Siyasi literatürün son dönem popüler kavramı: Eksen Kayması. Ne ifade ediyor diyecek olursanız, herkes için farklı bir şey ifade ettiğini anlıyorum.
Eksen nedir? Kimin ekseni vardır? Eksen bireylerde şirketlerde, ülke ve yönetimlerde, küresel ekonomide ne ifade eder ve kayarsa nasıl kayar, nereye kayar?..
“Türkiye’nin ekseni kayıyor” diyorlar. Ne dediklerini algılamasam bu eksenin yoksulluk, yolsuzluk, yoksunluğa doğru kaydığını söyleyebilirim. Diğerlerinin söylemeye çalıştığı ise Türkiye’nin laik batılı çizgiden islamcı ve doğu çizgisine kayıyor olması. Türkiye’nin ekseninin kayması herkesi pek şaşırtıyor gibi duruyor. Demeçler bu yönde. Ben de şaşıranlara şaşırıyorum. Sistemli ve uzun dönemli bir çalışmanın neticesi değil mi bu?
Eksen kayması şu sıralar yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da tartışılıyor. Sanırım küresel anlamda eksen kaymasıyla yerel eksen kayması birbirinin içine giriyor. Dünyanın ekseni kayıyor dediklerinde anlatılmak istenen özetle Batı’da ekonomik toparlanma yaşanmadığı ya da yavaş gerçekleştiği için, ekonomik krizden etkilenmemiş ya da az etkilenmiş Doğu’nun, özellikle Çin ve Hindistan’ın liderliğinde yükselişte olmasını anlıyoruz. İşin ve aşın Doğu’ya hareketi. Buna da şaşmamak gerek. Krizden önce Batı’dan Doğu’ya istemli, sistemli bir iş dolayısıyla aş kayması yok muydu? ABD başta olmak üzere çok gelişmiş Batılı ekonomiler pek çok işlerini, daha az katmadeğer üretiyor ve maliyet yaratıyor diye kendi elleriyle Doğu’ya taşımıyorlar mıydı?
Bakmayın benim inanmıyormuş gibi göründüğüme. Sevdim bu eksen kayma ile ifade edilen belirsiz durumu. Çünkü çevreme baktığım her şeyde bir eksen kayması görüyorum. Tabii bence…
Türkiye’de ekseni kaymayan yok. Doğu’da ve her an her yere sıçrayacakmış gibi duran terör… Her gün yitirdiğimiz genç bir kuşak… Dağda yitirmezsek sokakta pisipisine yitirdiğimiz canlar. Namus belasına, yan baktığı için, düz baktığı için, bakmadığı için kesilen, doğranan, vurulan insanlar…
Anne babaların ekseni kaydı. Yurt genelinde gittiğiniz her mezarlıkta bir Türk bayrağı dalgalanıyor. O bayrağın altında bilin ki bir şehit yatıyor. Bilin ki, o şehit bir delikanlı.
Çocukların ekseni kayıyor… Sınanmak üzere sınava giriyorlar. Sonra sınavları, sınavdaki soruları iptal oluyor. Sınanıyorlar, başarıyla geçiyorlar, hayatta başarılı olamıyorlar. Sınanıyorlar, başarılı olamıyorlar hayatta her yere geçiyorlar. Onlar bile anlamıyor durumu, birisi çıkıyor; “başka Türkiye yok diyor”.
Şirketlerin ekseni kayıyor çünkü eski hızlı iş ve tatlı karlar yerini farklı niş işler ve zor elde edilen kazanca bırakıyor. Neyi niye yaptıklarını sorguluyorlar. Eskiden “üret satarsın, tüketicidir alıktır alır” diyorlardı, artık “kimin için üretiyorum, benden ne istiyor“ diye düşünmek zorunda kalıyorlar.
Eksenimiz kaydı çünkü teknoloji gelişti. Her şey daha şeffaf. Gelin görün ki, teknoloji bizi refaha götüreceğine, başka eksenlere kaydırdı. Şeffaflığı deşifre etmek, ele güne rezil etmek diye algıladık. Kadın kocasını, koca karısını, işyeri elemanını eleman yöneticisini, arkadaş arkadaşı sürekli deşifre ediyor. Adına saydamlık, seffaflık, samimiyet diyorlar. Hepsini baş harfi “s” ama şakülün kaydı dersek s’den ş’ye kısa bir geçiş yaparız.
Ben geçtiğimiz günlerde birkaç eksen kayma konferansına gittim. Eksenim kaymadı, ama yararlandım. Sizinle paylaşmak istiyorum:
SIEMENS; HÜSEYİN GELİS
Siemens’in Türkiye CEO’su Hüseyin Gelis, Yale Üniversitesi’nin Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi bağlamında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlediği bir konferansta konuştu. Ben etkilendim de salon boş, dinleyen çok az olduğu için etkilenen az oldu. Nasıl olur da bir üniversite kampüsünde düzenlenen konferansa dinleyecek hiç kimse bulunmaz… Anlamam!
Hüseyin Gelis ne anlattı? Siemens’in dünya çapında yaşadığı krizi anlattı. Biliyorsunuz bu dev firma küresel ekonomik krizin yanı sıra dünya çapında rüşvet skandalıyla boğuşuyor. Gelis, “Önce şok sonra inkar” yaşadık diye sözlerine başladı. “Siemens çalışanlarını, Siemens’de kötü bir şey olduğuna inandırmak çok zor oldu” dedi.
