Bu hafta konumuz; “Kamuda Etkili İnsan Kaynakları Yönetimi”
Bir… iki… üç… dört… tam beş kelime. Birbirinin ardı sıra gelince etkiyeci.
Kamuda etkili bir insan kaynakları yönetimi yok…
Çünkü olamaz.
Sizler bu yazıyı okurken ben Ankara Kalder tarafından düzenlenen 4’üncü Kamu Kalite Sempozyumu’nda bu başlıkta bir paneli yönetiyor olacağım.
Çok önemsiyorum. Çok insanın önemsemediğini görüyorum. Bir avuç insan tarafından tartışılıyor olmasına bozuluyorum. Bize, kamuda etkili insan kaynakları yönetimi uygulamamız gerektiğini başkalarının hatırlatmasına öfkeleniyorum. Bunu, “Neden mecbur kalmadan, önce biz düşünemiyoruz” diye dert ediyorum, başkalarının bize bakıp, hiçbir hareket göstermediğimizi fark ettiklerinde, söylemekle kalmayıp aba altından sopa gösterip bizi zorlamalarına sinir oluyorum.
Düşündüm de madem ben zamanımı böyle bir konuya ayırıyorum. Sizin de zamanınızı bu konuyla ilgili olarak çalıyorum.
Ve çaldım!!!!!!
Türkiye kamuda insan kaynakları yönetimi sistemini bir an önce yerleştirmek zorunda.
Çünkü istihdam/insan kaynakları hepimizi birleştiren ortak payda. Hepimize dokunuyor. Bir de biz ona dokunsak. Bir de bu işi başkalarının düzelteceği fikrinden sıyrılsak da kolları sıvasak.
Kamuda etkili insan kaynakları yönetimi oluşturmak ve yerleştirmek çok önemli.
Bakın neden… Size bugün çıkan bir iki haber örneğini sunacağım. Bazılarınız bu haberlerin şu anki hükümetle ilgili olması nedeniyle benim yanlı davrandığımı düşünebilirsiniz. Böyle bir niyetim bu yazı için yok.. Aşağıda okuyacağınız alıntılar tamamen tesadüfi şekillerde yapılmıştır. Bu hükümet değil, bir başka hükümet olsaydı, bakanların isimleri değişik olacaktı, ama merak etmeyin aynı haberler çıkacaktı.
Bugünkü hale nasıl geldiğimizi sanıyorsunuz?
İnsan bunun neresinde
Haber 1: “Bakan, Adalet ile Maliye bakanlıklarının birleştirilmesini önerdi!”
(Artık ne kadar şaka, ne kadar ciddi bilinmez tabii… )
Haberin devamı şöyle;
“Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Lüksemburg’da Adalet ve Hazine’nin aynı bakana bağlı olduğunu öğrenince, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a birleşme çağrısında bulundu. Çiçek, ‘Bizde adalet var para yok, sizde ise para var adalet yok. Başbakan’a söyleyeceğim Lüksemburg’da olduğu gibi iki bakanlığı birleştirsin’ dedi.
Haber 2: “Diyanet için 1600 yeni kadro istendi”
Diyanet İşleri Başkanlığı taşra teşkilatında kullanılmak üzere 1600 kadro ihdas edilmesine ilişkin tasarı TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Başbakan Erdoğan imzasıyla TBMM’ye sunulan tasarıya göre, 150 Kuran Kursu öğreticisi, 850 imam-hatip ve 600 de müezzin-kayyım kadrosu ihdas edilmesi öngörüldü. Tasarının gerekçesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şu andaki kadro sayısı ise mevcut ihtiyacı karşılayamadığı bildirildi.
İnsan bunun neresinde
Önce biraz tarihe bakalım.
Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 Anayasası’nın 92, 93 ve 94’üncü maddelerinde memurlarla ilgili hükümler yer almış, ama herhangi bir tanım ya da tanımda esas olabilecek ölçüt verilmemiş. 1929 yılında çıkarılan 1452 sayılı Barem Kanunuyla memurların maaşları, özlük hakları düzenlenmiş.
Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) ile ilgili ilk kanun 1938 yılında çıkıyor: 3460 sayılı Sermayesinin Tamamı Devlet Tarafından Verilmek Suretiyle Kurulan İktisadi Teşekküllerin Teşkilatiyle İdare ve Marakebeleri Hakkında Kanun.
Aradan 65 yıl geçti. Bu zaman içinde pek çok yeni düzenleme yapıldı, kaldırıldı, tekrar yapıldı, bozuldu, tekrar yapıldı…
Ve bugün eldeki manzarayla kalakaldık.
