Seyyah, eğitmen, yazar ve girişimci. Konuğumun tarifi kısaca böyle. Perçin İmrek. Özelliğini bir adım ileri giderek tarif etmeme izin verirseniz, ne yapıyorsa kendi üzerinde deneyimliyor, deneyim içinde deneyim yaşıyor ve yaşatıyor. İlgimi bu nedenle çekti. Biliyorum bilmece gibi konuşmak da yazmak da sizinle kuracağım iletişim için zor. Hemen konuya gireyim, İngilizce öğretiyor, formal eğitimi dışında deneyimlerken ve gezerken özünü öğrenmiş. Şimdi eğitimde coğrafi sınır tanımıyor. Tanımayacağını söyleyerek çalışmalarını sürdürüyor. Metodunu da deneysel eğitim üzerine kurmuş. Girişimci. Doğruca girişmiş… Giriştiklerinde batmış. Öğrenip girişimci olduğunda tutmuş. Girişim hikayelerini kaleme almış. Buradan hareketle kitlesel fonlamanın önemini görmüş. Dur bir dakika diyerek kendi deneyimlemiş. Kitlesel fonlama hikayelerini yazarken, kitabını bu metotla yayına hazırlamış. Uzun lafın kısası boş konuşmuyorum, yaşıyorum, ders çıkarıyorum ve paylaşıyorum demeye getiriyor.
Ben bu söyleşiden kendi adıma bildiğimiz metotların farklı noktalara evrildiğini ve imkansız diye bir şey olmadığını öğrendim. Kafamızı değiştirebileceğimizi gördüm. Bir projenin kendi imkanlarınızla olamaması hali yaygın ancak kitlesel fonlama ve veya benzer yaratıcı metotlarla hayata geçebileceğini görerek sevindim. Peki her şey bu kadar kolay mı? Hayır değil…
Ben bu söyleşiden kendi kuşağımın dışında bir neslin bakış açısını gördüm. Araştırma ve analizlerdeki yüzdelerin dışına çıkarak hayattan beklentilerine, hırslarına ve tutkularına pencere araladım.
Bu söyleşiden denemenin yanılmanın sonu ve ölçüsü olması halinde şahane bir eğitim olduğunu, formatlı hayatı reddetmiş gibi görünen farklı bir nüfus olmasına karşın, aslında bizim sıkı sıkıya tutunduğumuz formatları farklı yorumlayarak hayata geçirdiklerini gördüm. Yani aldığımız nefesi başka türlü de alabiliriz gibi geldi. Bunun için çok disiplin, çok hayal gücü, gerçekten okumak öğrenmek, cesaret gerektiğini de sizinle paylaşmak istedim. Son bir şey; normal, yalın, sade, sıradan, kendi gibi olmanın şahane durduğunu bir kez daha anımsattığı için Perçin İmrek’e teşekkür ediyorum.
YAPRAK ÖZER: Kitlesel fonlama anlatacağız dediğim anda takipçilerin yüzünü eğdiğini hissediyorum. Ama onlar bilmiyor ki, bu fonlamanın içinde fonlama var. Ne yaptınız?
PERÇİN İMREK: Tabii daha tutarlı olmaya çalışarak yaptım. Aslında tüm kitaplarımı kitlesel fonlamayla çıkardım.
YAPRAK ÖZER: İmece usulü.
PERÇİN İMREK: Evet.
YAPRAK ÖZER: Nedir bu kitlesel fonlama? İmece diyebilir miyim?
PERÇİN İMREK: Hatta neden kitlesel fonlamaya çevrildi, imece olsa daha iyi olmaz mıydı diye tartışma var.
YAPRAK ÖZER: Olmaz mıydı?
PERÇİN İMREK: Bence olurdu. Çünkü kitlesel fonlama direkt İngilizceden çeviri, “crowd funding”, imece bize daha uygun ve kitlesel fonlama olayını ben gençlere bile söylesem, O ne ki, deyip anlatmaya başladığımda şuna geliyor, ha imece yani.
YAPRAK ÖZER: Yazdığınız dört kitabı imece usulü çıkarmayı nasıl başardınız?
PERÇİN İMREK: Öncelikle kısaca kitlesel fonlama, tek bir yerden büyük bir sponsorluk almak yerine, projenizi herhangi bir kitlesel platformdan açıp Yaprak, Ahmet, Perçin destek olmak ister misin? diyorsunuz. Herkes 50-100-200-250 TL ile kitabın bir parçası olup karşılığında çeşitli ödüller aldılar. Havuz oluşturup, havuzda biriken parayla proje gerçekleştiriliyor. Ben de 4 kitabın hepsini kitlesel fonlamayla gerçekleştirdim.
