İktidar Aşkı = α (alfa)+ β (beta)-ε (epsilon)

Ekonometri eğitimini takiben, uzun yıllar devam eden üst düzey yöneticiliğin ardından (yaklaşık 17 yıl önce) kendi eğitim ve danışmanlık firmasını kuran Ayşegül Güngör, insan kaynakları ve yönetim disiplininde deneyimli bir profesyonel ve girişimci. Farklı sektörlerde dokunmadığı kurum yok diyebiliriz. Tahmin edeceğiniz gibi çok çok çok hikaye biriktirmiş. Güngör, meslektaşı Gülden Akdemir’le Türkiye’nin ilk iş romanı “Görünmez İpler”i kaleme aldı; 350 sayfa macera dokusu içinde okuru sürükleyen heyecanlı ve tempolu bir çalışma. Tempoda bir aşk yok! “Neden aşk yok?” diye sorunca, “İktidar aşkı var, yetmez mi?” yanıtını aldım. Yetmez mi canım… yeter de artar bile.

Bir şirketin batış ve çıkış serüvenini anlatan yazarlar, gerçek hikayeden yola çıkmış sonra birçok gerçek hikayeden esinlenmekle kalmamış, özgün bir ekonometri modeli kurgulayıp ilerlemişler. Okudukça, bizi yazmışlar diyeceksiniz.

Sizin için bir özet yapmak istedim ve Ayşegül Güngör’ü söyleşiye davet ettim. Roman kahramanlarını, iş hayatında yapılan hataları ve idealleri tartıştık. Bu sohbeti youtube kanalımdan da izleyebilirsiniz. Keyifle okumanızı diliyorum;

Ne kadar gerçek bir hikaye?

Aslında hikayenin özü gerçek bir şirkette başlıyor. Batan bir şirket eğer yaşasaydı ve bugüne gelseydi nasıl olurdu, diye kurguladık. 12 karakterimiz var. Kurucudan “dede” olarak bahsediliyor. Şirket yönetiminde 60-65 yaşlarında oğlu bulunuyor; “baba”. Damat var, 35 yaşlarında; Sinan. Baba (Kemal Bey) ani bir kalp krizi ile görevden çekiliyor, yerine Sinan geçiyor ve şirket içi iletişimsizlik başlıyor. Herkes kendi kabuğuna çekiliyor, çeşitli hatalar ve yanlış yönetim stratejileri dolu dizgin sürüyor… Kurgumuz bu.

Ne kadar tanıdık bir hikaye!… Adeta sağım solum herkes…

Aslında Machiavelli’ninhikâyesinden yola çıktık. Machiavelli bir gün Floransa sokaklarında gezerken sırtında çuval olan bir adam görür. Çuval kımıl kımıl kımıldarken adam “Yeteri kadar para toplanırsa çuvalı açıp kıyamet alametini göstereceğim” diye bağırır. Para toplanır, çuval açılır. Çuvalın içinden kuyruğu birbirine bağlı 12 tane fare çıkar. Farelerin hepsi bir yana gitmeye çalışır, kuyruklar bağlı hareket edemezler. Bir süre sonra dönüp birbirlerini yemeye başlarlar. İçlerinden bir tane fare kalır. Onu da dışarıdan bir kedi gelir ve yer. Machiavelli, düşünür taşınır der ki; “İşte benim İtalyam bu!” Tüm prenslikler birbirine görünmez iplerle bağlı ve birbirleriyle devamlı kavga ediyorlar. Ama yakında bir kedi (Fransa Kralı) gelip Floransa’yı yemeye çalışacak.

Adeta bugünün dünyasını anlatıyor?

Evet. Machiavelli, “Prens”i de onun üzerine yazıyor. Biz de bundan yola çıktık ve “Neden Machiavelli’den bir şirket romanı yazmayalım?” dedik. Aslında nasıl prenslikler birbirine bağlı ise, şirketteki bölümler de birbirine görünmez iplerle bağlı.

Sinan başarısız olarak tasvir ediliyor, ona çok yüklenmiyor musunuz? Belki de mecbur kalıyor.

Mecbur kalıyor, başarısızlık tek bir yöneticiye bağlı değil. İletişim kanalları tıkanınca yönetemiyor.

Sinan ihtiraslı bir damat mı?

