Herkes yeni nesil iş yapma modellerinden söz ediyor, yazıyor, çiziyor. Bu dönemde nasıl iş yaparım, işimi nasıl sürdürürüm söylemlerine kulak kesiliyoruz. Elektronik posta kutuma yağan yerli yabancı makale, söyleşi, konferans davetlerinin çoğu da bu temada. Seçenekler çok, koşullar farklı, senaryolar çeşitliyken herkes için bir ve en doğru formül olabileceğine ihtimal vermiyorum. Evreka anı durumsal, kişisel ve özel. Ama temel prensipler kadim.
Aşağıdaki söyleşiyi tatlı bir hayat hikayesi diye hülyalı bir ruh haliyle izlemenizi, dinlenmenizi ya da okumanızı istemem. Evet… şekerleme tadında; küçük, yalın, kanaatkar… özüne dönüp kendini bulmuş, hızlı hareket edebiliyor, yanlıştan çabuk dönüyor, riskleri azaltabilen bir model. Örgütlenmeye önem veriyor, hizmetleri üstünde tutmadan omurgasını kurup koordinasyonu gerçekleştiren bir iş aklı.
Meltem Kurtsan, Kurtsan ve Otacı markasının yönetim kurulu hissedarı. Merhum Niyazi Kurtsan’ın izinde doğal hayatın peşinde, aile geleneği eczacılık eğitimi almış büyük kız evlat. İş insanı ve toplumsal aktivist olarak fırtına gibi estiği dönemler Türkiye’ye yeni fikirler kazandırdı. KAGİDER başta olmak üzere dönemin TÜSİAD kadın temalı çalışmalarında görev alıp liderlik yapanlardan. Herbafarm Akademi son durağı. Doğayı tanımak, anlamak ve kullanmak üzerine yeni bir farkındalığın öncüsü.
Birazdan okuyacağınız üzere farklı iş kollarında olsak da hayatıma giren renkli simalardan. Söyleşinin başında birbirinin peşi sıra tanıtım cümleleri ve söyleşi davetimin gerekçelerini sunuyorum. Meltem Kurtsan, “Seni dinlerken hayatımı film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirdim. Yaptıklarımız, yapacaklarımıza yön veriyor,” diyerek sözlerine başladı. Kısaca Davos toplantıları olarak sembolleşen Dünya Ekonomik Forumu, Geleceğin Global Lideri diye bilinen gruba seçilmiş olmak ortak noktalarımızdan. Buna atıfta bulunarak sürdürdü sözlerini; “WEF Geleceğin Global Lideri olabilmek için aday gösterilmek gerekiyor, ben Türkiye’den seni nomine etmiştim, tabii ki, seçildin… Hayatında farklı bir pencere açılmasına vesile oldum. Senin de benim hayatımda etkin var; rahmetli babamın son röportajını sen yaptın. O zaman rahatsızlığını bilmiyorduk. Babam medya önüne çıkan bir insan değildi. Kendi dünyasıyla haşır neşir olan, çok yaratıcı, geleceği gören, vizyoner bir liderdi. Sen O’nu çok güzel konuşturmuştun, çok önemli bir kayıttır, tekrar teşekkür ediyorum. Yıllar sonra beni, programına çağırdın, ilginç bir soru sordun, ne diyeceğimi bilemedim, hatırlıyor musun? Babamın vefatından sonra şirketin yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütüyordum, KAGİDER’in kuruluşuna önderlik etmiş başkanlığını sürdürüyordum. Ben eczacıyım, babam eczacı, annem eczacı, kardeşim eczacı… bizimkisi aile mecburiyeti desem ayıp olacak, ama kuvvetli yönlendirmeyle hepimiz eczacı olduk. Babamın etkisiyle doğal, bitkisel ürünlere yönlendim. Türkiye’de ilk babam 1980’lerde, bitkisel ürün markasını oluşturdu: Otacı. Çok ileri bir noktaydı. O dönemde kimyasal ilaç yapan bütün benzer firmalar çok büyüdüler, biz ise etik değerlerimizle babamın, “kimyasal kullanmayacağız, insanları zehirlemeyeceğiz” mantığıyla doğal ürünler üretmeye yöneldik. Başkanlığı yürütürken, mezun olduğum İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde sınıf arkadaşlarım doçent, profesör olmaya başlamışlardı. Bitkilerle tedavi anlamına gelen Fitoterapi yüksek lisansı açıldığını haber verdiklerinde programa girmem lazım dedim. Otacı markasının başındayım, mezun olalı 30 yıl olmuş… yeniden üniversite sınavlarına girdim. Haftada 2 gün okula gitmeye başladım… TV programında bana “senin amacın nedir?” diye sordun, ben kaldım! Sana; “gönlümün götürdüğü yere gidiyorum” dedim. Sonradan durup durup düşünüyorum, bu eğitim bilgilerimi aktarma fırsatı verdi. Herbafarm Akademi’yi kurduğumda amacım eczacı olsun olmasın konuya ilgi duyan geniş kitlelere doğru bilgileri aktarmak oldu. Biliyorsun bitki dünyasında yanlış bilgi veren çok… O günkü sorunun cevabını şimdi veriyorum.