YAPRAK ÖZER: En fazla veren katkıda bulunan ne kadar para veriyor?
PERÇİN İMREK: Limitleri siz belirliyorsunuz ama genelde kitap için 25 liradan başlar, öğrenciler, destek olmak isteyenler için, 50-100 lira genelde katlanarak gider, 250-500 lira. Benim daha sonraları yaptıklarım biraz daha kurumsaldır. Kitapların arkasında birçok logo vardır. Arka kapak logosu 1500 lira. Ön kapak logosu 3000 lira ya da 5000 liradır. Çünkü bir kişi onu vermez ya da veremez. Bireyler maksimum 500 lira verir. En varlıklı arkadaşlarımın 500 lira destek vermişlikleri vardır. Kurumlar ve kuruluşlar 1500-3000 lira destek olabiliyorlar sponsorluk kapsamında.
YAPRAK ÖZER: Kitlesel fonlama her alanda olabiliyor değil mi?
PERÇİN İMREK: Evet, her alanda. Genelde Türkiye’de film yapımcıları, belgesel, vs. gibi çalışmalarda çok kullanılıyor. Dediğim gibi kitlesel fonlamada karşılığında ödül de verildiği için filmlerde galaya davet gibi.
YAPRAK ÖZER: Yazarın kitlesel fonlama yapması karşılaşılan bir şey mi?
PERÇİN İMREK: Artan bir şey. Her şeyde kullanılabiliyor. Şu da var kitlesel fonlamada, kitlesel fonlamanın amacına ne kadar uyuyor ayrı mesele, ama biri diyor ki “ben İngiltere’de aşçılık okuluna gideceğim, bana destek olur musunuz” ya da “Oxford Üniversitesi’ne gideceğim, bana destek olur musunuz?” Tabii Oxford’a gidebilmek için kaç tane kitlesel fonlama lazım, o da ayrı mesele. Duymuşsunuzdur, köylere kamyonla sinema götürüyorlar, çocuklara izletiyorlar ki, inanılmaz destek aldı, gibi her şeyde kullanılabilir. Birincisi ve en önemlisi projenin gerçek olması gerekiyor. Bunun belli başlı etik standartları var. İkincisi, daha çok ürettiğin bir şeyde kullanılması daha tercih edilir.
YAPRAK ÖZER: Böyle bir platform mu var?
PERÇİN İMREK: Birincisi zaten fatura kesmeden para almanız mümkün değil. Şirket olmanız gerekiyor, suç işlemiş oluyorsunuz. Kitlesel fonlama platformları var. Yurt dışında ilk kurulanlar Kickstarter, Indiegogo, milyon dolarlık projelerin olduğu. Türkiye’de de son 4-5 senedir bunu yasal bir şekilde yapan Arıkovanı, Fongogo, vs. gibi kitlesel fonlama platformları var. Projelerinizi koyabildiğiniz aynı zamanda projeler için pazar yeri olan, bu arada kitlesel fonlama sadece fonlama yapmak için değil ürünün reklamını yapmak için de kullanabileceğiniz bir platform. Benim projem bu, genelde anlattığınız bir video koyuyorsunuz, ödüller vs. Kabul ederlerse ki, genelde düzgün yazarsanız kabul ediyorlar. O desteği aldıktan sonra örneğin 10 bin lira aldınız, kitlesel fonlama platformu ve online ödeme firması, ikisi birden bedelin toplam %10’na tekabül eden bir komisyon alıyor, geri kalanı fonlama bittikten bir hafta sonra sizin hesabınıza yatıyor.
YAPRAK ÖZER: Belli bir süresi mi var?
PERÇİN İMREK: O süre size kalmış ama 15 gün çok kısa bir ay ideal… bir aydan fazlası da çok uzun. Yani 9 ay boyunca kitlesel fonlama yapacağım diyemiyorsunuz. Ama Patreon gibi farklı platformlarla da her ay belli bir destek alabiliyorsunuz.
YAPRAK ÖZER: Onlar nedir?
PERÇİN İMREK: Örnek veriyorum, sizin Youtube kanalınız var, haftada bir tane içerik çıkarıyorsunuz. Bunun belli bir maliyeti var ve sermaye gerekiyor ve sizin 1 milyon tane izleyiciniz var. Patreon kitlesel fonlama platformu. Oradan destekçilerinize destek olabilirsiniz diyebiliyorsunuz. Birçok Youtuber bunu yapıyor. O kişiler de ayda 50-100-150 lira düzenli olarak size destekte bulunabiliyor.
