Şimdi iklim değişikliğini sadece bir çevre sorunu olarak ele almak işi basitleştirici hale getiriyor. Çünkü işin insan hakları ve yoksullukla ilgili bölümleri var. Yani kuraklığın artması, sellerin artması özellikle toplumların yoksul kesimlerinde daha fazla yoksulluğa ve açlığa sebep olabiliyor. Bu insanlar göç ederek başka toplumlarda yeni problemlere yol açabiliyorlar.  Gelişmiş ülkelerin çevreyi – havayı kirletmesiyle oluşan temel olarak bir çevre sorunu olsa da küresel olduğu için bir insan hakları ihlali haline geliyor. Okyanuslardaki ada devletlerinde yaşayanlar iklim değişikliğine sebep olmuyorlar. Sonuçta suların yükselmesiyle ülkelerini tamamen kaybedecek olan insanlar da onlar. Yeni nesil kavramlar hayatımıza giriyor bir tanesi “insan güvenliği” deniyor. Yani insan haklarıyla çevrenin bu kadar iç içe girdiği konulara insan güvenliği şeklinde bir isim veriliyor. Bizim gibi bunun içerisine yoksulluğu da kattığınızda “insani gelişim” gibi, “sürdürülebilir insani gelişim” gibi kavramlar ortaya çıkıyor.

 

Yaprak Özer: Yoksulluk nasıl etki ediyor ekolojiye? Yani yoksul bir ferdin ekolojiye yaklaşımını mı anlamam lazım yoksa yoksulluk yüzünden ekoloji göz ardı mı ediliyor? Neresinden tutuyorsunuz?

Erdem Vardar: Yoksullukla çevre ve ekoloji arasında aslında iki taraflı bir ilişki var. Çevrenin bozulması yüzünden insanların yoksullaşması da söz konusu ya da insanlara yeterli geçim kaynakları sağlanmadığı için o insanların kendi çevrelerini ve doğalarını tahrip etmesi de söz konusu. Bunu ortadan kaldırmak için mutlaka insanlara asgari düzeyde geçim kaynağı ya da yaşam standardı sunabilmemiz gerektiğini ve ürettiğimiz projelerin mutlaka bunu da içermesi gerektiğini düşünüyoruz. Çok basitinden örnek vermek gerekirse bir sulak alan düşünün. Bizim daha önce bataklık diye kuruttuğumuz sulak alanlar aslında dünyanın bio çeşitlilik açısından zenginliği en yüksek alanları… Bu bölgeleri kurutarak tarım alanı haline getirmek yaygın. Ya da etraftaki kuşların ve pek çok canlının ürediği sazlık türü yerleri ortadan kaldırarak mera haline getirmek tarım yapmak ya da inşaat yapmak…

 

Yaprak Özer: Sanki biraz aç gözlülükten söz ediyoruz. Bu bambaşka bir noktaya gidiyor.

Erdem Vardar: Bu tabii nereden baktığınızla alakalı. Yoksulluk meselesi yani açlık sınırının altında yaşıyorsanız ona tabii ki aç gözlülük diyemiyoruz ama eğer sizin zaten bir araziniz var ya da yaşamınızı belli standartlarda götürüyorsunuz ve ekstra bir şey yapmak istiyorsunuz o artık aç gözlülükle ilgili. Ekolojik okuryazarlık içerisinde vermek istediğimiz şeyler, hedef kitlemiz daha çok belli düzeyde geliri olan insanlar.

 

Yaprak Özer: Okur yazarlık deyince ne anlayacağız?

Erdem Vardar: Okuryazarlık aslında bu tarz eğitimlerin temel düzeyde verildiği nokta. Nasıl biz okula gittiğimizde ilk öğretilen alfabe vs. Daha sonra matematik – fen bilgisi gibi ileri bilgiler veriliyor, bu da onun gibi… Ekolojinin abc’sini herkese yaymakla ilgili bir derdimiz var.

 

Yaprak Özer: Ekolojiye giriş dersi gibi bir 5 dakikada ne anlatırsınız ve mesela okuryazar hale gelmem için bilmediğim neleri öğrenmeliyim ya da yanlış bildiğim neleri silmeliyim?