Söyleşimizi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.
Yaprak Özer: Güzel soru güzel cevap! Eğitim, bilgi, aileyle gelen görgü ile deneyim birikimi sağlamsa, toplumsal dokudan etkileniyorsan “amaç” er geç yanıt buluyor! Otacı, fitoterapi, aromaterapi, homeopati, ayurveda, fonksiyonel tıp, tamamlayıcı tıp dünyasına girelim mi? Bu dönem için sorumu yineliyorum; şimdi amacın ne? Bir yandan “aktar” maceran var, geçenlerde karşıma “Isparta’da gül hasadı” duyurunuz çıktı… Döne döne küllerinden bir şey çıkartıyorsun, seni ne tetikliyor?
Meltem Kurtsan: Yeni bir şey yaratmayı, devredip yeni bir kapı açmayı seven bir insanım. Hadi ben yeni bir kapı açayım diye gitmiyorum. KAGİDER’in kuruluşuna liderlik ettim. Derneği kurarken bayrak yarışı olmalı her başkan sadece 2 dönem, başkanlık yapabilir, dedim… Babam vefat etmeden önce beni görevlendirdi. Görevi taşırken bir sonraki nesli nasıl adapte ederim diye başkanlık yaptım kurumsallaştırma yoluna gittim. Profesyoneller ile ben ve kardeşimin çocuklarının dahil olabileceği yeni bir yönetim modeli oluşturdum… Bir de annem var, bırakamıyor, çok mutlu.
Şirketi bıraktıktan sonra Almanya’daki aile şirketi mensubu iş insanları, beni konuşmaya davet edip sordular “sen bunu nasıl yapabildin” diye. Şimdi anlıyorum, niye yaptığımı. O sırada gönlümün götürdüğü yere doğa içinde yaşama gitmek istiyordum. Bodrum’da dağlarda mükemmel doğası olan bir arazi buldum. İçinden kekikler, adaçayları fışkırıyor. Kitapta okuduklarım, öğrendiklerimle doğayı birleştirme imkanı buldum. Domuzlar, tilkiler hala var… Akademisyenleri, dostları davet etmeye Bodrum’un doğal bitkilerini duyurmaya başladım. Herbafarm Akademi’nin temellerini atmışım. Perma kültür, fonksiyonel tıp, homeopati, fitoterapi eğitimlerini tamamladım. Kendi sektörümde wellness – uzun sağlıklı yaşam sektörü, ilaç sektörü, hepsinin eğitimlerini aldım.
Yaprak Özer: İlaçlar bize cevap veremiyor mu, onun için mi doğaya dönüyoruz?
