Çoğumuz Türk asıllı ünlü ekonomist Daron Acemoğlu’nun eş yazar olarak kaleme aldığı ve yayınlandığı günden bu yana eksilmeyen bir ilgiye mazhar olan Why Nations Fail (Ulusların Düşüşü) başlıklı kitabını biliyoruz. Kitaba panzehir olabilecek yeni bir kitap yayınlandı. Yine bir Türk ekonomiste ait; Prof. Dr. Murat Yülek. Kitap ilk olarak yurt dışında ve İngilizce olarak yayınlandı. Türkçe baskısı henüz kitapçı raflarına inmedi. Yayın, yurt dışında tahmin edildiği üzere çok ilgi gördü, İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim görevlisi olan yazar Prof. Yülek, kitabının tanıtım konuşmalarını şu sıralar birbirinin peşi sıra Japonya, Kore ve Almanya gibi Uzakdoğu ve Avrupa ülkelerinde gerçekleştiriyor. Yakın zamanda Türkçeye de çevrilmiş ve kitapçılarda bulabileceğiniz bu yayının adı, How Nations Succeed (Ulusların Yükselişi).
Uzun bir süredir How Nations Succceed üstünde çalışmalarınızı sürdürüyordunuz, ne anlatıyorsunuz?
Kitapta, ulusların yükselişi yani pozitif bir mesaj var. Uluslar nasıl yükselir? Ulusların yükselmesinin gerekli şartının imalat sanayi dediğimiz halk arasında sanayi olarak bilinen faaliyetlerin ve yatırımların olduğunu söylüyorum. Özetle çalışacağız, üreteceğiz… Olmazsa olmaz. Çalışacağız, üreteceğiz. Dünya olarak, Türkiye olarak değil sadece.
Acemoğlu, kapsayıcı ekonomiden söz ediyor ve aksinin, başarısızlığın temel nedeni olduğunu söylüyor. “Sömürücü olmayın” diyor. Siz imalata vurgu yapıyorsunuz bunu üretim diye tercüme etsem olur mu? Zaten Acemoğlu da bunu söylememiş miydi?
Acemoğlu’nda işin bu boyutu pek fazla yok. Söylediği şeyler tabii çok doğru, kimsenin karşı çıkmayacağı, biraz da malumun ilanı olan, hepimizin kafasındaki konular. Acemoğlu ve eş yazarı, James Robinson çeşitli tarihi örneklerle eğer toplumun bütün kesimlerini müteşebbisleri, yenilikçileri vs kapsayamazsanız ileri gidemezsiniz diyor. Sadece sömürücü olursanız pastayı büyütmeden dilimlerin büyüklüklerini değiştiriyorsunuz ki, o zaman da bazıları pastadan daha fazla, bazıları da daha az alıyor. Dolayısıyla bazıları daha mutlu bazıları daha mutsuz oluyor. Hâlbuki pastayı büyütmek yani kapsayıcı olmak gerek… Bunlar uzun süredir bilinen şeyler. Yurt dışında da başka yazarlar bunları yazdı. Daron hocamın kitabında olmayan ve günümüzde hala çok tartışmalı olan konu sanayi. Bazıları biz 21. Yüzyılda bilgi toplumundayız, artık sanayinin o kadar da önemi yoktur diyor.
Ama herhalde onlar da bu görüşten çark ediyor diye düşünüyorum.
Yani şu anda çark etmiyorlar ama bu tip eserlerle, bu tip çalışmalarla edeceklerdir diye düşünüyorum. Şöyle ki, kitapta şu söyleniyor; Türkiye gibi büyük çaplı ülkeler – küçük bir Monaco 30-40 bin nüfuslu, 300 bin nüfuslu vs bir ülke tartışma konumuzun dışında – alan olarak, nüfus olarak hatırı sayılır büyüklüğü olan bir ülkeyseniz ve zengin olmak istiyorsanız; kişi başına geliriniz 30-40 hatta 50-60 bin dolar olsun istiyorsanız, bu iş sanayisiz olmaz. Üreteceksiniz…
Yani bacasız işlerle böyle zenginlik yok.
Yok, yetmiyor.
Siz kitaplarınızı alışılagelmiş, yolun dışında üretiyorsunuz. Genellikle İngilizce temel dil, sonra Türkçeye çevriliyorlar. Siz bu kitabı Türkler için yapmadınız mı? Anlattıklarınız da bize uymuyor. Ben, bizi göremiyorum kitabınızda.
