Dünya değişiyor, algılarımız, alışkanlıklarımız, bakış açımız, tepkilerimiz. Bundan bir süre önce büyük olasılıkla tepki gösterebileceğimiz konular, bugün hoşumuza gidebiliyor… Her alanda yaşanan değişiklik yazın dünyasında da kendisini gösteriyor. Türkiye gelişmiş ülkelere göre kitap yayını ve okunması rakamlarında ipi göğüsleyemese de, değişiklikleri adapte etmekten geride kalmıyor. Yeni kitapların ilginç yöntemlerle sunulması dikkat çeken konulardan bir tanesi. Dünyada çılgınca sayılacak kitap projeleri var, bizde de renkli diyebileceklerimiz şaşırtarak ortaya çıkıyor. Bunlardan biri asıl işi organizasyon düzenlemek olan Hande Özcan. Özcan yeni yazarlardan biri, Doğan kitaptan çıkan son eseri Corpus, final bölümünün bir film olarak sunulmuş olması nedeniyle ilgi çekse de, kitabın atraksiyonları bununla bitmiyor. İçinde 70 adet vücut parçası resmi yer alıyor. Kitabı Doğan Kitap okurla buluşturdu. Deniz Yüce Başarır, gelecekte kitapları birbirinden ilginç tekniklerle piyasaya sunmaya devam edeceklerini gizlemiyor, ama çok net olarak “Paketine bakıp kitap satın alınmaz. Biz içeriği ve paketi iyi olan çalışmaları desteklemeye devam edeceğiz” diyor.
Kitap dünyasında yaşanan tartışmaları, hangi kitap satar, hangi yazar daha çok kazanır gibi soruların yanıtları için aşağıdaki söyleşiyi okumaya davet etmek istiyorum sizleri.
Yaprak Özer: Hande Hanım önce sizinle başlayalım, şu elimde tuttuğum kitap “Corpus” bu sizin son marifetiniz. Bu da onunla birlikte gelen son bölümü, filmi. Siz yazarsınız ama bununla bitmiyor ne iş yapıyorsunuz Hande Hanım?
Hande Özcan: Benim yazarlık dışındaki esas profesyonel olduğum mesleğim; özel organizasyonlar, kreatif event’ler tasarlamak ve dekor, çiçek, müzik, sahne gösteri…
Yaprak Özer: Yaratıcılığınızı kitapta da göstermişsiniz. Bu nedenle sizden yola çıkarak yayın dünyamıza farklı bir adım atalım dedik. Hemen Deniz hanıma dönüyorum Doğan Kitap’ın yayın direktörüsünüz ama başka kimlikleriniz de var…
Deniz Yüce Başarır: Ben profesyonel hayatıma, üniversite yıllarında seslendirme ile başladım. Aslında psikoloji okudum ama hiç psikolojiyi yapmaya fırsatım olmadı. Televizyon öyle bir şey ki insanı içine alıyor, seslendirmeydi falan derken televizyonculuğa geçtim. CNN Türk’te bir program sundum, kitap programıydı o da hani oradan oraya nasıl geçildi diye düşünülmemesi için bunun kitap programı olduğunu söylemem lazım. Belgeseller yaptım, televizyonculuğa devam ettim. Daha sonra yayıncılığa editör olarak başladım sonra pazarlama direktörü oldum sonra yayın direktörü oldum. Yayıncılık da öyle bir şey içine girdiğinizde kolay kolay çıkamayacağınız keyifli işlerden biri ve sürdürüyorum hala mesleğimi.
Yaprak Özer: Okuma oranları o kadar keyifli değil galiba. Rakamlardan söz edebilir misiniz?