Meltem Kurtsan: Kronik hastalıklar arttı dünyada. Kronik hastalıklar insanı öldürmüyor ama süründürüyor diyelim. Nedir bunlar; kolit, fibromiyalji, migren gibi. Modern tıbba çok ihtiyacımız var akut durumlarda, kalp krizi, mide kanaması, ameliyatlar, kanser tedavileri gibi. Ama süründüren hastalıklarda tıp çare bulamıyor. Tıbbın yaptığı kortizon ağırlıklı baskılamak. Semptomları yok ediyorsun ama hastalık alttan devam ediyor. Başka bir yaklaşıma ihtiyaç var. Homeopati başka bir sistem. İnsanların bütün semptomlarına uygun bir çözüm bulup uzun vadede iyileştirmeyi hedefliyor. Aslında insanların kendi kendini iyileştirme enerjisi var ve bu enerjiyi aktive etmek üzerine kurulmuş bir sistem. Fonksiyonel tıp ise her branştaki doktorun eğitimini alıp, kendi pratiğine katabileceği bir başka sistem. İnsanların beslenmesine bakılıyor, alerji yaratan gıdalar elimine ediliyor, yaşam tarzına, uyku düzenine, vücudundaki vitamin, mineral seviyelerine bakılıyor bütünsel bir bakış açısıyla yine modern tıptan faydalanarak yaşam değişikliği öneriliyor. Fiziksel aktivitesine bakılıyor, uygun beslenmeye yönlendiriliyor. Ne yiyorsak o’yuz, değil mi? Hipokrat da bunu demiş. Burada bazı gıdaları vücuttan çıkartıyoruz, genellikle de bu süt ürünleri, gluten ve şeker oluyor. Diyabete de hipertansiyona da çare bulamıyor modern tıp. Bunlar hep baskılanan hastalıklar. Stres, en önemli şey. Stres seviyelerimiz kortizol hormonuyla ölçülebiliyor. Kökten bir yaşam değişikliği önerisiyle vitamin, mineral, gerekiyorsa ilaçlarla bir yaklaşım veriyor insana fonksiyonel tıp. Epilepsiye de çare bulunamıyor değil mi? Fonksiyonel tıp doktoru seni bir fonksiyonel tıp diyetisyenine yönlendiriyor, doktorun önerilerine göre bir reçete öneriyor. Şunu yiyeceksin, bunu yiyeceksin diyor onun yerine. Bir de fonksiyonel tıp koçları oluştu, bunlar da işte yemeğini şöyle pişireceksin, şu kadar derecede, şunu pişireceksin, şunla şunu karıştırarak fırına koyacaksın diye mutfaklarında nasıl dönüşüm sağlayacaklarını öğretiyor. Hasta olalım olmayalım, yapmamız gereken bir dönüşüm.
Yaprak Özer: Eczacı, Otacı, şifacı olarak babanın vizyonuyla evrilen bir öykü bu. Merkezi Amerika’da bulunan NAHA’nın (National Association for Holistic Aromatherapy) Türkiye temsilcisi oldun, anlatır mısın.
Meltem Kurtsan: Evet. Kesinlikle doğru söylüyorsun. Fonksiyonel tıp yaklaşımında bitkilerin hastalıkların örneğin rahat uyku uyumak, stres azaltıcı, diyeti, kan şekerini destekleyici çaylar gibi bitkilerin faydalarını biliyoruz. Ben ne yaptım? Herbafarm’ı bir botanik bahçesi kıvamına getirdim Bodrum’da. Her çeşit bitkiden görebiliyorsunuz. Türkiye’de şöyle bir trend başladı özellikle Covid’le birlikte “şehirli köylüler” yani köyden şehre göç tersine döndü. Köyden şehre göçen ailelerin çocukları şimdi şehirden köye nasıl göçeriz ve göçtüğümüz zaman da ailemizden kalan bu arazileri nasıl anlamlı şekilde katma değeri yüksek bir ürün ekerek dönüştürebiliriz, noktasına geldiler. Bu tıbbi bitki yetiştirmek demek. Eğitimini aldım, sertifikalı çiftçi oldum, tıbbi bitki yetiştirmeye ve öğretmeye başladım. Birçokları köyüne dönüp, icara – yarıcıya verdikleri arazilerini geri alıyor; buğday, mısır yerine adaçayı, kekik, mürver, aromaterapide kullanılan uçucu veya sabit yağları yetiştirebilecekleri ölmez çiçek ekiyor. Aromaterapiyi ilk kullanan firma Otacı’dır. Aromaterapi dediğimiz şey kokulu bitkilerin özü; gülden gül yağı, kekikten kekik yağı, defneden defne yağı. Tonlarca bitkiden azıcık bir öz elde ediliyor, uçucu yağ diyoruz buna ve bütün etkili, kokulu bileşikler bunun içinde. Mesela defne uçucu yağı inanılmaz bir antiviral. Laboratuvar deneylerinde Covid’e karşı inanılmaz öldürücü etkisi var. Ben Covid olmadım. Maskeme defne yağı damlatıyorum.
