Halkın seçtiği kişiler, bir anlamda liderler, seçmenin öykündüğü insanlardır. Kendisinden daha fazla bilgi, tecrübe ve olanağa sahip olduğu için, kendisini temsil edebileceğine inanır. Bu kişileri, kendi yerine söz söylemesi, haklarını koruması için seçer.
Gelişmiş ekonomilerde, seçmen bilinçlidir. Siyasete katılmayacaksa, kendi adına katılacak olan kişileri dikkatle ve özenle seçer. Az gelişmiş toplumlarda, eğitimin düşük olması pek çok konuda engel yaratır. Seçmen eğitimli olmadığında kendi haklarının farkında olamaz. Bu dünyadaki varlığını, “gelmişiz gidiyoruz” gibi algılayarak başkalarının peşine takılabilir, bilinçsiz seçer, seçimini yaparken araştırma zahmetine katlanmaz.
Eğitimli toplumlarda seçilmişler, bir temsil görevi yaptıklarının bilinciyle söz ve davranışlarına dikkat ederler. Çünkü onlar örnek olmaya aday olmuşlardır. Sorumlu davranırlar.
Gelişmiş toplumlarda iletişime önem verilir. Az gelişmiş toplumlarda ise küçümsenir. Buralarda iletişim zahmetsiz kurulur. Kendiliğinden olur.
İletişimin önemsenmediği yerlerde ortaya birbirinden ilginç görüntüler çıkar. Şu an ülkeyi yöneten siyasiler, “kendilerine özgü” tavırlarından gurur duyuyor olmalılar ki, tek bir saniyesini bile halktan esirgememekteler. Devlette olmakla, evinin oturma odasında olmak arasında bir fark görmeyen bu kişiler, halkın içinden çıkmış olmalarına gereksiz bir şekilde güvenmekteler.
Son dönem iletişim modeli, ilk anda babacan, ardından kabadayı, sonuç olarak ürkütücü diye tanımlanabilir. Tüm sorunları kişiselleştirmeyi, kişileri kendi sorununa dahil etmeyi görev saymaktalar. Çoğunun ifadelerinde boş bir dobralık, eylemlerinde ise sözlerle paralel olmayan bir çelişki söz konusu.
İlk örneğim Başbakandan. Çünkü en sıcak gelişme ondan. Biliyorsunuz, liderler taklit edilirler. Başbakanın attığı her adım, onunla birlikte çalışanlar tarafından misliyle taklit ediliyor. Başbakan nedense sözünü sakınmak gibi bir kısıtlamayı sevmiyor. Aklına geleni söyleyebiliyor. Hareket ve ses tonunda da aynı ölçü söz konusu. Geçtiğimiz günlerde Erdemir’i ağır biçimde karaladı; “Pislik içinde”, “Berbat durumda”, “Kötü yönetiliyor” dedi. Bunu söylediği sırada Erdemir özelleştirme süreci çoktan başlamıştı. Erdemir’e “pislik” dendiğinde, kuruluş önümüzdeki iki yıl içinde kapasitesini iki misline (yıllık ortalama 7 milyon ton) çıkarabilecek durumdaydı. Erdemir Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları sıralamasında ikinciliğe oturmuş, geçtiğimiz yıl 600 milyon doları aşan bir kârla kapamıştı.
Erdemir ve İsdemir Genel Müdürleri, yüzlerinden kan fışkırırken “sağlık nedenleri”ni gerekçe göstererek istifalarını verdiler. İki genel müdür de şu ana kadar çok sınırlı konuştu. Olayı kişiselleştirmedi, susmayı tercih etti. Hükümete olabilecek en ağır cezayı vermek üzere sözleştikleri ortada.
Hükümet bu iletişim hatasının altında belli ki ezilecek. Gazeteler haftayı, kahraman iki genel müdür temalı haberlerle kapadı. Gelecek haftalar da özellikle yöre halkının eylem ve sözleri gazete sayfalarını süsleyecek. İşte size bir özelleştirme hikayesi daha. Yoksa bir iletişim hikayesi mi demeliydim…
Diğer örneklerim de hükümetten, icracı iki bakana ait;
Kemal Unakıtan 1946 yılında Edirne Domurcalı’da doğdu. 1968 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu. Maliye Bakanlığı’nda Hesap Uzmanı olarak göreve başlayan Unakıtan, SEKA Genel Müdür Muavinliği ve 1976-78 yılları arasında SEKA Genel Müdürlüğü yaptı. Özel sektöre geçen Unakıtan, Family Finans yönetim kurulu üyeliği dışında, çeşitli sanayi kuruluşlarında, dış ticaret şirketlerinde genel müdürlük, yönetim kurulu üyeliği ve yöneticilik yaptı.
