Aydın Özden, atletik performans koçu, sporcu, beslenme ve genetik uzmanı eğitmen… Bu üç profesyonel çalışmayı bir arada barındıran kişi sayısının çok az olduğunu öğrendim. Onlardan biri. Geçmiş 20 yılını ABD’de bilişim sektöründe profesyonel ve çok tempolu çalışmayla geçirmiş. Gün gelmiş “yeter” demiş. Takiben spor, beslenme, sağlıklı yaşam ve genetik konusunda tutkulu bir çalışmaya yönelmiş. Bir süre sonra memlekete dönmüş.
Özden yoğun olarak kadın sporcularla çalışmış… Türkiye’ye geldikten sonra da Botaş basketbol kulübünü çalıştırmış. Kendi kadın basketbol takımını kurmak için uzun süre sponsor aramış, olmamış. O da kurumsal sağlık konusuna yönelmiş. Bu konuda ciddi boşluklar olduğunu ifade ediyor. “Çok fazla hasta insanımız var. Her yer hastane ve eczane dolu, herkes ilaç alıyor. Bilinçlendiğimiz, farkında olduğumuz ve vücudumuzu tanıdığımız zaman, bunu önlemek kolay” diyor.
Konuk olduğu televizyon programlarından bir iki tanesinde izledikten sonra önce Fikir Buluşmaları sohbetimize sonra İndeks Konuşmacı Ajansı’na uzman konuşmacı olarak davet etmeye karar verdim. Biriktirdikleri ve söyleyecekleri, buna paralel olarak da şikayetleri var. Ülkemizde sporun, beslenmenin çoğunlukla yanlış uygulamaların kurbanı olduğunu, genetik bilgisinin ise ya bilinmediğini ya dikkate alınmadığını söylüyor.
Özellikle içinde bulunduğumuz karantina günlerinde sporun her zamankinden daha önemli olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Yine karantina nedeniyle yiyeceklerimize daha fazla dikkat etmek gerektiğini de…
Bu arada, hormonlarımız yönetiyor bizi. Onları ne kadar tanıyoruz. İçimizde bir çalar saat olduğunu söylüyor Özden, sesine kulak veriyor musunuz? Yaptığınız sporu, tabii spor yapanlara sözüm, genlerinizi tanıyarak seçtiğinizi söyleyebilir misiniz? Hangi spora göre nasıl besleneceğinizi biliyor musunuz? Kendinizi sakatlamak üzere olduğunuzun farkında mısınız? Daha da ileri gideyim, dünyada sporcuların yüzde 70’i kendilerine uygun spor dallarında mücadele etmiyormuş! Bu nedenle çok sakat sporcu olduğunu söylüyor Özden.
Profesyonel sporcularda durum böyleyse, biz amatör spor severlerin durumu vahim diye düşündüm… İşin başka bir yanına daha dikkat çekip, sözü Özden’e bırakacağım; sabah kalkıp akşam yatana kadar vücudumuza zarar veriyormuşuz. Oturmamız, kalkmamız, arabaya binmemiz, eşya taşımamız, hatta yolda yürümemiz bile yanlışmış…
Karantinadan bel, sırt ağrıları artmış, kilolarınıza kilo koymuş, kolesterol seviyeniz tavan yapmış ya da oradan buradan duyduğunuz size uygun olduğu şüpheli yöntemleri uyguladığınız için pişman ve sakatlanmış çıkmanızı istemiyoruz, Aydın Özden’e kulak vermek ister misiniz.
Yaprak Özer: Bazı ülkelerin sporcuları daha mı iyi oluyor? Neden ülkemizde çok fazla İspanyolca konuşan futbolcu var?
Aydın Özden: Tabii… Spor kültürü olan ülkeler var. Spor, bir hareket bilimidir. Bunu kabul etmiş ülkelerin, etmeyen ülkelere göre başarı şansı çok yüksek… İspanya futbolu şu an çok önde. İspanya, dünyada bir ya da ikinci sırada… İspanyollar takım sporunda çok başarılılar…
Yaprak Özer: Bunu bilimsel mi yapıyorlar?
Aydın Özden: Tabii zaten öyle olmadan başaramazsınız. Bu ülkeler, spor kültürü olan ülkeler, sporun bilim olduğuna inanıyorlar. Çocuklar genç yaşta eğitime başlıyorlar. Antrenörler bilgili, bağlı oldukları federasyonlardan gerekli bilimsel eğitimleri alıp; sporcuyla çalışıyorlar.
Yaprak Özer: Bizde altyapı mı problem?
Aydın Özden: Altyapılardan sporcu yetişmiyor ülkemizde… Dünyada, özellikle futbol çok ciddi ekonomik şartlara geldi… Ama onun yanına bilimi koymadığınız zaman, nal topluyorsunuz.
Yaprak Özer: Sizin, “kadın anatomisi”ni seçmeniz bir tesadüf müdür?