Erdem Vardar: Burada dünyanın ısındığından başlıyoruz. Üzerinde yaşadığımız bu kaya parçasında yaşam nasıl ortaya çıktı. Biz nasıl bir noktaya çıktık ve şu anda da bu yaşam döngüleriyle, mucizesiyle nasıl devam ediyor ve birey olarak bunun içerisinde nasıl rol oynuyoruz. Bunları anlatırdım size bir 5 dakika içerisinde. İki tam günde ya da en az bir gün istiyoruz.

 

Yaprak Özer: Oynadığımız rolde neler öğrenmeliyiz?

Erdem Vardar: Birey olarak evde – ofiste yapabileceğiniz şeyleri öğrenmemiz lazım. En başta bu yaşam mucizesi denilen şeyi nasıl ayakta tutuyoruz? Bunlara yaşam destek sistemleri diyebilirsiniz. Biz aslında bir uzay gemisinde ya da bir deniz altında da yaşıyor olabilirdik. Oradaki yaşamı mümkün kılan nedir, teknoloji ile üretilmiş bir sistem. Size oksijenli temiz hava sağlıyor. Başka bir sistem ürettiğiniz kirli suyu içilebilir su haline getiriyor bu şekilde uzay gemisinde ya da deniz altında yaşayabilirsiniz. Başka türlü yaşama şansınız yok aslında dünya denilen gezegen, evrende bilebildiğimiz yaşama uygun şartların olduğu yerkürede yaşam destek sistemleri var. Bunlar su döngüsü, karbon döngüsü, fosfat azot döngüsü gibi doğanın milyonlarca yıllık gelişimi için oluşmuş sistemler.

 

Yaprak Özer: “Bozmayın” diyorsunuz bunları?

Erdem Vardar: Aynen öyle biz bu sistemlerin ne olduğunu bilmezsek bunlara nasıl etki ettiğimizi bilmezsek geri dönülemez bir hale getirebiliriz.

 

Yaprak Özer: Bunların bitmeyeceğini sanarak…

Erdem Vardar: Aynen öyle en büyük yanılgılarımızdan bir tanesi bu. Ürkütücü olsun diye söylemiyorum…

 

Yaprak Özer: Söyleyin, ürkelim!

Erdem Vardar: Mars’a gitmeyi düşünüyoruz. Mars’ta yaşam izi arıyoruz ve Mars’ta en azından su bulunduğuna dair çok net kanıtlar var. Suyun olduğu yerde daha önce basit bir yaşam olma ihtimali yüksek. Mars’ta şu anda hiçbir şey, hiçbir canlı yok. Üzerinde tek bir ot bile yok. Şimdi dünya gezegeninin bu noktaya gelemeyeceğini düşünmek iyimserlik. Çünkü dünya gezegeninde mümkün kılan şeyde son birkaç yüz milyon yılda gerçekleşti. Ondan öncesinde aslında oksijen yoğun bir dünya bile yoktu. Yani yaşamı etkileyecek bir şey yoktu. Aynı şeyin dünyaya o dönüşümde hele ki etkilerimizle hızlandırılmış şekilde olmayacağını Mars gibi bir gezegene dönüşmeyeceğini bilmiyoruz. Doğal olarak olacaksa buna müdahale şansımız yok ama en azından kendi bindiğimiz dalı kesmeyelim. Derdimiz bu.

 

Yaprak Özer: Türkiye’nin DNA’sını ortaya koyan araştırmalar bütünü yayınlandı. Nasıl bir DNA’mız varsa, çevre ile ilişkimiz zayıf. Çöp derdimiz var. Çöp içinde yaşıyor, çöpü ıslah etmiyoruz. Ayrıştırma nedir bilmiyoruz… İşin abc’sine dönersek ofiste ve evde ne yapmalı?