Dünyada 7 milyar insan var. Ben Türkiye’de olmaktan Türk olmaktan gurur duyan bir insanım. Ama başka bir ülkede de doğmuş olabilirdim. Türkiye bunların yüzde biri sadece.
Onlar için mi yazdım diyorsunuz?
Dünya ailesine 7-8 milyar insan olarak bakarsak, eşitsizlik nasıl ortadan kalkar? İngiltere, ABD, Almanya, İsveç çok zengin, Zambiya çok fakirse bundan rahatsızlık duymak lazım.
Oysa, ABD Başkanı Trump ki, küreselleşme karşıtı olarak “Bırak Zambiya’yı, ben varım” diyor. Siz kitapta sanki Zambiya’yı kurtarırsak biz de kurtuluruz diyorsunuz. Hangisi?
Benim de kafamın en temel, kök yerinde tabii ki kendi ülkem var. Yani isterim ki, bu kitap veya bunun gibi eserlerde yazılan şeyler doğruysa ilk benim ülkemde uygulansın. Nitekim esasında haksızlık etmemek lazım. Şu son birkaç senede yerlilik vs gibi konuların en azından söylem bazında ilerlemesi hassasiyetin arttığını gösteriyor.
Ama zaman da hızla geriye akıyor değil mi?
Mesela savunma sanayinde yaptığımız bazı şeyleri sivil tarafa da aktarabilsek. Örneğin tank yapabiliyoruz Türkiye olarak.
Yapabiliyor muyuz gerçekten övünüyoruz ama tamamını yapamıyoruz sanırım.
Esasında şöyle. Tankın hepsini yapmamıza gerek yok. Tankın kritik parçalarını dışarıya bağımlı olmadan yapmamız önemli. Ya da örneğin Sağlık Bakanlığı’na gittiğimiz zaman önemli sağlık cihazlarını bir tarafa bırakalım, Sağlık Bakanlığımızın asansörleri yerli değil. Bu beni rahatsız ediyor.
Hepimizi ediyor.
Rahatsız ediyor çünkü asansör teknolojisi ve üretimi Türkiye’de olan bir şey. Atatürk’ün meşhur bir sözü vardır çok hoşuma gider ve hep söylerim “Beni Türk doktorlarına emanet edin”. Burada güzel bir mesaj var “Ben Türk doktoru yetiştirdim, kendimi ona emanet edebiliyorum”. Şimdi ben de üniversitemizde, bakanlıklarda, Odalarda kendimizi Türk asansörlerine emanet edelim istiyorum. Ne olacak yani?
Bunun gibi pek çok örnek var…
Makam arabalarımız Türk arabaları olsun… Buradan hareketle; dünya üzerindeki diğer ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin ki, dünya nüfusunun %70’in üzeri diyelim, hepsinin kalkınması lazım. Dışardan gelen reçeteler veya kendi buldukları reçetelerle kalkınabilmelerine imkan yok.
Kitapta anlattıklarınızı Türkiye için reçeteye dönüştürebilir miyiz?
Türkiye için veya benzer ülkeler için. İmalat sanayi, yani halk arasında üretim denilen, sanayi denilen şey önemlidir. Zenginleşmek istiyorsan sanayiye sahip olmalısın. İktisatçılar olarak bakınca, sanayi deyince içine imalat sanayinin dışında bazı diğer sektörler de giriyor. O yüzden teknik olarak ona imalat sanayi diyoruz. Bildiğimiz fiziksel üretim. Tarım olmayan fiziksel üretim, hizmet olmayan fiziksel üretim. Kitapta; üretim, sanayi hakikaten önemli midir? Bir ülkeyi hakikaten zengin eder mi? Dünyada hangi ülkeler sanayide ileri? Dünya ihracatının büyük kısmı hangi ürünlerden oluşuyor?… anlatılıyor. Peki dünya ihracatının sanayi ürünlerini kim üretiyor? Bakıyorsunuz ki zengin ülkeler üretiyor. Hangi sektörlerde üretkenlik daha fazla? Teknolojik içerik, yenilikçilik, üretim dediğimiz o sahada acaba gerçekten sanayi dediğimiz şey önemli midir? Bir; önemli olduğunu gösteriyor. İki; sanayi önemliyse bir ülke nasıl sanayileşecek? Acaba tesadüfi olarak bir ülke sanayileşebilir mi?
Tesadüfi olarak sanayileşebilir mi?
Sanayileşemez. Kitapta tarihi olarak birçok örnek var. Bugünden de geçmişten de. Ve kitabın mottosu şu zaten: Sanayileşme hiçbir zaman tesadüfi olmamıştır.
Bundan ne anlamam lazım? Bunun için bir politika mı lazım?
Evet, politika uygulanması lazım. Devletin özel bir politika uygulaması lazım, özel bir strateji olması lazım.
Bizim bir stratejimiz var mı?
Türkiye’de son yıllarda bazı şeyler yapılmaya başlandı.
Bardağın dolu tarafından bakıyorsunuz galiba.
Doğru. 2011’den sonra otomotiv, tekstil (ki, olmadı ama) makine sektörü…yazılım vs yapmaya çalıştık. Bunu uygulayabildik mi? Henüz uygulayamadık. Savunma sanayi dışında çok fazla bir ilerleme yok. Örneğin biz tank yapmaya başladık. Şimdi o seri üretime geçecek. Şu kadarı-bu kadarı yerli muhteva önemli değil. Doğru yaparsak zaman içinde artabilir. Ama mesela cep telefonu. Ama o cep telefonun en önemli unsurları olan ekranı, çipleri vs bunları hiçbirinde Türkiye yok. Biz Avrupa’nın en önemli televizyon seti tedarikçisiyiz ülke olarak. Ama sattığımız TV setlerinin içindeki en önemli maliyet unsuru, para kazandıran unsur olan ekran teknolojisinde Türkiye yok. Dolayısıyla sorunuza geliyorum; reçete ne? Yapmamız gereken şu, Türkiye veya başka bir ülke olarak belli sektörleri seçeceğiz. Çok fazla değil 20 tane 30 tane…
Neyi seçerdiniz?
Size söyleyeyim. Bir tanesi elektronik veya elektroniğin altında sağlık ekipmanları… enerji, ulaştırma ekipmanları. Diğeri kimya. Havacılık da olabilir. Peki bunlar neden önemli?
Neden?
Az sayıda sektörü aldığınızda, elinizdeki kısıtlı kaynağı tabii ki, bu az sayıda sektöre dağıtabiliyorsunuz. Ama kaynağı bütün sanayi sektörlerine yaymak isteyecek olursanız, Amerikalıların deyimiyle bu sektörlerin üzerine çok ince bir destek örtüsü atmış oluyorsunuz. Kore, Japonya gibi yönlendireceksiniz. Stratejik sektörleri seçmenin de bir yöntemi olması lazım. Şu anda biz çok stratejik olan şu ürün ya da sektörü seçelim derseniz, taşa tutarlar sizi. Ama diyoruz ki, taşa tutsalar da sizi bu sektörleri belirlemeli ve bu sektörlere destek vermelisiniz…
Dikkatimi çeken şey, hep ekipmanlar deyip durdunuz. Şunu anladım somuta-küçüğe -çıktıya indirmeye çalışıyorsunuz, değil mi?
Somut olması gerekiyor.
Vurucu sorum. Bunu kimle yapacağız?
İki unsurla yapacağız. Bir tanesi devlet, bir tanesi özel sektör. Birisi olmazsa öbürü olmuyor.
Sorum bu değildi; kiminle yapacağız; sizinle, benimle gibi…
Liyakatli insanlar olacak. Özel sektörde de kamuda da. Bunlar politikaları belirleyecekler ve de uygulayacaklar.
Çok ciddi sorun var. İnsan kaynağı çok, ama yok ortada. Ne yapacağız?
Liyakat bazlı yönetim denilen şey başarının temeli. İster şirket, ister ülke…
Zaten Daron Acemoğlu da bunu söylemiyor muydu?
Doğru kapsayıcılık böyle bir şey. Acemoğlu’nun söylediğini böyle açabiliriz. Bir ülkenin en önemli kaynağı insan. En önemlisi insanı kapsayabilmek.
Ulusların Yükselişi bir günden yarına olmuyor. Bizim çok zamanımız vardı, harcadığımızı düşünüyorum. Katılıyor musunuz?
Bizim için de başka ülkeler için de geçerli… Ama nereden başlarsa, iyidir; geç de olsa başarabiliriz.