Aydın Özden: Tesadüf değil… Kadınlarda başarılı olmak çok daha kolay, kadın sporcularda, dal ne olursa olsun rekabet daha az; dünyada kadın basketboluna ilgi gösteren ülke sayısı 15. Basketbol Milli Takımımız, bilimsel çalışmıyor, bilimsel beslenmiyor; ama dünyada altıncı sırada… Altyapılardan gelen iyi bir jenerasyonumuz vardı; hepsi bitti… Her geçen sene değer kaybediyoruz… Kadın Yıldız, Genç ve Ümit Milli Takımlarımız, geçen sene ve bir önceki sene klasman düştüler ve altyapılardan yetişmiyor oyuncu… Antrenörlerimiz, sporcuları hep aynı şekilde çalıştırıyor. Beslenme programlarımız, eksik… Dinlenmeyi bilmiyoruz, antrenmanlarımızı yanlış yapıyoruz ve en önemlisi, kadın anatomisinin basketbola uygun olmadığını bilmiyoruz.
Yaprak Özer: Kadın anatomisinin neden basketbola uygun değil?
Aydın Özden: Kadın anatomisi, çok yönlü spor dallarına uygun değil. Ona göre antrene edilmesi lazım. Bütün kadın sporcularımızın diz bağları kopuyor. Kadın doğum yaptığı için anatomik olarak kalça büyük… ani yön değiştirdiği zaman, bütün basınç diz kapaklarına geliyor. Bu sporcuların kaslarının ahenkli bir şekilde çalışması için yıllık antrenman planlamasının doğru olması, çok iyi beslenmesi, çok iyi dinlenmesi ve sakatlanan basketbolcunun, çok iyi bir rehabilitasyon dönemine girmesi lazım.
Yaprak Özer: Oysa göğsümüzü kabartan sporcular da kadınlar, Türkiye’de…
Aydın Özden: Bireysel hepsi, kendi yetenekleriyle…
Yaprak Özer: Ama takım sporlarında da voleybolda da çok gururlandığımız, aldığımız ödüller var.
Aydın Özden: Doğru söylüyorsunuz. Var, var…
Yaprak Özer: Basket de aynı şekilde… Bu sporların profesyonel yapıldığı izlenimini edinmiştim ben…
Aydın Özden: İnsanımız çok yetenekli… Ama yetenek bir yere kadar gidiyor… Yaklaşık 10 yıldır, dünyada spora bakış açısı değişti, spora bilim girdi.
Yaprak Özer: Nasıl özetlersiniz bu değişimi…
Aydın Özden: Ara açılmaya başladı. Bilimsel… Artık sporcular, genetik teste göre çalışmaya başlıyor. Kas tipine, kardiyovasküler tipine, sakatlanma- iyileşme – okside olma genlerine göre sporcuların çalışması lazım.
Yaprak Özer: Böyle mi seçiliyor sporcular?
Aydın Özden: Tabii… Genin, hangi spor dalına uygun olduğuna bakılıp karar veriliyor. Örneğin anatomik olarak patlayıcı genler varsa, uzun mesafe koşucusu olmaz. “Patlayıcı gen”, vücudun ani çıkışlara uygun olması demek… Dayanıklı gen varsa, kişinin uzun mesafe koşucusu olması veya futbolcuysa orta sahada oynaması lazım. Şöyle söyleyeyim; kaleci ile santrforun mutlaka patlayıcı kasları olması lazım…
Yaprak Özer: Yani genetik mirasla sporcu başarılı olabiliyor…
Aydın Özden: Genler değişmez. Patlayıcı kas varsa, bunu antrenman yaparak dayanıklılığa çeviremezsin. Doğduğun gün patlayıcı kasın varsa öldüğün gün de patlayıcı kasın var, bunun bilinmesi lazım. Bundan dolayı sporcular sakatlanıyor. Patlayıcı kası olan bir sporcuyu uzun süre antrene etmemen lazım, adamı bitiriyorsun, genleri, kasları, patlayıcı, ani bitiyor. İşte, 100 metre, 200 metre koşu, golf, voleybolda, basketbolda, futbolda mevkiler…
Yaprak Özer: Aslında bu bir hesap işi diyorsunuz …
Aydın Özden: Tabii… Bilim, bilim…
Yaprak Özer: Ama bu alana çok ciddi bütçeler harcanıyor. Bir şirket gibi yönetilmesi halinde çok da kazancı olan bir sektörden söz ediyoruz.
Aydın Özden: Tabii ama önce sporun bilim olduğunu kabul edip… sporcunun genlerine bakılması gerekiyor. 117 tane gene bakılıyor; 5000 TL civarında, bir sporcu için… Hiçbir şey değil. Milyonlar harcanıyor, 30 tane sporcunuz olsa, 5000 ile 30’u çarpsanız. Komik rakamlar… Bir sporcunun sakatlanması demek örneğin sporcu yan bağlarını kopardığında 6 ay yok… Sporcunun 6 ay maaşını ödüyorsunuz veya o sporcu yerine başka sporcu alıyorsunuz… Spor kulüplerinin geldiği noktalar da ortada… Hepsi iflas ediyor, etmek üzere… Kendi içimizde Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray rekabete giriyor. Avrupa’ya gittiğimiz zaman bir şey olamıyor…
Yaprak Özer: Peki… Avrupa’daki büyük futbol takımlarında durum nasıl? Futbol diyorum, ama aslında basketbol ya da voleybol ve/veya başka takım oyunları da diyebilirim. Bir oyuncu nasıl alınır ve yetiştirilir? Kaç yaşından itibaren, nerelerden seçilir?