İhtiraslı diyebiliriz. Kendi tarzını yaratmak isteyen biri. Aslında hep öyle değil midir? Bir şirket bir yönetici ile yola çıkar. O yönetici gider, arkadan gelen kendi ekibini, kendi tarzını yaratmak ister.

Romandaki kadınlar kimler?

Dört tane çok güçlü kadın karakterimiz var. Kemal Bey’in eşi Betül Hanım. Bir kadın yönetici var: Zeliha, şirketten ayrılıp şirkete tekrar geri dönen biri. Danışman var: Meltem, daha sonra bu şirketi kurtarmaya çalışıyor. Bir de muhasebe müdürü var: Dilek.

Sayıları az değil mi?

Sayıları az. Aslında gerçek şirketler gibi düşünebilirsiniz.

İnsanlar sonsuza kadar yaşayabileceklerini düşünüyorlar sonra dara düşüyorlar. Kemal Bey ne yapmalıydı?

Biz bu kitapta bir matematiksel formül üzerinden gittik. Şirket değerini artırmak üzere ekonometrik model oluşturduk. Aynı anda, aynı dönemde, aynı imkanlara sahip 2 şirket, 2 kurucu var. Biri Almanya’da dedenin iş ortağı. Biri de Türkiye’de. İki şirket aynı dönemde yola çıkmış olsaydı ve kendi habituslarını (sosyal, ekonomik, iIetişim ve simgesel sermaye) kullanabilselerdi bugün nerede olurlardı? Soru bu! Almanya, habitusu çok iyi kullanıyor. Orada yönetimin delegasyonu, üniversite sanayi iş birliği var. Danışman kadrosuyla çalışıyor. Türkiye’nin ise tek başına Kemal Bey’in doğru kabul ettiği bir yöntemle ilerlediğini görüyoruz.

Kemal Bey neden kızına emanet etmemiş şirketi?

Kızı sanat okumak istediğini söylüyor.

Almanya’daki ne diyor? Onun da var mı kızı?

Onun çocuğu yok. Kemal bey kızına bu şekilde yüklenmiyor. Ama… ‘keşke zorlasa mıydım, şirketin başına o mu geçseydi?’ diyor… Sonra da, ben istediğimi yapamadım kızım hiç olmazsa kendi istediğini yapsın kararına geliyor.

Dünyanın en uzun yaşayan şirketleri Japonya’da. Damatların bu uzun ve başarılı süreçte kilit olduklarını okudum. Babalar, iyi damat alırlarmış.

Aslında bir iç yönetişim sistemleri var diyelim. Bizde pek öyle bir şey yok. Mesela romanda, görmezden gelinen ama şirketi zarardan çıkaran içerden bir yönetici görüyoruz. Hem müşterilerimizden hem çevreden edindiğim gözlemlerime göre, Türkiye’de -birkaç kurum hariç- herhangi bir kurumda işe başlayan birinin uzun yıllar boyunca o şirkette yönetici olamayacağı yönünde inanış hakim. Dışarıdan gelen vizyon katar vesaire diye tercih edilir. Biz “5. seviye lider”den yola çıktık. Jim Collins’in koyduğu bir liderlik seviyesidir. Ne yapar 5. seviye lider? Önce otobüsü belirler, sonra yolcuları koyar, ardından yola çıkar. Aslında çıkacağı yolu yolcuları ile birlikte yani yöneticileriyle belirler. Bunlar egolarını yönetebilenler. Bizim kitapta da gerçekten egosunu yönetebilen bir yönetici var: Mert.

Mert kaç yaşında?

Mert de damatla aynı yaşta hemen hemen.

Damat, Mert’i kıskanıyor mu? Sinan ile Mert arasında çekişme var mı?

Var tabii. Olmaz mı?

Mert’i kim ortaya çıkartıyor?

Mert, kendi kendine çıkıyor, bir şekilde kurtarıcı olarak. Kemal Bey, şirket elden gitmeden önce tekrar bir görüşme yapıyor herkesle. Mert, ona gözlemlerini içeren bir stratejik plan sunuyor ve genel müdür olarak yoluna devam ediyor.

Sinan’a ne oluyor?