Yaprak Özer: Madem anlatmaya başladın nedir hayatının vazgeçilmezleri? Defne yağını herkes yapabilir mi, aktardan mı almalı?
Meltem Kurtsan: Benim öğrettiğim şey de bu. Maalesef piyasada bilgisizlik olunca suistimal de oluyor. Şimdi bugün aktara gittiğinizde defne, gül yağı bakıyorsunuz, gerçek değil.
Yaprak Özer: Haklısın aktar güven telkin etmesi gereken ama bende de soru işareti olan bir dükkan.
Meltem Kurtsan: Maalesef bugün aktarlar yanlış, bayat bitkiler, yanlış uçucu yağların satıldığı bir ortam, kontrolü de çok az. Eczanelere de girmeye başladı uçucu yağlar. Ben ne öğretiyorum? Fark eden insanlar doğrusunu öğrenmek istiyorlar. Aromaterapiye giriş eğitimi veriyorum. Satın alırken neye dikkat edeceksin, aromaterapiyi nasıl kullanacaksın, çok yoğun olduğu için direkt kullanamazsın nasıl seyrelteceksin, sabit yağlarla nasıl karıştıracaksın… Dünyada aromaterapist diye bir meslek var özellikle Amerika’da, Türkiye’de henüz bunun kanunu olmadığı için ABD mevzuatını anlatıyorum; aromaterapist olabilmek için belli seviyeleri olan bir eğitime katılıyorsun. ABD standardında dünya üzerinde yaklaşık 100 tane okul var. Ben de Türkiye’den başvurdum, kabul ettiler. Herbafarm Akademi olarak verdiğim eğitimin sonucunda sınav da yapıyorum bu arada örnek de hazırlatıyoruz, vaka çalışmaları. Herbafarm Akademi diploması dünyada geçerli. Aşağı yukarı 300’e yakın diplomaya sahip öğrencim oluştu Türkiye’de. 300’den fazla tıbbi aromatik bitki yetiştiricisi oluştu. Bütün yaptığım aktiviteler bir çatı altında buluştu. Katılanların çoğu kadın; iş kuruyorlar. Onları KAGİDER’in eğitimlerine yönlendiriyorum. Küçük kozmetikler, cilt kremleri üretiyorlar, tıbbi bitki, uçucu yağ üretip satıyorlar. Dükkan, modern aktar açıyorlar, hem doğru iş yapılıyor hem doğal iş – doğal tedavi yöntemleri uygulandığı için insanlık için iyi bir şey oluyor. Kadınlar iş kurup ekonomilerini düzeltiyorlar. Bu arada iş birliği platformu yapıyorum. Bütün öğrencilerim senede 2 kere toplanıyoruz. Birbirlerinden hammadde alıyorlar, satıyorlar, birbirlerinin işlerini büyütüyorlar. Birinde üretim tesisi var orada ürettiriyor, o onun erittiği uçucu yağı alıyor, bir sinerji oluşuyor.
Yaprak Özer: Sen de keçiboynuzu üretiyorsun, başka ne var?