Aydın Özden: Bu, spor dalına göre değişiyor. Ama şunu söyleyeyim, bireysel veya takım sporcusu olsun; bir sporcunun arkasında, iyi bir aile olacak. Sonra baş antrenör eşliğinde yardımcı antrenörler, sporcu beslenme uzmanları, atletik performans koçları… doktorlar… teknik ekibin çok iyi olması lazım…
Yaprak Özer: İyi bir aile derken, neyi kastediyorsunuz?
Aydın Özden: İyi bir aile derken… Bir kere, ailenin vizyonu olması lazım… Hemen para gelmeyecek… Çabuk başarılı olsunlar diye, çocuklarına baskı kuruyorlar… Çünkü bir sporcunun iyi sporcu olması, minimum 3 sene…
Yaprak Özer: Yine çok hızlı…
Aydın Özden: Minimum… Normal şartlarda 7-8 sene falan sürüyor; sporcunun Olimpiyatlarda mücadele edebilecek seviyeye gelmesi. Artık rekabet çok üst boyutlarda. Özellikler kültürü olan ülkeler bilimsel çalışıyor; oradaki antrenörler, başta anatomi olmak üzere, biyomekanik (hareket bilimi), kinesiyoloji (insan hareketi bilimi), antrenman planlama, yıllık antrenman planlama, beslenme programları, sakatlıklardan korunma yöntemlerini biliyorlar ve bunları bilerek sporcuları çalıştırıyorlar. Sporculara ne oluyor; yere sağlam basıyor, ayakta duruyor hepsi, sakatlanmıyor kolay kolay… Kendine iyi bakıyor. Mesela ben görüyorum, bizim spor takımlarımızda… Maçlar bitiyor, hepsi odalarına iniyorlar, soğuma yapan yok. Maçtan önce hepsi aynı şekilde ısınıyor.
Yaprak Özer: Oysa hepsi farklı olmalı, öyle mi?
Aydın Özden: Tabii tabii… Ve hepsi farklı beslenmeli… Mesela kaleci ile santrfor aynı yemeği yer mi sizce? Yememesi lazım. Biri maçta 600 metre koşuyor, öbürü 10 km. koşuyor… Hepsi aynı yemeği yiyor. Sporcuların hepsi aynı kiloya geliyor. Biri çıkıyor biri giriyor… Sporcunun mevkiye göre antrenman yapması ve dinlenmesi lazım. Mesela hepimizde okside olma geni var.
Yaprak Özer: Ne demektir bu?
Aydın Özden: Vücudumuz spor yaparken, zehirliyor kendini; herkes zehirleniyor. Genlerimiz bu zehri kaç saatte atıyor? Örnek veriyorum: Sizinki bir günde benimki üç günde atıyor. Benim, ertesi antrenmana çıkmamam lazım.
Yaprak Özer: Bu da mı ölçümlerle?
Aydın Özden: Genler belirliyor. Bunu bir antrenörün bilme şansı yok.
Yaprak Özer: Yani sokak arasında futbol oynayan küçük çocukları görüp de “Bundan adam olur” deyip, oradan birini seçip; altyapıya futbolcu adayı seçmekle bu iş bitmiyor …
Aydın Özden: Bizim insanımız yetenekli… Ülkemizde “scouting” ekipleri var… Gidiyorlar, Anadolu’da tarama yapıyorlar. Bakıyor, topa iyi vuruyor, iyi çalım atıyor. Diyor ki, “Tamam gel, senden iyi futbolcu olur”. Çok yanlış bir şey bu… Belki de ondan futbolcu olmaz.
Yaprak Özer: Cümleyi şöyle değiştirebilir miyim; o yeteneği keşfetmek anlamlı bir şey ama ondan sonra o yeteneği doğru yere koymak önemli…
Aydın Özden: Doğru… Onun için genlere bakılması lazım. Özellikle mesela, hangi mevkide oynayacak? Bu arkadaşın genleri ne? Belki de futbolcu da olmayabilir… Bir araştırma yapılmış, dünyada sporcuların yüzde 70’i genlerine göre spor yapmıyor… Bu çok yüksek bir oran… Zaten belli… Bütün sporcular sakat… Sporcuları görüyorum, antrenmana gidiyor; “Sakatlanmaya gidiyorlar” diyorum. Çünkü kendine göre bir antrenman yapmıyor bu arkadaş…
Yaprak Özer: Peki, yalnızca takımın görevi midir bunları bilmek?
Aydın Özden: Tabii… Takımdaki antrenörün görevi…
Yaprak Özer: Bireysel olarak bir sporcu kendisine iyi bakmak zorunda değil mi…
Aydın Özden: Nereden bilecek, bilme şansı var mı? Bugün okula gittiğiniz zaman, siz mi öğretmene öğretiyorsunuz, öğretmen mi size öğretiyor?
Yaprak Özer: Değişik eğitimler veriyorsunuz… “Vücudumuzu Ne Kadar Tanıyoruz?” “Neden Hastalanıyoruz?” “Vücut Saatimizi Biliyor muyuz?”, “Genetik Özelliklerimiz”, “Sağlıklı Beslenme”… Bunların arasından bir iki tanesini seçmek istiyorum. Vücut Saatimizi Biliyor muyuz?”… Ne bilmem lazım vücut saatimle ilgili…
Aydın Özden: Mesela “Sirkadiyen Ritim” diye bir şey duydunuz mu?
