Sanki konuşmayanı dövüyorlar. Söyleyecek bir sözümüz mutlaka oluyor. Bir de iletişim kurabilsek ya içim yanmayacak.
Alın size bir örnek; adamcağız konuşuyor konuşuyor ama boşuna… Milletvekili… O bile kendisini dinletememekten yakındı. “Başvurmadığım yer kalmadı” dedi, “Madem beni dinlemiyorlar ben de kürsüye başvuruyorum” diye sözlerini tamamladı. Kafasını Meclis kürsüsüne küt diye vurdu!.. Geçtiğimiz hafta yaşanan olay!
İnsanın özüyle sözünün bir olması önemli. Durumu ilginç bulan bir muhabir sordu; “Acıdı mı?” Sayın Milletvekili sonunda kendisini dinletmiş olmanın haklı gururu ve huzuruyla “Ehh biraz” dedi. Son konuşan muhabir oldu; “Alnınız kızarmış!”
Acaba dinletmek için kafamızı hep oraya buraya vurmamız mı gerekiyor. Belki de insanların konuşurken bir eylemde bulunması şart. Sonunda Sayın Milletvekili sesini duyurdu. Buradan şu sonuca ulaştım. Dışımızda da çok şey konuşuluyor. Dinmeden usanmadan… şunu bunu yapacaksın… diyen bir sürü insan var. Ama biz onları dinlemiyoruz. Neden?.. Kafalaranı sağa sola vurmuyorlar da ondan! Anlamayacak ne var. Avrupalılar çok konuşuyor ama monoton! Söyledikleri anlaşılmıyor. Sözlerine uygun davranış sergilemiyorlar. Dikkat ettim, biz az kelimeyle daha çok iş başarabiliyoruz. Onlarda bir sürü farklı kelime…
Tutturmuşlar fakirlik diye, inanılır gibi değil, konuşup konuşup duruyorlar. Fakir olsalar canım yanmayacak. Ayol biz fakiriz konuşmuyoruz size ne oluyor. Başka tutturdukları konular da var. Sürdürülebilir gelişmeye kafalarını takmışlar. Dış yardımlar, kadın ve çevre odaklı politikalar başımızı yakacakmış…
Şu çevre meselesi örneğin… Bu kadar çok konuşacak ne bulurlar bilmem. Biz çevre dedin mi ellerimizi ovuşturup, orman arazisinden açtığımız yerlerin tapusunu ne zaman alacağımızı konuşuyoruz. Sonuç odaklı olacaksın.
Kyoto Protokolü diye diye dillerinde tüy bitti. Ne var bu kadar konuşacak bilmem… Alt tarafı sera etkisi yaratan karbondioksit gazının, 2008-2012 yılları arasında, 1990 seviyelerinin yüzde 5 altına çekilmesi hedefleniyor. Türkiye Kyoto Protokolü’nü onaylamadı. AB’ye uyum sürecinde protokolün bütün gerekliliklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Canımız sağ olsun!
Protokole uyum sağlayabilmek için Avrupa’da termik santral baca filtrelerinden arabaların egzozlarına, karbon gazı atığı olan sistemlere kadar her şey inceleniyor. Sanayi ürünlerinin üretimi yeni yasaların gerekliliklerine göre yeniden düzenleniyor.
Bir sürü yaratıcı çözüm “konuşuluyor”. Bunlardan biri karbon gazları emisyonu piyasası. Her ülkenin atmosfere belirli bir miktar sera gazı salıverme hakkı doğuyor. Sistem şöyle işliyor, diyelim ki, yıl dolmadan izin verilen kotayı doldurdunuz, kotasını doldurmamış ülkelerden “havayı pisletme hakkı” satın alabileceksiniz. Karbon gazı ticareti 2004 yılında 400 milyon dolarlık küçük bir piyasaydı. 2006 yılında hacminin 7.3 milyar dolara, 2008’de Japonya, Kanada ve sanayileşmiş birçok ülkenin katılımıyla 35 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin ne kadar sera gazı ürettiğini, ne kadar izni olduğunu “konuşması” gerekiyor.
Çevre deyip geçmeyin. Yurtdışındaki banka ve sigorta şirketleri, kredi ya da sigorta hizmeti verirken çevre koşulu getirmeye başladılar bile. Çevreyi kirleten işletmelerin kredi ve sigorta maliyetleri diğerlerine gore yüksek. Gelişme, şimdilik bankaların kredi portföylerinin yüzde10-15’ini oluşturan yeni projelerin kredilendirmesini etkiliyor. Ama hızla yayılacağı kesin.
Konuş Türkiye’m konuş. Aman dikkat et kafanı sağa sola vurmasınlar…
Sen konuş, olmadı kestirip atarsın.