YAPRAK ÖZER: Yani verdiğiniz para 10 kuruş da olsa, 100 kuruş da kayıtlı.
PERÇİN İMREK: Tabii.
YAPRAK ÖZER: Peki sonra? Madem örnek verdik, bu kitap için bir ay mı koydunuz?
PERÇİN İMREK: Yanlış hatırlamıyorsam 1 ay koydum. Sadece benim değil, Burak Kartal diye bir arkadaşımla yazdık. Hatta Fongogo diye bir platformda tanıştım. İlk kitabımı kitlesel fonlamaya çıkardığımda o platformda tanıştığım bir arkadaşım. Sonra birlikte eğitimler, vs. vermeye başladık. Ben ona bu fikirle geldim. Burak’ın, bu konuda teorik bilgisi çok, benim pratik bilgim çok, 5 tane kitap dışında bir kere de Kanserle Savaş Derneği’ne doğum günümde yine kitlesel fonlamadan fon topladım. Birlikte pratiği ve teoriği birleştirdiğimiz bir kitap yazalım dedik. Süresi bir aydı. Benim evde ufak bir stüdyo var. Çekim yaptık, 1-2 dakika anlattık. Sonrasında sanırım oranı 5 bin lira diye koyduk ve başarılı olduk. Bunun belli başları şeyler var. Ben kitlesel fonlamaya projemi koydum, hadi bir ay boyunca yatayım, paralar gelsin diye bir şey yok.
YAPRAK ÖZER: Anlatın şimdi. Nasıl oluyor?
PERÇİN İMREK: Ondan sonra teknik bir sorumluluğumuz yok. İsterseniz hiçbir şey yapmazsınız ama alamazsınız. Gerekli içeriği, video, fotoğraf, proje tarifi, ödül tanımlarını koyuyorsunuz.
YAPRAK ÖZER: Buradaki ödülünüz neydi?
PERÇİN İMREK: Tek bir ödül değil. Örnek veriyorum, 25 liraya teşekkür mektubu, 50 liraya kitap galasına davet, 100 kiraya imzalı kitap gibi. Mesela şimdi yazdığım kitap toplu görüşme ile ilgili 1500 liraya 4 saatlik bireysel koçluk gibi eğitim veriyorum. Bunları yaptıktan sonra asıl iş başlıyor. Projeyi koydum gelsin milyonlar diye bir şey yok. Genelde yüzde 95 yakınlarınızdan alıyorsunuz. Yüzde 4 yakınlarınızın yakınlarından alıyorsunuz. Yüzde 1’de işte mesela Yaprak görüyor ne güzel proje, ne tatlı çocuklar diyor veriyor. O çok ekstra ve projenin viral olması gerekiyor. Arıkovanı’nda görme engellilerle ilgili bir baston projesi vardı. Çok güzel bir video ile çok güzel bir prodüksiyon yapmışlardı. O yüz binler topladı. Çünkü arkasında firmalar prodüksiyon desteği verdi. Öbür türlü arkadaşlardan, çevrelerden destek oluyor. Bu bir bağış değil. Karşılığında bir şey alıyor. İmzalı kitap alıyor, kitabın içerisinde ismi oluyor. Mesela kitabın içerisinde isminin olması ne kadara değer? O da tartışılacak bir konu. Bence çok değerli bir şey. Böyle yapınca karşılıklı bir fayda sağlamış oluyorsunuz ve o zaman dilenmiş gibi de olmuyorsunuz. Kitlesel fonlamanın en sevdiğim kısmı o. Ben utanmadan herkese diyorum ki, “kitabın bir parçası olmanı isterim, istersen lütfen buyur”. Takip etmen gerekiyor. Çok erken hatırlatırsan kişinin canını sıkmış oluyorsun. Çok uzun zaman geçerse de unutuyor. Böyle çok ince dengeleri var. Yapa yapa öğreniyorsun. Bu kitabı yazmamızın sebebi de o. Projeni koydun, sonra?
YAPRAK ÖZER: Herkes elektronik ortamda hemen o parayı gönderebiliyor, değil mi?
PERÇİN İMREK: Kredi kartı ile.
YAPRAK ÖZER: Yeni kitabın fonu ne kadar?