Yaprak Özer: Duymadım. Nedir?
Aydın Özden: Hepimizin içinde bir saat var. Aslında insanoğlu dört gruba ayrılıyor. Bu bilimsel bir ayrım… Hepimizin, hormonlarına göre beslenmesi, hormonlarına göre uyanması, hormonlarına göre çalışması, spor yapması lazım…
Yaprak Özer: Nasıl bileceğim bunu?
Aydın Özden: Bunun testi var; test yapıyorsunuz…
Yaprak Özer: İnsanlar kendi kendilerine yapabilirler mi bunu?
Aydın Özden: Yapamazlar… Bunun kitapları var, eğitimleri var…
Mesela şu anda dört tane tip var… Hepsi birbirinden farklı… Birinin hormonları sabah kalkmaya müsait. Vücudu ona uygun… Biri gececi… Hormonlarınız buna uygun… Yemek yemek için, ezber yapmak için… Her şeyin bir saati var, vücudunuzda…
Yaprak Özer: Sizin mesela neye uygun? Sizin saatiniz ne diyor?
Aydın Özden: Ben iki sene önce kendime yaptım… Bilmeden, istemeyerek, yüzde 80 doğru yapmışım ben… oynadığım mevkiler şansıma, doğruymuş… Kimse bana sen şu mevkide oynamalısın ya da şu sporu yapmalısın demedi. Şanslıyım… daha az sakatlandım. Uğraştığım sporlarda daha iyi oldum.
Yaprak Özer: Vücudumuzu ne kadar tanıyoruz? Çünkü ben gerçekten, fizik tedavi görürken, vücudumu tanımadığımı anladım.
Aydın Özden: Siz yalnız değilsiniz ki…
Yaprak Özer: Tamam… “Yalnız değilsiniz…”… ama çok olmamızın da, hiçbirimize bir faydası yok… Yani eğer siz, vücudunuzu tanımıyorsanız, doğru oturmuyorsunuz.
Aydın Özden: Sabah kalkıp akşam yatana kadar vücudumuza zarar veriyoruz. Bu kadar açık söyleyeyim size… Oturmamız yanlış, kalkmamız yanlış, arabaya binmemiz yanlış, eşya taşımamız yanlış, yolda yürümemiz yanlış… Ve bu bizim kabahatimiz değil. Bize öğreten yok…
Yaprak Özer: Ama biz Türkler olarak değil herhâlde… Bütün insanlar…
Aydın Özden: Gelişmiş ülkelerde doktora gittiğiniz zaman, size doğruyu gösterebiliyorlar. Ülkemizde bilgi yetersizliği olduğu için, doktorlar da doğruyu gösteremiyor bize…
Yaprak Özer: Peki, bunun için doktora mı gitmek lazım?
Aydın Özden: Tabii… Bakın mesela postürünüz nedeniyle ağrı yaşıyorsunuz… Nereye gideceksiniz? Doktora gideceksiniz, değil mi? Ameliyat olmanız lazım veya fizyoterapiste gitmeniz lazım. Beş tane ayrı fizyoterapiste gidiyorsunuz, hepsi ayrı şeyler söylüyor. Genelde yanlış bilgiler.
Yaprak Özer: Ne var yani, mesela… Yeni bilgiler… Dünya neyi keşfetti?
Aydın Özden: Ben her gün yeni bir şey öğreniyorum. Ben kendimi bilgili sanıyorum ama hiçbir şey bilmiyorum aslında… Her gün yeni bir şey şaşırtıyor beni, çünkü insanoğlu… Bilimde, “Ben biliyorum” diye bir şey yok…
Yaprak Özer: En son şaşırdığınız şey ne? Ne olur söyleyin, ben de şaşırayım.
Aydın Özden: İki yıl önce genetik testi eğitimi aldım. Şok geçirdim. Bugüne kadar yaptığım her şeyin palavra olduğunu öğrendim. Çünkü “gen”e bakılmadan, sporcu çalıştırmıyor olmanız lazım. Nokta. Ben bugüne kadar birçok sporcu çalıştırdım. Şans… Ben o sporcunun genlerini bilmiyorum, hangi kas grubuna sahip olduğunu bilmiyorum, kardiyovasküler sistemini bilmiyorum. Ona göre antrene ettim sporcuları… Boş yani… Sakatlayabilirim, öldürebilirim… Ülkemizde sporcu oluyorsunuz, testler yapılmıyor. Belki çocuğun kalbi delik; futbolcu oluyor arkadaş, ölüyor maçta… Kalp krizinin genci yaşlısı yok… Bakın tekrarlıyorum: Spor, bilim… Yani bunlar, çok ciddi konular…
Sağlıkla oyun oynanmaması lazım… Ben geldiğimden beri şunu görüyorum… Ülkemizde maalesef, insana değer yok… Yani insan öldüğü zaman, yerine başka biri geliyor. Sporcu sakatlandığı zaman… Ahmet sakatlanıyor, paralar harcanıyor, yerine Mehmet geliyor… Mehmet sakatlanıyor, başka biri geliyor. Hesap soran yok.