Meltem Kurtsan: Bodrum’daki araziyi aldığımda üç tane dev keçiboynuzu ağacı vardı, ne işe yarar, nerede kullanılır, ne yapılır diye araştırdım. Her sene 1 ton keçiboynuzu çıkıyor. Benden öncekiler dikmişler, ruhları şad olsun yapabileceğimiz en güzel şey ağaç dikmek. Ziyan olmasına gönlüm el vermedi, toprağa dökülüp gübre oluyorlar, tamam çok kötü bir şey olmuyor ama niye bundan faydalanmayalım? Keçiboynuzu pekmezi keçiboynuzu özü inanılmaz bir kan yapıcı, bronşite karşı etkili bir özelliği olduğunu fark ettim. Piyasada mevcut keçiboynuzları yakılarak üretiliyor. Kanserojen etkisi var. Vakum altında organik ki, araziye organik sertifikası da aldım sertifikalı keçiboynuzu pekmezini ürettim. Bana dersen ki 10 bin tane üret, üretemem. Çünkü benim 3 tane ağacım var. Değerlendirme amacıyla yaptım. Arazimde adaçayları var, kurutup, paketliyorum. Bana desen ki, 10 ton ver, veremem. Ben bir artizan butiğim. Bitkileri değerlendiriyorum, örnek oluyorum. Tıbbi bitkilerden uçucu yağ elde etme sistemim var ama 3 kiloluk. Onun endüstriyel boyları 100 kiloluk. Her şeyi laboratuvar ölçeğinde deniyorum, deneyimliyorum, öğretiyorum.
Yaprak Özer: İşin magazin boyutuna da geçmek istiyorum. Parfüm, yüz, göz, kırışık kremi cildine ne kullanıyorsun? Saçında boya var mı?
Meltem Kurtsan: Doğru olanı yapmak adına öğrendim ve geliştirdim. Şimdi de öğrencilerimden faydalanıyorum. Kendim için, grubumuzda birisinin Kınamia diye bir markası var kınaları farklı renklerde karıştırıyor; güz kızılı, yaz kızılı, beyaz kapatıcı diyor. Mesela benim saçımda kına olduğu belli değil çünkü koyu renk, kahverengi, kıpkırmızı istemiyorum. Kişiye özel formüller ve yöntemlerle bir marka oluşturdu onun kınasını kullanıyorum çok memnunum. Saçlarımın dökülmesi durdu. Kremlerde de aynı şekilde, hammaddelerim var, kendim karıştırıyorum, nereme kullanacaksam ona uygun bir karışım hazırlayıp sürüyorum. Krem yapmak daha zor tabii. Öğrencilerimden üretilmiş kremleri kullanıyorum. Onun dışında saç ürünleri tabii ki Otacılar. Parfüme gelelim, maalesef dünyada en pahalı sıvı. Halbuki içinde çok az miktarda uçucu yağla birlikte yapabilecek bir şey. Benim en popüler eğitimlerimden birisi şifalı parfüm üretimi.
Yaprak Özer: Nasıl olabilir şifalı özel koku?
Meltem Kurtsan: Piyasada yüzlerce farklı bitkinin özü var. Bunların güzel kokanlarını ayırıyorum 30 adet parfüm hammaddesini koklatıyorum, her koku -aromaterapi yağı da olsa, herkesin hoşuna gitmeyebilir. Hepimiz farklıyız. Koku dünyasına girecek olursak çok derin, hayatımızda çok önemli bir yeri var. Bizi geçmişe götürüyor, anılarımızı canlandırıyor, ilkel beynimize mesaj gidiyor kokuyla.
Yaprak Özer: Mutlu ediyor. Pazarlama unsuru, alışveriş taktiği olarak önemli.
