İklim mültecisi tanımını daha önce duymuş muydunuz? Yapılan araştırmalara göre dünya nüfusunun yüzde 10’unun kaderi, iklim göçmeni olmak. Sizin gibi benim gibi, kendisinin de bir gün mülteci olabileceğini düşünmemiş milyonlarca insan, bu sorunla yüz yüze kalacak. Mücadele etmeye hazır mıyız?
Uluslararası siyasete yön veren ülkelerin liderleri küresel ısınmayla mücadele konusunu konuşmak üzere geçtiğimiz hafta terör ve güvenlik sorunları gölgesinde buluştu. İlk kez kamuoyu olarak bir iklim zirvesini bu kadar yakından izlediğimizi söylemek mümkün. Zirvede, siyaset iklimden rol çalmak için elinden geleni yaptı ama konferansa katılan tüm liderlerin küresel ısınmayı kabul etmesi Paris İklim Değişikliği Konferansı’nı önceki örneklerinden ayırmaya yetti.
Dünyanın en güçlü ülkesinin lideri olması nedeniyle ABD Başkanı Obama’nın yaptığı konuşma önemliydi:
“İklim değişikliğinin başladığı ilk nesiliz ancak bu konuyla ilgili bir şeyler yapabilecek son nesil olabiliriz…” Mealen “Ya Herro Ya Merro!…” dedi Başkan.
Bu konferansın öncekilere göre çok daha farklı olduğunu vurgulayan Obama, “Dönüm Noktası”nda olduğumuz ifadesini kullandı. İklim konusundaki açıklamalarıyla adı kötüye çıkmış ülke statüsünde bulunan Çin’in Devlet Başkanı Xi Jinping “Bu bir dönüm noktası ya da bitiş çizgisi değil yeni bir başlangıç noktasıdır” dedi. Artık nereden baktığınıza bağlı olarak yorumlamamız gerekecek bir cümle! Bugüne kadar iklimle ilişkili içi yeterince doldurulamayan büyük sözler söylendiği için kuşku duymamız kaçınılmaz.
Dünya gündemi tempolu. Brüksel’de İklim Zirvesi’yle eş zamanlı toplanan Avrupa Birliği, AB coğrafyasına yönlenen mülteci akınlarını durdurması karşılığında Türkiye’ye 3 milyar Euro teklif etti. Yaşadıklarımızı, terör/güvenlik tehdidi – siyaset/ekonomi çıkmazı- mülteci/göç sorunu diye 3 ana akım altında özetleyebiliriz.
MÜLTECİ SORUNU YENİ BAŞLIYOR
Dünyanın refah ülkelerine, siyasi krizler ve güvenlik sorunları nedeniyle göç etmek zorunda kalan milyonlarca insanın yolunu kesmek için Türkiye’yi tampon bölge olarak kullanmayı düşünmek, olsa olsa geçici bir çözüm olabilir.
Şu ana kadar siyasi krizlerden ve güvenlik sorunlarından kaynaklanan mültecilik, gündemi meşgul etse de, mülteci tanımı da yaşananlar da farklı bir hal alıyor!
İklim göçü veya eko mültecilik tanımlarını daha önce duymuş muydunuz? Yapılan araştırmalara göre dünya nüfusunun yüzde 10’unu iklim göçmeni olmak bekliyor. Yani, sizin gibi benim gibi, kendilerinin de bir gün mülteci olabileceğini hiç düşünmemiş milyonlarca insan bu sorunla yüz yüze kalacak. (Environmental Justice Foundation). Bu durumla mücadele etmeye hazır mıyız?
BİR GÜN HEPİMİZ MÜLTECİYİZ
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2014 raporuna göre günde 42 bin 500 kişi iltica başvurusunda bulunuyor. Dünyada her 122 kişiden biri göç ediyor. 2014 yılında 59.5 milyon insan göç etti. Bu sayı, bir yıl içinde şu ana kadar kaydedilen en yüksek rakam!
Evet!… Bir gün herkes mülteci olabilir. Kulağa iddialı geliyor, ne yazık ki gerçek. Halen siyasi, ekonomik, dini sorunlardan kaynaklanan terörle mücadele edemezken, iklim terörüyle nasıl mücadele edeceğiz? Önümüzdeki yılların kabusu iklim olacak. Hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var, kendi içinde uzmanlıklara ayrılan bu konuda, Türkiye’de genel mülteci şemsiye başlığı altındaki uzmanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
EKO MÜLTECİ
İklim göçü terimini ilk kez 1976’da çevreci akademisyen Lester Brown ortaya atmış. Kavram, “Eko-mültecilik” ya da “çevre sorunlarından kaynaklı mültecilik” olarak da ifade ediliyor. İklime bağlı göçlerin, uluslararası hukukta sınırları belli, açık ve net bir tanımlaması ise henüz yapılmadı. Ama verilerin ortaya koyduğu tablo oldukça net:
Geçtiğimiz yılın başından bu yana 42 milyonun üzerinde Asyalı, çevre felaketleri yüzünden yaşadıkları yerleri terk etti (Internal Displacement Monitoring Centre). Hatırlayın, 2010’da yaklaşık 30 milyon kişi Pakistan ve Çin’de meydana gelen sel felaketi nedeniyle yaşadıkları coğrafyayı temelli değiştirmişti. İklim değişikliklerine karşı en savunmasız ülkeler şimdilik Asya – Pasifik bölgesinde bulunuyor.
Bizden uzak olsun, halimize şükredelim demeyin çarpılırsınız! Environment Agency’in raporuna göre, 7 binden fazla İngiliz, suların yükselmesi dolayısıyla evini kaybetmek üzere. Kaldı ki, Suriye’deki iç savaşı, su kaynaklarının tükenmesine bağlayan iklim uzmanları da mevcut.
TÜRKİYE DE ETKİLENECEK
Türkiye, iklimin yaratacağı etkiler bakımından dünyadaki en riskli 5 bölge arasında yer alıyor (IPCC- Intergovernmental Panel of Climate Change). Amerikan Ulusal Hava ve Uzay Ajansı, NASA verilerine göre, erozyonun şiddetlenerek devam etmesi ve etkili tedbirler alınmaması halinde, Türkiye’nin büyük bir bölümü 2040 yılında çöl olacak.
Son yüz yıl boyunca, Türkiye’de her 10 yılda sıcaklık 0.2 derece arttı, yağış ortalama yüzde 10 oranında düştü. Akdeniz havzasındaki su seviyesinde 2030’a kadar 12-18; 2050 yılına kadar 14-38; 2100’e kadar da 35-65 santimlik yükselme bekleniyor.
AÇIZ AÇ
Dünya nüfusu 2050 yılında 9,6 milyara ulaşacak ve bu nüfusun gıda ihtiyacını karşılamak için 100 milyon hektar daha tarım alanına ihtiyaç duyulacak. Ormanların ve otlakların tarım alanlarına dönüştürülmesi ve iklim değişikliği nedeniyle biyolojik çeşitlilik giderek azalıyor. İnanmayacaksınız ama, üretilen gıdanın üçte biri de israf ediliyor. Çöpe atılan gıda miktarı Çin, Moğolistan ve Kazakistan ülkelerinin toplam arazilerinden yapılan üretime denk gelmekte.
Özellikle Afrika ve Asya’da her gün 800 milyon insan açlık çekiyor. Fakir ülkelerde 2050 yılına kadar tarım faaliyetlerinin ve gıda üretiminin yüzde 50 oranında azalması bekleniyor.
Ve sera gazları. Paris İklim Değişikliği Konferansı’nı coşkulu konuşmalarla açan 150’nin üzerindeki devlet ve hükümet başkanlarının istisnasız hepsi atmosferdeki sera gazlarının giderek yükselmesinden, bunun küresel ısınmaya yol açmasından, derhal harekete geçmekten bahsetti.
Söylenenler yapılır mı, vaatler yerine getirilir mi bilinmez ama neden birden konu “trend topic” oldu dersiniz? Çünkü, acilen önlem alınmazsa bakın bizi ne bekliyor:
Sıcaklık 2.8°C – 5.4°C arasında yükselebilir. 2100 yılına kadar deniz seviyesi 52- 98 cm arasında yükselebilir. Bu, kıyı şehirlerinin yok olması anlamına geliyor. Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da kuraklık yüzde 20 oranında yükselebilir. Ekosistemdeki bozulmalar dolayısıyla bitki ve hayvan türlerinde azalmalar olabilir. Bilmem yeter mi? Bir gün hepimiz yerimizi yurdumuzu terk etmek zorunda kalabiliriz. Mülteci olmak an meselesi.
Türkiye yıllardır transit ülke konumunda, bir kulağını bir gözünü hep kapadı. Biz de film izler gibi izledik durduk. Üstelik bu gidişatı kanıksadık da! Artık mülteci konusuyla barışma zamanı.
Ne acıdır, iç savaş nedeniyle, 23 milyonluk Suriye nüfusunun 11 milyonu insani yardıma muhtaç hale geldi. Kitlesel göç hareketi, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerinin iç siyasetini, ekonomisini ve sosyal dinamiklerini etkiliyor. Suriyeli mülteci sayısına her ay ortalama 100 bin kişi daha ekleniyor. (Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği). 29 Nisan 2011’de Suriye’den Türkiye’ye giriş yapan ilk kafile 252 kişiydi. Ama şimdi, Türkiye’ye sığınan Suriyeli sayısı 2 milyonu aştı. Kayıt dışı rakamlar ise muhtelif. Dört yılda mülteciler için yaklaşık 8 milyar dolar harcadığımızı dillendiriyoruz. Şimdiye dek uluslararası toplumdan gelen yardım 400 milyon dolar civarında, vaad edilen yeni yardım 3 milyar Euro.
Küresel ısınma konusunda gereken önlemler acilen alınmazsa, her birimizin bir gün mülteci olabilmesinin işaret ettiği tehlike şu: ekonomisi gelişmiş ülkeler dahil olmak üzere dünya üzerinde gidilecek, göç edilecek, sığınılacak, yaşanacak, yaşlanacak bir yer kalmayacak. İşte sözün bittiği yer de orası!
Ya herro ya merro!