Yaprak Özer: Sürekli eleştirmek değil amacım sizden bir şeyler öğrenmek istiyorum. Örneğin; Vitamin alıyor musunuz? Takviye yapıyor musunuz?
Aydın Özden: Ben şu an yaklaşık 13 tane vitamin alıyorum.
Yaprak Özer: Çok değil mi?
Aydın Özden: Çok değil… Bizim ülkemiz, tarıma maalesef hoyrat bakıyor. Ağaçlarımız bakımsız, topraklarımız bakımsız, yanlış budama, yanlış ilaçlamadan dolayı, ağaçlar bitik toprak da bitik durumda… Yediklerimizde, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri bulamıyoruz. Bir de bizim yemek kültürümüz çok pişirmek üzerine kurulu… Yemek çok piştiği zaman, içindeki bütün vitaminler ölüyor. Vücudumuz vitaminsiz kalıyor. Her gün almamız gereken probiyotik, balık yağı, B12 var… Kadın olarak, D vitamini, C vitamini almanız lazım.
Yaprak Özer: Bunları sürekli mi alacak bir insan? D ve B vitamini kadın olarak soruyorum.
Aydın Özden: Ben hayatımın sonuna kadar, balık yağını-sıvı alıyorum balık yağını-probiyotik ve B12 vitaminini alacağım, her gün… Çünkü bir tanesi beyni koruyor, bir tanesi bağırsakları koruyor, bir tanesi de hücreyi koruyor. Zaten bizi biz yapan, bu üçü… Beynimiz, bağırsağımız ve hücremiz… Bizim yemek yerken, bağırsağımıza hizmet etmemiz lazım. Mitokondrimizi doyurmamız lazım, yemek yerken… Fotosentezli besin yememiz lazım. Bizi biz yapan, güneş enerjisi… Niye sebze yememiz lazım? Çünkü yeşil yapraklı bitkiler güneş enerjisini alıyor, fotosentezliyor, içinde birikiyor. Onu yediğimiz zaman, kanımızla beraber, insülin hücreye götürüyor, hücrede mitokondriye ulaşıyor ve altyapıya dönüşüyor; biz hareket edebiliyoruz. Zaten bunu becermemiz lazım. Mesela ette, unlu mamullerde bu yok. Unlu mamuller altyapıya dönüşmüyor.
Yaprak Özer: Siz unu kullanmıyor musunuz?
Aydın Özden: Şu anda alkali besleniyorum. Beslenme yöntemim, yüzde 90 alkali, yüzde 10 asidik… 90’a 10 besleniyorum. Çoğu insanın yediği şeyleri yemiyorum. Dışlanıyorum bunu yaptığım için…
Yaprak Özer: Ne yemiyorsunuz?
Aydın Özden: Mesela pirinç pilavı yemiyorum, makarna yemiyorum, ekmek hiç yemiyorum; ki ramazan pidesine bayılırım, yemiyorum. Çünkü vücudumun ihtiyacı yok. Bunlar cansız besinler… Vücudumuzda enerjiye dönüşmediği gibi, vücudumuz bunları atmak için enerji sarf ediyor.
Yaprak Özer: Aslında işlemden geçtiği için de mi istemiyorsunuz bunları tüketmeyi?
Aydın Özden: Tabii, tabii… Bunlar bana enerji vermiyor ki… Enerji içimde biriktiği için, toksin oluyor; zamanla kanserojen oluyor. Onun için bu kadar çok diyabet hastası var; bu kadar şişman insanımız var; bu kadar çok insan genç yaşta kanser oluyor. Vücudunuza bir şey alıyorsunuz, onun vücuttan çıkması lazım.
Yaprak Özer: Vücudumuzun bir çöp tenekesi olmadığını düşüneceğiz… Ne yiyorsunuz ne tüketiyorsunuz?
Aydın Özden: Sebze, meyve yiyorum bol bol… Kahvaltıda marul yiyorum. Marul üzerine domates, soğan, maydanoz, dereotu, salatalık, nane, zeytin… Yanına evde yapılmış yoğurt ile yulaf ezmesi… Bir de yumurta yiyorum. Peynirli yumurta yiyorum, hemen hemen her gün… Bu, çok iyi bir kahvaltı… Sabah 7:30’da kahvaltı yapıyorum. Beni 13:30’a kadar acıktırmıyor zaten… 13:30’da da sebzeli yemek yiyorum. Pırasa, mercimek, bamya yiyorum.
Yaprak Özer: Bunların hepsi tencere yemeği gibi… Ama çok pişiriyoruz dediniz.
Aydın Özden: Hayır, pişmiş yemek yiyorum ben, mecburen… Onun için vitamin alıyorum zaten ben… Bamyayı pişmeden yiyemezsiniz ki… İnsanlar çok pişiriyor… Bizim kültürümüzde çok pişirmek var. Uzun süre ocakta durduğu için yemekler, içindeki vitamin ölüyor.
Yaprak Özer: Siz peki o gün mü tüketiyorsunuz bunları?
Aydın Özden: Mümkün olduğu kadar… Seçiciyim. Gittiğim lokantalar var… Mesela ben öğle yemeğini genelde dışarıda yemek zorundayım. Oralarda da fazla pişiyor maalesef… Onun için vitamin alıyorum gündüz… Vücudumun alması gereken vitaminler var; D,E,C vitaminleri, selenyum, koenzim… Aldığım günden beri de çok iyi hissediyorum kendimi… Zindeyim. Spor yaptığım günler çok daha iyiyim. Kas ağrım yok…
Yaprak Özer: Spor yaptığım günler deyince, her gün spor yapmadığınızı anlıyorum.
Aydın Özden: Her gün yapmıyorum. Haftada üç gün yapıyorum. Birer gün arayla… 40 dakika kardiyo yapıyorum; yaklaşık 60 dakika da fitness yapıyorum; hafif kiloyla çok tekrar, bütün kas gruplarını çalıştırarak… Mümkün olduğu kadar her gün yürüyorum. En azından 5000 adım atıyorum her gün…
Yaprak Özer: Birtakım şeyler dikkatimi çekiyor spor salonunda… Çok ahlayıp puflayarak çok büyük ağırlıklar kaldıran, bayağı da kaslı kaslı arkadaşlar oluyor. Kıyafetinizden çok belli olmuyor zayıfmışsınız gibi duruyor. Kim yanlış yapıyor, bana söyler misiniz?
Aydın Özden: Ben “bodybuilding”ci değilim. Ağırlık kaldıran insanların amacı, “Ben büyüğüm, ben kaslıyım…” demek insanlara… Benim hayata bakış açımda o yok… Ben bilgimle insanları etkilemek isterim, kaslarımla değil yani… Benim kaslarım var zaten… Şu anda benim vücudumun kas oranı çok iyi… Mide kaslarım iyidir. Ben insanlara hava atmak için kas yapmıyorum; ben sağlıklı yaşamak için kas yapıyorum.
Yaprak Özer: Yani kasların şişmiş olması, kasın kuvvetli olması anlamına gelmiyor mu?
Aydın Özden: Tabii, o kaslar belli bir zaman sonra inecek. “Pısss” diye sönecek. Önemli olan, o kasları doğru çalıştırıp; eklem yerlerini, tendonları ve kasları bilinçli bir şekilde çalıştırıp; yaşlandığımız zaman, kimseye muhtaç olmadan yaşlılık süreci geçirmek… Bakın o arkadaşların çoğu, vücutları şiştiği için, bir kere kalp hastalığı yaşayacaklar, çok ciddi bir şekilde… Çünkü kalbimiz zorlanıyor. Bakın vücudumuzda kaç kilometre damar var biliyor musunuz? 96 bin…
Ve her gün kalbimiz pompa yapıyor… Yani buna fazla yükleme yapmaya gerek yok… Vücudumuzda bizim 650’den fazla kas var. 209 tane de kemik var. Sporcuların ahenkli bir şekilde çalışması lazım. Bunun için bilim gerekiyor; kas bilimi gerekiyor, hareket bilimi gerekiyor, ki sporcular ahenkli bir şekilde çalışsın…
Yaprak Özer: Hangi sporcu, hangi genetik yapıyla o sporu icra etmeli derken, bir de herhalde mesleklere göre de birtakım şeyleri yapmak gerek… herkes, oturan pozisyonda değil. Kimisi daha çok hareketli, kimisi daha fazla beynini kullanan, kimisi daha çok karar vermek zorunda kalan, spor buna göre de değişir mi?
Aydın Özden: Değişmez mi, değişir… Mesela fiziksel çalışıyorsan, iş gereği, fiziğine iyi bakman lazım… Daha iyi bakman lazım. Eğer çok oturuyorsan, kafanı çalıştırıyorsan, ona göre beslenmen, ona göre hareket, ona göre iş yapman lazım yani… Bu bir tabii denge meselesi…
Yaprak Özer: Şunu sormak istiyorum: Bir tepe yöneticinin aldığı risk, doğru karar, sık karar, farklı bir yönetim, koordinasyon, bunun için mesela farklı bir spor ya da farklı beslenme olabilir mi, olmalı mı?
Aydın Özden: Üst düzey yöneticilerin bir kere stresten kurtulmaları lazım. Bunun için de, ayrı metotlar var. Ama önce tabii kendi vücutlarını tanımaları lazım… Çünkü vücudumuz, belirli bir yaştan sonra bize konuşmaya başlıyor. Zaten buna ağrı deniyor. Vücudumuzda bir ağrı olduğu zaman, vücudumuzun bize imdat, yardım çağrısı o… Biz maalesef bu ağrıları anlayamıyoruz, hemen ağrı kesici alıp, bunları susturuyoruz. Konu o değil… Konu, ağrıyı anlayıp; o ağrı niye geliyor, nereden geliyor deyip, çözmek lazım. Çünkü ilerleyen günlerde vücudumuz gençleşmiyor ki… Yaşlanıyoruz. Bir de şöyle bir şey var: Çok görüyorum ben insanlarda… Mesela “Ağrı birdenbire geçiyor” diyorlar. Ağrı geçmez. Vücudumuz o ağrıyı kompanse eder, 3-4 sene sonra o ağrı, farklı bir yerde çıkar… Ve çıkıyor zaten… Daha kötü bir şekilde çıkar ağrı… Onun için, ağrısı olan insanların mutlaka ve mutlaka ağrıyı, ağrı kesici ile değil, doğru yöntemlerle bulup, keşfedip, ağrıyı gidermeleri gerekiyor.
Yaprak Özer: Ben şimdi sokakta yürürken, daha fazla gri saçlı insan görüyorum. Bu Türkiye yaşlanıyor demek… Belki hem daha uzun zaman yaşıyoruz hem daha açıkçası ömrümüz de arttı. Yaşlılık konusunda, vücudumuzu, spor yapmayı bilmiyoruz herhalde… Normal profesyonel sporu bilmeyince…
Aydın Özden: Yaşlanmanın ne olduğunu anlamak lazım. Bir kere yaşlanmak, asitlenmek… Yani vücudumuz yaşlandığı için asitleniyor. Asitlenmek ne demek? Kötü beslenme, çevre kirliliği, uykusuzluk, az hareket etme, stres, bütün bunların birikiminden dolayı vücudumuz asitleniyor. Bir de, bizi en fazla asitleyen, oksijen… Ama tabii bizim nefes almamız lazım… 3 dakika nefes almadığımız zaman, ölüyoruz. Onun için, doğru spor yapıp; doğru beslenip; iyi uyuyup, vücudumuzu tanıyıp, iyi yaşamamız lazım. Dengeli yaşamamız lazım. Birçok insanla tanışıyorum, doğal olarak… Mesela üst düzey yönetici bir arkadaş, spor yapamıyor. Çünkü kendine vakti yok. Kendini işe adamış, böyle olduğu zaman da sosyal hayatı geri çekiyorsunuz. Bir yerden sonra, bardak taşmaya başlıyor. Zamanla doluyor, doluyor, doluyor… Siz bunu göremiyorsunuz… Bardak taştığı zaman, maalesef geri dönüş yok… Ciddi sakatlıklar çıkıyor ortaya… Bunlara da kronik hastalık deniyor. Bu zaten başladığı zaman da ne yazık ki, kapitalizmin tuzağına düşüyorsunuz.
Yaprak Özer: Tamam, peki… Kapitalizmi suçlayalım orada… Bu arada, sizin radikal değişim kararınız… Kendinizde ne hissetmiştiniz ki, bu kadar böyle büyük bir karar vererek, farklı bir alana geçmek istediniz?
Aydın Özden: Çok seyahat ediyordum ben… Artık vücudum aptallaşmaya başladı. O kadar çok saat farkı yaşadım ki seyahatlerimde… Bir gün yataktan uyandım. Tavana bakıyorum… “Ya Aydın, sen neredesin şu anda?” dedim… Çünkü 1 hafta önce Çin’e gitmiştim. 10 gün önce Kanada’ya gitmiştim… Meğerse evdeymişim. Anlayamadım ben onu… O gün, “Tamam, senin durman lazım” dedim. Böyle değil… Çünkü uyandığım zaman, vücudum ağrıyordu, kendime gelmem zaman alıyordu. Bir yere gittiğiniz zaman, jetlag oluyorsunuz… Tabii bütün hormonlar allak bullak oluyor. Oraya alışmanız üç gün… Oradan geliyorsunuz, bir daha jetlag oluyorsunuz, 3 gün de buraya alışıyorsunuz… Tam alıştım derken, başka yere gidiyorsunuz. Tabii bunun vücutta yarattığı yıpranma, çok ciddi boyutlarda… Allahtan, ben bunları gençken yaptım. Zaten şu an kaldırmaz vücudum. Vücudum artık bana konuşmaya başladı. Eklemlerim ağrımaya başladı. Spor yaparken, kaslarım ağrıyordu. Ben vücudumu dinlemeye başladım. İyi ki de dinlemişim. Çünkü dinlemediğiniz zaman, mutlaka bir yerden patlak verecek.
Biz, insan olarak, adımızı değiştirebiliriz, mesleğimizi değiştirebiliriz, arabamızı değiştiririz, evimizi değiştiririz; ama bir tek şeyi değiştiremeyiz: O da vücudumuz… Ona şans vermek zorundayız… Onu dinlemek, onu anlamak zorundayız… Çünkü doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar, aynı vücutta yaşayacağız. Değiştirme şansımız yok… Onun için, vücudumuzu çok iyi tanımamız lazım. Ama bunun için de… Kolay değil, çünkü ben hala okuyorum, hala anlamadığım birçok şey var. Çünkü çok komplike…
Bakın aslında, beyin bir muamma dünyada… Bilmiyoruz beynimizin nasıl çalıştığını… Her gün bir şeyler bulunuyor ve bulunan şeyler, işte antrenman planlarına, beslenmeye ilave oluyor.
Yaprak Özer: Magazinel bir konuya geleyim. Sabah kahvaltınızı iyi yaptınız, öğlen de muhtemeldir ki, güzel bir tencere yemeği yediniz. Akşam neyle son veriyorsunuz?
Aydın Özden: Akşam gene bir yemek ve zeytinyağlı ile bitiriyorum. Artık et yemiyorum. 15 günde bir kendimi mükâfatlandırıyorum. Bulgur pilavı yanında bir porsiyon döner yiyorum bazen… Benim etim, şöyle oluyor. Mesela yemeğin arasına et koyduruyorum: Etli bamya, etli kuru fasulye, vb. Karbonhidratla beraber… Balık yiyorum. Tavuk da yiyorum; ama mümkün olduğu kadar az yemeye çalışıyorum. Protein almamız lazım. Protein illa etten, tavuktan, balıktan alınmıyor. Sebzelerde de süper protein oranları var. Onun için ben, protein tercihimi sebzeden yana kullanıyorum.