Erdem Vardar: Şimdi bir kere işin başına gelirsek, yeniden kullanamayacağımız malzemeleri hayatımızdan çıkartmaya çalışmamız gerekiyor. Mesela tek kullanımlık olarak ne kullanıyoruz?… Şu anda çok gündemde olan naylon poşetler. Yani onları atıyoruz birçoğu geri dönüşüme katılmıyor. Katılsa bile aslında çok gereksiz şekilde onu tekrar üretmek için bir sürü enerji ve su harcanıyor. Plastik su şişeleri mesela bunları hayatımızdan çıkartmaya çalışmamız lazım çünkü matara taşıyabiliriz, suyu taşımak aslında o kadar zor değil hani bunların çoğu da en azından benim yaşam dönemimde zaten hayatımızda neredeyse olmayan şeylerden. Depozitolu olarak içeceklerimizi tüketmek. Son derece basit yapabileceğimiz şeyler bu gözle bakarsak…  Bugün aldığım şeyin hangi kısımlarını çöpe atıyorum. Çöpe gitmeyecek şekilde ne alabilirim. Tabii ki meyve sebze gibi şeylerden söz etmiyorum. Tabii ki onların da geri dönüşümünü sağlayabiliriz. Türkiye için o şu anda bir ileri adım gibi gözüküyor ama bunların haricindeki malzemeleri defalarca kullanmış ve hurdaya çıkartmış olmamız lazım ki gerçekten çöpe ve sonra da geri dönüşüme katılsın. Bu gözle bakmamız lazım.

 

Yaprak Özer: Benden ne şekilde daha farklı yaşıyorsunuz acaba? Nasıl bir yaşamınız var?

Erdem Vardar: Bu söylediğiniz şeylerin hemen hemen hepsine dikkat ederek yaşamaya çalışıyorum bu da nedir; daha az ambalajlı gıdalar satın almaya çalışıyorum. Hiçbir şekilde plastik şişede su taşımıyorum gittiğim yerde bana karton bardakta ya da plastik bardakta herhangi bir şey ikram edildiğinde “hayır teşekkürler” diyorum.

 

Yaprak Özer: Diyor musunuz gerçekten?

Erdem Vardar: Aynen eğer ihtiyacım varsa zaten çantamda ya da yanımda küçük bir bardak vs kupa taşıyorum.

 

Yaprak Özer: Size cam bardakta ikram ettim, başka türlü vermiş olsaydım kupanızı mı çıkartacaktınız?

Erdem Vardar: Şu an yanımda yok o zaman içmeyecektim bunu neden yapacaktım tabii ki birçok yerde saygısızlık gibi gözükebilir ancak amacım size o mesajı vermek. Aslında bazen insanlar ısrarcı da olabiliyorlar ama önemli olan o mesajı vermeniz. Toplu taşımayı kullanıyorum. İşimi ve kendi yaşamımı birbirine yakın konumlandırmaya çalışarak arabaya ya da başka bir şeye ihtiyaç duymadan gitmeye çalışıyorum. Araba tarzı bir şeye ihtiyacınız varsa bunu çok daha verimli araçlardan, büyük motorlu şeylerden değil az benzin tüketen ki, gaz benzine göre daha az sera gazı emisyonuna neden oluyor, seçebilirsiniz. Hibrit araçlar henüz yeni ve pahalı ama tercihlerimizi böyle şekillendirebiliriz.

 

Yaprak Özer: Tükettiğimiz giyim kuşamın yeniden dönüştürülebilecek hale gelmesi fantastik mi yoksa olabilecek şeyler mi?

Erdem Vardar: Temel olarak aslında ne kadar uzun kullanabilirseniz o kadar iyi ama özellikle daha dayanıklı malzemeden yani çevreye zarar vermeden dayanıklı üretilmiş olanları destekliyoruz. Ne yapabilirsiniz ikinci el olarak başka bir yere verebilir gene başkasından yenisini değil de ikinci elini alabilirsiniz. Sürekli ürettirmeyi ve tüketimi azaltacak bir yol. Sizin dediğiniz tarzda Avrupa’da dünyada bunun örnekleri çok; bunlar sadece bir çevrecilik olsun diye yapılan değil bildiğiniz normal olarak para kazanılan şeyler giyim ve diğer düzenlemeler. Bizde toplumsal olarak gelişmiş olan tanıdığımıza, eşimize ya da ihtiyacı olan birine verme alışkanlığı oluyor. Yani bunun haricinde veremediklerinizi de alacak, hatta üzerine size belki para verecek kurumlar var.

 

Yaprak Özer: Kurumlara geçelim ama önce bireylerin okuryazarlığında 1-10 arasında karneleri ne olur?

Erdem Vardar: Türkiye’de karne olarak baktığınızda çok düşük. Bireyler dediğimizde  dünyaya paralel bir çevre farkındalığı var. Ama en büyük problem değerle eylem arasındaki büyük fark.

 

Yaprak Özer: Çevreciyim ama hayatıma yansıtmıyorum.

Erdem Vardar: Evet sokakta da birçok insanla konuşsanız, iklim değişikliği konusunda mesela Türkiye’deki toplum dünyadaki en duyarlı toplumlardan bir tanesi. Anketler bunu gösteriyor.

 

Yaprak Özer: Peki buna karşın nasıl yaşıyor?

Erdem Vardar: Buna karşın hayat tarzlarımızda aslında hemen hemen hiçbir değişiklik yapmıyoruz. Şimdi bu karneye bu açıdan bakarsanız hem dünyada ama özellikle Türkiye’de çok düşük. Aslında belli konularda dediğim gibi sokakta insanlarla konuşsanız kimse etrafa çöp atılmasını istemez. İşte önlerinde çöp dağları olsun istemez. Ama kendi hayatında neler yapıyorlar…

 

Yaprak Özer: Ben yaptım ne fark edecek?

Erdem Vardar: İkincisi de davranışın içselleşmesi ve hani alışkanlık haline gelmesi meselesi.

 

Yaprak Özer: Dönüştürebildiğimiz kitleler kadın mı erkek mi, yaşlı mı çocuk mu?…  

Erdem Vardar: Şimdiye kadar bizim özellikle ekolojik okuryazarlık eğitimimizin esas hedef kitlesi bir üniversite öğrencileri oldu, ikincisi de orta ve üst gelir segmentindeki gençler ve yetişkinler oldu. Onlar hakkında konuşabilirim. Buna da evet kadınların ilişkisi erkeklere göre daha fazla. Bu net olarak söylenebilir. Üniversiteli gençlerdeki değişim oranının diğer gruplara göre daha yüksek olduğu söylenebilir. Ancak her kesimin kesinlikle en azından bu tarz eğitimlere bu tarz temaslardan sonra belli düzeyde değiştiğini gözlemliyoruz. Ha bu şu anda tabii ki etrafımızda ne kadar artarsa o kadar iyi ya da dünyayı kurtaracak noktaya gelmiş değiliz ancak şu da bizim için çok önemli; özellikle gençler açısından baktığınızda ya da bugünün karar alıcıları yani şirketler ya da diğer kullanıcıları derseniz bunların aldığı makro kararlara ya da ileride karar alacak noktaya geldiklerinde öğrendiklerindeki soru işareti bile çok büyük etki yaratabilir. Türkiye’de çok gecikmiş olan naylon poşetlerin ücretlendirilmesi olayı bile eminim ki böyle bir yerde duyulmuş edinilmiş bir şeyin Türkiye’de uygulaması. Demek ki o karar alıcı böyle bir şeye maruz kalmış… şu anda pozitif etkisini de görüyorsunuz. Bunun gibi yani bizim yaptığımız bilinçlendirme ya da işte harekete geçirmenin ötesinde aynı zamanda makro yapılması gereken şeyler de var.

 

Yaprak Özer: Ne kadar kişiye ulaşıyorsunuz?

Erdem Vardar: Üç bin kişilik bir sayıya ulaştık. Öğreticileri yetiştiriyoruz saydığımız şeyler tabii bizim kendi gönüllü eğitmenlerimizin yaygınlaştırarak yaptığı toplam sayı.

 

Yaprak Özer: 3 bin, nüfusun içerisindeki payı düşük.

Erdem Vardar: Yüksek değil diyebilirsiniz ama bizim amacımız bunu gençlere aktarmak, örgün eğitimin müfredatına girmesi, okullarla, karar alıcılarla çalışmak. Kurumlarla da çalışıyoruz. Çalışanları için eğitim isteyen kurumlar oluyor onlara seminer programları kurguluyoruz. Karar alıcı – yönetici pozisyonundaki insanların bunları duymaya ihtiyacı var.  Bir sosyal sorumluluk, çevrecilik yani tırnak içerisinde kardan vazgeçilerek yapılacak bir şey olduğunu düşünmüyorum.

 

Yaprak Özer: Bıçağın kemiğe dayandığı bir yer.

Erdem Vardar: Toplumda da gittikçe artan bir durum var o yüzden de aslında bu kararları vermek her zaman çıkarlarına ters değil kurumların. Tersine bundan sonra büyük ihtimalle orta vadede ancak bu kurumların hayatta kalabileceğini düşünüyorum.

Söyleşiyi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir