Yeni yılla gelen müjdeli haberlerden biri de ülkemizin dört bir yanında yeni üniversiteler açılacak olması. Hem de 15 tane. Az değil. Helal olsun dedirtecek cinsten.
Ben başka bir ülkede yaşıyor olsaydım. Tamı tamına 15 yeni üniversite açılıyor olması haberini duyunca inanın yerimden kalkar zıplardım. Çünkü üniversite sayını artırmak gelişmişlik düzeyimizi gösterir diye düşünürdüm. Gurur duyardım, heyecanlanırdım.
Ne yazık ki, böyle coşkulu hislere kapılamıyorum. İçimden yalnızca “eyvahh!!! “ demek geliyor.
Anımsayın, bir dönem okuma yazma seferberliği ilan edilmişti. Dağ taş herkese okuma kursu açıldı. Kötü mü oldu. Hayır, Türkiye’nin en ücra köşelerinde Türkçe konuşamayan, çoluğa çocuğa, yaşlıya, en azından birkaç kelime öğretildi. Onlar bu yeni meziyetleriyle ne mi yaptı? Onu bilemiyoruz. Umuyoruz ki çevreleriyle iletişim kurmaları mümkün oldu. Çok uzağa gitmeye gerek yok İstanbul’un göbeğinde okuma yazması olmayan birçok insan, özellikle de kadınlar, bu sayede hecelemeyi öğrendi. Durakta beklerken en azından gelen otobüsün nereye gittiğini okuyabildi. Girilmez işaretini tanıyabildi. Günlük temel ihtiyaçlarını çözebilmek adına ufak da olsa kendince önemli bir adım attı.
Biz kalkıp bu insanları okur yazar saydık değil mi… İstatistiklere bakınca Türkiye’de okur yazar sayımız yüksek. Tabela okumakla gerçekten okur yazar olmak arasındaki farkı birbirine karıştırdık. Karıştırmak istedik. Bu sayede başkalarını kandıracağımızı sandık, ama kandıra kandıra bir tek kendimizi kandırabildik.
İşte üniversite açmak da bunun gibi bir şey. Türkiye’nin her iline bir üniversite. Açtın üniversiteyi ne oldu? Lise dengi eğitim verdikten sonra üniversiteye gitmenin bir anlamı olduğuna beni kim inandıracak. Üniversite mezunuyum diye kapınızı çalanlara düşük seviyeli iş verdiğinizde, içiniz parçalanıyor. Ama iki gün sonra bu insanlardan en temel konularda bir şeyler yapmasını beklerken, söylediğinizi yapmak bir yana anlamakta güçlük çektiğini görünce, eğitim sistemine olan inancınızı bir kere daha, bininci kez yitiriyorsunuz.
Türkiye’nin temelde iki önemli sorunu var. Biri işsizlik yani istihdama ilişkin yapısal sorunlarımız, diğeri eğitim sistemimiz. Ben bunların ikisini birbiriyle ilintili görüyorum. Ayrılmaz ikili. O nedenle aslında bizim bir büyük sorunumuz var: İNSAN!
İşsizlik gündemimize 1980 sonrası girdi. Artık buna gündeme girmek denirse. Arada konuşan konuştu, dinleyen dinledi ama hiçbir yapısal tedbir alınmadı. Öylece uzaktan bakıldı. Gelen giden hükümetlerin daha önemli işleri çıktı. 2001 yılında işsizlik yüzde 12.7’ye çıktı. 2002’de yüzde 15’lere yükseldi. 2003 yılında yüzde 15’te kaldı. Bu yüzdeler öyle burun kıvırabileceğiniz rakamlar değil!..
Türkiye’de en büyük sorun genç işsizliği. Çocuklarımız işsiz, genç arkadaşlarımız işsiz. En kötüsü eğitimli varsaydıklarımız!..