Yaprak Özer: Magazin bir başka soru… 12 saatlik, 16 saatlik, 14 saatlik beslenme programları var. Katılıyor musunuz buna? Yani günde iki öğün yemek ya da günde bir öğün yemek… Arada bu kadar süre olması, iyi bir şey mi?
Aydın Özden: Şimdi şöyle… İyi bir şey de şunu önce söylemek lazım… Bir kere, beslenme, kişiye göre değişir… Modası yoktur… Etrafta var olan diyet programlarının hiçbirine uymayın. Hepsi palavra, bana göre… Çünkü anatominin işleyiş şekli aynı… Hepimizin vücudu aynı şekilde çalışıyor. Ama şöyle olabilir… Sizin yediğiniz yemeğe karşı duyarlılığınız vardır; bende yoktur. Onun için, televizyonlarda canlı yayınlara veya programlara çıkıp; “Yumurta yiyin, glüten yemeyin, şunu yapmayın, bunu yapmayın…” diyemezsiniz topluma. Bu, yanlış… Çünkü beslenme, kişinin yaşına göre, cinsiyetine göre, mesleğine göre, bulunduğu topluma göre değişir. Anlatabiliyor muyum?
Şöyle söyleyeyim. Akşam 7’den sonra yemek yememek lazım. 7’ye kadar doyuracaksınız kendinizi… Vücudumuz, gece 11 ile 3 arası tamir moduna geçiyor. 11’den 5 saat önce, sindirimin bitirilmiş olması lazım… Yani normal şartlarda bizim, akşam 18’de yemeği yemiş olmamız lazım. Geç yediğimiz zaman ne oluyor?
Yaprak Özer: Ama ben çalışıyorum. Nasıl yapacağım bunu?
Aydın Özden: Tamam, bir şey demiyorum; yapacak bir şey yok… Ya yemeyeceksiniz akşam yemeğini ya da çok sağlıklı yiyeceksiniz. Diyelim ki, akşam 9’da yemek yediniz. Vücudunuz 11’de tamir moduna geçiyor değil mi? Ne oluyor biliyor musunuz o yediğiniz yemekler? Vücut onları sindirmiyor. Yağ olarak depoluyor vücutta… Sonra şişmanlıyorsunuz. Bunu bildikten sonra, ben niye kendi kendime zarar vereyim ki? Bakın ben, çok sağlam kahvaltımı ediyorum. Güzel öğle yemeği yiyorum. Çok kötü akşam yemeği yiyorum.
Yaprak Özer: “Çok kötü” akşam yemeği yiyorsunuz?
Aydın Özden: Çok basit yani… Aslında yememem lazım. Ama şişman değilim. Vücudumun yağ oranı iyi… Zayıflamak istemiyorum; onun için yiyorum. Önemli olan çok yemek değil; doğru yemek… Dediğim gibi, biz yemek yedikten sonra, vücudumuz onu, vücudumuz için kullanırken, asitleniyoruz zaten… Yediklerimizin, vücudumuzda ATP’ye dönüştürülmesi için, vücudumuz asitleniyor. Ne kadar çok yerseniz, asitlenirsiniz. Çok asitlenme demek, çok yaşlanma demek… İnsanların şunu anlaması lazım. Yemek yerken, bizim gözümüz, ağzımızı ya da tadımızı doyurmamamız gerekiyor. Bizim tek doyuracağımız yer, mitokondrimiz…
Mitokondrimizi doyurmamız lazım. Onun için de canlı besin yememiz lazım; cansız değil… Yani unlu mamullerin, hiçbir faydası yok vücudumuza… Ekmek… Glisemik endeks duydunuz mu?
Yüksek glisemik endeksli besinler yediğiniz zaman, insülininiz tavan yapıyor.; sonra aşağı düşüyor. Yorgunluk başlıyor, halsizlik başlıyor, daha çok yemek istiyorsunuz. Bu bir kısır döngü oluyor. Sonra şeker hastalığı ve bütün diğer kronik hastalıklar çıkıyor ortaya… Hastalanıyoruz. Dediğim gibi, aynı yere geliyor… Bunların insanlara anlatılıyor olması lazım. Mesela ben olsam, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, okullara “beslenme programları” koydururum.
Ben hiç sigara içmedim. Amerika’da şarap içiyordum akşamları, ki şarap çok faydalı, bence içilebilecek en faydalı içki… Ama tabii bilmeden yapıyordum. Kötü alışkanlığım yok yani… İşte bir, tatlı seviyordum. Mesela baklava falan yerdim. Yemiyorum, yok… Meyve yiyorum. Akşam yemiyorum. 4’den önce… Elma, portakal, mandalina yiyorum. Çok fazla şekerli, mesela muz çok fazla yemiyorum. Çok şekerli çünkü… Karpuz, üzüm… Yani gündüz, sabahları, ne kadar çok zararlı yerseniz, onu vücut daha tolere edebiliyor. Dayanamayan insanlar, kahvaltıda baklava yiyebilirler…
Söyleşimizi Yaprak Özer youtube kanalından izleyebilirsiniz.