Gelis’in anlattığına göre yaptıkları en önemli şey “compliance” çalışmaları. Compliance Türkçede mevzuata uyum olarak kullanılıyor. Ben kurumsal yönetim ilkelerine uyum olarak değiştirdim, daha iyi anlayabiliyorum.
Siemens’de artık bir de “Compliance Officer” pozisyonu var. Tüm Siemenslerde tam zamanlı 600 adet yönetim/mevzuat uyum yöneticisi istihdam ediliyor. Önceleri anlaşılmamışlar, adı gibi kendisi de zor bir pozisyon. Bir polis gibi görülmüşler. Ne yapar diye düşünecek olursanız, görevleri çalışanları eğitmek. Kurumsal/mevzuat ne gerektiriyor, ne yapılmalı nasıl çalışılmalı, doğru ve eğri nerede başlayıp bitiyor konusunda bilgilendirmek.
Ekseni düzeltirken örnek bir yönetim çalışması.
FINANCIAL TIMES; MARTIN WOLF
FT yazarı ve baş ekonomisti Martin Wolf İndeks/Leigh Bureau konuşmacısı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Dünya ekonomisindeki düzelmenin çok yavaş seyrettiğini, bu seyrin en düşük noktasının Avrupa’da olduğunu, ABD’de kıpırdama göründüğünü, en fazla ümit veren coğrafyanın şu an için Asya olduğunu söyledi. Avrupa’daki iyileşmenin çok yavaş hatta neredeyse olmamasını Türkiye için önemli bir kaygı unsuru olarak teşhis etti.
Wolf gelişmekte olan ülkelerin gelişmis ülkelerden iki hatta üç kat daha hızlı toparlandıklarını gördüğümüzü ifade etmekle birlikte, Asya’daki toparlanma ya da kimilerine göre “şaha kalkma” durumunu abartmamak gerektiğine dikkat çekti. Wolf’un pek çok ekonomistten daha temkinli yaklaşmasının nedeni, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ABD’yi krizde bile yakalamalarının zor olması çünkü her ikisinin de çok büyük ve hantal olması. Wolf, her şeye karşın AB’yi “kahramanlık projesi” olarak tanımlayıp, Almanların başından bu yana haklı olduğunu “küçük Avrupa”nın, “büyük bir proje” olduğunu söyledi. Bu büyük “küçük Avupa” projesinde Türkiye’ye kesinlikle yer bulunmadığına da vurgu yaptı.
Türkiye’de kayan eksenlerden biri de AB. Diyeceksiniz ki, bir eksene oturmuş muydu? Ne diyeyim, nasıl toparlanacağını sizler gibi ben de merak ediyorum.
NEW YORK TIMES YAZARI; THOMAS FRIEDMAN
Pulitzer ödüllü gazeteci Thomas Friedman da bu ay İstanbul’dan geçenler kervanındaydı. Belki de en çarpıcı eksenden o söz etti.
Ekolojinin bize “Ya ben giderim ya sen” dediğini tercüme eden Friedman bolca düşündürdü. Aslında eksenin çoktan kaydığını anlattı. Daha fazla kayarsa, kayacak eksen kalmayacağını söyleyerek uyardı!
Friedman hayatta iki değer olduğuna dikkat çekti. Biri “sürdürülebilirlik” diğeri “durumsallık”. İkincisi bizi buraya getiren, birincisi bizi geleceğe götüren. Gelin görün ki sürdürülebilirlik, söylendiğinde insanı yerinden zıplatmayan bir kavram. Zor bir kere. Anlaması da zor, uygulaması da. Uygulama hali özetle, “olduğun gibi görün göründüğün gibi ol”. Friedman’ın en önemli tespitlerinden biri her şirketin sürdürülebilirlik yöneticisinin olmasının şart olduğunu söylediği cümleleriyldi. Gazeteci Friedman, iyi bir konuşmacı, benzetmeleri çarpıcı, “bizden önceki kuşaklar için özgürlük neyse bizim için sürdürülebilirlik odur” diye ilan etti.
Friedman’ı çoğumuz siyasi ve ekonomik konulardaki araştırmaları ve yazılarıyla tanıyor. Buna karşın son dönem çalışmalarını “çevre” ekseni üzerine kurguluyor. Aslında çevreyi ekonomik ve siyasi değerlerle birleştiren görüşleri son derece isabetli. Ve bir o kadar ürkütücü: “hepi topu 6 santigratlık bir eksen kayması buz cağıyla aramızdaki tek fark!” diye bağırıyor. Haykırdığı diğer cümleler; “1800’lü yıllarda dünya nüfusu 1 milyardı, 2008’de dünya nüfusu 1 milyar genç barındırıyor, bu kalabalık her 20 dakikada bir bir canlı türünün yok olmasına neden oluyor.“
Beğendiğim eksen konuşmalarına uzun uzun devam ederim de sizin ekseninizi kaydırmak istemem ya da bana ayıracağınız eksenin benim ayaklarımın altından kayıp getmesine izin veremem.
Friedman’la noktalayalım “Sonra, şimdi!” tercümesi şöyle: “Sonra, sonraya bırakılmayacak kadar önemli, hemen şimdi!”