PERÇİN İMREK: 7 bin lira. Onu ayrıca uluslararası Kickstarter adlı bir fonlama platformu var, oraya da koydum. Çünkü buradaki platformlarda genelde yabancı kartlarla destek olamıyorlar. Beynelmilel arkadaşlarımla kullandığım bir platform. İkisinden topladığımız şeyle kitabı çıkaracağız.
YAPRAK ÖZER: Peki, şimdi 5 bin liralık bir kitlesel fonlama, kitap kaça mal oldu, bu arkadaşlar bir de üstünden para mı kazandılar acaba diye düşünüyor olabilirler. Ne kadara mal oldu? Siz bunu karşılamak için cebinizden herhangi bir ek maliyet yüklendiniz mi?
PERÇİN İMREK: Hayır. Genelde kitaplarda şöyle oluyor, bu arada maliyetini bilmiyorum, parayı ben direkt kitapevine yolluyorum. Çünkü onlara güveniyorum bana destekler veren arkadaşlar da bana güveniyor. Yoksa ben parayı alıp Miami’ye gitsem hapse girmem. Mesela henüz Türkiye’de bunun bir mevzuatı yok. Bu karşılıklı güvene dayalı. Eğer Orhan Pamuk değilseniz ya da Elif Şafak değilseniz kitapevleri şunu diyor belli bir para ortaya koymamız gerekiyor. Bazı yayınevleri cebinden ver diyor. Çoğu yazar da bunu seve seve yapıyor. Abaküs yayıneviyle ilk konuştuğumuzda sponsor bulalım dedik. Fongogo’nun bir toplantısına gitmiştim, kitlesel fonlama yapalım diye ortaya çıktı. Güven konusunda dediğim gibi zaten beni takip eden insanlar, yaptıklarımı bilenler az çok güvendikleri için öyle bir soru işareti kafalarında oluşmuyor. Ama eğer kafasında öyle bir sorusu olan varsa ben şöyle yapıyorum. Benim hesabıma para yatıyor, bir saat sonra yayınevime tüm parayı yolluyorum. Nasıl kullanmak istiyorsanız kullanın diyorum. Zaten bir kitabın basım maliyeti 5 bin lira civarında.
YAPRAK ÖZER: Bu kitlesel fonlama hikayelerine gelirken nasıl şirket batırılır, girişim nasıl yapılır, acaba başarılı olmak için önce başarısız mı olmak gerekir gibi bir şeye ufak bir geçiş yapmak istiyorum ki bana kalırsa bu ana fikri biraz daha iyi anlatacak. Çünkü gördüğüm kadarıyla deneysel yaşayan bir insan. Buralara gelene kadar ne battı, ne çıktı, nasıl deneyimler oldu?
PERÇİN İMREK: Uzun hikaye. Size anlatırken kısaltayım diye düşündüm. İstanbul’da doğdum, büyüdüm. Üniversiteyi Çanakkale’de okudum. Bittikten sonra Belçika’ya taşındım, yüksek lisans yaptım, çalıştım. O arada sivil toplumda çok büyük bir tecrübem oldu. Sivil toplum tecrübem tabii beni farklılaştırdı. Dil bilen, gezen bir sürü farklı insanla tanıştım. Belçika’dan döndüm, askere gidip geldim, kurumsala girdim. Çok havalı, dolarla maaş veren güzel bir firma ama 6 ay sonra ayrıldım. Çünkü o sivil toplumda bulduğum enerjiyi bulamadım. Ondan sonra kendi yolumda gitmeye başladım ama çok genç ve çok tecrübesizdim. Dediğiniz gibi birazda parmağı prize sokan bir çocuk olduğum için ki, benim sevdiğim bir özelliğim aslında, konfor alanın dışına sürekli çıkmaya çalışmak ama çıkınca da bazen biri kafanıza vuruyor tabii. İlk girişimcilik deneyimim çok seyahat ettiğim için İstanbul’da biriktirdiğim para ile bir hosteli devraldım. Kötü bir yatırımdı. Bir sene içerisinde 100 bin TL’den fazla para kaybettim.
YAPRAK ÖZER: Hostel öğrencilerin kaldığı çok ekonomik oteller.
PERÇİN İMREK: Sadece öğrencilerle kısıtlı değil ama genelde sırt çantalı gençlerin tercih ettiği 8-6-4 kişi hep birlikte yattığınız 5-10 dolara kalabileceğiniz yerler. Taksimdeydi.
YAPRAK ÖZER: Neden battı?
PERÇİN İMREK: Kötü yatırım. Hatta girişimcilik hikayeleri kitabında. Muhasebesini yanlış yapmamız, çalışanları yanlış seçmemiz, bürokrasiyi tam bilmememiz, öyle kafa göz girdik.
YAPRAK ÖZER: Bu sizinkisi girişmek olmuş öyle diyebilir miyiz?
PERÇİN İMREK: Evet. Bu tecrübede en çok girişilen ben oldum. Ama röportajın öncesinde sizinle konuştuğumuz gibi benim şu an Yaprak Hanımla bu röportajı yapıyor olmam ya da başka biri ile bilmem ne yapıyor olmamın o batışın kendisi değil ama o batıştan edinilen birikimler, o batışa karşı olan bakış açısı. Mutlaka okumuşsunuzdur Viktor Frankl’ın bir kitabı var, İnsanın Anlama Yaşı diye, zaten hayatımızın yüzde 80’ini biz kontrol edemiyoruz ki, dolar düştü, bir politikacı diğer politikacı ile tartıştı, vize kalktı gibi şeyleri değiştiremiyorsunuz. Ben o anki batışımı artık geri çeviremezdim ama benim orada değiştirebileceğim tek şey bakış açımdı. Şunu dedim, tamam battım. Travmatik oldu. Bir hafta yatağımdan çıkmak istemedim. Ama bundan ne öğrenebilirim. Bu parayı geri getiremem ama bu tecrübe ile ben kendimi tekrar sıfırdan nasıl reset’leyip daha iyisini yapabilirim diye düşündüm. Öyle olunca işler biraz değişti. İyi ki de o yaşta o mental kapasitedeymişim. Hayatımı çok değiştirdi. Ondan beri süre gelen, üretim, vs. tüm süreçler beni bugün bu koltuğa sizin yanınıza getirdi.
YAPRAK ÖZER: Çok güzel oldu. Bir hostel biter bir hostel başlar. İzmir’de bir hostel açmışlar, o çalışıyor.
PERÇİN İMREK: Evet. Aslında birincisinde işi öğrendik. Özet o. İlkinde ortağım yabancı idi. Onun yanlış olduğunu gördüm çünkü esnafla konuşabilecek, zabıta geldiğinde halk ağzıyla komşularla iletişim kurabilecek biri lazım. Nüanslar var. İstediğin MBA oku, öğrenemeyeceğin şeyler. Sonra konuştuğumuz gibi eğitimci olma sürecime de o girişimci hikayeleri etkinlikleri çok katkıda bulundu. Oradan topluma eğitim vermek, bundan para kazanmak, profesyonelleşmek ve şimdi bir tane uluslararası Bosphorus Story House adlı eğitim firması kurdum ve dünyanın her tarafında eğitim verebilen bir eğitmen oldum. Bunu 32 yaşımda yapabiliyor olmam benim için aslında mutluluk ve gurur verici.
YAPRAK ÖZER: Bundan sonraki durak nedir?
PERÇİN İMREK: Benim bundan sonra kendi yolum aslında şu an yaptıklarımı misliyle katlayarak yapmak. Eğitimi sadece İstanbul’daki Türkiye’deki beyaz yakaya değil tüm dünyaya vermek. Bunu online yapabilmek. Dil ile ilgili bir uygulama kuruyoruz. İnsanların öğrenmek istediği ya da pratik yapmak istediği dili o dilin ana dili konuşanıyla öğreterek ve kendi öğrettiği dil süresi kadar, kendine öğrettiği kadar başka bir dili ücretsiz öğrenebilerek.
YAPRAK ÖZER: Peki, bütün bunların bir miktar yatırıma, sermayeye ihtiyacı var. Bütün bu çalışmaları hep kitlesel fonlamayla mı oluyor?
PERÇİN İMREK: Hayır.
YAPRAK ÖZER: Kitlesel fonlamaya alışınca ne güzelmiş, biz de yapalım diyeceklerini düşünüyorum.
PERÇİN İMREK: Hayır, hiç öyle değil kitlesel fonlama inanılmaz disiplin gerektiriyor. Yani yapılabilir ama gerçekten öz disiplininizin çok yüksek olması gerekir.
YAPRAK ÖZER: Öz disiplinden ne anlamalıyız?
PERÇİN İMREK: Genel olarak ben zaten disiplini çok yüksek biriyim. Takvimim vardır, her gün ne yapacağımı bilirim. Ne zaman nereye mail atacağıma yatmadan bakarım. Kitlesel fonlamada da ben 2-3 kişiden destek istediysem hepsinin ismini Excel’e yazarım, hepsini ne zaman yazdığımı yazarım. Hepsinin dönüşünü, dönüş yapıp yapmadığını yazarım, olumlu ve ya olumsuz olduğunu yazarım, olumsuzları kırmızıya koyar kenara çekerim, olumlar için bir hafta sonra hatırlat diye kendime not alırım, bir hafta sonra hatırlatırım. Sonra eğer döndüyse bir kere daha hatırlatırım.
YAPRAK ÖZER: Bunları MBA’de öğretiyorlar ama bunu yapma dürtüsünü öğretmiyorlar.
PERÇİN İMREK: Evet. Pratiğe koymak başka. Orada denge olarak çok sinir bozmadan bunu yapmak ama çok da rahat bırakmadan, o denge çok önemli. Yaprak Hanım’dan o desteği isterken nasıl yaklaşırım.
YAPRAK ÖZER: Şimdi 30 yaşına kadar anladığım kadarıyla böyle değişik maceralara gitme dürtüsü fazla. Şimdi 30 ile birlikte bunları artık tutunduralım ve büyütelim gibi bir şey mi oldu? İnsanlar yaş almaya başlayınca biraz daha konformist bir sürece mi geçiyor?
PERÇİN İMREK: Hayır. Cevabım hayır. Örnek olarak ben şimdiye kadar 75 ülkeye gittim, 40 yaşıma kadar 198’ine de gitmek istiyorum. Bu konformist değil. Eğitimle ilgili benim haftada 5 öğrencim var ve bu bana para kazandırıyor demiyorum, “Native dili” kurup buradan dünyaya açılalım diyoruz. Ben zaten ayda bir eğitim verince hayat standardını getiriyor demektense Tayland’da da vereyim, burada da vereyim. Artık tek fark şu ne istediğimi biliyorum ve sonuca değil sürece odaklanıyorum. Yani ben milyoner olacağım, o anı bekliyorum değil, Yaprakla yaptığımız röportajdan da keyif alıyorum, gelirken metroda okuduğum kitaptan da keyif alıyorum, kendimi daha çok tanıyorum. O yüzden şimdi hayattan ne istediğimi biliyorum ama hep daha fazlasını yapmak istiyorum. Oradaki tek fark şu yaratıcılığa ve deliliğe açığım sadece artık daha az aptallık yapmak istiyorum. Çünkü zaten yeterince aptallık yaptım.
YAPRAK ÖZER: Estağfurullah… Ben orada deneyimli biri olarak düzeltme ihtiyacını hissediyorum. Bunlar aptallık değil aslına bakarsanız bir cesaret. Benim fikrim bu, cesaret. Cesur olan insanlar düşmeyi, düştükten sonra da kalkma gücünü kendinde bulurlar. Zaten yürüyen insanlar hedefe doğru gidebiliyorlar. Hayatınız boyunca patates gibi oturabilirsiniz. Patatese de kötü davranmayalım. Birlikte olmamızın bir sebebi de ben genç arkadaşlara umut verecek röportajlar yapmak istiyorum. Çünkü herkes o kadar bezgin, bıkkın, umutsuz ve mutsuz. Bunları yaşamak için, bu duygulara sahip olmak için her şey misli ile var.
PERÇİN İMREK: Teşekkürler. Son olarak şunu diyebilirim, benim genelde konuşmalarımda vermek istediğim mesaj bu, günümüzde sistem, toplum yapısı tüketmeye dayalı olduğu için, işe git gel, “survivor” izle, yat, tamam çok karışma, hallederim işleri, onu yapalım, bu yatırımı yapalım, vs. Sen çok karışma olduğu için insanlarda çok tüketmeye odaklanıyor ve genelde başkalarının onlara yapmalarını istediği şeylerin kendi düşündükleri şeyler olduklarını düşünüyorlar. Mesela babam bana doktor ol diyor ve bir süre sonra ben doktor olmak istediğime inanıyorum. Ama içten içe istemediğim için bu beni mutlu etmiyor. Bunun birçok örneği var. O yüzden orada kendini tanımak çok önemli. Kendini tanıyınca zaten ne istediğini biliyorsun ve biraz okuyarak, insanlarla tanışarak, gezerek mental gücü de sizin dediğiniz cesareti de, her düştüğünde kalkma cesaretini ortaya koyunca o zaman istediğin her şeyi yapabiliyorsun. Ve ille de Elon Musk olmana gerek yok.
Söyleşiyi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.