Meltem Kurtsan: Emlakçılar, evde ekmek kızartıp bir de kahve yapıyorlar, koku evi cazip kılıyor. Eğitimde herkes beğendiği kokuları seçiyor, bunları alkol veya bir sabit yağ içinde çözerek özel parfüm yapıyor. İlginçtir, kimse birbirine formülünü vermiyor, dikkatimi çekiyor… Eğitimde dönüp bakıyoruz, özel parfümüne ihtiyacı olan uçucu yağları seçtiğini görüyorum; sakinleştirici, afrodizyak, burun açıcı…
Yaprak Özer: Peki tatil cenneti Maldivler’de aktar açmışsın, bu neyin nesi?…
Meltem Kurtsan: Bu eğitimleri verdiğimi gören iş insanı ve kadın girişimci, Esin Güral Argat bana ulaştı, “Maldivler’de yeni bir proje yapıyorum, wellness ağırlıklı bir otel olacak, tıbbi bitkilerin, uçucu yağların olduğu ve gelen müşterilere eğitiminin verildiği bir aktar oluşturmak istiyorum, sen hazırlar mısın” dedi. Terapisti, ayurveda doktoru, naturopath var… Kullanabileceği 21 çeşit çay reçetesi oluşturduk. Uzmanlar kişilerin ihtiyaçlarını belirliyorlar, aktara gidiliyor, aktarda karışım hazırlanıyor. Bir herbalist yetiştirdik, özel karışım çayı orada kaldığı müddetçe içiyor. Ayrıca workshop yapıyoruz. Gelenlere menü hazırladık, en çok beğenilen workshop şifalı parfüm eğitimi. Herkes kendine özel parfüm, body scrub ya da cilt masaj yağı üretiyor. Profesyonel aromaterapist yetiştirmiyoruz, doğayla ilgili farkındalık yaratıyoruz. Esin Güral’ın girişimcilik vizyonunu tebrik ediyorum, benim bilgi birikimimden faydalanıp insanlığın yararına bir yenilik başlattı.
Yaprak Özer: Dünyayı nasıl okuyorsun, değişime nasıl hazırlanıyorsun?
Meltem Kurtsan: Ne istediğimi biliyorum, içten gelen bir şey var tabii… insanın kendini motive etmesi gerekiyor. Benim rol modelim annem, 80 yaşında. Her sabah kalkıyor eczanesine gidiyor, çalışıyor. İnsanlara şifa dağıtıyor. Ben yan gelip yatabilecek bir insan değilim ama bu demek değil ki sabahın köründe kalkıp koşturuyorum. Hayatımı daha sakin yaşıyorum ama aklım hep meşgul. Kim hangi ürünü üretmiş, meşgul olduğum konuda neler oluyor dünyada… Trendler nereye yönleniyor? Reklam veren firmalar ne tip ürünler üretmişler?
Babam Yunanistan’dan göçüp “vatanıma kavuştum” deyip ülkesine dört elle sarıldı. Bütün Anadolu’yu gezdirmiş bir babanın çocuğuyum. Türkiye’nin hep iyi olmasını istiyorum. Türk kadınının dünyada iyi algılanmasını istiyorum. Türkiye topraklarının daha verimli kullanılmasını, Türkiye’de yetişen ürünlerin daha değerli ürünler olmasını, uçucu yağ elde edilen bitkiler olmasını, yurt dışına tıbbi bitki satacağımıza onun uçucu yağını, hatta uçucu yağından üretilmiş kremi satmak istiyorum. Otacı, tıbbi bitki ve yağlardan üretim yapıyor ama lavantasını İspanya’dan, papatyasını Mısır’dan getiriyordu. Şimdi ben Otacı’ya ve Otacı gibi firmalara hammadde yetiştirtiyorum. Türkiye’nin ihracatını katma değerli hale getiriyorum, ithalatın azalmasını istiyorum. Anadolu gibi verimli, güzel bir ülke yok…
Yaprak Özer: Bugünkü nesiller belki hatırlamaz ama 25 kuruşun üzerindeki sembol kadın figürü senin halan. Anadolu’yu karış karış dolaşarak, gelin başları toplardı. O gelin başları ki, çiçekler, bitki yani doğadan motiflerle süslüydü oyasıyla, değerli madeni ya da taşıyla… Kendisiyle söyleşi yapmıştım. Hepsi doğal bir şekilde buluşuyor şimdi.
Meltem Kurtsan: Çok doğru söylüyorsun. İçine doğduğum aile ve toplum, temellerimizi oluşturuyor ama bunun üstüne koymak da bizim elimizde. Öğrenme meraklısıyım. Hala eksik hissettiğim çok şey var.
Yaprak Özer: Sen paylaştıkça çoğaldığını fark edenlerdensin. Böyle de noktalamak istiyorum; sürdürülebilirliği anlattın söyleşi boyunca. Buradan nereye diye sorsam?…
Meltem Kurtsan: Biraz zaman ver bana, birkaç sene sonra yine konuşalım, bakalım ne olmuş?