Yönetim kurulunda kalıyor, gitmiyor bir yere. Mert’in bir özelliği de geçmişe sahip çıkması. Sinan’ın yaptığı her şey de yanlış değil zaten. Şu an yönetim kurulu var. Aile üyeleri Sinan ve tabii ki Mert genel müdür olarak yönetim kurulunda, Kemal Bey ve eşi de…

Okuyanlar nasıl geriye dönüşler veriyorlar size?

Aaa bizim şirketin aynısı! En çok aldığımız tepki bu. Ben bu bilgi işlem müdürünü çok yakından tanıyorum. Bizde de var. Bizdeki muhasebe müdürü de böyle. Fabrika müdürü de aynı…

Bir ekonometri uzmanı olarak yazmak içinizde saklanmış.

Matematiksel bilimden bu nasıl çıktı ben de bilmiyorum. Kemal Bey 2008 yılında bir karar veriyor; “Ben bu şirketi ne yapayım. Kızım çalışmıyor. Damadım uluslararası bir şirkette iyi pozisyonda. Nereye kadar ben böyle krizlerle uğraşacağım” diyor. En yakın arkadaşı “Şirketi sat” diyor.  Bakıyor ki bildiği müşterilerle çalışmış. Tedarik ve tahsilat birinci önceliği olmuş. Müşteri adedi az, şirket değeri düşük. O zaman satışları artıralım diyor. Bunun üzerine dışarıdan satışa yükleniyor. Eski tarza alışmış olan kişiler hüzün yaşıyorlar. Ayrılıyorlar. Sonra şirketin başına gelenler malum…

Bu satış çok kritik bir konu. Satışçılarda mı bir problem var?

Satış çok önemli bir şey. Buna çok inanıyorum. Satmadan zaten var olamazsınız. Bizde herkes her şeyi satarım diye düşündü. Herkes satışçı olabilir fakat ürünü iyi tanıyacak. Sanırım bizdeki sorun satmaya odaklanmaktan kaynaklanıyor. Yönetim baskısı da var. Bütün satış sürecini müşteri adedi, gerçekleşen satış adedi vs. üzerine kurgularsanız insanların dönüp kendi ürünlerini tanıyacak fırsatları olmuyor. Baba geçmişte başarılı olmuş içeriği biliyor çünkü.

Sonra gelen satışçı ise excel, rakam ve grafikler vs…

Ama bu değil satış. Biz galiba ülke olarak her sektörde bunu biraz yanlış anladık. Satış çok derin bir konu mutlaka ikna yöntemleri olması gereken bir şey ama öncelikle satışçının kendi satmış olduğu ürüne inanmış olması ve kime hangi ürünü satacağını da bilmesi lazım. Satışta inovasyon çok önemli. Bilginiz olmadan ürünleri birbirine bağlayamazsınız.

Liderlik konusuyla ilgili fikirlerinizi almak istiyorum.

Bir formülle açıklayacağım. α (alfa)+ β (beta)-ε (epsilon). Bir ekonometri modeli. Beta içinde bulunduğunuz piyasa yani Türkiye’deyseniz betanız Türkiye. Diyelim ki çok iyi bir okuldan mezun oldunuz ve Türkiye’desiniz. Otomatikman betası yüksek bir şirkette başlıyorsunuz. O şirkette çalışırken alfanızı kullanmanıza çok ihtiyaç olmuyor. Ama diyelim ki daha sıradan bir okuldan mezunsunuz. Alfanızı kullanarak aynı şirkette başladınız. Aslında alfanızı kullandığınızda egonuzu yönetiyorsunuz. Epsilon da hayatta yaptığınız hatalar. Bence yeni liderlik tanımı: samimiyet, dürüstlük ve inandırıcılık. Yoksa artık kimse arkanızdan gelmiyor. Hele yeni nesil hiç gelmiyor, öyle söyleyeyim.

Yeni nesille ilgili görüşünüz nedir?

Bu dönem iş hayatındaki en zor dönemlerden biri çünkü bütün jenerasyonlar aynı anda çalışıyor. Yani aynı pozisyonda 60 yaşında çalışan da var. 20-30 yaşında çalışan da. Bu da farklı bir liderlik becerisi gerektiriyor: 5. seviye lider. Simgesel sermayesinden -koltuğundan, arabasından- vazgeçebilen ve hala kendi olabilen kişi. Liderlik yüzeyde kalmamalı kişi kendi içinde liderliği özümsemiş olmalı.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir