“2007 yazını formda geçirmek isteyen herkese fırsat!!!” diye başlıyor ilandaki metin. “Hem de de Lut Gölü termal tuz ve termal sauna şort ile…” diye devam ediyor. İlan önce dikkatimi pek çekmedi. Formda bir yaz geçirme arzusu olsa gerek, şeytan dürttü dikkat kesildim. Tuğba Özay’ın gülen fotoğrafını görmez miyim… Korseyi giymiş formda bir yaz geçiriyor. Oysa podyumların mafya temsilcisi, yazı cezaevinde geçirmiyor muydu?
Ne gam… Bir firma, neden, topluma iyi örnek olmadığı için ceza yemiş birini sözcüsü olarak kullanır? Anımsar mısınız, ünlü model Kate Moss’un uyuşturucu kullanırken çekilmiş görüntüleri basına yansıyınca, tekstil ve kozmetik devleri anlaşmalarını feshetmişler, dünyanın en çok kazanan mankeni işsiz kalmıştı.
Düşene bir de ben vurayım yazısı değil bu, iletişim ve kurumsal kimlik derlemesi. Kimlik de neymiş diyenlere, “aslında her şeydir“ demek isterim. Çok zor oluşturulur, çok uzun zamanda tutundurulur, çok kısa zamanda yitirilebilir. Ülkemiz bireysel ve kurumsal kimlik mezarlığıdır.
Eğer şu sıralar Osaka’daki Dünya Atletizm Şampiyonası’nı takip ediyorsanız, temsilcimiz Elvan’ın 10 bin metrede ikinci olduğu haberini alınca sevinmişsinizdir. Elvan’ın bu yarışta tek bir kare Türk Bayrağıyla çekilmiş fotoğrafı yok biliyorsunuz. Neden? Elvan’ın antrenörü yanlarında bayrak getirmeyi unutmuş. Elvan’dan zaten bir şey beklemedikleri için işi önemsemedikleri tadında bir de açıklama yapmaz mı? Artık Elvan’dan bir şey beklenir mi bilemem. Ama bir Türk vatandaşı olarak bayrağımı görmeyi ve göstermeyi bekledim. Çünkü ülkemin kimliği benim de kimliğim. Bazı işler bireysel değil, ulusaldır. Bireyler başı boş bırakılamaz.
Geçtiğimiz hafta İstanbul Bayrampaşa’da su borusu patladı. Bir mahalle su içinde kaldı. Televizyona yansıyan görüntülerde, birinci şahıs; “Tamam abi, boruyu patlattık ama ekipleri de çağırdık icabında” dedi. İkinci şahıs; “Abi adamlar saatler sonra nihayet geldi, burası bizim alanımız değil deyip gitti” diye devam etti. Üçüncü şahıs elinde fırça ve kova arabasını yıkarken, “Su boşa akıyor, ısraf kardeşim, ayıp! Araba yıkıyoruz, milli servet yani…” diyordu. Bu resimde kaç değişik mesaj olduğunu sayabiliyor musunuz?
Anlamlı ve önemli bir hafta geçirdik. 11’inci cumhurbaşkanı, 60’ıncı hükümet göreve başladı. Aylardır iletişimi facia dozunda yaşıyoruz. Kendi vatandaşına “vatandaşlıktan çık git” diyen başbakan… Herkesin cumhurbaşkanı olacağı mesajını verirken kızına türban üstü kep giydirerek, intikam alır gibi görüntü veren cumhurbaşkanı adayı… Alıştık artık diyerek, en üst düzeyde anayasanın çiğnenmesini boşversek, güvenin bana diyen birinin kendi sözlerini çiğnemesine ne diyeceğiz… “Biz bu cumhurbaşkanıyla görüşmeyeceğiz” anafikrinde açıklamalar yaptıktan sonra, tabii ki görüşeceklerini söyleyen muhalefete gülmek mi gerek? Büyük mücadeleyle Meclis’e girdikten sonra anlamlı ilk cümleyi Apo’nun cezaevi koşullarını iyileştirmek üzere kuran bağımsız adaylara… Günlerce sövüp dövdükleri eski Cumhurbaşkanına giderken methiyeler düzen gazetelere ne demeli… Bunlar birkaç iletişim faciası örneği.
Dilimizin kemiği olmadığı için mi bu kadar iletişim hatası yapıyoruz? Kendimizi içeriden, dışarıdan bizi görenlerden daha farklı gördüğümüz için mi? Özümüz ile sözümüzü buluşturma çabası yüzünden mi?… Öz ile söz birliği olsa, zaten iletişim bu kadar yara almaz ya…
Kimlik, yakın zamana kadar “adam sen de” denilen bir konuydu. Bugün ciddi bir tartışma konusu. Sahiplenen yine işdünyası. Kurumların kimlikleri her şeyleri. Hafife alındı mı hisseler düşer, güven sarsıldı mı şirket sallanır. O nedenle iletişim, yönetim kurulu başkanından kapıdaki bekçiye kadar sorumluluk getirir. Kurumsal kimlik bir iletişim stratejisiyle belirlenir, görev ve sorumluluk dağılımı yapılır, kısa, orta ve uzun vadede denetlenir, uyarlanır, planlı icra edilir. İletişim görünmeyen yatırımdır. İsraf gözüyle bakanlar er ya da geç ıskalar. Kısacası iletişim adamı vezir de eder rezil de…