Maliye Bakanının siyasi literatürümüze katkısı büyük; “Laf olsun, torba dolsun”, “Tıraşı önüne düşer”, (kamu gelirleri artırmak için) “Tikoyu keserek yapacağım bunu”, “Kamu burnunu sokmasa halledilecek ama burnunu sokuyor orası haşat oluyor”, (bir mükellefe) “Dua et bana denk geldin. Yoksa seni duvara tırmandırırlar”, “Reforma, cafcaflı laflara gerek yok, ayağını yorganına göre uzatmak lazım”… Bunlar sözlerinden bir kaç tanesi. Bir iki örnek daha vermek gerekirse;
Erdemir’in özelleştirmesiyle ilgili; “Parayı veren düdüğü çalacak. Pamuk eller cebe, parayı hazırlayıp gelsinler. Yerli gelsin, yabancı gelsin, herkes gelsin.” dedi.
Irak savaşı konusunda yorumlarından biri; “ABD, Irak’a süs olsun diye girmedi. Uyuz uyuz kenarda oturmanın âlemi yok. Lokma aslanın ağzında,onu kapmak gerek” şeklinde oldu.
Unakıtan, Beykoz Çavuşbaşı’nda 51 dönümlük arazisinden sonra Üsküdar’daki villasının da kaçak olduğu ortaya çıkınca, “Benim hakkım olan bir yer. Sonuçta villa tamamlandı. Babalar gibi yaptım” açıklamasında bulundu.
Gümrük vergileri arttırılmadan kısa süre önce 4 bin ton mısır ithal eden oğlu hakkında;
“Tavuk beklemez kardeşim. Boyuna yiyor. Bugün tatil yemeyeyim demiyor yani” deyiverdi.
Partisinin İzmir adayı için oy isterken; ‘Eğer Aksoy’u seçerseniz Başbakan da Maliye Bakanı da memnun olur. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Kazançlı çıkarsınız’ uyarısında bulundu.
Sigara alkol zammı üzerine; “Tekel maddeleri zaten sağlığa zararlı, biliyorsunuz üzerinde de yazıyor. IV. Murat gibi tamamen yasakladığımız da yok. Ufak ufak zamlar caydırıcı oluyor ve işi hallediyoruz,” dedi.
Sümerbank’ın kapatılması hakkında yaptığı açıklamada “Sümerbank’ı bitirdik, yakında tarihten siliniyor” demez mi…
Atilla Koç, Erkan Mumcu’nun hükümetten ayrılarak yarattığı krizin ardından atanmış Kültür ve Turizm Bakanı. O da 1946 doğumlu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Mülki idare amiri – kaymakam, İçişleri Bakanlığı bakanlık müşaviri, Konya emniyet müdürü, Ulubey, Nusaybin, Bayındır kaymakamı, Siirt, Giresun valisi, Başbakanlık müsteşarı, Ankara Büyükşehir Belediyesi genel sekreteri ve Merkez Valisi görevlerinde bulundu.
Koç’u, bütün Türkiye göreve gelir gelmez tanıdı; “Kitle turizminde Almanlar fazla para bırakmıyor. Ancak Ruslar sonradan zengin olmanın görgüsüzlüğüyle fazla para bırakıyor. Ruslar bu söylediğimi de duymasın, bu sene çok Rus turist bekliyoruz.” Bakan ertesi gün, “Huyumu biliyorsunuz. Şakacı zihniyetimin verdiği bir sözle bu hadise olmuştur” dedi.
Türk-Yunan Forumu’na katılmak üzere Yunanistan’ın Sisam Adası’na giden Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, “Turizm sezonu başladığından bu yana 25 günde 45 il gezdiğim için eşimi hiç göremedim, özlediğim için eşimi yanımda götürüyorum. Bu kez beni uyurken yakalayamayacaksınız, çünkü eşim sizlerin hakkından gelir, o beni sürekli uyarır” dedi. Koç, onurlarına düzenlenen yemekli eğlencede bu kez eşiyle birlikte uyuyakaldı.
Koç, kendisine yönelik “Şakşuka Efe” sözlerini eleştirerek, “Benim zekama uygun cevabı şöyle verebilirim: Ben şakşukanın hem şarkısını, hem de yemeğini severim. Ama ben şakşuka değilim. Ben hünkarbeğendiyim. Çünkü beni hem halkım, hem de sayın başbakanım çok beğendi” dedi.
Koç “İllerin kurtuluş bayramları kaldırılmalı. O günler kafayı çekme bayramı oluyor. O tarihlerin birçoğu palavra zaten” tespitinde bulundu.
Koç’un maceraları belli ki sürecek…
İletişim hafife alınamaz. İletişim öğrenilmesi, planlanması ve yönetilmesi gereken bir eylemler bütünüdür. Rezil de eder vezir de…