Deniz Yüce Başarır: Aslında evet yani Türkiye’de her zaman bir serzenişte bulunuruz, Türkiye’de çok okunmuyor diye yalan da değil. Türkiye çok okuyan bir ülke değil. Özellikle okumanın daha gelenekselleştiği ülkelerle, Avrupa‘yla kıyasladığımızda bizim geleneklerimizden biri değil okumak. Ama ben sonuçta yayıncılığın, kitapların son birkaç yılda gayet yükselen bir trend olduğunu düşünüyorum. Ama bence bu bize okuma alışkanlığını, okuma sevgisini, kitaplara olan sevgiyi de doğru değerlendirilebilirse getirebilecek bir trend. Yani insanda okumayı zorla yapılan bir iş olarak değil de sevilecek, size başka dünyaların kapılarını aralayan keyifli dakikalar yaşatabilecek, başka insanların hayatına girebileceğiniz, onları anlayabileceğiniz, birleştirici ve ufuk açan bir iş olduğunu söylemeden, nasihat vermeden hissettirerek yaparsak sonunda bence okumak sevilen bir şey olacak. Ve kitaplar da daha çok okunacak.
Yaprak Özer: Sözlerinizden bir iki tane cımbızla alayım, “trend” bunlardan bir tanesi. Tartışma yaratabilecek konulardan biri. Çünkü eminim okuma trend olmaz diyenler olur. “Keyif almak” gibi belki bir takım kalıpları da alsak buna da karşı çıkanlar çok olur… “İyi kitap kalın kitap mıdır? En iyi roman kalın mı olur?” gibi sorular dünyada tartışma konusu oldu. Ama keyifle okunabilmesi, herhalde yadsınamayacak bir şey.
Deniz Yüce Başarır: Evet yani sonuç olarak öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, hepimiz çok yoğunuz, hepimizin çok işi var ve kendimize okumak için bir aralık buluyoruz ve bulmak zorundayız. Bunda da tabii bilgilenmek için de olan kitaplarımız da var ama aynı zamanda başka bir dünyayı görmek tanımak için olan kitaplarımız da var. Eğer o kitap sizi kendi dünyasının içine çekemiyorsa başarılı olmuş sayılmaz. Başarı tabii nedir diyebilirsiniz ama okuma zevkini vermiyorsa o zaman orada bir problem var. Trend meselesi ise bence haklısınız tartışma yaratacak bir şey, bir şey trend olduğu için yapılmamalı. Ama eğer birileri trend olduğu için bir şeyleri yapıyorlarsa o yolla başlıyorlarsa belki sonra derinleşecekler ve sevmeye başlayacaklar. Bence kaçırılmaması gereken bir şey.
Yaprak Özer: O trend içerisinde biraz siz de varsınız yani okumayı keyifli hale getirmek, siz çok çaba sarf etmişsiniz. İki tane kitabınız var şu ana kadar yayınlanmış, biraz önce bir tanesinden söz ettik ama her ikisinde de siz aslında okumaya teşvik edecek bir şey bulmaya çalışmışsınız. Yoksa kendinizi böyle mi ifade etmişsiniz?
Hande Özcan: Aslında samimiyetle söyleyeyim hiç bulmaya çalışmadım. Çünkü ben 35 yaşındayım ama ruhen çok klasik bir tipim aslında hiç trend takip etmeyen, trendlerden de hiç haz etmeyen biriyim. Ben, bir sürü şeyi duymam, kendi küçük dünyamda yaşayan bir tipim. O yüzden hani ilginç olsun diye bir şey yapması mümkün olmayan bir tipim. Ben sanat formlarını birbirine karıştırmayı çok seven bir tipim.
Yaprak Özer: Kitapta 70 tane vücut parçası; gerdan da var, mide de var, göbek deliği de var, kulak memesi çizimleri bulunuyor. Mesela bel bir çay bardağı şeklinde. Çizgileri de çok beğendim. Vücut parçalarının çoğu erkek. Omurga erkek, yemek borusu erkek, beyin, beyincik, soğancık onlara baktım, dişi diyor.
Deniz Yüce Başarır: Daha ne istiyorsunuz bütün yöneten kadın.
Yaprak Özer: Ya biseksüel ya erkek.
Hande Özcan: Ben dişi gibi hissediyordum. Ben bittikten sonra saydım merak ettim ve tuhaf bir dengede çıktığını gördüm.
Yaprak Özer: Okurken benzettiğiniz şeyler daha olumlu dişilerde. Öyle bir pozitif ayrımcılık yapmışsınız gibi geldi ya da ben öyle okudum.
Hande Özcan: Ben kadın ırkının üstünlüğüne çok inanan biriyim.
Yaprak Özer: Kim çizdi?
Hande Özcan: Bunları Huban Korman çizdi. Huban Korman cok iyi bir illustratördür ayrıca benim çok yakın arkadaşım. Bu kitabın içinde onun çok emeği var, filmde de olsun, kapağında olsun, çizimde olsun.
Yaprak Özer: Diğer emeği geçenler kimler? Kediniz var, köpeğiniz var.
Hande Özcan: Kedi Huban’ın kedisi, köpek benim.
Yaprak Özer: Son bölüm aslında 45 dakikalık bir film.
Hande Özcan: Demin dediğiniz konuda, “kalın kitap iyi kitaptır” konusunda beni çok uyardılar. Hem film için hem kitap için herkesin çok ciddi konuştuğu bir konu bu. Çok kalın olursa sıkıntı, film uzun olursa seyredilmez… Ben buna hiç inanmayan biriyim. Bu opsiyonel bir şey, keyfekeder bir şey. Kimse seyretmeyebilir, filmi seyrettiğinizde bir şey tamamlanmıyor. Kitabı okursunuz ve kaldırabilirsiniz, istemeyen bunu sevmek zorunda değil. Ama isteyen de istediği kadar uzun uzun seyredebilir.
Yaprak Özer: Bir insan neden yazar ve sonra filmini çeker?
Hande Özcan: Bu benim sinematografik bir hayal dünyam olması yüzünden… Ben şu anda bakıyorum acaba evinde nasıl biridir, ne yiyordur, ne içiyordur ben sürekli bunları hayal edip canlandıran bir tipim. Çocukluğumdan beri böyleydim. Bir de şeyi çok seviyorum, işin içine farklı sanat formlarının karışıp harmanlanmasını da çok keyifli buluyorum. O yüzden Huban’ın çizileri benim yazımla alakasız, o kendi başına ayakta duran bir şey. O noktada ben Huban’ı çok şekillendirmek istemedim, “kara kalem veya daha sulu boya olması hoşuma gider” dedim o bunu çıkardı mesela. Yine filmin içinde müzikleri orkestra şefi Orhan Şallıel yaptı. Katkısı bence çok özel… Sanat yönetmeninin, görüntü yönetmeninin katkıları…
Yaprak Özer: Siz yazmakla kalmamış bir ekip de yönetmişsiniz. Ne kadar sürdü bu operasyon?
Hande Özcan: Film kısmı neredeyse post prodüksiyonuyla öncesi sonrasıyla bir buçuk yıl gibi bir şey sürdü. Aslında beş günde çekildi ama öncesinde kafamdaki hazırlığı, sonra çekimi, ondan sonraki post prodüksiyonu, maddi manevi sıkıntıları falan derken ciddi bir zaman aldı.
Yaprak Özer: Bir buçuk yıl film çalışması, kitap ne kadar?
Hande Özcan: Kitap aslında bundan bir altı-yedi yıl önce adıyla, tahmini kurgusuyla kafamda vardı. Bundan üç dört yıl öncesine kadar tekrar önüme alıp başladım, bir buçuk yıl önce falan da kitap bitti, bittikten sonra film işine girdim.
Yaprak Özer: Çok ekonomik bir süreç değil bu. Siz bundan para kazanmayı düşündünüz mü hiç?
Hande Özcan: Hayır. Hiç umursamıyorum onun parasını, yapmak istedim. Çünkü benim zaten başka işlerim var benim çok kalben yaptığım bir şey ve böyle olmasını istedim.
Yaprak Özer: Peki yazarlar para kazanabilirler mi?
Deniz Yüce Başarır: Valla Türkiye’de herhalde sadece yazdıklarıyla yaşayan yazarların sayısı bir elin, hadi bilemediniz iki elin parmaklarını geçmez diye düşünüyorum.
Yaprak Özer: Benim elimde Forbes’un 2011, en çok kazanan yazarlar listesi var… Ayşe Kulin, Elif Şafak, İskender Pala, Zülfü Livaneli, Sinan Yağmur gibi isimler geliyor. Türkiye’de geçen yıl 493 milyon kitap basılmış.
Deniz Yüce Başarır: Ben şunu biliyorum, 40 bin küsur title yani 40 bin küsur ayrı kitap basıldığı rakam bazında da o civardadır diye tahmin ediyorum.
Yaprak Özer: İyi bir şey midir bu?
Deniz Yüce Başarır: 40 bin yeni kitap piyasaya girmesi bence iyi bir şey ama şöyle bir şey var, burada tabii biz hiç görmüyoruz yani fark edemiyoruz. Okur olarak fark edemediğimiz birçok kitap oluyor yani o kitaplar raflara giriyorlar, girdikleri gibi çıkıyorlar birçok okurun ilgisini çekemiyorlar. Keşke o kadar kitap çıksa da hepsi okurların ilgisini çekse işte burada şu çıkıyor ortaya hep çok satanlar ön planda. Doğru, kitap evlerine baktığınızda da hep çok satanlar ön planda, diğerlerine yer yok ama bunların hepsi birbirini besleyen şeyler. Yani yayıncılık geliştikçe kitap evleri de genişleyecek. Kitap evleri genişledikçe kitapların rafları, diğer kitapların da olabileceği raflar artacak, okur da o zaman seçeneklerini daha rahat görecek ve belki çok satan alırken bir tane yepyeni bir yazarın bir kitabını alıp onu keşfedecek. Tüm bunlar birbirini tamamlayacak şeyler.
Yaprak Özer: Nasıl başlar bir kitabın serüveni ve siz kitabın yayınlanabilir olduğuna nasıl karar verirsiniz, karar verirken de herhalde bu satar mı satmaz mı diye karar verirsiniz değil mi?
Deniz Yüce Başarır: Yayınevi sonuç olarak ticari bir kuruluştur bunu söylemek lazım. Aynı zamanda da belli bir çizgiyi sürdürmek zorundadır, her yayınevinin de kendine göre bir çizgisi vardır. Sadece prestij için yaptığımız satışı göz ardı ettiğimiz işler de vardır, ama yaptığımızda bunun satışını da, bu satar satmaz, ilgi görür görmez diye baktığımız işler de vardır. Tabii ki, bunların belli oranları var. Hani bir dosya size nasıl gelir, nasıl kabul edersiniz diye sorarsanız çok dosya geliyor. Internet’te bizim kendi sitemizde bir başvuru alanımız var. Sadece buna benim şöyle küçük bir itirazım var, ben o gelen dosyalardan şunu görüyorum; insanlar yazdıkları kadar çok okumuyorlar. O yüzden de yazdıkları pişmemiş işler oluyor, daha ham işler oluyor. Halbuki benim bütün yazar adaylarına küçük bir tavsiyem olsun sizin aracılığınızla; bol okusunlar. Yazmak bir cesaret işidir evet. Ama o cesareti edinmeden önce bence durup bir düşünmekte, bir Türkçe bilgisine sahip olmakta, yazılanlar hakkında bilgi sahibi olmakta, başka dünyalara daha önce bir ziyaretçi olmuş olmakta fayda var. Çünkü sadece kendi dünyamızı biricik sanmak bize bir şeyler katarken aynı zamanda bir şeyler de kaybettiriyor, çünkü çok daha biricik dünyalar var.
Yaprak Özer: Peki diyelim Türkçe’den geçti, sizin de dikkatinizi çekebildi… Sonra?
Deniz Yüce Başarır: Prosedür şöyle işliyor aslında, gelen dosyaların arasından biz bir kısmını eliyoruz, bir kısmı kalıyor. Sonra onları tekrar bir okutan arkadaşımızla ya da içimizden bir editör arkadaşımızla paylaşıyoruz onlar baştan sona didik didik okuyorlar ve didik didik bir rapor yazıyorlar.
Yaprak Özer: Ne demek didik didik rapor?
Deniz Yüce Başarır: Yani diyor ki mesela bu, Türkiye’de bir kategoride yayınlayabileceğimiz çok fazla bir satış beklentisi olmayan ama tamamen tabii farazi konuşuyorum şu anda özgün bir stili var. Söyledikleri enteresan ama mesela üzerinde şöyle bir çalışma olursa daha başarılı bir eser olabilir, şöyle bir editöryal çalışmaya ihtiyacı var.
Yaprak Özer: Giriyor musunuz siz yazar çalışmaya?
Deniz Yüce Başarır: Değer görürsek giriyoruz.
Yaprak Özer: Ne kadar derine inebiliyorsunuz?
Deniz Yüce Başarır: Şimdi yazarın da tabii izin vermesi gerekiyor. Bazı yazar buna daha açık oluyor, bazı yazar daha kapalı oluyor. Bu değişken bir şey.
Yaprak Özer: Hande Hanım’a karıştınız mı?
Deniz Yüce Başarır: Hande hanımla çalıştılar. Hande’nin kitabı daha pişmiş bir kitaptı.
Yaprak Özer: Ne demek pişmiş kitap?
Deniz Yüce Başarır: Çok fazla müdahale edilmesine gerek yoktu.
Hande Özcan: Ama hani tabii editörle üzerinden geçildi.
Yaprak Özer: Neyi didiklediniz bu kitapta?
Deniz Yüce Başarır: Daha sonra editörlüğünü yapan arkadaş bize okuyup sunmuştu ilk önce dosyayı. O dili sevmişti. Dilini ve kitabı ortaya koyuş biçimi de bize ilginç gelen bir şey mesela Huban’ın çizimleri fikri o zaman da vardı.
Hande Özcan: Ben dosyayı verdiğimde filmi vermedim. Sadece metin gönderdim. Bir word dokümanı olarak verdim.
Deniz Yüce Başarır: Ama sevmesek bu paket bizi ilgilendirmezdi.
Yaprak Özer: Daha önceki kitabınızda ne yapmıştınız siz?
Hande Özcan: Mesajlar üzerine kurulu bir şeyi vardı.
Yaprak Özer: Organizasyon yapmışsınız yine bir dikkat çekmişsiniz değil mi?
Hande Özcan: Evet kendi işim olduğu için. Ama ben özel hayatımda da böyleyim. Kendi köpeğime de evde doğum gününde et falan söyleyip kutlama yapıyorum yani. Öyle bir tipim.
Yaprak Özer: O zaman siz “paket de iyi, yazı da iyi” diyebilirsiniz değil mi?
Deniz Yüce Başarır: Zaten tam da söylediğim, bu sadece paket iyi olsaydı, sadece o fikirle basmayız. Ben bunu hep bu pazarlama konusu açıldığında kitaplara çok pazarlama yapılsın, yapılmasın tartışmaları olduğunda da her zaman söyledim. Paket bir yere kadar, kulaktan kulağa meselesini çok fazla çoğaltmaz. Yani insanlar Corpus’un filmi var çizimleri var diye alabilirler ama üç kişi alır eğer o altı kişi olursa o üç kişinin tavsiyesiyle olur. Yani sadece o paketle bir yere kadar satarsınız eğer maksat satışsa. Ondan sonrası gitmez yani önemli olan insanların bir yerine dokunması ve birbirlerine tavsiye etmeleri.
Yaprak Özer: Şimdi ben size ilginç örnekler vereceğim bakalım bunları biliyor muydunuz? Uçakla para dağıtan olmuş; Endonezyalı bir iş adamı. Kitabı piyasaya çıkacakken başkent Jakarta semalarında uçaktan 100 milyon rupi… Bu da on bin yedi yüz dolara denk geliyormuş, pazarlama devrimi olarak anılmış.
Deniz Yüce Başarır: Para lazım ama.
Yaprak Özer: Sesli kitaplar var herhalde onların bir devamı olabilir mi?
Deniz Yüce Başarır: Sesli kitap aslında nasıl e-kitap var, ondan önce sesli kitap vardı. Ben sesli kitap yaptım bu arada, Harry Potter’ı. Dünyada aslında Amerika’da, Almanya’da mesela Fransa’da değil. Amerika’da ve Almanya’da her kitabın ‘audiobook’u çıkıyor çünkü insanlar zamanlarının uzunca bir kısmını arabada, trafikte başka bir iş sırasında zaman geçiriyorlar.
Yaprak Özer: Ben giremiyorum havaya.
Deniz Yüce Başarır: Ben giriyorum mesela ama sizin gibi giremeyenler sanırım Türkiye’de çoğunlukta çünkü Harry Potter’ı ‘audiobook’a çok inandığım için o zaman da televizyondan ayrıldığım bir dönemdi, yıllarca da seslendirme yaptığım için bu iş benim çok aklıma yatıyordu ve çok seviyordum bu fikri. O zamanlar Harry Potter vardı, dedim ki, en iyi başlangıç Harry Potter olur… Harry Potter J.K. Rowling’in sonuç olarak dünyada fırtınalar estirmiş romanı hem çocuklara hem büyüklere hitap ediyor. ‘Audiobook’ biraz çocukların da daha kolay alacağı bir yer çünkü hani anneler babalar akşam kitap okuyacaklarına cd kaseti takacaklar ve dinleyecekler. Sağ olsun Enis Batur da benimle birlikte inandı, Yapı Kredi’ye gittim “yapalım” dedim, o da “tamam” dedi. Biz birinci kitabı yaptık ama pazarlama olarak çok inandırıcı olamadık, pazarlama bölümüne çünkü çok ekstra pazarlanması gereken bir fikir bu. Kitapevinde konulacak yer bile bulunamıyor, ‘audiobook’ çok az var. Tuna Serim’in yaptığı birkaç kitap var onlar da bulunmuyor zaten. Sonra biz Klasik Müzik Masalları yaptık ama kitap ve cd.
Yaprak Özer: O nasıl gitti?
Deniz Yüce Başarır: O çok iyi gitti çünkü orada konu çok cazip. Orada hem kitap hem cd var her ikisi bir arada.
Yaprak Özer: Onda herhalde aileler de teşvik ettiler değil mi çocuklarını?
Deniz Yüce Başarır: Aileler alıyorlar mesela, kızımın sınıf arkadaşları benden imza alıyor o kitapla ilgili olarak. Çok seveni var onun.
Yaprak Özer: Yenilebilen kitap mesela?
Deniz Yüce Başarır: Evet geçenlerde ben de gördüm onu enteresan. Bir de yazıları kendi kendine yok eden kitap var. O güzel fikir bence.
Yaprak Özer: Siz de ne yapmışsınız, yarışma yapmışsınız değil mi?
Hande Özcan: Evet okurlar arasında Hürriyet Gazetesi üzerinden bir yarışma yaptılar, bir soru sordular kitapla ilgili kazanan ilk yirmi kişiye imzalı kitap.
Deniz Yüce Başarır: Onu biz her hafta yapıyoruz aslında Hande’nin kitabı da o kitaplardan biri oldu.
Yaprak Özer: Türkiye’nin Okuma Kültürü Haritası araştırmasının sonuçlarına göre kitap seçimimizi rasgele yapıyormuşuz, doğru mu?
Deniz Yüce Başarır: Şöyle rasgele bence, birbirinden etkileniyor insanlar… Arkadaşlarımız, dostlarımız dediğiniz gibi çok satanlar listesi ben okudum sen de al diye.
Yaprak Özer: Aslına bakarsanız yani herhalde yanılma payı olsa dahi biraz bize doğruları söylüyordur diye düşünüyorum. Mesela trend demişken bu yılın trendi neydi, diyelim ki aşk temasını mı işlediniz siz?
Deniz Yüce Başarır: Şöyle mesela şunu söyleyebiliriz, zaman zaman belli türler daha çok ilgi görüyorlar. Mesela bundan iki üç yıl önce başlayan vampir hikayeleri yavaş yavaş yerini meleklere, işte oradan da erotic romansa doğru bırakıyor. Yurt dışında da satılan çok ilgi gören kitaplarda böyle bir ağırlık oluşuyor. Ama bu şu demek değil, her zaman Margaret Atwood bir kitap çıkardığında ilgi görüyor elbet ama hani o best seller dediğimiz büyük kitlelerin ilgi gösterdiği kitaplarda böyle bir takım trendler oluyor yani üç tane vampir kitabı çıkıyor arkasından on üç tane daha çıkıyor. Üç tane melek kitabı çıkıyor arkasından yirmi üç tane daha çıkıyor falan.
Yaprak Özer: Siz yayınevleri olarak bunu nasıl yönlendiriyorsunuz?
Deniz Yüce Başarır: Duruma göre değişiyor ama mesela ilk hareket her zaman en ilgi çekeni oluyor. İkinciller biraz daha azala azala gidiyor. Ama tabi ben hala hep aynı şeyi söyleyeceğim, yani bir kitap çok satıyorsa metinde bir şey olması lazım. Yani Alacakaranlık serisi diğer vampir serilerinden daha çok sattıysa orada bir şey var yani o hikaye insanı çekiyor.
Hande Özcan: Herkesi bir yere kadar kandırabiliyor bu tip pazarlama detayları dediğiniz şeyler. Bence de iyi iş her zaman yeri biliyor yani.
Yaprak Özer: Siz ne okursunuz?
Hande Özcan: Valla ben her şeyi okuyorum. Ben roman çok seviyorum. Tarih falan çok çok özel ilgi alanımda değil ama şiir okuyorum, roman okuyorum.
Yaprak Özer: Değişik organizasyonlar diyelim sunumlar sizi etkiliyor mu aslında dikkatinizi çekecek unsurları yaratabilme özelliğine sahip mi?
Hande Özcan: Ben cümleler ve sözlere çok takılan biriyim yani özel ilgimi çekmedikçe onun yüzünden çok şeye yönlenen biri değilim yani yanında da bir şey vermiş diye almıyorum ama okuyup da incecik bir şeyi çok etkilenip binlerce aynı kitaptan hediye ettiğimi biliyorum.
Yaprak Özer: Klasiklerin çizgi roman halinde sunulması konusunda sizlerin fikrini almak isterim.
Hande Özcan: Hafif tepkili baktım ama dikkatli oturup seyredip baktığınızda keyifli hallerini yakalıyorsunuz. Ben title’lara çok bakmadan bazı şeyleri kimin yaptığından ziyade o an size ulaşıp ulaşmadığına dikkat ediyorum ve bence okuyucu da bunu çok fark ediyor. Dediği gibi Deniz Hanımın bence metin hakikaten yer buluyor bütün bu yan detaylarından sıyrılarak.
Deniz Yüce Başarır: Ben aynı fikirdeyim mesela çizgi roman. Çizgi roman birçok çocuğun aslında okumaya başlama noktasıdır yani Tommiks Teksas okurlardı zamanında, hala da var Redkit’ler, Tentenler hepimizin başlangıç noktasıdır bence çizgi roman hiç küçümsenecek bir şey değil. Bence çok önemli bir başlangıç noktasıdır. Klasiklerin de çizgi romanı olmasını ben çoğulcu bir tip olduğum için onu da hiç yadırgadım. Yani mesela yayınevi olarak yapmayı düşündük oturduk yapmadık çünkü çizgi roman olduğu zaman çok pahalıya mal olan bir iş, karşılığını çok fazla alamıyorsunuz bir de bir yayınevi her alanda da olmamalı bence. Yani herkes de her şeyi yapacak diye bir şey yok.
Yaprak Özer: Yayınevlerinin başında hep kadınlar var.
Deniz Yüce Başarır: Evet. Genel müdürümüz kadın bizim, yayın direktörü olarak ben kadınım, pazarlama direktörümüz kadın, ekibimizin de birçoğu kadın, yani yedi editörümüz var beşi kadın. Ama bu şey demek değil yani, erkekler de bir tarafta demek değil. Erkekler yayın yönetmenleri var. Okurların da çoğu kadın öyle düşünürseniz. Rakamsal bir şey söyleyemeyeceğim ama gördüğüm gözlemlediğim kadarıyla, imza günlerinde gelenler kadın.
Hande Özcan: Ben bir yazar olarak da söyleyebilirim sürekli aldığım maillerin yüzde sekseni kadınlar.
Deniz Yüce Başarır: Erkekler bilgi alacakları şeyleri okumak istiyorlar, gerçekleri duymak istiyorlar yani bir tarih kitabı okuyorlar, inceleme araştırma okuyorlar, polisiye tercih ediyorlar. Yararlanmak istiyorlar yani. Sonuca ulaşmak istiyorlar.
Yaprak Özer: Bundan sonra ne var? Yeni bir kitap var mı, yeni bir film var mı?
Hande Özcan: Ne çıkacağını inanın ben de bilmiyorum. Bir sabah uyanıp aklımda bir şey beliriyor ve onu takip etmek istiyorsam ediyorum ve her halükarda onu gerçekleştirmeye odaklı oluyorum.
Yaprak Özer: Tema var mı peki kitap için?
Hande Özcan: Şu anda aklımda bir şey var evet. Tam bir çocuk mu büyük mü belli olmayan bir şey yazdım, böyle şiirimsi bir ilginç çocuk kitabı gibi bir şey. Bu sefer çok hızlı olacağını biliyorum, öyle hissediyorum.
DENİZ YÜCE BAŞARIR
Doğan Kitap Yayın Koordinatörü
Çevirmen, seslendirme sanatçısı
1990’lı yılların TRT İstanbul televizyonu seslendirme stüdyolarının vazgeçilmez isimlerindendi. Yalın Türkçesi, samimi tonlamaları ve naif sesiyle birçok yabancı oyuncuya hayat verdi. Çeşitli televizyon programları ve belgesellerde metin yazarlığı ve danışmanlık yaptı. CNNTÜRK’te kendi hazırladığı “Kitapça” adlı programı sundu. Doğan Kitap’ta önce editör daha sonra pazarlama yönetmeni olarak çalıştı. 2009 yılından bu yana Doğan Kitap’ın yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
HANDE ÖZCAN
Hande Özcan’ın ilk kitabı Güllerim Açtı Seni Görünce 2004 yılında yayımlandı. Kendine ait bir organizasyon firması olan Hande Özcan, yaratıcı bir kulvarda çalışıyor, hayatın her anına biraz oyun, birkaç liste, şarkı şiir ve lezzet katarak, kalabalık içinde yaşıyor. “Yazı yazmak benim için gözlerimi kapatmak ve karanlıkta bir film seyretmeye başlamak… Renklerini, ışığını gördüğüm, kokusunu duyduğum bir filmin içine girmek gibi… Her şeyden kaçmak, olmak istediğim yere varmış olmak gibi… Arka bahçede çay içmek gibi… Yalınayak yere basmak gibi…” diyerek tarif ediyor.