Kahramanmaraş’tan Ahmet, Şırnak’tan Muhammed, Kayseri’den Emin, Isparta’dan Yakup, Edirne’den Ömer… Liste uzun; Ankara’dan Servet, Bursa’dan Niyazi, Hopa’dan Şerif… Hepsi de “Memetçik”. 20’lerinde, zıpkın gibi delikanlı olsalar da hala anne kuzusu! Gün geçmiyor ki, bayraktan üniformalarıyla yan yana sıralanmasın, “hazır ol’da” durmasınlar. Sessizce.
Sevgili gençler gün gözüyle görmek istediğimiz yeryüzü yer üstü zenginliğimizsiniz, orada ne işiniz var! Yeriniz, üniversite, araştırma merkezleri, üretim.
Bu yazıyı toplumsal bilinç, sorumluluk duygusu, hüzün ve yitirdiğimiz genç çocuklarımıza saygı duruşu niteliğinde yazıyorum. Yöneticilerin sorumlu olmasını diliyorum, şehitlik ulvi bir mertebe. Böyle olsa da iletişim kuracağım diye özendirilmesi ancak yara açar. Ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerekiyor. Gençleri ölmeye değil, yaşama ve yaşatmaya koşullandırmalıyız.
YERİNİZ BURASI
Gençlerin olması gereken yer bilimsel çalışma yapacakları, bilgiyle ulaşacakları eğitim kurumları. Türkiye’nin her yerine yayılan üniversite laboratuvarlarında birçok proje geliştiriliyor. İçimizdeki yangına inat bardağın dolu tarafına bakacağım.
Anadolu Üniversitesi’nde gençler bor mineralinden kıkırdak zedelenmelerinde kullanılacak bir ürünle devrim niteliğinde bilimsel bir gelişmeye imza atmak üzereler. Profesörlerinin liderliğinde 4 kişilik bir ekip merhem geliştirdi. Halen pilot uygulamadalar. İlk sonuçlar çok başarılı. Projenin eli kulağında, yakında görücüye çıkacak.
Ege Üniversitesi’nde gençler yapı malzeme atıklarından “yeni nesil malzeme bağlayıcı” geliştirildi. En az orijinali kadar dayanıklı bu yeni malzeme seramikten üretiliyor. Hem atık kazanılıyor, hem ekonomik bir malzeme yaratılıyor. Yatırımcıların daha şimdiden ilgisini çeken şahane bir proje olduğu ifade ediliyor. İki kişiden oluşan mini bir ekibin marifeti.
Elazığ Üniversitesi’nde gençler Siber Güvenlik Projesi geliştirildi. Bilgilerin çalınmasını engelleyen bir algoritmadan söz ediliyor. Kırılmasının çok çok güç olduğu söyleniyor. Hack’lenmeye karşı güvenlik sorununu çözdükleri anlaşılıyor.
Bir başka proje Yıldız Teknik Üniversitesi’nden iki genç kadına ait. İkisi de biyoloji ve genetik mühendisi. Prostat kanserini yüzde 90 doğru teşhis edebilecek bir kit geliştirdiler. Geliştirdikleri kit sayesinde hastalık anında görülebiliyor. Normalde 3 biyopsi, bir patoloji araştırmasıyla tespit edilen prostat kanseri onlar sayesinde anında anlaşılacak, tetkikte değil tedavide zaman harcanacak.
TEKNOLOJİ TRANSFERİ PROJESİ
Uzun zamandır peşlerinde olduğum küçük bir ekibi sonunda beraberken yakalamayı başardım. Teknoloji Transferini Hızlandırma Projesi (TTH-Türkiye) grubu. TTH, Rekabetçi Sektörler Programı kapsamında finanse edilen ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı adına Avrupa Yatırım Fonu (EIF) tarafından yönetilen çok taraflı bir proje.
Proje ekibinin lideri Deniz Bayhan. TÜBİTAK kökenli. Yıllardır, Ar-Ge kuruluşları ve yeni programlar oluşturulmasında aktif. 10 senedir Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nda. “Güzel bir ekip olduk ve fikri mülkiyet hakkı alabilme potansiyeli olan teknoloji odaklı çalışmaların ticarileştirilmesi ve yatırım alarak büyüyebilmesi için farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Teknik kapasitelerini geliştiriyor, mentörlük yapıyoruz.” diye özetledi çalışmalarını.
Ağırlıklı olarak teknolojinin ticarileştirilmesi kapsamında yer alıyorlar. Bu konuda çok önemli işlevi olan üniversite Teknoloji Transfer Ofisleri’yle (TTO) çalışıyorlar. Toplamda 58, TÜBİTAK tarafından desteklenen 41 TTO bulunuyor. Bayhan sözlerini şöyle sürdürdü; “Hepsine tek tek ulaşıp, ziyaret edip özellikle ticarileşebilecek çalışmaları olan akademisyenler ve akademik tabanlı start-up’lar ile görüşüyoruz. Hem TTO’lar kapsamında hem mentörlük yaptığımız projeler arasında çok başarılı olacağını düşündüğümüz güzel çalışmalar var.”
Ekipte iş geliştirmeden sorumlu Duygu Öktem bilgisayar mühendisi. Türk Telekom’daydı. Kurumun girişim departmanını kurup yönetti. Ayrıldıktan sonra Türkiye’de ve San Francisco’da kendi firmasını kurdu. Fiziki olarak ayın 15 günü orada, 15 gün burada; Elazığ, Adana, İzmir gibi tüm illerimizde üniversiteleri dolaşıyor.
Ekibin iş geliştirmeden sorumlu diğer üyesi Doğan Taşkent. Massachusetts Institute of Technology (MIT) ve ardından Polytechnic Institue of NYU üniversitelerinde doktora programını tamamladı. Taşkent, telekomünikasyon, yenilenebilir enerji ve girişimcilik eko sistemi içinde şirket yapılandırma danışmanlığı yapıyor.
900 PROJE
Bir yıl içinde çoğu bilişim olmak üzere sağlık-yaşam bilimleri, çevre teknolojileri, tarım gibi alanlardan 900 projeyi elden geçirmiş, Türkiye’nin envanterini çıkarmışlar. Olağanüstü bir çalışma. Proje 2017 sonunda tamamlanacak.
Uygulamada teknoloji tabanlı firmalara erken aşama yatırım yapılıyor. Bu yatırımı kurulan 2 şirket gerçekleştiriyor: 30 milyon dolarlık Diffusion Capital ve 22,5 milyon dolarlık Act Centure Capital Partners. Toplamda 2017 sonuna kadar kullandırılacak olan miktar 52,5 milyon dolar. Yalnızca yatırım yapmakla kalmayacaklar yönetimlerinde de yer alacaklar.
SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ
Türkiye’de laboratuvardan çıkıp piyasaya giriş yapmak arasında boşluk yaşanıyor. Serüvenin bu aralığında destek eksik. Laboratuvardaki denemeyle piyasanın istediği ürün arasındaki makas açık. Anlayış problemi olduğu ifade ediliyor. Akademide çoğunlukla piyasada karşılığı olmayan şahane ürün ve tasarım ortaya çıkıyor. Bir şans tanınsa, fikirlerini hayata geçirmek üzere gerçeklere adapte edebiliyorlar. Türkiye’deki en önemli sorun araştırma projelerinin rafta çürümesi.
Türk akademisyenlerin kapasitesi, projelerin teknik yönü yüksek, buna karşın projenin amacı, hedef kitlesi, müşteri kim sorularının yanıtı zayıf. İşlerini aşkla yapıyorlar ama kime, kaça, nasıl satılacağını, fiyatlama stratejisini, satış yol haritasını oluşturmakta yetersiz kalıyorlar. Bir diğer ifadeyle işletme yönleri eksik. Önemli bulgu, disiplinler arası çalışma yok denecek kadar az. Ekipte herkes bilim insanı. Ürün var, adı yok. İçerik tamam paket yok.
Problem yalnızca akademide değil şüphesiz. Sanayimiz montaja dayalı, imalat sanayi. Yüksek teknoloji firmalarının sayısı az. Sanayi güdük olunca buluş olsa uygulanacak yer yok. Tüm girişimcilerin gözü bu nedenle yurt dışında. Bir de sanayicinin hevesi ve şuuru eksik; örneğin, “benim zaten Ar-Gem var, adam da var, para veriyorum, çalışsınlar… bunu biz de yapabiliriz” diyebiliyor.
Madem herkesin gözü yurt dışında, meşhur Silikon Vadisi’nin gözü nede dersiniz? Vadi’de projelerde, teknolojiden sorumlu CTO, iş geliştirmeden sorumlu satış pazarlamacı ile çalışma yapılan alanın uzmanı aranıyor. Bu üçlü varsa projeye şans veriyor. Türkiye’deki sorun 3 profilin de aynı olması.
Yanlış bildiğimiz bir konu daha var; Türkiye nüfusu yanıltıcı. 78 milyonuz ne yapsan alırız, ne yapılsa satarız diye bir şey yok. Global yatırımcı projeyi incelerken birincisi küresel pazarda satar mısın, ikincisi lokalde iş yapar mısın diye soruyor. Türk yatırımcı, “Benim harika fikrim var”a yatırım yapmıyor. İki sorusu var; fatura kestin mi, müşterin var mı? Anladığım kadarıyla buradaki doğru soru seti; doğru problemi teşhis ettin mi? Acı nerede biliyor musun?
GERÇEKCİ DEĞİLİZ
OECD’ye göre, start-up’ların ve KOBİ’lerin GSMH’ya katkısı yüzde 50. Yeni iş yaratmada rolleri yüzde 70. İhracatın yüzde 30’unu gerçekleştiriyorlar. Türkiye’de Ar-Ge, GSMH’nın yüzde 1.06’sı (2015). 2023 hedefi yüzde 3. Gidilecek çok yol var. Hedefin yakalanması kimse tarafından gerçekçi bulunmuyor. Patent sayısı 2015 rakamıyla 13 bin 958. Bunların ne kadarının ticarileştirilmiş olduğuna dair bilgi yok. Hükümet, KOSGEB ve TÜBİTAK projelere arkadan rüzgar yaratsa da manzara bu. Rüzgarın gücü kadar niteliği de önemli;
konsantrasyonumuz dağınık. Hedefimiz yok. Genele yayılıyor, odaklı çalışamıyoruz. Sektör odağımız bile yok. Kaynakları dağınık kullanınca verimsizlik yaratıyoruz.
Toprak üstü ve altı zenginlik arasındaki bağı, yaşamla savaş arasındaki ince çizgiyi, ekonomiyle kültür arasındaki ilişkiyi kuramadığımız gibi…