Açılacak yeni üniversiteler bu arkadaşları işe yerleştirmeye yetmiyor. Mantar gibi sağda solda, dağda bayırda üniversite açmadan önce biraz istatistiklerimizi okuyalım. Tüsiad’ın geçtiğimiz haftalarda yayınlanan Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik başlıklı yeni raporuna göre 15- 24 yaş arası Türkiye’de ölümlerden ölüm beğenme yaşı. Girdin mi kaldın. Çıktın mı, o da çıkabilirsen, artık ne diyeceğimi ben de bilmiyorum. Meslek lisesi mezunu gençler arasında iş arayanların oranı, hem düz lise mezunu gençlerin oranı kadar yüksek, hem de ortalamanın üzerinde. Kriz sonrasında yüksek öğrenim mezunu gençler arasında uzun dönemli işsizlik oranının, eğitimi en düşük seviyedekilerin işsizlik oranının bile üzerine çıktı.
Genç işsizlerin büyük bir kısmını okuldan yeni mezun olmuş, askerden yeni gelmiş gençler oluşturuyor. Neden peki? Neden eğitimsizin vasıfsızın şansı, eğitimli ve dolayısıyla vasıflı olduğunu düşündüğümüzden daha yüksek. Basit; ne meslek liseleri meslek lisesi, ne üniversitelerimiz üniversite. Ciddi bir eğitim sorunumuz var. Ciddi bir kalite sorunumuz var.
İş dünyasının aradığı vasıflarla eğitim sistemimizin ürettiği vasıflar arasında uyumsuzluk var. Okullarda verildiği varsayılan vasıf ve mesleki yeteneklerle piyasanın talep ettiği vasıf ve yetenekler uyuşmuyor. Aradaki makas her gün biraz daha açılıyor. Hemen iş bulması beklenen gençler giderek daha uzun süreler işsiz dolaşıyor. Kimse kendi vasfına uygun iş bulamıyor. Eğitim sistemimiz plansız. Önümüzdeki 10-15 yıl içinde hangi mesleklerin gözde olacağı, bunların ne kadar insana ihtiyacı olacağı, eğitim sisteminin ne yönde değişmesi gerektiği konuları üzerine kafa yorulmuyor. İhtiyaç olmadığı halde yeni üniversiteler açmaya hazırlanıyoruz.
Genç üniversiteden mezun oluyor ve kendisini gerçek, standart ve küresel bir üniversite mezunu olarak görüp, ciğerlerini doldurup iş aramaya başlıyor. Eğitmenler onun iyi bir öğrenci olduğunu söylemiş, iş bulacağını düşünüyor. Diğer yanda iş dünyasının gündemi çok farklı. Aradığı özellikler de… Bu genci eğitenleri getirseniz onları işe almayanlar bu gencecik sıfır kilometreyi işe mi alıyorlar sanıyorsunuz. Bir görüşme, iki görüşme üç görüşme, sonsuz görüşme… Yıkılan umutlar, kırılan kalpler. Boşalan ciğerler, düşen omuzlar…
Lütfen daha fazla üniversite açıp, gençlerimizi bir süreliğine de olsa yarı açık cezaevlerine koyup seslerini kesmek yoluna gitmeyelim. Bir şey yapacaksak eğer, var olan üniversitelerimizde eğitimin kalitesini yükseltmek için çaba sarfedelim. Mezun olan gençlerin daha donanımlı olmasını sağlayalım. Meslek lisesi kılıklı meslek liseleri yaratalım, buradan çıkan arkadaşlar buraya girerken kafalarında yer alan bir an önce iş hayata atılma hedeflerini gerçekleştirebilme şansına sahip olsunlar. İstatikleri doldurup başkalarını kandırmayalım. Sonunda kanan bir tek biz oluyoruz. Eğitim ve istihdam sorunumuzla gerçekten yüzleşme zamanı geldi geçiyor. Bir üniversite açmak o bölgede yüzlerce oya tahvil edilemez. O devir geçti.