KİT’ler 1980’li yılların başında 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yeniden ve kapsamlı bir şekilde düzenlendi. 233 sayılı KHK ve yine aynı konudaki 308 sayılı KHK’nin özellikle personel rejimine ilişkin bazı hükümlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine ortaya çıkan boşluk 22 Ocak 1990 tarih ve 399 sayılı KHK ile dolduruldu. Bu kanun hükmündeki kararnamenin bazı maddeleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bunun üzerine 1992 yılında 3771 sayılı yasa ile Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesindeki hususlar gözönünde tutularak 399 sayılı KHK’de yeni düzenlemeler yapıldı. Bundan sonra da çeşitli düzenlemeler ve iptaller sözkonusu oldu.
Uzun lafın kısası KİT personelinin mevcut hukuki statüsü, anlaşılması zor bir halde.
Örneğin, 3771 sayılı yasadan sonra 1999 yılında çıkartılan 4483 sayılı yasa ve ayrıca 408,549,562 sayılı KHK’de de 399 sayılı KHK’de bazı değişiklikler ve EK’ler yapıldı.
Bunlar yetmezmiş gibi 1994 yılındaki 4046 sayılı özelleştirme kanunu da kendince değişiklikler getirdi. 1993 yılında Türkiye Cumhuriyeti 87 ve 151 sayılı ILO sözleşmelerini onayladı.
İnsan bunun neresinde
Devletin ilk göze çarpan özellikleri büyüklüğü ve karmaşası. Bir örnek vermek gerekirse, sadece bugünün başbakanlık örgütüne bakmak anlamak için yeterli.
Başbakanlık devletin temel politikalarını belirleyen kurulları bünyesinde barındırıyor. Bunlar; Milli Güvenlik Kurulu,Yüksek Askeri Şura, Savunma Sanayii Koordinasyon Kurulu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, Yüksek Planlama Kurulu, Para-Kredi Koordinasyon Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Özelleştirme Yüksek Kurulu, Yüksek Hakem Kurulu.
Bunun dışında doğrudan yürütme süreci içinde yer alan birçok kuruluş doğrudan başbakanlığa ilintilenmiş. Bunlardan bazıları şöyle; Genelkurmay Başkanlığı, Toplu Konut İdaresi, GAP Başkanlığı, MİT Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Dil ve Tarih Kurumu, Gümrük Müsteşarlığı, SHÇEK Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile Araştırma Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, DİE, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Milli Piyango Genel Müdürlüğü…
Böyle bir yapı nasıl düzenlenir, nasıl yürütülür…
İnsan bunun neresinde
Türkiye’de kamu kesimi binlerce farklı beceri ve uzmanlığa sahip insan çalıştırıyor. Bu insanları birbirinden farklı düzenlemelere bağlıyor.
Kamu kesiminin toparlanması ve küçülmesi gerekiyor, ama geçmişte yapılan düzenlemelerle bu kısa vadede ve birkaç adımla mümkün gözükmüyor. Kamunun rahatlaması gerekiyor ancak siyasetçinin ilgi ve güç kullanma alanında olduğu için kendisini kurtarması ne yazık ki, en azından şimdilik bir hayal gibi duruyor.
Bu karışıklığın meyveleri çalışma biçimine de yansıyor. KİT’lerde çalıştırılan personelin istihdam türlerini 399 sayılı KHK’nin 3’üncü maddesi üç ana başlıkta topluyor. Bunlar; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler.
Bu üç tür çalışan kendi içlerinde de dallara ayrılıyor. Örneğin memurlar; devlet memuriyet kanununa bağlı memurlar ve 399 sayılı KHK’ye bağlı memurlar olarak ayrılıyor.
Sözleşmeli Personel’e gelince, bu grup da ikiye ayrılıyor: 657 sayılı DMK’nun 4/B maddesine bağlı olarak sözleşmeli çalışanlar ile 399 sayılı KHK’ye bağlı sözleşmeli personel…
İşçiler de iki değişik kategoride; kapsam içi personel, kapsam dışı personel…
Sizce bu kadar çeşitli statülere sahip insanlar bir arada uyum içinde çalışabilir mi?
Bu insanlar arasında bir adalet olabilir mi?
Verim sağlanabalir mi?
Peki sürekli birleştirilip ayrıştırılan sonra tekrar birleştirilen bakanlıklara ve burada çalışanlara ne demeli? Örneğin Tarım Bakanlığı ile Orman Bakanlığı; Örneğin Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı…
Peki madem çeşitlikten söz ediyoruz, ya Üst Kurullar… Bu kurullarda kimlerin çalışacağı, ne kadar maaşa, hangi yan olanaklara çalışacağı her zaman ayrı bir tartışma konusu…
Son yıllarda yaşadığımız bir başka olay… Fona devredilen bankalar. Bu bankaların personeli hangi statüde çalışmaktalar, statüleri ne olmalı?…
Yerel yönetimler istihdam yaratılan önemli alanlardan biri. Kim, nereye, nasıl alınır; kim, nereden, nasıl atılır hiç bilinmez…
İnsan bunun neresinde
Buraya kadar ifade ettiklerim, kamuda insan kaynakları sorununun bir yüzü. İşin diğer bir yüzü de en az bu kadar acımasız.
Diğer yüzde kurumsallaşamamak ve güvensizlik var.
Bu yazıyı yazarken bir yandan kulağım radyoda, gözüm televizyonda, sürekli internet ortamında gelişmeleri izliyorum.
Erken emeklilik konusunda yalnızca bugün birden fazla haber yayınlandı. Bunlardan bir tanesi, er ya da geç yeniden erken emekliliğin uygulanacağını söylüyordu. Biliyorsunuz emekli edilen binlerce kişi toplu halde işlerine geri döndüler. Keşke zahmet etmeseydiler. Önümüzdeki 6 ay içinde kademeli olarak emekli edilecekler.
Alınan ilk karar doğruysa neden değişti?
Doğru değilse neden alındı?
Bu kadar insanın hayalleri neden bir gün şişirilip bir gün söndürülüyor.
Bu arada farklı kanal haberlerinden farklı sesler yükseliyor. Örneğin mahkeme kararıyla bazı meslek dallarında erken emekliliğin sözkonusu olmayacağı söyleniyor…
Peki onlar neden muaf tutuluyor?
Türkiye’de hangi yasayı çıkartırlarsa çıkartsınlar, birileri yani birilerimiz geri dönüşü olduğunu mutlaka biliriz. Güvenmeyiz.
Demokrasilerde itiraz edebilme, hakkını aramak, sesini yükseltmek çok güzel uygulamalar. Ancak demokrasiyi keyfiyetle karıştırmamak gerekiyor. Bir hükümetin işine gelen, diğerinin işine gelmediğinde, ortada uzlaşılmış bir karar bulunmadığı sürece yasalar, kanun hükmünde kararnameler, tasarılar arap saçına dönüşüyor.
İnsan bunun neresinde
Kamuda insan kaynaklarına ilişkin tüm sorunları teşhis etmek, alt alta sıralamak mümkün olmasa da bazılarından söz etmek mümkün: İşçi ve sözleşmeli personel ayırımı;
– İşçilerin esnek çalışma usullerinin kanuni bir dayanağı olmaması,
– Süreklilik gösteren işlerde taşeron kullanılması,
– KİT’lerde aynı işi yapanlar arasında ücret dengesizlikleri yaşanması,
– Kamuda işe alma, yükseltme, görevden alma konularında kayırmacılık, kollamacılık,
– Kamuda personel kalitesini geliştirecek adımlar atılmaması,
– Kamuda verim sözcüğünün telaffuz edilmemesi,05
– Bağımsız idari otoriteler genel idari yapıdan ayrı ve özerk bir yapı içinde çalışması,
– Özerk kurumda görev yapan personel ayrıcalıklı ve göreceli rahat imkanlara kavuşması,
– Özerk kurumlarla diğer kamu kurumları arasında personel ücretlerinin ciddi farklılıklar göstermesi, kadrosuzluk ve terfi edememe sorunlarının yaşanması…
Sorunlara bir reçete yazmak da mümkün değil, ama biraz beyin jimnastiği yapabiliriz. Şöyle çözümler üretsek yanlış mı olur acaba;
– Kamu personel yönetimi sisteminde liyakat ilkesini geçerli kılmak,
– Kamusal örgütlerde izlenen istihdam politikalarını, söz konusu örgütlerin etkinlik ve verimlilik ölçütleri içinde faaliyet gösterecek şekilde belirlemek,
– Kamu hizmetlerini gerçekleştiren kamu örgütlerinin, işgücü pazarında yarışmacı olabilmelerini olanaklı kılmak,
– Kamu personel sistemini saydamlaştırmak,
– Kamu çalışanlarının katılımcı olabilmelerini, örgütlenmelerini sağlamak…
Yazdığım her satır insan kaynaklarına ilişkindi. Ama kelimelerin hiç birinde insana dair bir şey yazmış gibi hissetmedim kendimi. Kamuda insan kaynakları yönetimini düzeltirken, yalnızca mevzuatla değil biraz da duygularla ilgilenmek gerekebilir.